41"Ey kavmim! Ne oluyor böyle ki, ben sizi kurtuluşa çağırıyorum, siz ise beni ateşe çağırıyorsunuz? "Ey kavmim! Ne oluyor böyle ki ben sizi kurtuluşa" yani cennetlere ulaştıran îman yoluna "çağırıyorum. Siz ise beni ateşe çağırıyorsunuz" sözleri ile Fir'avun'un söylediği: "Ve ben sizi doğru yoldan başkasına da iletmiyorum" (el-Mu'min, 40/29) şeklindeki sözlerinde geçen Fir'avun'un yolunun aslında sonucu cehenneme götüren sapıklık yolu olduğunu açıklamaktadır. Kendisini de Fir'avun'un yoluna uymaya çağırmış idiler. Bundan dolayı devamla: 42"Siz beni Allah'a kâfir olmaya ve ona bilmediğim şeyi ortak koşmaya çağırıyorsunuz. Halbuki ben sizi mutlak galib, çok mağfiret edici olana davet ediyorum. "Siz beni Allah'a kâfir olmaya ve O'na bilmediğim şeyi ortak koşmaya" bu da Fir'avundur "çağırıyorsunuz. Halbuki ben sizi mutlak galib, çok mağfiret edici olana davet ediyorum." 43"Elbette beni kendisine davet ettiğiniz şeylerin dünyada ve ahirette herhangi bir daveti yoktur. Dönüşümüz muhakkak Allah'adır. Şüphesiz haddi aşanlar da ateşin dostlarıdır. "Elbette, şüphesiz..." lâfzına dair açıklamalar daha önceden(Hud, 11/22. âyetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır. Gerçekten, muhakkak, şüphesiz, elbette anlamındadır. "Beni kendisine davet ettiğiniz şeylerin" âyetindeki: " Şeyler" lâfzı: " Kimse" anlamındadır. "Dünyada ve ahirette herhangi bir daveti yoktur." ez-Zeccâc'ın açıklamasına göre onun fayda sağlayacak şekilde yapılacak duayı kabulü söz konusu olmayacaktır. Başkası da şöyle açıklamıştır: Onun ilâh olmasını gerektirecek herhangi bir daveti yoktur. el-Kelbî de şöyle açıklamıştır: Onun dünyada da, ahirette de şefaati olmaz. Fir'avun önceleri insanları putlara ibadet etmeye çağırıyordu. Sonra onları ineklere tapmaya davet etti. Bir ineğe gençken ibadet ediliyor, yaşlandı mı boğazlanmasını emrediyordu. Sonra ibadet edilsin diye bir başka ineğin getirilmesini emrediyordu. Aradan uzunca bir zaman geçtikten sonra bu sefer: En yüce rabbiniz benim, diye ortaya çıktı. "Şüphesiz haddi aşanlar da ateşin dostlarıdır." Katade ve İbn Şîrîn müşrikleri kastetmektedir, demişlerdir.Mücahid ve en-Nehaî ise bunlar beyinsizler ve haksız yere kanları döken kimselerdir diye açıklamışlardır. İkrime bunlar zorbalar ve büyüklük taslayan kimselerdir diye açıklamıştır. Bunların Allah'ın sınırlarını aşan kimseler oldukları da söylenmiştir. Bu ise daha önce geçen açıklamaları kapsamaktadır. Bu âyette geçen (........)'ler, harf-i cerrin düşürülmesi ile nasb mahallindedir. Sîbeveyh'in, el-Halil'den naklettiğine göre ise: "Elbette" lâfzı daha önce geçen ifadeleri reddetmek anlamında olduğundan ötürü " Sizin beni kendisine davet ettiğiniz şeyin... olması gerekir" takdiri ile ref mahallinde olması da mümkündür. "Kendisine davet ettiğiniz şeyin batıl olması icab etmiştir, dönüş Allah'a aittir, haddi aşanların cehennemin arkadaşları olması da vacibtir." demiş gibidir. 44"Yakında benim size söylediğimi hatırlayacaksınız. Ben işlerimi Allah'a ısmarlıyorum. Muhakkak Allah kullarını çok iyi görendir." "Yakında benim size söylediğimi hatırlayacaksınız." sözleri tehdittir. "...mi" lâfzının; anlamında olması mümkündür. Size söylediklerimin... demek olur. Mastar anlamını veren edat olması da mümkündür,yani azâb gelip sizi bulacağı vakit, benim size söylediğim sözümü hatırlayacaksiniz, demek olur. "Ben işlerimi Allah'a ısmarlıyorum."Ona tevekkül eder ve işimi O'na teslim ediyorum. Bu sözlerinin onu öldürmek istediklerine delil teşkil ettiği de söylenmiştir. Mukâtil de dedi ki: O mü’min kişi dağa kaçtı ve onu öldüremediler. Bu sözleri söyleyenin Mûsa (aleyhisselâm) olduğu da söylenmiştir. Ancak daha zahir olan bu sözlerin Fir'avun ailesinden îman eden kişinin sözleri olduğudur, İbn Abbâs'ın görüşü de budur. 45Sonunda Allah kurdukları tuzakların kötülüklerinden korudu onu; Fir'avun hanedanını ise kötü azâb kuşattı. "Sonunda Allah kurdukları tuzakların kötülüklerinden" ona çeşitli şekillerde azâb ve işkence etmelerine karşı "korudu onu." Onu alıp yakalamak istediler ancak bulamadılar. Çünkü o işini Allah'a ısmarlamıştı. Katade dedi ki: Bu kişi Kıbti idi, İsrailoğulları ile birlikte Allah onu kurtardı. Buna göre buradaki "he (onu)" zamiri Fir'avun ailesinden mü’min olan o kişiye ait olur. Bunun -daha önce geçen farklı kanaate binaen- Mûsa'ya ait bir zamir olduğu da söylenmiştir. "Fir'avun hanedanını ise kötü azâb kuşattı" âyeti ile ilgili olarakel-Kisaî şöyle demektedir: Bir şey inip(gelip, çatar) ve lazım(gerekli ve ayrılmaz) olursa, o takdirde: "Kuşattı, kuşatır, kuşatmak" denilir. 46Ateştir o. Onlar sabah-akşam ona arzolunurlar. Kıyâmetin kopacağı günde: "Fir'avun hanedanını azâbın en şiddetlisine sokun"(denilecek). Daha sonra bu azâbın mahiyetini açıklayarak dedi ki: "Ateştir o, onlar sabah-akşam ona arzolunurlar" âyetindeki "ateştir o" anlamındaki lâfzının okunuşu ile ilgili altı görüş vardır: 1- "Kötü" lâfzından bedel olarak merfû' okunması. (O kötü azâb, ateştir, demek olur.) 2- " O ateştir" anlamında da olabilir. 3- Mübteda olarak merfu' gelmiş olabilir. 4-el-Ferrâ'' dedi ki: "O ateş ki, ona arz olunurlar" anlamında merfu' olabilir. Bunlar ref' ile okunuşuna dair dört açıklama şeklidir. 5-el-Ferrâ'' nasb ile okunmasını da câiz kabul etmektedir, çünkü ondan sonra "ona" ait bir zamir bulunmakta ve ondan önce de onunla ilişkili olan ifadeler yer almaktadır. 6-el-Ahfeş: "Azâb'dan bedel olarak esreli okunabileceğini de kabul etmiştir. Cumhûrun kanaatine göre burada "sunulmak", Berzah'ta gerçekleşmektedir. Bazı ilim ehli de kabir azabının sabit oluşuna yüce Allah'ın: "Ateştir o, onlar sabah-akşam ona arzolunurlar" âyetini delil göstermişler ve bunun dünya devam ettikçe süreceğini söylemişlerdir. Mücahid,İkrime, Mukâtil veMuhammed b. Ka'b da böyle demişlerdir. Hepsi de: Bu âyet-i kerîme dünyada kabir azabına delil teşkil etmektedir. Nitekim ahiret azâbı hakkında da daha sonradan: "Kıyâmetin kopacağı günde: Fir'avun hanedanını azâbın en şiddetlisine sokun" diye buyurulduğunu görmekteyiz. İbn Mes’ûd'dan rivâyet edilen hadiste belirtildiğine göre de Fir'avun hanedanı ile onlar gibi olan kâfirlerin ruhları sabah ve akşam cehennem ateşine arzolunur(cehennem onlara gösterilir) ve onlara: Bu sizin yurdunuzdur, denilir. Yine ondan gelen rivâyete göre onların ruhları siyah kuşların kursaklarındadır. Hergün sabah ve akşam olmak üzere iki defa cehenneme giderler, işte cehennemin onlara arzedilmesi bu demektir. Şu'be, Ya'la b. Atâ'dan şöyle dediğini rivâyet etmektedir: Ben Meymun b. Mehran'ı şöyle derken dinledim:Ebû Hüreyre sabah oldu mu yüksek sesle: Yüce Allah'a hamdolsun sabahı ettik. Fir'avun ailesi de cehenneme arzedildi, derdi. Akşam oldu mu da yine yüksek sesle: Akşamı ettik, Allah'a hamdolsun. Fir'avun hanedanı da cehennem ateşine arzolundu, derdi. Kim Ebû Hüreyre'nin bu sözünü işitiyorsa mutlaka cehennem ateşinden Allah'a sığınıyordu. Sa'd b. Cüveyriye'nin hadisinde deNafî'den, onun İbn Ömer'den rivâyetine göre İbn Ömer şöyle demiştir: Rasûlullah(sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki:"Kâfir öldü mü sabah ve akşam cehenneme arzedilir."Daha sonra yüce Allah'ın: "Ateştir o, onlar sabah-akşam ona arzolunurlar" âyetini okudu. Mü’min de öldü mü ruhu sabah ve akşam cennete arzolunur." Buhârî veMüslim'in rivâyetine göreÖmer (radıyallahü anh) Rasûlullah(sallallahü aleyhi ve sellem)'ın şöyle buyurduğunu zikretmektedir: "Sizden herhangi bir kimse öldü mü sabah ve akşam ona kalacağı yer gösterilir. Eğer cennet ehlinden ise cennet ehlinden birisi olarak (ona yer gösterilir). Şayet cehennem ehlinden ise yine cehennem ehlinden birisi olarak (yeri gösterilir) ve: Yüce Allah'ın kıyâmet gününde buraya seni sokacağı vakte kadar senin (ebediyyen) kalacağın yer burasıdır, denilir."Buhârî, I, 464, III, 1184; Müslim, IV, 2199;Nesâî, IV, 106, 107;İbn Mace, II, 1427;Muvatta’, I, 239;Müsned, II, 16, 113, 123 el-Ferrâ'' dedi ki: Buradaki sabah ve akşam vakti dünyada bu kadarlık süreler kadardır.Mücahid'in görüşü de budur. O: "Sabah akşam" yani dünya günlerinden(bu kadar sürelerle) demektir. Hammâd b. Muhammed el-Fezarî dedi ki: Bir adam Evzaî'ye şöyle dedi: Biz kafileler halinde beyaz ve küçük birtakım kuşların denizden çıkıp batı tarafına doğru gittiklerini gördük. Bunların sayılarını Allah'tan başka kimse bilemez. Akşam oldu mu onlar gibi siyah kuşların döndüğünü görüyoruz. Şöyle dedi: O kuşların kursaklarında Fir'avun hanedanının ruhları vardır. Sabah ve akşam cehennem ateşine arzolunurlar. Sonra da geriye yuvalarına dönerler. Döndüklerinde de tüyleri yanmış ve kararmış oluyorlar. Geceleyin yine tüyleri beyaz olarak çıkar ve o siyah tüyleri döker. Sonra o kuşlar sabah olunca tekrar gider ve sabah-akşam ateşe arzolunurlar. Tekrar yine yuvalarına geri dönerler. İşte dünya kaldığı sürece bunlar böyle devam edip gideceklerdir. Kıyâmet günü olacağında da yüce Allah: "Fir'avun hanedanını azâbın en şiddetlisine sokun" diye buyuracak ki, bu da el-Haviye(deki azâb)dır.(el-Evzaî devamla) dedi ki: Bize ulaştığına göre bunların sayısı ikimilyon altıyüzbin kişidir. " Sabah" aslında mastar olup anlamı genişletilerek zarf olarak kullanılmıştır. "Akşam" lâfzı da ona atfedilmiştir ve ifade burada tamam olmaktadır. Daha sonra da: "Kıyâmetin kopacağı günde" âyeti ile okumaya başlanılır ve: "Gün" lâfzı yüce Allah'ın: "Sokun" anlamındaki âyet ile nasbedilerek okunur. Bununla birlikte bunun "arzolunurlar" âyeti ile nasbedilerek dünyada ateşe "arzolunurlar, kıyâmetin kopacağı günde de" anlamında olup, üzerinde vakıf yapılmaması da mümkündür. Nafî, Medineliler, Hamza ve el-Kisaî "Sokun" âyetini kat elidi fi ile ve "hı" harfi kesreli olarak:Soktu" fiilinden gelmiş bir fiil diye okumuşlardır.Ebû Ubeyd'in tercih ettiği görüş budur.Yani yüce Allah meleklere, onları ateşe sokmaları için emir verecektir. Bunun delili de yüce Allah'ın: "Ateştir o... ona arzolunurlar"âyetidir. Diğerleri ise "elifi vasl ile "hı" harfini ötreli olarak: "Girin" şeklinde: "Girdi" fiilinden gelmiş diye okurlar.Yani onlara: ey "Fir'avun hanedanı, azâbın en şiddetlisine girin" denilecek. Ebû Hatim’în tercih ettiği de budur. Birinci kıraat ile ilgili olarak da şunları söylemektedir. Birinci kıraatteki: " Hanedanını" birinci mef'ûl; " En şiddetlisine"ise cer harfinin hazfi ile ikinci mef'ûldür. İkinci kıraatte ise muzafın nidası olduğundan dolayı mansuptur. "Fir'avun hanedanı" onun din ve mezhebini kabul eden kimselerdir. Dini ve mezhebini "gidiş yolu'nu izleyen kimseler azâbın en şiddetlisinde olacaklarına göre; onun böyle olması öncelikle sözkonusudur. İbn Mes’ûd, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan şunu rivâyet etmektedir: "Kul mü’min olarak dünyaya gelir, mü’min olarak yaşar, mü’min olarak ölür. Bunlardan birisi Zekeriya oğlu Yahya'dır. Mü’min olarak doğdu, mü’min olarak yaşadı, mü’min olarak öldü. Kimi kul da kâfir olarak doğar, kâfir olarak yaşar, kâfir olarak ölür. Fir'avun bunlardan birisidir. Kâfir olarak doğdu, kâfir olarak yaşadı, kâfir olarak öldü." Yakın lâfızlarla, aynı manada: Hakim. Müstedrek, IV, 5S1; Tirmizi IV, 483; Müsned, III, 19 Bunu en-Nehhâs zikretmiştir. el-Ferrâ'' ise âyet-i kerimede bir takdim ve tehir olduğunu kabul etmektedir. Buna göre âyetin anlam sıralanışı şöyledir: "Fir'avun hanedanını azâbın en şiddetlisine sokun"; "ateştir o, onlar sabah akşam ona arzolunurlar." O böylece ateşe arzedilmeyi ahirette kabul etmiş olmaktadır. Ancak bu daha önceden geçtiği üzere ifadelerin sıralanışına uygun olarak Cumhûrun benimsediği kanaatten farklı bir kanaattir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. 47Ateşin içinde karşılıklı deliller getirip tartışacaklarında zayıf olanlar büyüklük taslayanlara şöyle diyecekler: "Biz size uyan kimseler idik. Şimdi bu ateşin bir kısmını olsun, bizden kaldırabilir misiniz?" "Ateşin içinde karşılıklı deliller getirip tartışacaklarında" orada birbirlerine karşı iddialarda bulunacaklarında "zayıf olanlar" peygamberlere uymayarak "büyüklük taslayanlara şöyle diyecekler: Biz" dünyada iken bizi kendisice davet ettiğiniz şirk koşmak hususunda "size uyan kimseler idik. Şimdi bu ateşin bir kısmını" azâbın bir parçasını "olsun bizden kaldırabilir misiniz?"Siz bizim yerimize onu taşıyabilir misiniz, yüklenebilir misiniz? "Uyan kimseler" Basralıların görüşüne göre hem tekil, hem çoğul anlamındadır. Lâfız olarak tekili " Uyan kimse" şeklindedir. Kûfeliler; bu mastar gibi tekili olmayan çoğul bir isimdir. Bunun çoğulu yapılmaz, eğer çoğulu yapilacak olsaydı: " Uyanlar" demek gerekirdi, derler. 48O büyüklük taslayanlar diyecekler ki: "Muhakkak biz, hepimiz bunun içindeyiz. Şüphesiz Allah, kullar arasında hüküm vermiş bulunuyor." "O büyüklük taslayanlar diyecekler ki: Biz, hepimiz bunun" cehennemin "içindeyiz." el-Ahfeş dedi ki: "Hepimiz" lâfzı mübteda olarak merfudur. el-Kisaî ve el-Ferrâ'' " Muhakkak biz, hepimiz bunun içindeyiz" şeklinde sıfat olarak nasb ile okumayı câiz kabul etmişlerdir. "Muhakkak biz" lâfzındaki te'kid ise zamire aittir. İbn es-Semeyka ve Îsa b. Ömer de böyle okumuşlardır. Kûfeliler ise tekide de na't(sıfat anlamında) ismini verirler. AncakSîbeveyh bunu kabul etmeyerek şöyle der: Çünkü: “ Hepimiz" sıfat olmaz ve sıfat da almaz. Burada bedel de câiz olmaz, çünkü kendisi hakkında haber veren kimseden başkası bedel olarak getirilmez. el-Müberred de bu anlamda açıklamada bulunarak şöyle demiştir: Burada zamirden bedel getirmek sözkonusu olmaz, çünkü muhatapdır. Muhatapdan bedel olmadığı gibi, o da bedel olarak gelmez. Çünkü bunlarda anlaşılmayacak (müşkil) bir taraf yok ki, onlardan bedel getirilsin. Onun ifadesi lâfzan bu şekildedir. "Şüphesiz Allah kulları arasında hüküm vermiş bulunuyor." Yani kimse başkasının günahından dolayı sorumlu tutulmaz. Hepimiz başlı başına kâfirleriz. 49Ateşte olanlar cehennem bekçilerine diyecekler ki: "Rabbinize dua edin ki, üzerimizden bir gün olsun azâbı hafifletsin." Kâfir ümmetler arasından "ateşte olanlar" âyetinde yer alan: " ...anlar" lâfzını Araplar arasından mu'reb ve salim, müzekker çoğul olmak üzere: diye kullananlar da vardır. Ref halinde bunu diye kullananlar, bunun tekilini mebni olarak kullandıkları gibi, bunu da mebni kullanmış oluyorlar. el-Ahfeş dedi ki: Burada "nun" harfi katılmak sureti ile " Onbeş" lâfzına benzemiş olduğundan fetha üzere mebni kılınmıştır. "Cehennem bekçilerine" âyetindeki: " Bekçiler" lâfzı, 'in çoğuludur. Çoğul olarak; şekilleri de kullanılır. "Diyecekler ki: Rabbinize dua edin ki üzerimizden bir gün olsun azâbı hafifletsin" âyetindeki " Hafifletsin" âyeti(emrin) cezm ile gelmiş cevabıdır, "fe" ile gelirse nasb olur. Şu kadar var ki, Arapların konuşmalarında emrin ve benzerlerinin cevabında görülen, cevabın "fe'siz gelmesidir. Kur'ân-ı Kerîm de söyleyişlerin en fasihi olarak buna göre gelmiştir. Şairin şu mısraında olduğu gibi: "Durun arkadaşlar, ağlaşalım o sevgiliyi yadetmekten ve konakladığı yere geldiğimizden ötürü." |