Ana Sayfa (Kur'an-ı Kerim) Yeni Pencere

Geri

 

SAYFA :

494

 

043 - ZUHRUF SÛRESİ

 

CÜZ :

25

 

İleri

Sayfayı Yeni Pencerede Aç

 

 

 

 

 

 

 

 

 

74

Muhakkak günahkarlar cehennem azabında ebedi kalıcıdırlar.

75

Onlara hafifletilmez. Onlar o azâb içinde ümitsiz kalacaklardır.

Yüce Allah cennetliklerin halini sözkonusu ettikten sonra, itaatkârın isyankâra üstünlüğünü açıklamak maksadıyla cehennemliklerin halini şöylece sözkonusu etmektedir:

"Muhakkak günahkarlar cehennem azabında ebedi kalıcıdırlar. Onlara" bu azâb

"hafifletilmez. Onlar o azâb içinde ümitsiz kalacaklardır." Hiçbir şekilde rahmet ümit edemeyeceklerdir. Ümitsizce susacaklardır, diye de açıklanmıştır. Bu husus daha önce el-En'am Sûresi'nde (6/44. âyetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır.

76

Biz onlara zulmetmedik. Fakat onlar bizzat zâlimler idiler.

"Biz onlara" azâb etmekle

"zulmetmedik, fakat onlar bizzat"şirk ile kendi kendilerine zulmeden

"zâlimler idiler."

"Fakat onlar bizzat zâlimler idiler"âyetinin mübteda ve haber olarak şeklinde gelmesi ve cümleni haberi olması da mümkündür.

77

"Ey Malik! Rabbin hakkımızda hüküm versin." diye seslenecekler. "Sizler muhakkak böyle kalacaklarsınız" diyecek.

"Ey Malik... diye seslenecekler"âyetinde sözü edilen

"Malik" cehennemin bekçisidir. Yüce Allah onu gazabı için yaratmıştır. Cehennemi bir dürtükledi mi cehennem birbirini yer.

Ali ve İbn Mes’ûd(r. anhuma): "Ey mali... diye nida ettiler" diye okumuşlardır. Ancak bu, Mushafa muhaliftir. Ebû'd-Derda veİbn Mes’ûd da: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) (kef'siz) sadece "lam" ile olmak üzere diye okumuştur. Yani ismi, terhim ederek "kefi hazfetmiştir. Terhim hazf demektir. Nida esnasında kendisine nida olunan ismin terhimi de buradan gelmektedir. Bu ise ismin sonundan birya da daha fazla harfi hazfetmektedir. "Malik" diyecek yerde, "ya mali" denilir. Haris" yerine, "ya hari" denilir. "Fatımatu" yerine, "ya Fatimu" denilir. "Âişetu" yerine, "ya Aişu" denilir. "Mervan" yerine, "ya Mervu" denilir ve diğer isimler de böylece söylenir. Şair dedi ki:

"Ey Hari(se) sizin tarafınızdan başıma bir musibet getirilmiş olmasın,

Benden önce yönetilenlerin de hiçbir hükümdarın da karşı karşıya kalmadığı."

İmruu’l-Kays da şöyle demektedir:

"Ey Hari(se), sen bir şimşek görürsen, ben sana onun parıltısını göstereyim,

Üstüste yığılmış parlak bulut arasında iki elin parıldaması gibi."

Yine şöyle demektedir:

"Ey Fatım(a) yavaş ol, nazlanma bu kadar çok,

Eğer benimle ilişkiyi koparmayı kararlaştırdıysan bari güzel yap bu işi."

Bir başka şair de şöyle demektedir:

"Ey Merv(an) şüphesiz ki benim bineğim alıkonulmuştur,

Senin yapacağın bağışı ümid ediyor, sahibi ise ümit kesmiş değildir."

Sahih hadiste de: "Ey ful(an) haydi gel" Buhârî, III, 1045, 1176;Müslim, II, 712. diye buyurulmuştur.

Terhime uğrayan ismin sonu iki şekilde okunabilir: 1- Haziften önceki hali üzere bırakılabilir. 2- Ötre üzere bina edilebilir. "Ey Zeyd" gibi. Sanki bu yolla onun konumu değerlendirilmiş ve hazfedilen harf gözönünde bulundurulmamış gibidir.

İbnu'l-Enbarî dedi ki: Bize Muhammed b. Yahya el-Mervezî anlattı, dedi ki: Bize Muhammed -ki o İbn Sadan'dır- anlattı, dedi ki: Bize Haccac b. Şu'be anlattı. O el-Hakem b. Uyeyne'den, oMücahid'den dedi ki: Bizler "Zuhruf'un ne olduğunu Abdullah (b. Mesud)ın kıraatinde:

"Altından bir ev" (bk. el-İsra, 17/93- âyetin tefsiri) diye okuduğunu görünceye kadar bilmiyorduk. Aynı şekilde, "Ey Malik... diye seslenecekler" âyetinin ya da: "Ey melik"in ne demek olduğunu da bilemiyorduk. Ta ki Abdullah b. Mesud'un kıraatinde terhim ile: "Ey Mali... diye seslenecekler'" okuyuşunu öğreninceye kadar.

Ebû Bekr (İbnu'l-Enbarî) dedi ki: Bu hadis gereğince amel edilmez, çünkü bu hadis maktu'dur ve Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan rivâyetlerde böylesi kabul edilmez. Yüce Allah'ın Kitabı hakkında ihtiyatlı davranmak ve batılın ondan uzak tutulması en uygun olandır.

Derim ki:Buharî'nin, Sahih'inde şu rivâyet kaydedilmektedir: Safran b. Ya'la babasından dedi ki: Ben Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ı minber üzerinde: "Ey Malik! Rabbin hakkımızda hüküm versin diye seslenecekler"âyetini okurken (malik'in sonundaki) "kef" harfini isbat ile okuduğunu dinledim. Buhârî, IV, 1821;Beyhaki, es-Sünenu'l-Kübra, III, 211;Taberani, Kebir, XXII, 260.

Muhammed b. Ka'b el-Kurazî dedi ki: Bana ulaştığına -ya da anlatıldığına- göre cehennemlikler, cehennem bekçilerinden yardım isteyecekler.Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

"Ateşte olanlar cehennem bekçilerine diyecekler ki: Rabbinize dua edin ki, üzerimizden bir gün olsun azâbı hafifletsin." (el-Mu'min, 40/49) Böylece onlar üzerlerinden azâbın bir gün dahi hafifletilmesini isteyecekler. Bu istekleri kabul edilmeyerek, onlara şöyle cevab verilecek: "Peygamberleriniz size apaçık deliller getirmediler mi? Onlar: Evet diyecekler.(Bekçiler) diyecekler ki: Şimdi siz dua edin. Kâfirlerin duası ne olursa olsun boşunadır." (el-Mu'min, 40/50) (Muhammed b. Ka'b devamla) dedi ki: Onlar bekçilerden ümitlerini kesince, Malik'e seslenecekler. Malik diğer bekçilerin başı olup cehennemin ortasında oturduğu bir yeri vardır. Azâb meleklerinin de üzerinde gidip geldiği köprüler vardır. (Köprülerin) en yakın olan yerlerini nasıl görüyorsa, en uzaktaki yerlerini de öylece görür.

Cehennemdekiler:

"Ey Malik! Rabbin hakkımızda hüküm versin" diyecekler. Bu sözleriyle ölümü isteyecekler. Seksen sene onlara cevap vermeksizin susacaktır.(Muhammed b. Ka'b) dedi ki: Bir sene üçyüzaltmış gündür. Bir ay otuz gündür, bir gün ise sizin saydığınız bin yıl gibidir. Seksen yıl sonra onlara bakarak:

"Sizler muhakkak böyle kalacaklarsınız" diye cevab verecektir. Sonra da hadisin geri kalan bölümünü zikretmektedir. Bu hadisi İbnu'l-Mubarek nakletmiştir.

Ebû'd-Derda'nın rivâyet ettiği hadise göre de Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Malik'e seslenin, diyecekler. Ey Malik! Rabbiniz bizim hakkımızda hüküm versin, diyecekler. O da kendilerine: Sizler muhakkak böyle kalacaklarsınız diyecek."Tirmizi, IV, 707

el-A'meş dedi ki: Bana haber verildiğine göre onların bu duaları ile Mâlik’in onlara cevab vermesi arasında bin yıllık bir süre olacaktır. Bunu Tirmizî rivâyet etmiştir. Tirmizi, IV, 707

İbn Abbâs dedi ki: Onlar bu sözlerini söyleyecek, fakat bin yıl süreyle onlara cevab vermeyecek. Sonra da onlara:

"Siz muhakkak böylece kalacaklarsınız" diyecektir. Hakim, Müstedrek, II, 487.

Mücahid ile Nevf el-Bikalî dedi ki: Onların seslenişleri ile Malik'in onlara cevab vermesi arasında yüz yıllık bir süre geçecektir. Abdullah b. Amr da, kırk yıllık bir süre, demiştir. Bunu da İbnu'l-Mübarek zikretmiştir Hakim, Müstedrek, II, 429 - '"sene" yerine "gün" lâfzıyla, IV, 640 -buradaki gibi-;Heysemi, Mecmau'z-Zevaid, X, 396; İbn Şeybe, Mûsannef, VII, 48.

78

Yemin olsun Biz sizlere hakkı gönderdik. Fakat çoğunuz hakkı hoş görmeyenler idiniz.

Bu âyetlerin Malik'in onlara söyleyeceği sözlerden olma ihtimali vardır. Yani sizler cehennemde kalmaya devam edeceksiniz. Çünkü Biz dünyada iken size hakkı getirmiş idik de siz kabul etmemiştiniz.

Yüce Allah'ın onlara o gün söyleyeceği sözlerden olma ihtimali de vardır.Yani Biz size delilleri açıklamış ve rasûller göndermiştik.

"Fakat çoğunuz" İbn Abbâs dedi ki: Hepiniz; bir başka görüşe göre "çokluk" ile onların başkan ve önderlerini kastetmiştir. Onlara uyanların ise bu hususta herhangi bir etkileri yoktu.

"Hakkı" İslâm'ı ve Allah'ın dinini

"hoş görmeyenler idiniz."

79

Yoksa onlar sağlam bir iş mi yapmışlar? Gerçekten Biz de sağlam yapanlarız.

Mukâtil dedi ki: Bu âyet-i kerîme müşriklerin Daru'n-Nedve'de Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem) için planlar düzmeleri hakkında inmiştir. Bu danışma neticesinde Ebû Cehil'in kendilerine teklif ettiği görüşü kabul etmişlerdi. Buna göre Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ı öldürmeye katılmak üzere her kabileden bir kişi ortaya çıkacaktı. Böylelikle onun kanının (kısasının) istenme imkanı kalmayacaktı. İşte bu âyet-i kerîme bu hususta nazil oldu. Yüce Allah onların hepsini Bedir'de ölümle cezalandırdı.

" Sağlam bir iş yapmışlar" onu muhkem kılmışlar, demektir. " Muhkem kılmak, sağlam kılmak" demektir, "O şeyi sağlam, muhkem kıldım"; " Sağlam büktüm" demektir. (İp eğirirken) ikinci defa eğirip bükmeye bu isim verilir. Birincisine ise "sahil" denilir. Nitekim şair şöyle demiştir: ey. "...Sahil ve mübrem (birinci ve ikinci defa eğrilen)den..."

O halde mana: Yoksa onlar sağlam bir tuzak mı kurdular? Şüphesiz Biz de onlara sağlam bir tuzak kurduk, demek olur. Bu açıklamayıİbn Zeyd ve Mücahid yapmıştır. Katade de şöyle demiştir: Onlar yalanlamak üzere sözbirliği mi ettiler? Biz de öldükten sonra diriliş ile amellerin karşılıklarını vermeyi kararlaştırmış bulunuyoruz.el-Kelbî şöyle der: Yoksa onlar bir işi mi hükme bağladılar? Biz de onlar hakkında azâb hükmünü verdik. Âyette:

" Yoksa" anlamındadır.

"Yoksa onlar sağlam bir iş mi yapmışlar?" âyetinin daha önce geçen:

"Rahmân'dan başka ibadet edilecek ilahlar kılmış mıyız?" (ez-Zuhruf, 43/45) âyetine atfedildiği de söylenmiştir. Bir diğer görüşe göre âyet şu demektir: Yemin olsun ki Biz sizlere hakkı getirdik, fakat siz ona kulak vermediniz. Yoksa onu işitip de ilahi azaptan kendilerini güvenlik altında hissedecek şekilde, kendi içlerinde bir karar verdikleri için yüz mü çevirdiler?

80

Yoksa onlar gizlediklerini ve fısıltılarını işitmez miyiz sanırlar? Öyle değil; hatta elçilerimiz de yanlarındadır. Yazıp duruyorlar.

"Yoksa onlar gizlediklerini ve fısıltılarını" kendi içlerinde saklayıp kendi aralarında fısıltı halinde söylediklerini

"işitmez miyiz sanırlar? Öyle değil"işitir ve biliriz

"hatta elçilerimiz de yanlarındadır. Yazıp duruyorlar." Yani Hafaza meleklerimiz onların yanında yaptıklarını yazmaktadırlar.

Rivâyet edildiğine göre bu âyet. Kabe ile örtüleri arasında bulunan üç kişi hakkında inmiştir. Onlardan birisi: Ne dersiniz? Allah bizim sözümüzü duyuyor mu? diye sormuş. İkincileri: Yüksek sesle konuşursanız, işitir. Gizlice konuşursanız, işitmez. Üçüncüsü ise şöyle demişti: Eğer yüksek sesle konuştuğunuz vakit işitiyorsa, gizlice konuştuğunuzu da işitir. Buhârî, IV, 1818, VI, 2735;Müslim, IV, 2141;Tirmizi, V, 375;Müsned, I, 381, 408, 426, 442, 443 Bu açıklamayı Muhammed b. Ka'b el-Kurazî yapmıştır. Bu anlamdaki bir rivâyet daha önce Fussilet Sûresi'nde(41/22. âyetin tefsirinde)İbn Mes’ûd'dan geçmiş bulunmaktadır.

81

De ki: "Rahmân'ın bir evladı olsaydı, ibadet edenlerin İlki ben olurdum."

İbn Abbâs,el-Hasen ve es-Süddî şöyle demişlerdir: Yani Rahmân'ın bir çocuğu yoktur. Buna göre: edatı nefy edatı anlamındadır. Bu açıklamaya göre ifade burada tamam olmaktadır. Bundan sonra da yeni bir ifade olarak: "Ben ibadet edenlerin ilkiyim" diye başlanır. Yani onun çocuğu olmaması esasına binaen Mekke ehli arasından muvahhidlerin ilkiyim. Bu durumda: "İbadet edenler" üzerinde vakıf tam olur.

Bir başka açıklamaya göre anlam şöyledir: Ey Muhammed! De ki: Eğer Allah'ın evladı olduğu sabit ise O'nun evladına ibadet edenlerin ilki benim. Fakat O'nun evladının olması imkansız bir şeydir. Buna göre bu ifade, tartıştığımız bir kimseye: Eğer senin bu dediğin delil ile isbatlanabilirse, buna ilk inanan kişi ben olurum, demeye benzer. Böyle bir üslub ise böyle bir şeyi oldukça uzak görmeyi mübalağa yoluyla ifade etmek olur.Yani böyle bir şeye inanmaya imkan yoktur. Bu, kullanılan ifadede bir yumuşaklıktır. Yüce Allah'ın:

"Şüphe yok ki biz yahut siz, ya bir hidayet üzereyiz ya da apaçık bir sapıklıkta"(Sebe', 34/24) âyeti gibidir. Buna göre anlam şöyle olur: O vakit ben bu çocuğa ilk ibadet eden kişi olurum. Çünkü evlada gösterilen tazim babaya gösterilen tazimdir.

Mücahid de şöyle demektedir: Yani eğer Rahmân'ın bir çocuğu var ise, O'nun bir çocuğu bulunmaması esasına binaen yalnızca O'na ibadet edenlerin ilkiyim.

Yine es-Süddî şöyle demektedir: Eğer O'nun evladı varsa, evladı var diye O'na ibadet eden ilk kişi ben olurum. Fakat O'nun hakkında böyle bir şey sözkonusu olamaz.

el-Mehdevî dedi ki: Bu görüşlere göre; "...sa" şart edatıdır, daha uygun olanı budur. Taberî'nin tercih ettiği görüş de budur. Çünkü bunun -nefy edatı olarak-: Bu durumda âyet: Eğer Rahmân'ın bir evladı olsaydı, bunu kabul etmeyecek ilk kişi ben olurum demek olur. anlamında olması halinde, geçmişte böyle bir şey yoktu, anlamı hatıra gelebilir.

Buradaki

"ibadet edenler"in bundan çekinenler, yüz çevirenler anlamında olduğu da söylenmiştir.

Bazı âlimler de şöyle demişlerdir: Eğer böyle olsaydı: "Yüz çevirenler" şeklinde gelmeliydi. Nitekim Ebû Abdi'r-Rahmân ile el-Yemanî de "elif'siz olarak: "Ben bunu kabul etmeyenlerin, reddedenlerin ilkiyim." diye okumuşlardır. "Yüz çevirdi, kızdı, gazaplandı, yüz çevirir, kızar, gazaplanır" denilir. Kızan ve gazaplanan, yüz çeviren" demektir. İsmi ...diye gelir. Bu açıklama Ebû Zeyd'den nakledilmiştir. el-Ferezdak der ki:

"Bunlar benim meclis arkadaşlarımdır, haydi onlar gibisini getir bana,

Ben Darimlilerden dolayı Küleyb'e hicvetmeyi kabul edemem."

Bu beyit şöyle de zikredilmiştir.

"Onlar öyle kimselerdir ki hicvederlerse beni, hicvederim onları,

Fakat Darimliler sebebiyle Küleyb'i hicvetmeyi kabul edemem."

el-Cevherî dedi ki:Ebû Amr dedi ki: Yüce Allah'ın:

"Ben ibadet edenlerin ilkiyim"âyetindeki "abid: ibadet eden" kelimesi kabul etmemek, yüz çevirmek ve gazaplanmak anlamını taşımaktadır.el-Kisaî ve el-Kutebî de böyle demiştir. Onlardan bunu el-Maverdî nakletmektedir.

el-Herevî dedi ki: Yüce Allah'ın:

"İbadet edenlerin ilki ben olurdum"âyetinde "ibadet edenler" lâfzının " Yüz çevirdi, yüz çevirir" anlamından geldiği söylenmiştir ki, ben bu işten yüz çevirenlerdenim, demek olur.

İbn Arafe dedi ki: Fiil: " Yüz çevirdi, yüz çevirir" anlamında kullanıldığı takdirde, ism-i faili: ...diye gelir. İsm-i faili olarak; diye kullanılması çok azdır. Kur'ân-ı Kerîm ise çok az kullanılan ve şaz olan şekilleri kullanmaz. Ancak mana şöyledir: O bir ve tektir, çocuğu da yoktur, esasına göre aziz ve celil olan Allah'a ibadet edenlerin ilki benim.

Rivâyete göre, bir kadının kocası ile gerdeğe girdikten sonra altı ayın sonunda çocuğu doğdu. Bu husus Osman (radıyallahü anh)'a zikredilince, o kadının recmedilmesini emretti. Bu sefer Ali (radıyallahü anh) ona şöyle dedi: Yüce Allah:

"Onun taşınması ve sütten kesilmesi de otuz aydır" (el-Ahkaf, 46/15) diye buyurmaktadır. Bir diğer âyet-i kerimede de:

"Onun sütten kesilmesi de iki yılda olur" (Lukman, 31/14) diye buyurmaktadır deyince, Allah'a yeminederim ki: " Osman o kadının geri getirilmesi için haber göndermekten çekinmedi, utanmadı". Abdullah b.Vehb dedi ki: Burada "abide" çekinmedi ve utanmadı demektir.

İbnu'l-A'rabî dedi ki:

"İbadet edenlerin ilki ben olurdum"âyeti bu işe gazaplanan ve bunu kabul etmeyenlerin ilki ben olurdum, demektir.

"İbadet edenlerin ilki ben olurdum"âyetinin size muhalif olarak vahdaniyet üzere O'na ibadet eden ilk kişi ben olurum demektir. Ebû Ubeyde dedi ki: Bunu inkâr edenlerin ilki ben olurum, anlamındadır.(........) tabirinin "hakkımı kabul etmeyip, inkâr etti" anlamında kullanıldığı da nakledilmiştir.

Âsım dışında Kûfeliler "evladı" anlamındaki kelimeyi "vav" harfi ötreli, "lam" harfini de sakin olarak; diye okumuşlardır. Diğer kıraat âlimleri ile Âsım ise diye okumuşlardır ki: daha önceden (Meryem, 19/88. âyetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır.

82

Göklerin ve yerin Rabbi ile Arş'ın Rabbi niteleyegeldiklerinden münezzehtir.

âyetinin anlamı hakkında farklı açıklamalar yapılmıştır.

"Göklerin ve yerin Rabbi ile Arş'in Rabbi niteleyegeldiklerinden" onların söyledikleri yalanlardan

"münezzehtir." Yani O'nu bu yalanlardan tenzih ve takdis ederim. Yüce Allah böylelikle kendi zatını hudusu (sonradan meydana gelmiş olmayı) gerektiren herbir husustan tenzih etmekte, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a da bu tenzihi emretmektedir.

83

Bırak onları vaadolundukları günlerine kavuşuncaya kadar dalsınlar, oynasınlar.

"Bırak onları... dalsınlar, oynasınlar" âyeti Mekke kâfirlerinin ahiret azabını yalanlamaları hakkındadır. Yani sen onları bırak, batıllarına dalsınlar, dünya hayatlarında oynasınlar.

"Vaadolundukları günlerine kavuşuncaya kadar" ki bu ya dünya hayatındaki azâb, ya da ahiretteki azaptır.

Âyetin kılıç âyeti ile nesholduğu söylendiği gibi, muhkem olduğu da söylenmiştir. Bu, tehdit anlamında zikredilmiştir.

İbn Muhaysın, Mücahid, Humeyd, İbnu'l-Ka'ka", İbn es-Semeyka'

"kavuşuncaya kadar" anlamındaki âyeti: şeklinde "ye" harfini üstün, "lam" harfi -elif siz olarak- sakin ve "kaf" harfini de üstün olarak okumuşlardır. Burada böyle okudukları gibi, et-Tur (42/45) de ve el-Mearic (70/42) de de böyle okumuşlardır. Diğerleri ise; diye okumuşlardır.

84

O, gökte de ilâh olandır, yerde de ilahtır. O, Hakîm'dir, en iyi bilendir.

Bu, onların yüce Allah'ın ortağı ve evladı olduğu iddialarını yalanlamaktadır. Yani gökte de, yerde de ibadete layık olan, ibadet edilme hakkına sahib olan O'dur.

Ömer(radıyallahü anh) ve başkaları şöyle demiştir:Yani: "O semada olan, yerde ilâh olandır." Böyle de okumuştur. Anlamı ise her ikisinde ma'bud olandır demektir.

O, İbn Mes’ûd'un ve başkalarının O semada da Allah'tır, yerde de Allah'tır" diye okumuş oldukları da rivâyet edilmiştir. Ancak bu, mushafın hattına uygun değildir.

"İlahtır" âyetinin merfu olması, hazfedilmiş bir mübtedanın haberi olduğundan dolayıdır. O semada olan. ilahtır, demektir. Bu açıklamayı Ebû Ali yapmıştır. Bunun hazfedilmesinin güzel olması, ifadenin uzamasından dolayıdır. Buradaki: " ...de: da'nın; Üzerinde, e, a" anlamında olduğu da söylenmiştir.

Yüce Allah'ın:

"Ve yemin olsun sizi hurma dallarında asacağım" (Ta-Ha, 20/71) âyetinin: "Hurma dalları üzerinde..." anlamında olması gibi. Burada da şu anlama gelir: Göklere ve yere kadir olan, gücü yeten O'dur.

"O Hakîm'dir, en iyi bilendir"âyetine dair açıklamalar daha önceden(el-Bakara, 2/32. âyet, 3. başlıkta) geçmiş bulunmaktadır.

85

Göklerle yerin ve ikisi arasında olanların mülkü yalnız kendisinin olan ne kadar yücedir! Saatin ilmi de O'nun yanındadır ve yalnız O'na döndürüleceksiniz.

“... ne yücedir!" âyeti "bereket"den "tefaul" vezninde bir kelimedir. Buna dair açıklamalar daha önceden (el-Araf, 7/54. âyetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır.

"Saatin ilmi" ne zaman kopacağına dair bilgi

"de O'nun yanındadır ve yalnız O'na döndürüleceksiniz" âyetindeki

"Döndürüleceksiniz" (diye te ile başlayan) lâfzını İbn Kesîr,Hamza ve el-Kisaî: "Döndürülecekler" diye "ye" ile okumuşlardır, diğerleri ise "te" ile okumuşlardır. İbn Muhaysın, Humeyd, Yakub ve İbn Ebi İshak kendi usullerine göre ilk harfi üstün okuyorlar, diğerleri ise ötreli okuyorlardı.Fatha ile? "...döneceksiniz; ötre ile; "...döndürüleceksiniz" anlamına gelir.

86

Onu bırakıp çağırdıkları kimselerin şefaat etme imkanları yoktur. Bilerek, hak ile şehadet edenler müstesna.

Bu âyete dair açıklamalarımızı iki başlık halinde sunacağız:

1- Şefaat ve Hak İle Şahitlik:

"Bilerek hak ile şehadet edenler müstesna" âyetinde yer alan

"...enler" cer konumundadır.

"Onu bırakıp, çağırdıkları kimseler"âyeti ile kastettiği ise Îsa, Uzeyr ve meleklerdir.

Âyetin anlamı da şudur:

"Bunlar ancak hak ile şehadet edenlere ve ilim ve basiret üzere îman eden kimselere şefaat edebilirler." Bu açıklamayıSaid b. Cübeyr ve başkaları yapmıştır.Said b. Cübeyr dedi ki: Hak ile şehadet ise; la ilahe ilallah'tır.

" ...enler"in ref mahallinde olduğu da söylenmiştir. Yani onların Allah'tan başka dua edip çağırdıkları kimseler -Katade'nin açıklamasına göre uydurma ilahlar- şefaat etme imkanına sahib değildirler.

Kendilerine ibadet edenlere şefaat edemezler. Hak ile şahidlik eden kimseler müstesnadır. Bununla da Uzeyr, Îsa ve melekleri kastetmektedir. Çünkü bunlar, hak ile ve vahdaniyetin yalnız Allah için olduğunu belirterek şahidlik ederler. Burada istisnanın anlamı şudur: Allah'tan başka ma'budlar, kendilerine ibadet edenlere şefaat edemeyecekleri gibi; bu ma'budların hakka dair bir şahitlikleri de yoktur. Yani bu ma'budlar ya mükellef olmayan cansız varlıklardır ya da bu ibadete razı olan mükellef varlıklardır. Cansız olan mükellef varlıklardır. Cansız varlıklar cansız olduklarından, mükellef olan varlıklar ise bu işe razı olup kâfir olduklarından yani şahitlikleri hak ile olmadığından kendilerine ibadet edenlere şefaat edemeyeceklerdir, llzeyr, Îsa ve Melekler ise, kendilerine yapılan ibadete razı olmazlar. Çünkü onlar "hak şehadet" olan tevhid ehlidirler. Kendilerinin ortak koşulmasını kabul etmedikleri gibi, kendilerine ibadet ederek tevhidi terk edip müşrik olanlara da şefaat etmeleri imkansızdır.

"Bilerek" lâfzı ise şahidlik ettikleri hususun gerçeğini bilmeleri demektir.

Denildiğine göre âyet-i kerîme en-Nadr b. el-Haris ile Kureyşlilerden bir topluluk hakkında inmiştir. Onlar: Eğer Muhammed'in söyledikleri doğru ise bizler de melekleri veli (dost ve yardımcı) ediniriz. Onların bize şefaat etmeleri ona göre daha uygundur. Bunun üzerine yüce Allah:

"Onu bırakıp çağırdıkları kimselerin şefaat etme imkanları yoktur. Bilerek, hak ile şehadet edenler müstesna" âyetini indirdi. Yani onlar meleklerin, putların, cinlerin ya da şeytanların kendilerine şefaat edeceklerine inandılar. Halbuki kıyâmet gününde hiçbir kimsenin şefaat etme hakkı ve imkanı yoktur.

"Bilerek hak ile şehadet edenler"kendilerine izin verilmesi halinde mü’minler

"müstesna." İbn Abbâs dedi ki:

"Bilerek, hak ile" Allah'tan başka hiçbir ilâh olmadığına, Muhammed'in Allah'ın Rasûlü olduğuna

"şehadet edenler müstesna" demektir.

Bir diğer açıklamaya göre; Allah'tan başkasına ibadet eden bu kimseler kendilerine şefaat edecek kimseyi bulamayacaklardır. Ancak hak ile şehadet edenler müstesnadır. Çünkü hak ile şahitlik eden kimsenin lehine şefaat edilir, fakat müşrik olan kimseye şefaat edilmez. Bu durumda: " Müstesna" Ama, fakat" anlamındadır. Yani müşrikler şefaate nail olamazlar, fakat hak ile şahidlik eden kimseler şefaate nail olurlar. Bu durumda istisna munkatı'dır, muttasıl olması da mümkündür. Çünkü

"O'nu bırakıp çağırdıkları kimseler"in kapsamında melekler de vardır.

"Ona şefaat ettim" anlamında: ile denilir. Tıpkı "ona ölçtüm" anlamında: ile denilebileceği gibi. Şefaatin anlamı ve türediği köküyle ilgili açıklamalar daha önce el-Bakara Sûresi'nde (2/48. âyet, 3. başlık ve devamında) geçmiştir. Tekrar etmenin anlamı yoktur.

"Hak ile şehadet edenler müstesna"âyetinin meleklerin lehine o dünyada iken hak üzere idi, diye şahitlik edeceği kimseler müstesna, anlamında olduğu da söylenmiştir. Onlar o kimsenin bu halde olduğunu ya yüce Allah'ın onun hakkında böylece haber vermesi sonucu bilmiş olacaklar, yahutta o kimsenin îman üzere olduğuna bizzat şahit olacaklar. (Buna binaen bu şehadette bulunabilecekler).

2- Şehadet Bilgiye Dayanarak Yapılmalıdır:

Yüce Allah'ın:

"Bilerek, hak ile şehadet edenler müstesna" âyeti iki hususa delalet etmektedir:

1- Hak ile şehadet ancak bilgi ile birlikte olması halinde fayda verir. (Bu konuda) başkasını taklid ederek şahitlikte bulunmanın, söylenen sözün doğru olduğunu bilmemek halinde fayda sağlamaz.

2- Haklara ve daha başka diğer hususlara dair yapılacak öteki şahitliklerde de şahitlik yapanın o hususu bilen birisi olması şarttır. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan rivâyet olunan: "Güneş gibi görecek olursan şahitlik yap, aksi takdirde terket"Zeylai, Nasbu'r-Râye, IV, 82.âyeti da bu anlamdadır. Bu da daha önce el-Bakara Sûresi'nde(2/282. âyet, 24. başlık ve devamında) geçmiş bulunmaktadır.

87

Yemin olsun ki sen onlara kendilerini kimin yarattığını sorarsan, elbette: "Allah" diyeceklerdir. O halde nasıl olur da çevriliyorlar?

"Yemin olsun ki sen onlara kendilerini kimin yarattığını sorarsan, elbette:

"Allah" diyeceklerdir." Daha önce hiçbir şey olmadıkları halde, sonradan kendilerini Allah'ın yaratmış olduğunu mutlaka itiraf edeceklerdir.

"O halde nasıl olur da çevriliyorlar?" Yani nasıl olur da O'na ibadetten döndürülüyorlar, başka tarafa çevriliyorlar ve sonunda O'nun nezdinde kendilerine şefaat ederler ümidi ile O'ndan başkasını O'na ortak koşuyorlar?

"Çevriliyorlar" âyetinin türediği kök: "Onu çevirdi, döndürdü, çevirir, döndürür" diye kullanılır.

Yüce Allah'ın:

"Sen bizi ilahlarımızdan döndürmek için mi bize geldin?" (el-Ahkaf, 46/22) âyetinde de aynı kökten gelen lâfız kullanılmıştır.

Yemin olsun ki eğer meleklere ve Îsa'ya:

"Kendilerini kimin yarattığını sorarsan, elbette

"Allah" diyeceklerdir. O halde nasıl olur da çevriliyorlar?"

Bunlar bu mükerrem yaratıkların kendilerinin ilahı olduğunu iddia etmek suretiyle nasıl olur da döndürülüyorlar, diye de açıklanmıştır.

88

Onun: "Ya Rabbi" demesine yemin olsun. Muhakkak ki onlar îman etmeyen bir topluluktur.

" Onun... demesine yemin olsun"âyeti nasb, cer ve ref ile üç türlü okunmuştur. Cer ile okuyuş Âsım veHamza'nın kıraatidir. Yedi kıraat İmâmının geri kalanları ise nasb ile okumuşlardır. Ref ile okuyuş ise el-Arec,Katade, İbn Hürmüz veMüslim b. Cündeb'in kıraatidir.

Cer ile okuyanlar şu anlama göre okurlar: Saatin ilmi de, onun söylediği sözün ilmi de O'nun yanındadır.

Nasb ile okuyanların kıraatine göre anlam: Saatin ilmi O'nun yanında olduğu gibi, O'nun söylediğini de O bilir.ez-Zeccâc'ın tercih ettiği de budur.

el-Ferrâ'' veel-Ahfeş de şöyle demiştir: Yüce Allah'ın:

"Onun... demesi" âyetini daha önce geçen:

"Gizlediklerini ve fısıltılarını işitmez miyiz?..." (ez-Zuhruf, 43/80) âyetine atıf da olabilir.

İbnu'l-Enbarî dedi ki: Ebul-Abbas Muhammed b. Yezid el-Müberred'e ben buradaki: "Onun demesi" anlamındaki âyeti neden nasb ile okuyorsun diye sordum. O da bana şöyle dedi: Ben bunu yüce Allah'ın:

"Saatin ilmi de O'nun yanındadır"(85. âyet) ve

"O'nun dediğini bilir" âyetine atfederek nasb ile okuyorum. Bu bakımdan gerek (85. âyetin sonunda):

"...döndürüleceksiniz" üzerinde, gerekse de (86. âyetin sonunda yer alan:)

"bilerek" lâfzı üzerinde vakıf güzel olmaz. Bununla birlikte(80. âyetin sonundaki): "yazıp duruyorlar" âyeti üzerinde vakıf güzel olur.

el-Ferrâ'' veel-Ahfeş: "Deme"nin -onlardan daha önce naklettiğimiz üzere-: "Biz onların gizlediklerini, fısıltılarını ve onun demesini işitmiyoruz (mu sanıyorlar)?" şeklinde nasb ile okunmasını câiz kabul etmişlerdir. Bu açıdan da: "Yazıp duruyorlar" âyeti üzerinde vakıf güzel olmaz. Yine el-Ferrâ'' ile el-Ahfeş mastar olarak nasb ile okunmasını câiz kabul etmişlerdir. Sanki: "Söylediğini söyledi ve yüce Allah'a şikayetini iletti" demiş gibi olur. Nitekim Ka'b b. Züheyr de şöyle demiştir:

"Laf taşıyıcılar iki yanında yürüyüp gidiyorlar ve diyorlar ki:

Ey Ebû Sülma'nın oğlu sen öldürüleceksin."

O sözlerini söylüyorlardı, demek istemiştir. Ref ile okuyanların kıraatine göre de takdir: "Onun demesi de O'nun nezdindedir." Yahut: "Onun dedikleri işitilir." Yahut "Ve o bu sözü söyler" şeklindedir.

ez-Zemahşerî dedi ki: Onların yaptıkları bu açıklamalar mana itibariyle güçlü olmamakla birlikte, matuf ile matufu'n-aleyh'in arası itiraz (ara cümleciği) olması elverişli olmayan ifadelerle ayrılmasını, ve lâfız düzeninin de tutarsızlığını gerektirmektedir. Bundan daha güçlü ve daha uygunu ise, cer ve nasb halinin kasem harfinin takdiri ya da hazfedilmesine göre olmasıdır. Ref ile gelmesi de Arapların: "Allah'a yemin ederim, Allah'ın emaneti hakkı için, Allah'a yemin olsun, ömrüm hakkı için" şeklindeki sözlerine binaen olur. Bu durumda:

"Muhakkak ki onlar îman etmeyen bir topluluktur" âyeti da kasemin cevabı olur. Sanki onun; ya Rabbi, demesine yemin; ederim yahut onun ya Rabbi demesi hakkı için muhakkak bunlar îman etmeyen bir topluluktur, demiş gibidir.

İbnu'l-Enbarî de dedi ki: Arapçada:

"Onun... demesi" lâfzının;

"Muhakkak ki onlar îman etmeyen bir topluluktur" âyeti ile ref edilmesi suretiyle merfu' gelmesi de mümkündür.

el-Mehdevî dedi ki: Ya da ifade: "Onun dediği ya Rabbi sözü..." şeklinde de olabilir. Bunların haber olan ikincisi hazfedilmiştir. "Ya Rabbi" lâfzında gizli haber ile nasb konumundadır. Bu ise, mevsulün sılasının bir bölümü hazfedilip diğer bölümü kaldığından dolayı olmayacak bir şey değildir. Çünkü sözün bir bölümü çokça hazfedildiğinden zikredilmiş konumuna gelir.

"Onun... demesi" lâfzındaki zamir Îsa'ya aittir. Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'a ait olduğu da söylenmiştir. Çünkü daha önceden kendisinden:

"De ki: Rahmân'ın bir evladı olsaydı..." (ez-Zuhruf, 43/81) âyetinde kendisinden sözedilmiş bulunmaktadır.

Ebû Kilabe:

" Ya Rabbi" âyetinde be harfini üstün okumuştur.

"Deme"; gibi mastardır. Hadiste geçen: “...denildi ve dediyi yasakladı" âyetinde de bu şekildedir.

Ayrıca: "Ben bir söz söyledim" diye de kullanılır. en-Nisa Sûresi'nde de:

"Allah'tan daha doğru sözlü kim olabilir?" (en-Nisa, 4/122) diye buyurulmuştur.

89

Artık sen de onlardan yüz çevir ve: "Selam" de. Yakında bilecekler.

Katade dedi ki: Önce onlardan yüz çevirilmesini emretti, sonra da onlarla savaşılmasını emretti. Böylelikle yüz çevirmek kılıç ile neshedilmiş oldu. Benzer bir açıklama daİbn Abbâs'tan nakledilmiştir. O dedi ki:

"Artık sen de onlardan yüz çevir."Onlara iltifat etme.

"Ve selam" yani maruf söz

"de." Yani sen Mekkeli müşriklere:

"Yakında bileceksiniz" de. Sonra bu, et-Tevbe Sûresi'nde yüce Allah'ın:

"Artık o müşrikleri nerede bulursanız, öldürün" (et-Tevbe, 9/5) âyeti ile neshedildi.

Âyetin nesh olmayıp muhkem olduğu da söylenmiştir.

Genel kıraat:

"Yakında bilecekler" şeklinde "ye" ile yüce Allah tarafından peygamberine(kâfirleri) tehdit ile haber verilmesi suretinde okunmuştur. Ancak Nafî' veİbn Amir. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın müşriklere tehdidini söyleyerek hitab olmak üzere "te" ile Bileceksiniz" diye okumuşlardır.

"Selam" lâfzı da "aleykum" takdiri ile merfudur. Bunuel-Ferrâ'' demiştir. Âyetin anlamı şudur: Durum şu ki: selam diyerek onlar ile vedalaşın. Onlara bu selamı bir tahiyye(selamlanma sözü) olarak değerlendirmemiştir. Bu açıklamayı en-Nekkaş nakletmıştır el-Habhab'ın rivâyetine göre o bununla onlara nasıl selam vereceğim öğretmiş olmaktadır.

Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. (ez-Zuhruf Sûresi burada sona ermektedir).

 

 

 

 

Ana Sayfa (Kur'an-ı Kerim) Aynı Pencere

Geri

 

(T :  M : 1273  H : 671)

 

KURTUBÎ TEFSÎRİ - (TÜRKÇE)

 

MÂLİKÎ

 

İleri

Sayfayı Büyüterek Aynı Pencerede Aç