Ana Sayfa (Kur'an-ı Kerim) Yeni Pencere

Geri

 

SAYFA :

224

 

011 - HÛD SÛRESİ

 

CÜZ :

12

 

İleri

Sayfayı Yeni Pencerede Aç

 

 

 

 

 

 

 

 

 

29

"Ey kavmim! Buna karşı sizden hiçbir mal istemiyorum. Benini ecrimi vermek ancak Allah'a aittir. Ben mü’minleri kovacak da değilim. Çünkü onlar Rabblerine kavuşacaklardır. Ne var ki ben sizi cahillik eden bir kavim görüyorum.

"Ey kavmim! Buna karşı" yani tebliğ için, Allah'a çağırmak ve îmana davet etmek için

"sizden hiçbir mal" herhangi bir ücret

"istemiyorum" ki bu size ağır gelsin.

"Benim ecrimi vermek" yani risaleti tebliğ dolayısıyla beni mükâfatlandırmak

"ancak Allah'a aittir. Benmü’minleri kovacak da değilim." Çünkü kavmi kendisinden îman eden ve kendilerine göre ayak takımı sayılan kimseleri yanından kovup uzaklaştırmasını İstemişti. Tıpkı Kureyşlilerin, Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem)den -el-En'âm Sûresi'nde (6/52. âyetin tefsirinde) geçtiği üzere- fakir ve köleleri kovmasını istedikleri gibi.

Hazret-i Nûh da kavminin bu isteklerine:

"Ben mü’minleri kovacak da değilim. Çünkü onlar Rabblerine kavuşacaklardır"diye cevap vermişti. O bu sözlerini yüce Allah'ın huzuruna çıkmanın büyük ve azametli bir iş olduğunu anlatmak maksadıyla da, bu işin Allah'ın huzurunda kendisinden davacı olmalarını gerektirecek bir iş olduğunu anlatmak kasdıyla da söylemiş olabilir. Yani eğer ben böyle bir şey yapacak olursam, Allah huzurunda onlar benden davacı olurlar. Îmanlarına karşılık onları mükâfatlandıracak, onları kovan kimseyi de cezalandıracak, anlamındadır.

"Ne var ki ben" sizin onları bayağı kimseler görmeniz ve benden onları kovmamı istemenizden ötürü

"sizi cahillik eden bir kavim görüyorum."

30

"Ey kavmim! Ben onları kovarsam, Allah'a karşı bana kim yardım eder? Hiç düşünmez misiniz?

"Ey kavmim! Ben onları" îman ettikleri için

"kovarsam Allah'a karşı bana kim yardım eder!" el-Ferrâ': Allah'ın azabından beni kim koruyabilir, demektir diye açıklamıştır.

"Hiç düşünmez misiniz?" âyetinde "te" harfi "zel" harfine(Nâfi'in kıraatinde) idğâm ile okunmuştur. Bu "te" harfinin hazfedilerek, diye okunması da caizdir.

31

"Ben size: Allah'ın hazineleri yanımdadır, demiyorum. Gaybı da bilmiyorum. Muhakkak ben bir meleğim de demiyorum. Bununla beraber gözlerinizin hor gördüğü kimselere; Allah asla bir iyilik vermeyecektir de demiyorum. Allah nefislerinde olanı en iyi bilendir. O takdirde ben şüphesiz zâlimlerden olurum."

"Ben size: Allah'ın hazineleri yanımdadır demiyorum. Gaybı da bilmiyorum." Hazret-i Nûh, Allah'ın huzurunda tezellül ve tevazuunu haber vermekte, Allah'ın hazinelerinden sahip olmadığı şeylere sahib olduğu iddiasında olmadığını ifade etmektedir.

Bu hazineler, Allah'ın kullarından dilediği kimselere nimetler ihsan etmesidir. Gayb'ı bilmediğini de söylemektedir, çünkü gaybi yüce Allah'tan başkası bilemez.

"Muhakkak ben bir meleğim de demiyorum." Yani ben insanlar arasında melek konumunda birisi olduğumu da söylemiyorum.

İlim adamları derler ki: Bu sözlerin ifade ettiği anlam, meleklerin peygamberlerden daha faziletli olduğu şeklindedir. Çünkü melekler Allah'a itaate kesintisin olarak devam ederler, kıyâmete kadar da ibadetleri aralıksız olarak sürecektir. Allah'ın salat ve selamlan hepsine olsun. Bu anlamdaki açıklamalar daha önce el-Bakara Sûresi'nde (2/33. âyet, 3- başlıkta) geçmiş bulunmaktadır.

"Bununla beraber gözlerinizin hor gördüğü kimselere Allah asla bir iyilik vermeyecektir, de demiyorum" âyetindeki:

"Hor gördüğü" tabiri, gözlerinizle hakir gördüğünüz ve kendilerinden İstiskal ettiğiniz kimseler demektir. Bu kelimenin aslı; "Kendilerini hor gördüğü" şeklinde olup, (kendileri anlamındaki) "he" ve "mim" zamiri -ismin uzunluğu dolayısıyla (yani gözlerinizin hor gördüğü kimseler ibaresinden)- hazfedilmiştir.

Ayrıca buradaki "te" harfi "dâl" harfine dönüştürülmüştür(ibdâl). Çünkü bunun aslı; şeklindedir, fakat "ze': harfinden sonra gelen "te" harfi "dal'e ibdal edilir. Çünkü "ze" harfi cehridir, harfi de hems sıfatına sahibtir. O bakımdan "te" harfi yerine onunla aynı mahreçten gelen cehri bir harf getirilmiştir. Bir kimseyi ayıplamak halinde; "Onu ayıpladım" denilir. Hakir görmek halinde ise; ifadesi kullanılır.el-Ferrâ' da şöyle bir beyit nakleder:

"Dostu onu uzak tutar, onu hakir görür.

Hanımı; küçük görür de onu azarlar."

" ... Onlara asla bir iyilik vermeyecektir de demiyorum." Yani sizin onları hakir görmenizden ötürü onların ecirleri boşa çıkmaz veya sevablan eksilmez.

"Allah nefislerinde olanı en iyi bilendir." Buna göre onlara karşılık verecek ve onları sorumlu tutacaktır.

"O takdirde ben şüphesiz zâlimlerden olurum." Yani eğer ben onlara az önce sözü geçen şeyleri söyleyecek olursam, zâlimlerden olurum. Burada; …….edatı cümle ortasında geldiği için amel etmemiştir(amelden mulğâdır).

32

Dediler ki: "Ey Nûh! Bizimle gerçekten mücadele ettin. Bizimle olan bu mücadeleni çok uzattın. Şimdi eğer doğru söyleyenlerden isen, bizi kendisiyle tehdit edip durduğunu bize getir."

"Dediler ki: Ey Nûh! Bizimle gerçekten mücadele ettin. Bîzimle olan bu mücadeleni çok uzattın." Yani bizimle tartışıp durdun, bu tartışmanı uzattın ve bu konuda ileri gittin.

Arap dilinde "cedel" tartışmada aşırıya gitmek anlamındadır ve bu kelime ileri derecede eğerek bükmek anlamındaki; den türetilmiştir. Kartala da kuşlar arasındaki gücü dolayısıyla (aynı kökten gelen): "Ecdel" denilir. Bu anlamdaki açıklamalar el-En'âm Sûresi'nde (6/121. âyet, 4. başlıkta) daha doyurucu bir şekilde geçmiş bulunmaktadır.

İbn Abbâs ise;

"Bizimle olan bu mücadeleni çok uzattın" anlamındaki âyeti "dal" harfinden sonra "elif" olmaksızın okumuştur. Bunu da en-Nehhâs nakletmektedir.

Dini hususlarda cedel övülmüş bir iştir. İşte bundan dolayı Hazret-i Nûh vs. peygamberler hak ortaya çıkıp üstün gelinceye kadar kavimleriyle tartışmışlardır. Bu hakkı kabul eden başarılı olur ve kurtuluşa erer, reddeden de zarar eder, hüsrana uğrar. Hak uğrunda olmayıp batıl hak suretinde görünsün diye yapılan tartışma ise yerilmiştir ve böyle bir tartışmacı dünyada da, âhirette de kınanır.

"Şimdi eğer" söylediklerinde

"doğru söyleyenlerden isen bizi kendisiyle tehdit edip durduğunu" azâbı

"bize getir."

33

Dedi ki: "Dilerse onu size ancak Allah getirir. Siz âciz bırakabilecekler değilsiniz."

"Dedi ki: Dilerse onu size ancak Allah getirir." Yani O, sizi helâk etmeyi dilerse azaplandırır;

"siz âciz bırakabilecekler" yani azâb etmek istediği takdirde azabından kurtulabilecekler

"değilsiniz." Bu, siz çokluğunuzla galib gelebilecekler değilsiniz, diye de açıklanmıştır. Çünkü çoklukları gözlerinde büyümüştü. İleride de geleceği üzere dağıyla, ovasıyla yeryüzünü doldurmuş bulunuyorlardı.

34

"Eğer Allah sizi saptırmak isterse, ben size öğüt vermek İstesem bile bu öğüdüm size fayda vermez. O, sizin Rabbinizdir ve nihayet ancak O'na döndürüleceksiniz."

"Eğer Allah sizi saptırmak" dalâlette bırakmak

"isterse, ben size öğüt vermek istesem bile bu öğüdüm" benini size tebliğim ve îman etmeniz için gayret göstermem

"size fayda vermez." Çünkü sîz öğüt kabul etmiyorsunuz.

Öğüt (nush)un sözlük anlamına dair açıklamalar daha Önce et-Tevbe Sûresi'nde(9/91-92. âyet, 2. başlıkta) geçmiş bulunmaktadır.

"Eğer Allah sizi saptırmak İsterse"ifadesi Mutezile,Kaderiyye ve onlara uygun kanaat belirtenlerin görüşlerinin bâtıl olduğunu ortaya koyan delillerdendir. Çünkü onlar yüce Allah'ın isyankarın isyan etmesini, kâfirin de küfre sapmasını, azgın ve sapığın azıp sapmasını irade etmediğini, kulun bunları yapmakla birlikte Allah'ın bunları iradesiyle istemediğini iddia etmişlerdir. İşte yüce Allah:

"Eğer Allah sizi saptırmak isterse"âyeti ile onların bu kanaatlerini reddetmektedir. Bu türden açıklamalar daha önce el-Fâtiha Sûresi'nde(4. bölüm, 31. başlıkta) ve başka yerlerde(mesela, Al-i İmrân, 3/8. âyet, 1. başlıkta) geçmiş bulunmaktadır. Böylelikle onlar A'raf Sûresi'nde yüce Allah'ın:

"Beni azgınlığa İttiğin için..."(el-A'raf, 7/16) âyetinde ifade ettiği azdırması hususunu açıklarken belirttiğimiz gibi lanetli hoçalan İblis'i de yalanlamış oldular. İşte bu yanlış görüş sahiplerinin Nûh(aleyhisselâm)ın:

"Eğer Allah sizi saptırmak isterse..." âyetinden kendilerini kurtarmalarına imkan yoktur. Çünkü bu âyette onların saptırılıp azdırılmaları şanı yüce Allah'a İzafe edilmektedir. Çünkü hidayete ileten de, saptıran da O'dur. O, inkarcı ve zâlimlerin söylediklerinden oldukça yüce ve büyüktür.

"sizi saptırmak..." âyetinin sizi helâk etmek anlamına geldiği de söylenmiştir. Çünkü sapıklık sonunda helake götürür. Taberî ise bunu azabıyla sizi helâk etmek isterse... diye açıklamıştır. Tayy kabilesinden; Filan kişi hastalandı" diye bu kelimeyi kullandıklarını ve; un onu helâk ettim, anlamına geldiği de nakledilmiştir. Yüce Allah'ın:

"İşte onlar gayy ile karşılaşacaklardır (helâk olacaklardır)."(Meryem, 19/59) âyeti da buradan gelmektedir.

"O sizin Rabbinizdir" yani sapıklığa götüren ve azdıran da O'dur, hidayete ileten de O'dur.

"Ve nihayet ancak O'na döndürüleceksiniz" âyeti da bir tehdittir.

35

Yoksa: "Onu kendiliğinden uydurdu" mu? derler. De ki: "Eğer ben onu kendim uydurduysam günahı bana aittir ve ben de sizin kazanmakta olduğunuz günahlardan uzağım."

"Yoksa: Onu kendiliğinden uydurdu mu? derler." Bununla Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)ı kastetmektedirler.Yani Kur'ân'ı ve Nûh ile kavmine dair haber verdiği şeyleri kendiliğinden uydurdu, dediler. Bu açıklamayı Mukâtil yapmıştır.İbn Abbâs da der ki: Bu sözler Hazret-i Nûh'un kavmi ile konuşmasının bir bölümüdür. Bu görüş daha bir kuvvetlidir. Çünkü bu âyetten önce de sonra da sadece Hazret-i Nûh ve kavminden söz edilmektedir. Buna göre buradaki hitab onların Hazret-i Nûh'a söyledikleridir ve cevap da Hazret-i Nûh'un onlara verdiği bir cevaptır:

"De ki: Eğer onu ben kendim uydurduysam" yani vahiy ve risaleti kendim ortaya atmış isem

"günahı bana aittir." Benim bu günahımın cezasını ben çekeceğim, şayet söylediklerimde haklı isem o vakit beni yalanlamanızın cezasını da siz çekeceksiniz.

"Günah kazanmak" "Günah kazandı"nın mastarıdır ki, bu da günah ve kötülük işlemek demektir.

Anlamın şöyle olduğu da söylenmiştir: Benim işlediğim suçumun ve yaptıklarımın cezası bana aittir. en-Nehhâs ve başkalarından nakledildiğine göre de; ile aynı anlamdadır. Nitekim şair şöyle demektedir:

"Elimin işlediği ve dilimin cinayeti dolayısıyla aşiretim tarafından

Kovulmuş ve cürmüm karşılığında rehin alınmışım."

Hemzeyi üstün olarak; şeklindeki okuyuşa göre ise bu kelime; Suç, günah, cürüm" kelimesinin çoğuludur. Bunu da yineen-Nehhâs zikretmiştir,

"Ben de sizin kazanmakta olduğunuz"küfür ve beni yalanlama kabilinden

"günahlardan uzağım."

36

Nûh'a şöyle vahyolundu: "Kavminden daha evvel îman etmiş olanlardan başkası asla îman etmeyecektir. O halde işlediklerine tasalanma.

"Nûh'a şöyle vahyolundu: Kavminden daha evvel îman etmiş olanlardan başkası asla îman etmeyecektir" anlamındaki âyette yer alan;

"Şöyle," ifadesi meçhul fiilin nâib-i faili olarak ref' mahallindedir. Bununla birlikte nasb mahallinde olması ve ifadenin; takdirinde olması da mümkündür.

"îman etmiş" âyeti ise;

"Îman et(mey)ecek..."ile nasb mahallindedir.

Âyet, onların îman edeceklerinden yana Hazret-i Nûh'un ümidini kesmek, küfürlerinin de devam edeceğini ve böylelikle onlara yapılan azâb tehdidinin gerçekleşeceğini anlatmaktadır.

ed-Dahhâk der ki; Nûh(aleyhisselâm)a bu husus haber verilince, onlara beddua ederek;

"Rabbim, yeryüzünde kâfirlerden dönüp dolaşan bir kimse bırakma!" (Nûh, 71/26) âyetini ve bir sonraki âyetteki sözlerini söyledi.

Denildiğine göre; Nûh (aleyhisselâm) kavminden birisi çocuğunu taşıyıp giderken, çocuk Hazret-i Nûh'u görünce babasına; Bana bir taş ver, demiş. Babasının verdiği taşı Nûh(aleyhisselâm)a atmış ve onun bir tarafını kanatmıştı. Bunun üzerine yüce Allah da kendisine:

"Kavminden daha evvel îman etmiş olanlardan başkası asla Îman etmeyecektir" âyetini vahyetti.

"O halde işlediklerine tasalanma"yani onların helâk olacaklarından ötürü üzülme, kederlenme. Âyet-i kerîmedeki "tasalanma" emrinin mastarı olan; "Hüzün ve keder" demektir. Şairin şu beyiti de bu kabildendir:

"Nice yakın dost yahut candan arkadaşımın musibeti ile karşı karşıya kaldım,

Bununla birlikte hiç üzülmedim; fakat onun o musibeti çok büyük bir şeydi."

Bir kimse hoşlanmayacağı bir şeyle karşı karşıya kalacak olursa; denilir. de zillet ve boyun eğmek haliyle birlikte üzüntü ve keder demektir.

37

"Gözlerimizin önünde ve vahyimizle gemiyi yap. Zulmedenler hakkında da Bana bir şey söyleme. Çünkü onlar suda boğulacaklardır."

"Gözlerimizin önünde ve vahyimizle"sen ve seninle birlikte îman edenlerin binmeleri için

"gemiyi yap. Gözlerimizin önünde"Bizim görmemiz ve nezaretimiz altında demektir. er-Rabî' b. Enes der ki: Seni, görenleri ve gözetip koruyanın gözetimi altında yap, demektir. İbn Abbâs(radıyallahü anh): Bizim seni korumamız altında... diye açıklamıştır, anlam birdir.

Burada görmek "göz" ile ifade edilmiştir. Çünkü görmek gözle gerçekleşir. "Gözlerimiz" şeklindeki çoğul ise, çoğul anlamı vermek için değil azamet ;indir. Nitekim yüce Allah başka yerlerde bu kabilden olmak üzere şöyle buyurmaktadır:

"Ne güzel güç yetirenleriz Biz."(el-Mürselât, 77/23);

"Ne güzel döşeyicileriz Biz." (ez-Zâriyât, 51/48);

"Muhakkak Biz genişleticileriz."(ez-Zâriyât, 51/47.) Bu ve başka âyetlerdekî "gözler'in, "göz" anlamına raci olması da mümkündür. Yüce Allah'ın:

"Benim gözümün üzerinde(gözetimim altında) yetiştirilesin diye" (Tâhâ, 20/39) âyetinde olduğu gibi.

Bütün bunlar idrâk ve kuşatıcılığı ifade eder, çünkü şanıyüce Allah duyu organlarından, teşbih ve keyfiyetlendirmeden yüce ve münezzehtir. O'ndan başka hiçbir ilâh yoktur.

"Gözlerimizin önünde" âyetinin, seni korumak ve sana yardımcı olmak üzere gözetleyici olarak görevlendirdiğimiz meleklerimizin gözleri ününde anlamına geldiği de söylenmiştir. Bu durumda çoğul ifadesi gerçek anlamı ile kullanılmış olur. Yine "gözlerimizin önünde âyeti bilgimiz altında diye de açıklanmıştır ki; bu açıklamayı Mukâtil yapmıştır. ed-Dahiıâk ve Süfyan ise "emrimizle" diye açıklamışlardır. Bunun vahyimizle demek olduğu söylendiği gibi, bu gemiyi yapabilmen için bizim sana yardımımızla... anlamına geldiği de söylenmiştir. "Vahyimizle" âyeti, Bizim onu yapman üzere sana verdiğimiz vahye binaen yap, demektir.

"Zulmedenler hakkında da Bana bir şey söyleme! Çünkü onlar suda boğulacaklardır." Yani sakın onlara mühlet verilmesini isteme, zira Ben onları suda boğacağım.

 

 

 

 

Ana Sayfa (Kur'an-ı Kerim) Aynı Pencere

Geri

 

(T :  M : 1273  H : 671)

 

KURTUBÎ TEFSÎRİ - (TÜRKÇE)

 

MÂLİKÎ

 

İleri

Sayfayı Büyüterek Aynı Pencerede Aç