Ana Sayfa (Kur'an-ı Kerim) Yeni Pencere

Geri

 

SAYFA :

223

 

011 - HÛD SÛRESİ

 

CÜZ :

12

 

İleri

Sayfayı Yeni Pencerede Aç

 

 

 

 

 

 

 

 

 

20

Onlar yeryüzünde âciz bırakabilecek değillerdir. Kendilerinin Allah'tan başka hiçbir velileri de yoktur. Onlara azâb kat kat verilecektir. Onların hem İşitmeye güçleri yetmezdi, hem de görmezlerdi.

"Onlar yeryüzünde âciz bırakabilecek değillerdir." Allah'ın azabından kurtulamazlar. İbn Abbâs dedi ki: Benim yeryüzüne emir verip de onları yerin dibine geçirmesini emretmekten yana onlar Beni âciz bırakamazlar.

"Kendilerinin Allah'tan başka hiçbir velileri" yani yardımcıları

"de yoktur."

"Velileri" âyetinin başındaki, fazlalıktır.

Ayrıca nın, anlamında ism-i mevsûl olduğu da söylenmiştir. Buna göre ifadenin takdiri şöyle olur: İşte onlar âciz bırakabilecekler değildi. Ne kendileri, ne de Allah'tan başka dost edindikleri kimseler.

Aynı zamanda bu, İbn Abbâs(radıyallahü anh)ın da görüşüdür.

"Onlara azâb kat kat verilecektir.”Yanı azabları küfür ve masiyetlerine göre verilecektir.

"Onların hem İşitmeye güçleri yetmezdi" âyetindeki ……edatı; "İşitmeye güçleri yettiği için (ve işitmediklerinden dolayı)" takdiri ile nasb mahallindedir.

"Hem de görmezlerdi." Yani onlar bu güçlerini hakkı dinlemek, işitmek ve onu görmek uğrunda kullanmadılar. Araplar ona yaptığının karşılığını verdim, anlamında hem hem de: derler. Kimi zaman bu "be" harf-i cerr'ini zikrederler, kimi zaman hazfederler.Sîbeveyh de şu beyiti nakletmektedir:

"Sana ben hayrı emrettim, sen de emrolunduğun şeyi yap,

Ben seni, zaten taşınır taşınmaz pek çok mal sahibi olarak bıraktım."

Bu âyetteki ın zarf olması ve şu anlamı vermesi de mümkündür: Azâb ebedî olarak onlara kat kat verilir. Yani onların işitip görebildikleri süre boyunca onların azablan kat kat verilecektir. Şanı yüce Allah da cehennemde onları ebediyyen buna güç yetirir halde bırakacaktır. Yine bu edatın ;rabtan mahalli olmaksızın nef'y edatı olması da mümkündür. Çünkü ondan önce ifade tamam olmuş bulunmaktadır ve "azâb" kelimesi üzerinde vakıf, anlamın anlaşılması İçin yeterlidir. Buna göre de mana şöyle olur: Onlar dünyada iken yararlanabilecekleri şekilde işitemiyorlardı Ve hidayet bulan bir kimsenin gördüğü şekilde görmüyorlardı.

el-Ferrâ' der ki: Onlar işitemiyorlardı, çünkü Allah levh-i Mahfuz'da onları sapıklar arasında yazmıştı.ez-Zeccâc der ki: Buna sebep Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)e duydukları kin ve besledikleri düşmanlıkları idi. Bundan dolayı ondan hiçbir şey işitemiyor ve hiçbir şey anlayamıyorlardı.

en-Nehhâs da der ki: Böyle bir anlatım Arap dilinde bilinen bir şeydir. Mesela; filan kişi -eğer bu iş kendisine ağır geliyor ise- filâna bakamıyor bile, denilir.

21

İşte bunlar kendi kendilerine yazık edenlerdir. Uydurmakta oldukları şeyler de önlerinden kaybolup gitti.

22

Şüphesiz onlar âhirette en çok zarara uğrayacak kimselerdir.

"İşte bunlar kendi kendilerine yazık edenlerdir" âyeti mübtedâ ve haberdir.

"Uydurmakta oldukları şeyler de önlerinden kaybolup gitti." Yani uydurdukları şeyleri kaybettiler, önlerinden yok olup gittiler.

Yüce Allah'ın;

"Şüphesiz" âyeti ile ilgili olarak ilim adamlarının bir kaç görüsü vardır. el-Halîl ve Sîbeveyh bunun "gerçek şu ki" anlamında olduğunu söylemişlerdir. Buna göre onlar; ile yi bir arada tek bir kelime olarak; yi ise burada ref mahallinde kabul ederler.el-Ferrâ' ve Muhammed b. Yezîd'in görüşü de budur. Bunu da en Nehhâs nakletmektedir. el-Mehdevî der ki: Yine el-Halîl'den nakledildiğine göre, bu tabir "mutlaka ve kaçınılmaz olarak" anlamlarına gelir.el-Ferrâ'’nın da görüşü budur. Bunu da es-Sa'lebî nakletmektedir.

ez-Zeccâc ise der ki: Burada nefy edatıdır ve bu da onların; putların kendilerine fayda sağlayacağı şeklindeki görüşlerini reddetmektedir. Anlam şöyle gibidir: Hayır, böyle bir şeyin onlara faydası olmayacaktır. Buna karşılık ise kesbetdi, kazandı anlamındadır. Böyle bir fiil onlara hüsranı kazandırdı, onları zarara soktu, demek olur. "Kesbetti" fiilinin faili ise mahzuftur. ise, fiili ile nasbedilmiştir.

Nitekim; " Senin Zeyd'den uzak kalışın, onun sana kızgınlığını çekti, kesbettirdi" demeye benzer. Şair de der ki:

"Biz onun başını bir hurma kütüğünün tepesine diktik,

Ellerinin kazandıkları sebebiyle; biz haksızlık etmedik."

el-Kisaî ise; "bu, onların ...larına mani olmadı, engellemedi" anlamındadır, der. Bunun; "Kat'î olarak hiçbir kimse ortaya koyamadı" anlamına geldiği ve çokça kullanım dolayısıyla failin hazfedildiği de söylenmiştir. ise kat'(kat'î olarak ortaya koymak, kesmek) anlamlarına gelir. Mesela; "Hurma ağaçlarından hurmayı devşirdi, kopardı" denilir. Bu işi yapana da ism-i fail olarak; denilir, bunun çoğulu da şeklinde gelir. "Bu devşirme zamanıdır" anlamındadır. "Koyunun yününü kırptım" demektir, "Ondan bir miktar kırptım, aldım" manasınadır. Tıpkı; "Bir şeyi kestim," fiiline benzemektedir. Bundan sonra Kurtubî, ayeti kerimede lâfzan geçmeyen ve anlam itibariyle ona benzeyen "ece-le-me" fiilinin çeşitli kullanımlarına dair iki satırlık bir açıklamayıel-Cevherî'den naklen kaydetmektedir. Doğrudan âyetin hıfzı ile ilgisi olmadığından tercümeye gerek görmedik. Bu açıklamaları el-Cevherî yapmaktadır,

en-Nehhâs der ki:el-Kisaî bu terkibin dört türlü kullanıldığını iddia etmektedir. şeklindeki üç türlü kullanımı zikrettikten sonra der ki: Fezârelilerden bir kesim de sondaki "mim"i kullanmaksızın; şeklinde kullanırlar. El Ferrâ ise bu hususta iki ayrı söyleyiş daha nakledip şöyle der: Âmiroğulları; derler. Araplardan bir grup da; şeklinde "cim" harfini ötreli olarak kullanırlar.

23

Muhakkak îman edip salih ameller İşleyenler ve Rabblerine İtaat ve tevazu ile bağlananlar, işte onlar cennetlik olanlardır. Onlar orada ebediyyen kalacaklardır.

Yüce Allah'ın:

"Muhakkak îman . edip..." âyetinde; "...lef" " Muhakkak"ın ismidir.

"Îman edenler" ise, onun sıla'sidir. Yani tasdik edenler, doğrulayanlar demektir.

"Salih ameller işleyenler ve Rabblerine taat ve tevazu ile bağlananlar" anlamındaki âyet ise sılaya attedilmiştir.

İbn Abbâs der ki: "Taat ve tevazu ile bağlananlar, dönenler, yönelenler" demektir.Mücahid, itaat edenler, Katâde ise alçak gönüllülükle boyun eğerler; Mukâtil ihiasla itaatte bulunurlar, diye açıklamışlardır. el-Hasen de der ki: Âyette geçen; Kalpte sebat bulan korku dolayısıyla tevazu ile boyun eğmek" demektir. Bu kelime aslında düzlük anlamındadır. Onunla aynı kökten gelen ise "geniş ve düz arazi" anlamındadır. Buna göre "ihbât" huşu ve itmi'nan yahut yüce Allah'a bu şekilde doğruluk üzere devam eden yüce Allah'a dönüş demektir.

"Rabblerine" âyeti ile ilgili olarak el-Ferrâ' bunun; ile aynı anlama geldiğini söyler. Bununla birlikte; onlar bu şekildeki itaat ve tevazularını Rabblerine yöneltmişlerdir (yani itaat ve tevazu ile Rabblerine yönelmişlerdir) anlamında olması da muhtemeldir.

"İşte onlar" anlamındaki âyet ta, in haberidir.

24

Bu iki kesimin hali kör ve sağırla, gören ve işitenin haline benzer. Örnek olarak ikisi eşit olurlar mı? Hâlâ iyice düşünmez misiniz?

"Bu iki kesimin hali" anlamındaki âyet mübtedâdır. Haberi ise

"kör ve sağırla..." âyeti ve ondan sonraki âyetlerdir.el-Ahfeş der ki: Kör ve ...işitenin misali gibidir, anlamındadır. en-Nehhâs der ki: İfadenin takdiri şöyledir: Kâfir kesimin misali kör ve sağır gibidir. Mü’min kesimin misali ise işiten ve gören gibidir. Bundan dolayı

"örnek olarak ikisi eşit olurlar mı?" dîye buyurmaktadır. Böylelikle burada iki kesimin eşitsizliğinden söz edildiği ortaya çıkmaktadır. Bu anlamdaki bir açıklama Katade'den ve başkalarından da rivâyet edilmiştir. Ed Dahhâk der ki: Kör ve sağır kâfirin misali, işiten ve gören de mü’minin misalidir.

Şu anlamda olduğu da söylenmiştir: Hiç kör ile gören ve hiç sağır ile işiten eşit olur mu?

"örnek olarak" lâfzı temyiz olarak nasbedilmiştir.

"Hâlâ" bu iki örnek ve nitelikleri hakkında

"İyice düşünmez" ve bunlar üzerinde dikkatle durmaz

"mısınız?"

25

Yemin olsun Biz, Nûh'u kavmine göndermiştik: "Şüphesiz ki ben sizin İçin apaçık bir uyarıcıyım.

"Yemin olsun Biz, Nûh'u kavmine göndermiştik." Yüce Allah önceki peygamberlerin kıssalarını Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem)e hatırlatmaktadır. Bu da onun kâfirlerin eziyetlerine karşı -Allah onların eziyetlerini ondan bertaraf edeceği vakte kadar- sabra devam etmesine dikkatini çekmek içindir.

"Şüphesiz ki ben" âyeti onlara: Şüphesiz ki ben ... dedi demektir. Çünkü "irsal (elçi, peygamber göndermek") de "demek" anlamı vardır.

İbn Kesîr,Ebû Amr ve el-Kisaî "hemze"yi üstün olarak; diye okumuşlardır.Yani; Biz, onu şüphesiz ki ben sîze apaçık bir uyanayım, demek üzere gönderdik anlamını verir. Burada, denilmeyişinin sebebi ise ansalımın gaibten, Hazret-i Nûh'un kavmine hitaba yönelmesinden dolayıdır. Nitekim yüce Âllalv. "Bir de ona levhalarda herşeye ait bir öğüt ve herşeye dair açıklamayı yazdık" diye buyurduktan sonra: "Haydi bunları kuvvetle al" el A'raf, 7/145) buyurması da bu türdendir.

26

"Allah'tan başkasına ibadet etmeyin. Gerçekten ben sizin için acıklı bir günün azabından korkuyorum" demişti.

"Allah'tan başkasına İbadet etmeyin." Yani putları bırakın, artık onlara tapmayın. Yalnızca Allah'a itaat edin.

" Şüphesiz ki ben" ifadesinde "hemze"yi esreli olarak okuyan, geçen emri ifadede ara cümlesi olarak kabul eder. Biz onu Allah'tan başkasına ibadet etmeyin, desin diye gönderdik, anlamındadır.

"Gerçekten ben sizin için acıklı bir günün azabından korkuyorum, demişti."

27

Bunun üzerine kavminden kâfirlerin İleri gelenleri dediler ki: "Biz senin ancak kendimiz gibi bir İnsan olduğunu görüyoruz ve içimizden ancak ayak takımı kimselerin işin başından, düşünmeden sana tabi olduklarını görüyoruz. Sizin bize karşı üstün bir tarafınızı da görmüyoruz. Hatta biz sizi yalancı sanıyoruz."

Bu âyete dair açıklamalarımızı dört başlık halinde sunacağız.

1- İleri Gelenlerin Tavırları;

Yüce Allah'ın:

"Bunun üzerine kavminden kâfirlerin ileri gelenleri dediler ki" âyetindeki

"ileri gelenler" anlamı verilen

"el-mele'" ile ilgili olarak Ebû İshak ez-Zeccâc der ki: Bunlardan kasıt başkanlar ve ele başılardır,Yani bunlar söyledikleriyle dolup, taşan kimseler demektir. Bu husus gerek Bakara Sûresi'nde (2/246. âyetin tefsirinde), gerekse de başka yerlerde geçmiş bulunmaktadır.

"Biz seni ancak kendimiz gibi bir İnsan" Âdemoğullarından birisi

"olduğunu görüyoruz." Bu âyetteki;

"Kendimiz gibi," ifadesi hal olarak nasbedilmiştir. Bu kelime marifeye izafe edilmiştir. İzafe olunan kelime ise nekredir ve takdiri olarak tenvînli kabul edilir. Şairin şu mısraında olduğu gibi:

"Kadınlar arasında senin gibi rahat geçime aldanmış niceleri vardır ki.,."

2. Büyüklük Taslayan İleri Gelenlerin Îman Edenlere Dair Yanlış Değerlendirmeleri:

Yüce Allah'ın:

"Ve içimizden ancak ayak takımı kimselerin.., sana tabi olduklarını görüyoruz" âyetindeki; "Ayak takımı" kelimesi in çoğuludur. Bu da; in çoğuludur. Tıpkı; "Köpek, köpekler ve pek çok köpekler" lâfzındaki gibi.

Bu kelimenin; in çoğulu olduğu da söylenmiştir. Tıpkı; "Kara yılanlar" kelimesinin; "Kara yılan"ın çoğulu olduğu gibi. ise adi, bayağı aşağılık kimse anlamına gelir.

Onlar bu sözleriyle sana bizim değersizlerimiz, ayak takımımız ve seviyesi düşük kimselerimiz tabi oldular, demek istemişlerdir.ez-Zeccâc derki: Onlar bu kimselerin dokumacı olduğunu ifade ederek küçük görmüşlerdi. Halbuki icra edilen mesleklerin dine bağlılıkta hiçbir etkisinin olmadığını bilmediler.

en-Nehhâs der ki; Buradaki ayak takımından kasıt fakir ve yüksek mevki sahibi olmayan, meslekleri düşük olan kimselerdir. Hadîs-i şerîfte ise "onlar dokumacı ve hacamatçı kimseler idiler" Hadis olarak tesbit edemedik. denilmektedir.

Bu ifadeleri onların cahilliklerini ortaya koyuyordu, çünkü onlar bu sözleriyle hiç de ayıp ve kusur olmayan bir şeyi peygamber için ayıplayıcı bir husus olarak görmüşlerdi. Zira peygamberlerin -Allah'ın salat ve selamlan üzerlerine olsun- görevi apaçık delil, belge ve mucizeleri getirmektir. Yoksa onlar şekil ve konumlan değiştirmekle yükümlü değildiler. Ayrıca peygamberler bütün insanlara gönderilir. O bakımdan eğer insanlar arasında aşağı kabul edilenler İslâm'a girecek olurlarsa, bundan dolayı peygamberler için eksiklik söz konusu olmaz. Zira peygamberler insanlar arasından İslâm'a giren herkesin müslüman olduğunu kabul etmekle yükümlü idiler.

Derim ki: Burada sözü edilen "ayak takımı" kimseler fakirler ve güçsüzlerdir. Nitekim Herakliyus, Ebû Süfyan'a şöyle sormuştu: İnsanların eşrafı mı ona uyuyor, yoksa zayıfları mı? Ebû Süfyan; Hayır zayıfları deyince, Herakliyus: İşte peygamberlere tabi olanlar bunlardır..." demişti.' Herakliyus'un Hazret-i Peygamber'in İslâm'a davet eden mektubunu alması üzerine, oralarda bulunan Ebû Süfyan'a sorduğu pek çok soruyu ve Ebû Süfyan’ın verdiği cevaplan ihtiva eden bu hadis için bk. Buhâri, Bed'u’l-Vahy 6, Cihâd 102, Tefsir 3. süre 4; Müslim, Cihad 14:Müsned, I, 262, III, 441.

İlim adamlarımız derler ki: Bu şekildeki tepkinin sebebi başkanlık duygusunun soyluları kuşatmış olması ve bundan uzaklaşmanın zorluğu, başkanına itaat ve boyun eğmeyi de gururlarına yedirmeyişleriydi. Fakir kimseler için ise bu engeller yoktur, o bakımdan fakir kimse bu çağrıyı kabul edip itaate girmekte elini çabuk tutar. Dünyada insanların çoğunlukla görülen hali de işte budur.

3- Gerçek "Ayak Takımı ve Aşağılık Kimseler"

İlim adamları gerçekten "aşağılık" kimselerin tayini hususunda farklı görüşlere sahibtirler. İbn Mübarek'in, Süfyan'dan naklettiğine göre ayak takımı kimseler değişik eğlencelerle emîr ve prensleri karşılayan, hakimlerin ve sultanların kapılarına giderek onların şahitiîklerini İsteyen kimselerdir.

Sa'leb, İbnu'l-Arabî'den şöyle dediğini nakletmektedir: Ayak takımı, aşağılık kimseler dinlerini feda ederek, dünyalık yiyen kimselerdir. Bu sefer ona: Peki aşağılıkların da aşağılığı olan kimseler kimlerdir? denilince şu cevabı verir: Onlar da başkalarının dünyalarını, kendi dinlerini ifsad ederek düzelten kimselerdir.

Ali (radıyallahü anh)a aşağılık ve ayak takımı kimselere dair soru sorulunca, şu cevabt verir: Bunlar bir araya gelip toplandıkları vakit kalabalıklarıyla üstünlük sağlayan kimselerdir. Dağıldıkları vakit ise hiçbir şekilde tanınmayanlardır.

Malik b. Enes(radıyallahü anh)'e de: Ayak takımı kimseler kimlerdir? diye sorulunca, o da: Ashab-ı Kiram'a şovenlerdir, cevabını verir.

İbn Abbâs(radıyallahü anh)dan rivâyete göre, aşağılık kimseler dokumacılar ve hacamat yapanlardır. Yahya b. Eksem der ki: Araplardan olmayan debbağ ve Gerek buradaki gerekse biraz sonra gelecek olan rivâyette ve benzerlerinde sözkonusu edilen sosyal mevki ve konulara göre şahıslar hakkındaki değerlendirmeler; İslâm'ın, üstünlüğün biricik ölçüsü olarak takvayı kabul eden ilkesiyle bağdaşına maktadır. Bu gibi yargılan, zaınan ve mekânla sınırlı bir takım değerlendirme ve itibarlar olarak düşünmek gerekir. Bunların îslâıriî bir değerlendirme olarak algılanmalarına imkan yoktur. çöpçülerdir.

4. Câhili Konumlara itibar Edişin Sonucu: Yanlış Değerlendirmeler:

Bir kadın kocasına: Ey aşağılık kişi diyecek olsa, koca da: Eğer ben aşağılık kimselerden isem, sen de benden boş ol dese, en-Nekkaş’ın naklettiğine göre böyle bir kişi Tirmizî'ye gelib: Hanımım bana ey aşağılık kişi, dedi. Ben de: Eğer ben aşağılık bir kişi isem sen de benden boş ol, diye cevab verdim deyince,Tirmizî ona: Sanatın ne? diye sormuş, o da: Balıkçıyım, deyince Tirmizî ona; Allah'a yemin olsun öylesin, Allah'a yemin olsun öylesin, dîye cevab vermiş.

Derim ki: Ancakİbnu'l-Mübarek'in, Süfyan'dan naklettiğine göre hanımı ondan boş olmaz. Malik'in görüşüne göre de böyledir. Bedevi bir kimsenin oğlu ise, ona herhangi bir şey düşmez.

Yüce Allah'ın:

"İşin başından düşünmeden" ifadesi zahiren, görünürdeki halleri anlamındadır. Onların bâtınları ise böyle değildir, demektir. Nitekim bir şey açığa çıkıp göründüğü zaman; fiili kullanılır. Şair şöyle demektedir:

"İşte bugün bakanlara göründükleri zaman..."

Düzlük, çöl araziye de, açıkça ortada göründüğünden dolayı "bâdiye" denilir. " Şu işi yapmam görüşüne sahib oldum."Yani öncekinden farklı bir görüşüm ortaya çîktı, demektir. el-Ezherî der ki: Bu ifadenin manası; gördüğümüz kadarıyla durum böyledir, demektir. Bununla birlikte; "İşin başından düşünmeden," ifadesinin; Başladı, başlar"dan gelmesi ve hemzesinin hazfedilmiş olması da mümkündür Nitekim Ebû Amr hemzeyi tahkik ile diye okumuştur ki, bu da işin başından, düşünmeden görüş sahibi olmak demektir. Yani onlar daha görür görmez sana tabi oldular, halbuki iyice düşünecek ve dikkat edecek olsalardı, sana uymazlardı. Ancak burada bunun hemzeli okunuşuyla, hemzenin terkedilmcsi hallerinde anlam farkı olmaz. İlk kelimenin nasb ile okunması ise yüce Allah'ın şu âyetinde olduğu gibi; " de, da" edatının hazfı dolayısıyladır:

"Mûsa kavminden... seçti." (el-A'raf, 7/155) âyetinde olduğu gibi.

"Sizin bize karşı üstün bir tarafınızı da görmüyoruz." Yani sizin ona uyma suretiyle bize üstünlüğünüzü de görmüyoruz. Bü da, onların Hazret-i Nûh'un peygamberliğini inkâr ettikleri anlamındadır.

"Hatta biz sizi yalancı sanıyoruz."Burada hitap Hazret-i Nûh'a ve onunla birlikte îman edenleredir.

28

Dedi ki: "Ey kavmim! Bana haber verin. Şayet ben Rabbimden apaçık bir delil üzerinde isem ve O bana katından bir rahmet vermiş, bunlar size gizli kalmışsa; siz onu istemediğiniz halde, onu size zorla mı kabul ettireceğiz?

"Dedi ki; Ey kavmim! Bana haber verin. Şayet ben Rabbimden apaçık bir delil" -Ebû İmrân el-Cûnî'nin dediğine göre- kesin bir bilgi (yakîn.)

"üzerinde isem..." Buradaki delilin mucize anlamına geldiği de söylenmiştir. Bu anlamdaki açıklamalar daha önce el-En'âm Sûresinde (6/57. âyetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır.

"Ve O, bana katından bir rahmet"İbn Abbâs'tan nakledildiğine göre nübüvvet ve risalet

"vermiş..." Çünkü nübüvvet ve risalet insanlara bir rahmettir. Bunun kesin delil ve burhanlarla Allah'a iletmek ve hidayet anlamında olduğu söylendiği gibi, îman ve İslâm diye de açıklanmıştır.

"Bunlar size gizli kalmışsa" yani risalet ve hidayet sizin için gözlerinizin körlüğü sebebiyle anlaşılmamış ve bunları kavrayamamış iseniz... demektir. Mesela; "Filan şey benim için muamma oldu(gizli, saklı kaldı)" İfadesi; onu anlayamadım, kavrayamadım demektir.

Burada âyetin; ... ve eğer siz bu rahmeti farkedememiş, anlayamamış İseniz.,, demektir. İfadenin maklub olduğu da söylenmiştir. Çünkü rahmetin muamma olması söz konusu değildir. Ona karşı kör olunduğu için görülmemesi söz konusudur. Bu da bir kimsenin... başımı fes'e soktum ve ayakkabı ayağıma girdi, demek kabilindendir. el-A'meş,Hamza ve el-Kisaî "ayn" harfini ötreli, "mim" harfini şeddeli olarak meçhul' bir fiil şeklinde; "Gizli bırakılmışı sa).' diye okumuşlardır. Bu da Allah bu rahmeti sizin için muamma haline getirmiş, siz onu görememişseniz demek olur. Nitekim Ubeyy'in kıraatinde de; "Allah onu sizin için muammalaştırmış ise..." şeklindedir ki bu kıraati el-Maverdî nakletmektedir.

"Siz onu istemediğiniz halde onu size zorla mı kabul ettireceğiz?" Âyetindeki "onu" zamirinden kastın "Allah'tan başka ilâh olmadığY'na dair şehadet olduğu söylenmiştir. Bir diğer görüşe göre zamir, rahmete rad'dir. Bunun "apaçık delil"e raci olduğu da söylenmiştir. Yani biz sizi onu kabul etmeye zorlayalım ve ben sizi onu kabul etmeye mecbur edeyim mi? demektir. Bu ise inkâr anlamını taşıyan bir istifhamdır.Yani ben sizi bunu bilip kabul etmek zorunda bırakamam, buna mecbur etmeye imkânım yoktur. Nûh (aleyhisselâm) bu sözleriyle onlara cevab vermek İstemiştir.

el-Kisaî veel-Ferrâ'' "Onu size zorla mı kabul ettireceğiz?" âyetinin birinci "mim'inin tahfif için sakin okunduğunu nakletmişlerdir. Sîbeveyh bu gibi okuyuşları câiz kabul eder ve buna dair şu beyiti örnek olarak gösterir:

"Artık ben bugün (şarabı) içiyorum; bundan dolayı da Allah'a karşı

Günahkâr olduğumu da kabul etmiyorum, çağırılmadığım halde onu içen birisi de değilim."

en-Nehhâs der ki: Yûnus'un görüşüne göre Kur'ân-ı Kerîm'in dışında şeklinde kullanılması da mümkündür. Bu durumda zamir de açıkça zikredilmiş gibi olur ve: "Biz sizi buna mecbur mu edeceğiz?" demeye benzer.

"Siz onu istemediğiniz halde..."Yani siz onu istemezken, onu kabul etmeniz söz konusu olamaz. Katâde der ki: Allah'a yeminederim ki eğer Allah'ın peygamberi Nûh (aleyhisselâm) güç yetirebilseydi, onları bunu kabul etmeye zorlar ve mecbur ederdi. Fakat onun böyle bir imkanı yoktu.

 

 

 

 

Ana Sayfa (Kur'an-ı Kerim) Aynı Pencere

Geri

 

(T :  M : 1273  H : 671)

 

KURTUBÎ TEFSÎRİ - (TÜRKÇE)

 

MÂLİKÎ

 

İleri

Sayfayı Büyüterek Aynı Pencerede Aç