Ana Sayfa (Kur'an-ı Kerim) Yeni Pencere

Geri

 

SAYFA :

470

 

040 - MÜ'MİN (GÂFİR) SÛRESİ

 

CÜZ :

24

 

İleri

Sayfayı Yeni Pencerede Aç

 

 

 

 

 

 

 

 

 

34

Yemin olsun önceden Yusuf da size apaçık belgelerle gelmiş idi. O zamanlar da size getirdiğinden şüphe edip durmuştunuz. Nihayet o vefat ettiğinde de: 'Allah ondan sonra artık asla bir daha peygamber göndermez' dediniz. Allah haddi aşan, şüpheci kimseleri işte böyle saptırır.

"Yemin olsun önceden Yusuf da size apaçık belgelerle gelmiş idi" âyeti ile ilgili olarak denildiğine göre bu sözler, Mûsa (aleyhisselâm)'ın sözleridir. Fir'avun ailesinden olup îman eden kişinin verdiği öğütlerin geri kalan bölümü olduğu da söylenmiştir. Onlara eskiden beripeygamberlere karşı baş kaldırmış olduklarını hatırlatmaktadır. Onun burada kastettiği kişi, kendilerine apaçık belgelerle gelen ve

"darmadağınık birçok Rabbler mi hayırlıdır, yoksa bir tek olan (ve herşeyi hükmü altında tutan) kahhar Allah mı?" (Yusuf, 12/39) deyip onlara apaçık belgelerle gelen Yakub oğlu Yusuf (aleyhisselâm)'dır.

İbn Cüreyc dedi ki: Kastedilen kişi Yakub oğlu Yusuf'tur. Yüce Allah onu Mûsa (aleyhisselâm)'dan önce, kralın ölümünden sonra Kıbtilere apaçık belgelerle -ki bu da rüyadır- rasûl olarak göndermişti.

İbn Abbâs da şöyle demiştir: Bundan kasıt Yakub oğlu Yusuf oğlu İfrahîm oğlu Yusuf'tur. O aralarında yirmi yıl süre ile peygamberlik yapmıştı.

en-Nekkaş ed-Dahhak'tan şöyle dediğini nakletmektedir: Yüce Allah kendilerine Yusuf diye adlandırılan cinlerden bir rasûl göndermişti.

Vehb b. Münebbih de şöyle demiştir: Mûsa (aleyhisselâm)'ın çağdaşı olan Fir'avun Yusuf (aleyhisselâm)'ın çağdaşı olan Fir'avun'un kendisidir. Ona uzunca bir ömür verilmişti.

Başkası ise: Bu başka birisidir, demektedir.

en-Nehhâs da şöyle demektedir: Ayet-i kerimede bu Fir'avun'un Yusuf dönemindeki hükümdar olduğuna delâlet edecek bir ifade yoktur. Çünkü bir peygamber gerek kendisiyle birlikte bulunanlara, gerekse sonradan gelenlere apaçık delillerle gönderilmiş ise, onların hepsine bu apaçık delillerle gönderilmiş demektir ve hepsinin onu tasdik etmeleri gerekir.

"O zamanlar da size getirdiğinden şüphe edip durmuştunuz." Yani sizden öncekiler de bunlar hakkında şüphe etmişlerdi.

"Nihayet o vefat ettiğinde de: 'Allah ondan sonra artık asla bir daha peygamber"yani peygamber olduğunu iddia edecek bir kimse

"göndermez dediniz."

"Allah haddi aşan" şirke sapan

"şüpheci" yüce Allah'ın birliği hakkında şüphe eden

"kimseleri işte böyle" bu saptırma gibi

"saptırır."

35

"Onlar ki kendilerine gelmiş bir delil olmaksızın Allah'ın âyetleri hakkında tartışırlar. Gerek Allah indinde, gerek mü’minler yanında (buna) öfke oldukça büyüktür. Allah büyüklük taslayan her zorbanın kalbini işte böyle mühürler."

"Onlar ki kendilerine gelmiş bir delil" herhangi bir belge ve kanıt

"olmaksızın Allah'ın âyetleri"apaçık delil ve belgeleri

"hakkında tartışırlar" âyetindeki:

"Onlar ki" lâfzı,

"Kimseleri" lâfzından bedel olarak nasb konumundadır.ez-Zeccâc dedi ki: İşte yüce Allah, Allah'ın âyetleri hakkında tartışan kimseleri böylece saptırır demektir. Buna göre

"onlar ki" nasb mahallindedir. (Yine ez-Zeccâc) şöyle der: Bununla birlikte: Onlar öyle kimselerdir ki" anlamında, yahutta mübteda olarak ref konumunda olması da mümkündür. Bu durumda haber de

"... oldukça büyüktür" anlamındaki lâfızlardır.

Diğer taraftan: Bunlar Fir'avun ailesinden olup îman eden kişinin söylediği sözlerdendir denildiği gibi, yüce Allah'tan yeni bir hitab olduğu da söylenmiştir.

" Öfke" temyiz olarak nasb edilmiştir. Yani onların bu tartışmaları

"öfke olarak oldukça büyüktür"demek olur. Yüce Allah'ın: " Söz olarak ne büyüktür!" (el-Kehf, 18/5) âyetine benzemektedir.

"Yüce Allah'ın öfkesi" onları yermesi, onları kınaması ve onların başına azâbı getirmesidir.

"Allah büyüklük taslayan her zorbanın kalbini" doğruyu akletmesin ve hakkı kabul etmesin diye

"işte böyle" yani o tartışanların kalplerini mühürlediği gibi

"böyle mühürler." "Büyüklük taslayan... herkesin kalbini" âyeti genel olarak

"kalb"in

"büyüklük taslayan"a izafe edilmesiyle okunmuştur. Ebû Hatim veEbû Ubeyd de bu okuyuşu tercih etmiştir. İfadede hazfedilmiş lâfızlar vardır ki, anlamı şöyledir:

"Allah büyük taslayan her zorbanın"herbirisinin

"kalbini işte böyle mühürler."Burada daha önce buna delâlet eden lâfzın geçmiş olması dolayısıyla "Herbiri" lâfzı hazfedilmiştir. Eğer bu lâfzın hazfedildiği kabul edilmeyecek olursa mana düzgün olmaz. Çünkü o vakit bu âyet o kimsenin kalbinin tamamını mühürler demek olur ki, maksat kalbin tamamını ifade etmek değildir. Maksat zorba ve büyüklük taslayan herkesin kalplerinin teker teker mühürlendiğidir. Bu şekilde, "herbir" anlamındaki lâfzın hazfedileceğine delil teşkil eden sözlerden birisi de Ebû Duad'ın şu beyitidir:

"Yoksa sen her kişiyi yiğit mi sanırsın?

Ve geceleyin alevlenen ateşi ateş mi sanırsın?"

Görüldüğü gibi burada şair "ve herbir ateşi" demek istemiştir.

İbn Mes’ûd'un kıraatinde ise ("herbir" anlamındaki bu lâfzın ilavesi ile): "Büyüklük taslayan herbir kimsenin kalbi üzerine" şeklindedir. Ancak bu tefsin bir kıraat olup, bu lâfız izafe yapılmıştır.

Ebû Amr, İbn Muhaysın ve Şamlılardan naklen İbn Zekvan "Kalbi"nin tenvinli olup, "Büyüklük taslayan"ın "kalbin sıfatı" diye okumuşlardır. Bu durumda "kalp" insanın tümünün ifadesi olur. Çünkü büyüklenen kalptir, diğer organlar ise ona tabidir. Bundan dolayı Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Şüphesiz vücutta bir çiğnemlik et parçası vardır. O düzelirse vücudun tamamı düzelir, o bozulursa vücudun tamamı bozulur. İyi bilin ki o kalptir."Buhârî, I, 28;Müslim, III, 1219;Dârimi, II, 319;İbn Mace, II, 1318;Müsned, IV, 270, 274.

Muzafın nasbedilmesine binaen böyle okumak da caizdir.Yani: "Kalp sahibi olup büyüklenen herbir kimsenin üzerine..." şeklinde de kabul edilebilir, bu durumda sıfat "kalp sahibi"ne ait olur.

36

Fir'avun dedi ki: "Ey Haman! Benim için yüksek bir köşk yap. Belki o yollara ulaşırım;

37

"Göklerin yollarınaleyhisselâmonunda belki Mûsa'nın ilâhının yanına çıkarım. Doğrusu şu ki, ben onu yalancı sanıyorum." İşte böylece Fir'avun'un kötü ameli kendisine süslendirildi ve doğru yoldan alıkonuldu. Fir'avun'un hilesi ancak bir hüsranla içice idi.

Fir'avun ailesine mensub îman eden kişi sözlerini söyleyip Fir'avun da mü’min kişinin bu sözlerinin, çevresinde bulunanların kalplerini etkilemesinden korkuya kapılınca, Mûsa'nın getirdiği tevhidi sınayacağını ve eğer doğru olduğu ortaya çıkarsa, bunu çevresindekilerden gizlemeyeceğini, doğru olmadığı ortaya çıkarsa da dinleri üzerinde sabit kalmalarını sağlayacağını hissettirmek maksadı ile:

"Fir'avun dedi ki: Ey Haman! Benim için yüksek bir köşk yap" sözleri ile veziri Haman'a yüksekçe köşk yapması emrini verdi. Buna dair açıklamalar daha önceden el-Kasas Sûresi'nde (28/38. âyetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır.

"Belki o yollara ulaşırım; göklerin yollarına" âyetindeki

"göklerin yolları" lâfzı birincisinden ("yollar" anlamındaki kelimeden) bedeldir.

"Göklerin yolları" ise Katade,ez-Zührî, es-Süddî ve el-Ahfeş'in görüşüne göre kapıları demektir. el-Ahfeş şu beyiti zikretmektedir:

"Kim ölüm sebeblerinden çekinirse gelir onu bulurlar,

İsterse merdivenle semanın kapılarına tırmansın."

Ebû Salih de "semanın sebepleri" yolları demektir diye açıklamıştır. Semavatın, kendileri sayesinde ayakta durabildiği hususlardır, diye de açıklanmıştır. Burada "yollar" lâfzı şanlarını yüceltmek için tekrarlanmıştır. Çünkü bir şey önce müphem olarak zikredilip sonra açıklanacak olursa, bu o şeyin durumunu daha bir yüceltmek demektir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

"Sonunda belki Mûsa'nın ilâhının yanına çıkarım" da ona yukarıda olup aşağıda bulunana bakanın baktığı gibi bakarım. Böylelikle o yüce Allah'ın belli bir mekan tarafından kuşatılan bir cisim olduğunu zannetmiş olmaktadır. Fir'avun ilâhlık iddiasında bulunuyor ve yüksekçe bir yerde oturmak ile bunun gerçekleştiği görüşünde bulunuyor idi.

lafa. cetvelde "aytv" harfi ötreli olarak, yüce Allah'ın:

"Ulaşırım" âyetine atıf ile merfû' okunmuştur. Ancak el-A'rec,es-Sülemî, Îsa ve Hafs ise bunu nasb ile okumuşlardır. Ebû Ubeyde dedi ki: Bu şekilde okuyuş: " Belki" lâfzının cevabı olarak ve başına "fe" getirilmiş şekliyle okunmasından ötürüdür.

en-Nehhâs da şöyle demiştir: Nasb ile okunuşun manası, reF ile okuyuşun anlamından farklıdır. Çünkü nasb ile okumanın anlamı, ben o yollara ne zaman ulaşırsam, o vakit çıkar ve bakarım, demek olur. Ref ile okuyuşun anlamı ise "belki o yollara, ulaşırım" sonra bunun ardından belki bakarım, demektir. Ancak: "Sonra"nın verdiği terâhî(arada zaman süresinin bulunması) anlamı "fe"nin bu anlamı vermesinden daha ileri derecededir.

"Doğrusu şu ki; ben onu yalancı sanıyorum." Yani bununla birlikte ben Mûsa'nın benden başka ilâh bulunduğu şeklindeki iddiasında yalan söylediğini zannediyorum. Ben bu işi sadece bu husustaki kapalılığı gidermek için yapacağım. Bu da Fir'avun'un yüce Allah'ın varlığı hususunda şüphe içinde olmasını gerektirmektedir.

Şöyle de açıklanmıştır: Buradaki "zan"; "yakın(kesinlikle bilmek)" anlamındadır. Ben onun yalancı olduğundan eminim, kesinlikle o bir yalancıdır, demektir. Bu sözlerimi ise sadece benim kesin olarak inandığım şeylere kesin olarak inanmayanların şüphesini ortadan kaldırmak için söylüyorum.

"İşte böylece Fir'avun'un kötü ameli kendisine süslendirildi." Yani Fir'avun bu sözleri söyleyip şüphe içerisine düştüğü şekilde şeytan ona kötü amelini süslü gösterdi, yahutta yüce Allah kötü ameliniyani şirkini ve yalanlamasını ona süslü gösterdi.

"Ve doğru yoldan alıkonuldu" âyetindeki:

" Alıkonuldu" âyeti Kûfeliler tarafından meçhul bir fiil olarak okunmuştur. Ebû Ubeyd ile Ebû Hatim'in tercih ettiği şekil de budur. Bu okuyuşa göre "Sad" harfinin esreli okunması da mümkündür. Bu durumda "dal" harfinin kesresi "Sad"a nakledilmiş olur. Yahya b. Vessab ileAlkame'nin kıraati de bu şekildedir. İbn Ebi İshak ile Abdurrahman b. Bekre ise tenvinli ve ref ile diye okumuşlardır. Diğerleri ise: "Ve alıkoydu" şeklinde "sad" ve "dal" harflerini üstün ile okumuşlardır. Fir'avun insanları doğru yoldan alıkoydu, demek olur.

"Fir'avun hilesi ancak bir hüsran ile" yani bir ziyan ve bir sapıklık ile

"içice idi." Yüce Allah'ın şu âyetinde de bu kökten gelmiş lâfızlar kullanılmıştır:

"Ebû Leheb'in iki eli kurusun(helâk olsun)."(Mesed, 111/1)

"Zarara uğratmaktan başka şeylerini de arttırmadılar." (Hud, 11, 101) Bir başka yerde de:

"...zarardan başka" (Hud, 11/63) diye buyurmaktadır. Yüce Allah onun yaptığı köşkü (kuleyi) yıktı, kavmi ile birlikte onları suda boğdu. Daha önceden (el-Kasas, 28/36-42. âyetlerin tefsirinde) geçtiği gibi.

38

O îman eden dedi ki: "Ey kavmim! Bana uyun, ben sizi doğru yola eriştireyim.

"O îman eden dedi ki: Ey kavmim bana uyun" sözleri Fir'avun ailesinden îman eden kişinin söylediklerinin devamıdır. Yani din hususunda bana uyun.

"Ben sizi doğru yola" cennet yolu olan hidayet yoluna

"eriştireyim."

Bu sözlerin Mûsa (aleyhisselâm)'ın sözleri olduğu da söylenmiştir.

Muaz b. Cebel

"doğru yol" anlamındaki lâfzı: şeklinde "şın" harfini de şeddeli olarak okumuştur. Ancak bu Arap dili bilginlerinin çoğunluğuma göre bir lahndir. Çünkü kullanım: " Eriştirdi, eriştirir" şeklindedir. Halbuki gelmez. Bu şekil ancak sülasiden gelir. Şayet rubaiden çokluk anlamı vermesi istenen kip yapılmak istenirse; vezni kullanılır.

en-Nehhâs dedi ki: şeklinin Eriştirir" anlamında olması -ondan müştak (türetilmiş) olduğu manasına olmayarak- caizdir. Ancak: "İncici" kelimesinin: “İnci" lâfzından getirildiği gibi söylenebilir. Bu da o manaya gelmekle birlikte, bu kipe göre söylenemez. Bununla birlikte bunun:'den gelip, "Doğru yola erişmiş" anlamında olması da mümkündür. Şairin şu mısraında olduğu gibi: Burada şair, şiiri şerhedenlerin de belirttiği gibi yorgunluk anlamına gelen "nasıb" kelimesini "yorgunluk sahibi, yorgunluğu olan" anlamında kullanmıştır. Onun için bu mısraı belirttiği hususa delil gösterebilmiştir

"Ey Umeyme! Beni oldukça yorgunluğu bulunan, bir kederle başbaşa bırak."

ez-Zemahşerî dedi ki: şeklinde, vezninde, fiilinde "şın" harfi kesreli kökten gelmiş gibi de okunmuştur, gibi. Yahutta "şın" harfi üstün olarak: 'den gelmiş kabul edilebilir.

geldiği gibi. Ancak bu, pek kabul edilebilecek bir görüş değildir. Çünkü "fe'al" vezninin 'den gelmesi ancak çok az lâfızlardadır,) gibi. Ancak bu kadar az sayıdaki kullanıma kıyas yapmak doğru değildir. Diğer taraftan bu kullanımın: fiiline bakılmaksızın nisbet olması da mümkündür, "Fildişi satıcısı, " Kaba elbise satıcısı" gibi.

Mushaf'ta:

"Bana uyun" lâfzı "ye"siz olarak yazılmıştır. Ancak Yakub ileİbn Kesîr vasl ve vakf hallerinde de "ye"yi sabit olarak okumuşlardır. Ebû Amr veNafî' ise vakf halinde hazfetmiş, vasl halinde sabit okumuşlardır. Ancak Verş her iki halde de hazfetmiştir, diğerleri de böyle okumuşlardır. Çünkü mushafta "ye"siz olarak kaydedilmiştir, "ye"yi sabit olarak okuyanlar ise asıl kullanıma göre okumuşlardır.

39

"Ey kavmim! Bu dünya hayatı ancak bir geçimliktir. Ahiret ise doğrusu asıl kalınacak yurdun ta kendisidir.

"Ey kavmim! Bu dünya hayatı ancak bir geçimliktir." Onunla kısa bir süre faydalanılır, geçinilir, sonra ardı arkası kesilir, yok olur, gider.

"Ahiret ise doğrusu asıl kalınacak"karar kılınıp ebedi yaşanılacak

"yurdun ta kendisidir." Burada

"ahiret"den kasıt cennet ve cehennemdir, çünkü her ikisinin de sonu gelmez. Bunu da şu buyruklarıyla açıklamaktadır:

40

"Kim bir kötülük işlerse, ona ancak onun benzeri ile karşılık verilir. Erkek veya kadın kim mü’min olarak salih amel işlerse işte onlar cennete girerler. Onlar orada hesapsız rızıklanırlar.

"Kim bir kötülük" şirki kastediyor

"işlerse, ona ancak onun benzeri"olan azâb

"ile karşılık verilir."

"Erkek veya kadın kim mü’min olarak" yani kalbinden Allah'ı ve peygamberleri tasdik ederek

"salih amel işlerse" İbn Abbâs dedi ki: La ilahe illallah demeyi kastediyor.

"İşte onlar cennete girerler."Buradaki "cennete girerler" anlamındaki âyet, meçhul bir fiil olarak "ye" harfi ötreli: " Girdirilirler" diye de okunmuştur. Bu, İbn Kesîr, İbn Muhaysın, Ebû Amr, Yakub veÂsım'dan Ebû Bekr'in kıraatidir. Buna da

"onlar orada hesabsız rızıklanırlar"âyetindeki:

"Rızıklanırlar" âyetinin bu şekilde okunmuş olması delil teşkil etmektedir. Diğerleri ise ("girerler" anlamını verecek şekilde) "ye" harfini fethalı olarak okumuşlardır.

 

 

 

 

Ana Sayfa (Kur'an-ı Kerim) Aynı Pencere

Geri

 

(T :  M : 1273  H : 671)

 

KURTUBÎ TEFSÎRİ - (TÜRKÇE)

 

MÂLİKÎ

 

İleri

Sayfayı Büyüterek Aynı Pencerede Aç