41Ağırlıklı ve ağırlıksız olarak Savaşa çıkın. Ve Allah yolunda mallarınızla, canlarınızla cihad edin. Eğer bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır. Bu âyete dair açıklamalarımızı yedi başlık halinde sunacağız: 1. et-Tevbe Sûresi'nden İlk Nâzil Olan Bölümler: Süfyan, Husayn b. Abdurrahman'dan, o, EbûMâlik el-Gıfarî'den şöyle dediğini rivâyet etmektedir; Tevbe Sûresi'nden ilk nâzil olan; "Ağırlıklı ve ağırlıksız olarak Savaşa çıkın" âyetidir. Ebû'd-Duha da böyle demiştir. (Ayrıca) dedi ki: Sonra onun ilk bölümleri, daha sonra da sonraki bölümleri nâzil oldu. 2. Savaşa "Ağırlıklı ve Ağırlıksız Çıkma"nın Anlamı: Yüce Allah'ın: "Ağırlıklı ve ağırlıksız olarak Savaşa çıkın" âyetindeki;" Ağırlıklı ve ağırlıksız olarak" ifadesi hal olarak nasb edilmiştir. Bunun açıklaması ile ilgili on görüş vardır: 1- İbn Abbâs'dan nakledildiğine göre, yüce Allah'ın: "Küçük küçük birlikler halinde Savaşa çıkın" (en-Nisa, 4/71) âyetini birbirinden ayrı askeri birlikler halinde Savaşa çıkın diye açıklamıştır. 2- Yine İbn Abbâs ve Katade'den gönül hoşluğuyla isteyerek ve İstemiyerek diye açıkladıkları rivâyet edilmiştir. 3- Ağırlıksızdan kasıt zengin, "ağırlıklı"dan kasıt da fakirdir, denilmiştir. Bu açıklamayı Mücahid yapmıştır. 4- "Ağırlıksız"dan kasıt genç, "ağırlıklıdan kasıt da yaşlıdır. Bu açıklamayı da el-Hasen yapmıştır. 5- Zeyd b. Ali ve el-Hasen b. Uteybe meşgaleniz bulunsun yahut bulunmasın diye açıklamışlardır. 6- Ağırlıklıdan kasıt bakmakla yükümlü olduğu çoluk-çocuğu bulunan, ağırlıksız da çoluk çocuğu bulunmayan kimse demektir. Bu açıklamayı da Zeyd b. Eslem yapmıştır. 7- Ağırlıklıdan kasıt, bir kimsenin bırakmak istemediği ve bırakması halinde de zarar göreceği varlığı bulunan, ağırlıksızdan kasıt ise böyle bir varlığı bulunmayan kimse demektir. Bu açıklamayı daibn Zeyd yapmıştır. 8- Ağırlıksızdan kasıt piyadeler, ağırlıklıdan kasıt da süvarilerdir. Bu açıklamayı da el-Evzaî yapmıştır. 9- Ağırlıksızdan kasıt, ordunun öncü birlikleri olarak Savaşa öncelikle katılanlar, ağırlıklılardan kasıt ise ordunun tamamıdır. 10- Ağırlıksızdan kasıt kahraman kimse, ağırlıklıdan kasıt ise korkak kimsedir. Bu açıklamayı da en-Nekkâş nakletmiştir. Âyet-i kerimenin anlamı ile ilgili doğru açıklama da şudur: İnsanlar toptan Savaşmakla emr olunmuşlardır. Yani, Savaş kastı ile hareket size ister ağır gelsin, ister hafif gelsin topluca Savaşa çıkınız demektir. Rivâyete göre İbn Um Mektum Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın huzuruna gelmiş ve: Benim Savaşa çıkmak görevim var mıdır diye sorunca, Hazret-i Peygamber de: "Evet" diye buyurdu. Daha sonra da yüce Allah'ın: "Ama'ya (Savaşa çıkmamak hususunda) vebal yoktur" (el-Feth, 48/17) âyeti nâzil oldu. Bütün bu açıklamalar aslında; "ağırlıklı ve ağırlıksız oluş" hususunda örnek sunmak kabilindedir. 3. Âyet Mensuh mu? Bu âyet-i kerimenin hükmü hususunda farklı görüşler vardır. Bunun, yüce Allah'ın: "Zayıflara, hastalara... bir günah yoktur" (et-Tevbe, 9/91) âyeti ile nesh olduğu söylendiği gibi, bu âyet-î kerimeyi nesh edenin: "Onların herbir topluluğundan bir kesim de... kalmalı değil miydi" (et-Tevbe, 9/122) âyeti olduğu da söylenmiştir. Ancak, doğrusu bu âyet-i kerimenin nesh olmadığıdır. İbn Abbâs, EbûTalha'dan yüce Allah'ın: "Ağırlıklı ve ağırlıksız olarak Savaşa çıkın" âyeti hakkında; genç ve yaşlılar olarak çıkın. Allah bu hususta hiçbir kimsenin mazeretini kabul etmemiştir; dediğini rivâyet etmektedir. Bunun üzerine Şam'a çıkıp gitmiş ve vefat edinceye kadar cihad etmişti. Yüce Allah ondan razı olsun. Hammâd da Sabit ile Ali b. Zeyd'den, o, Enes'den rivâyet ettiğine göre Ebû Talha, Tevbe Sûresi'ni okumaya başlamış ve şu: "Ağırlıklı ve ağırlıksız olarak Savaşa çıkın" âyetine gelince, ey oğullarım, demiş. Haydi beni Savaşa çıkmak üzere donatın, beni donatın, demiş. Oğulları ona: Allah sana merhamet ihsan etsin. Sen Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)ile birlikte vefat edinceye kadar gazada bulundun. Ebû Bekir ile vefat edinceye kadar, Ömer'le de vefat edinceye kadar gazada bulundun. Senin yerine biz gazaya gideriz, dediyseler de o: Hayır beni donatınız, demişti. Bunun üzerine bir deniz Savaşına katıldı ve denizde öldü. Kendisini gömecekleri bir adaya ancak yedi gün sonra ulaşabildiler. Onu orada defnettiler. Cesedinde hiçbir değişiklik olmamıştı. Tahen de Hıms'da el-Mikdâd b. el-Esved’i sarraflardan birisinin sandığı (kasası) üzerinde oturmuş ve şişmanlığından dolayı da bu kasanın üzerinden taşmış olduğu halde, Savaş için hazırlanırken gören kimselerden isnadını kaydederek; ona: Allah senin mazeretin dolayısıyla Savaşa katılmamana izin vermiştir, denilince o: "Ağırlıklı ve ağırlıksız olarak Savaşa çıkın" âyetinin içinde yer aldığı, Savaşa akan birliklerin sözkonusu edildiği sûreyi okumuş bulunuyorum, diye cevap vermişti. ez-Zührî de der ki:Said b. el-Müseyyeb gözlerinden birisi kör olduğu halde gazaya çıktı. Kendisine: Sen hastasın denilince, o da şöyle cevap vermişti: Allah ağırlıklı olanın da ağırlıksız olanın da Savaşa çıkmasını istedi. Savaşmak imkânını bulamasam dahi, müslümanların sayısını artırırım, geride bırakacakları eşyalarını korurum. Yine rivâyet olunduğuna göre Savaşçılardan birisi, Şam'daki gazalardan birisinde bir adamın yaşlılıktan ötürü kaşlarının gözleri üzerine çöktüğünü görmüş, ona: Amcacığım Allah seni mazur görmüştür deyince, ona: Yeğenim, biz ağırlıklı ve ağırlıksız olarak Savaşa çıkmakla emrolunduk, diye cevap vermiştir. İbn Um Mektum -Allah ondan razı olsun; ki ismi Amr'dır- Uhud günü şöyle demişti: Ben, gözü görmeyen bir kimseyim. O bakımdan sancağı bana testim ediniz. Çünkü sancağı taşıyan geri dönecek ve kaçacak olursa ordu da bozguna uğrar. Ben ise kimin kılıcıyla üzerime geldiğinin farkına varamam. O bakımdan da yerimden ayrılmam. Ancak, önce de Âl-i İmrân Sûresi'nde(3/152. âyetin tefsirinde) geçtiği üzere müslümanların sancağını ogün Mus'ab b. Umeyr almıştı. İşte bu ve buna benzer ashâb-ı kiram ve tabiînden gelen rivâyetler dolayısıyla bu âyet hakkında nesh iddiasının sahih olamayacağını söyledik. Diğer taraftan herkesin Savaşa çıkmasını gerektiren bir durumun varlığı da sözkonusu olabilir ki, bunu da bir sonraki başlıkta ele alacağız. 4. Topyekûn Savaş: Topyekûn Savaş düşmanın İslâm topraklarının bir bölümüne galip gelmesi, yahut da müslüman topraklarının içlerine girmesi suretiyle cihadın farz-ı ayn olması halinde sözkonusu olur. Bu durum ortaya çıkacak olursa, o bölgede yaşayan ağırlıklı ağırlıksız, genç yaşlı herkesin kendi gücü oranında Savaşa çıkması vacib (farz) olur. Babası bulunan kimsenin babasından izin almasına gerek olmaksızın çıkar, babası olmayan da Savaşa çıkar. Çıkmaya gücü yeten ister Savaşabilecek kimse olsun, isterse Savaşçıların sayısını artırmak şeklinde olsun hiçbir kimse Savaştan geri kalamaz. Eğer o bölge halkı düşmanlarına karşı koymaktan âciz düşecek olurlarsa onlara yakın ve komşu olanların da o belde halkının yükümlülüğünün aynısı ile Savaşa çıkmaları gerekir. Ve bu husus onların düşmana karşı durabilecek ve kendilerini sallallahü aleyhi ve sellemunabilecek hale geldiklerini bilinceye kadar böylece devam eder. Düşmanlarına karşı zayıf olduklarını bilen ve kendilerine yetişip de onları kurtarabilme imkânını elde edeceğini zanneden herkesin de onlarla birlikte Savaşmak üzere yanlarına gitmesi gerekir. Çünkü bütün müslümanlar kendilerinin dışında kalanlara karşı tek bir eldirler. Düşmanın girip istila ettiği bölge halkı düşmana karşı gerekli savunmayı yapabilip düşmanı safdışı bıraktığı takdirde, bu cihad farzı da diğerlerinden sakıt olur. Eğer düşman dar-ı İslama yaklaşıp da oraya girmeyecek olursa, yine o bölge müslümanlarının düşmana karşı çıkmaları gerekir. Tâ ki Allah'ın dini üstün gelsin, İslâm diyan korunsun, himaye edilmesi gerekenler himaye edilsin ve düşman küçük düşürülsün. Bu hususta hiçbir görüş ayrılığı yoktur. Cihadın vacib olan bir diğer şekli de şudur: İslâm devlet başkanı olan İmâmın, her yıl bir defa düşmanın üzerine bir bölümü gaza yapmak üzere göndermesi farzdır. Bunlarla kendisi de ya bizzat çıkar yahut güvendiği kimseyi onlarla beraber gönderir. Bunu da onları İslâm'a davet etmek ve İslâm'a girmelerini teşvik etmek için yapar, onların eziyetlerini önlemek, onlar üzerinde Allah'ın dininin üstünlüğünü sağlamak kastıyla yapar. Bu da İslâm'a girinceye, yahut da elleriyle cizyeyi verecekleri vakte kadar böylece devam eder. Kimi cihad şekli de nafiledir. Bu da İmâmın ardı arkasına değişik kesimleri Savaşa göndermesi ve düşmanın gafil oldukları vakitlerde ve fırsat bulunacağı zamanlarda askerî birlikler göndermesi, saldırılarından korkulan yerlerde ribatlar ile onları gözetlemesi ve İslâm'ın gücünü izhar etmesi şeklindedir. Herkes görevini gereği gibi yerine getirmeyecek olursa, tek bir kişi ne yapar şeklindeki sorunun cevabı da bir sonraki başlıktadır. 5. Bir Kişinin Tek Başına Yerine Getirebileceği Yükümlülükler: Böyle bir soruya şu şekilde cevap verilir: Bu durumda kişi tek başına bir esirin fidyesini ödeyerek onu esirlikten kurtarır. Çünkü o,(müslüman) bir esirin fidyesini ödeyecek olursa, o tek kişi hakkında müslümanlar topluluğu arasında bir ferd olarak ödemesi gereken miktardan daha fazlasını ödemiş olur. Çünkü bütün zenginler esirlerin fidyesini aralarında paylaştıracak olurlarsa, onlardan herbirisinin ödeyeceği miktar bir dirhemi bile bulmaz. Yine böyle bir kişi bu durumda eğer gücü yetiyorsa bizzat gazaya çıkar. Aksi takdirde bir gaziyi donatır. Çünkü Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Her kim bir gaziyi donatırsa bizzat gazaya çıkmış gibidir. Her kim o gazinin aile halkını hayır ile gözetir (işlerini görür) ise o da gaza etmiş olur."Buhârî, Cihâd 38:Müslim, İmâre 135, 136;Ebû Dâvûd, Cihâd 20;Tirmizî, Fedâilu'l-Cihad 6;Nesâî, Cihâd, 44;Müsned, IV, 17, V, 193, 234. Bu hadisi sahih kaynaklar rivâyet etmişlerdir. Bunun böyle olmasının sebebi onun tek başına(bundan daha ileri) bir fayda sağlayamaması ve malının da (bütün ihtiyaçlara) yeterli gelememesidir. 6. Kâfirlerin Elindeki Esirlere ve Kâfirlerin İstilâsına Karşı Müslümanların Yükümlülüğü: Rivâyet edildiğine göre, hükümdarlardan birisi hiç bir esiri hapse atmamak üzere kâfirlerle antlaşmiş idi. Müslümanlardan bir kişi de kâfirlerin yurdundan içeri girmiş idi. Kapısı kilitlenmiş bir evin yanından geçerken bir kadın ona: Ben burada esirim, sen benim durumumu ilgili arkadaşına bildir diye seslenmiş. Bu adam o hükümdar ile bir araya gelip de ona yemek ikram edip karşılıklı konuştukları bir sırada nihayet bu ashâb edilen ve azap gören kadının durumunu anlam. Adam sözlerini tamamlar tamamlamaz hükümdar ayakları üzerine dikildi ve derhal gazaya çıktı. Sözü geçen o sınırdaki şehrin üzerine yürüdü, ashâb kadını kurtardı ve o yeri ele geçirdi -Allah ondan razı olsun-. Bu olayı İbnü'l-Arabî zikrettikten sonra şunları da söylemektedir: Düşman -Allah onun belini kırsın- 527 yılında bizim şehrimize hücum etti. Yurdumuzu istila etti, hayırlılarımızı ashâb aldı. Kalabalığının çokluğundan dolayı herkesi dehşete düşüren büyük sayıdaki askerleriyle ülkemizin tâ ortasına kadar geldi. Her ne kadar sayısının ne olduğu bildirilmediyse de sayılan çoktu. Ben, valiye de onun yönetimi altında bulunanlara da şöyle dedim: İşte Allah'ın düşmanı artık tuzağa ve ağa düşmüş bulunuyor. Haydi sizin de bir bereketiniz görülsün ve siz de sizin için mutlaka yerine getirilmesi gereken dinin yardımına koşmanız için sizde bir hareket olsun. Bütün insanlar hiçbir yerde hiçbir kimse kalmamak üzere düşmana karşı çıksın ve etralî iyice kuşatılsın. Allah bu konuda size kolaylık verecek olursa, kaçınılmaz olarak düşman helâk edilecektir. Ancak günahlar galip geldi ve masiyetlerle kalpler titredi. Her bir kişi komşusunun tuzağa düşürülmekte olduğunu görse dahi kendi inine çekilen bir tilki oluverdi. İnnâ lillah ve innâ ileyhi raciûn. Allah bize yeter, O ne güzel vekildir! 7. Canla ve Malla Cihad: "Ve Allah yolunda mallarınızla, canlarınızla cihad edin" âyeti ise, cihad emrini vermektedir. Cihad ise (çaba, gayret anlamına gelen): Cehd'den türemiştir. Ebû Dâvûd, Enes'den rivâyet ettiğine göre Resûlüllah(sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Müşriklerle mallarınızla, canlarınızla ve dillerinizle cihad ediniz."Ebû Dâvûd, Cîhad 18;Nesâî, Cihad 1; Dârimî, Cihâd 38; Müsned III, 124, 153, 251; ayrıca bk. Müsned, III, 456, VI, 387. İşte bu, cihadın Allah nezdindeki en mükemmel ve en faydalı şeklini açıklamaktadır. Bununla Hazret-i Peygamber en mükemmel nitelikleriyle cihada teşvikte bulunmaktadır. Mallarla cihadı öncelikle sözkonusu etmiştir. Çünkü cihad için gerekli hazırlıklar sırasında ilk harcanan, feda edilen şey odur. O bakımdan Hazret-i Peygamber bu cihad işinde sıralamayı göz önünde bulundurarak bu sıra ile sözkonusu etmiştir. 42Eğer yakın bir menfaat, orta yollu bir yolculuk olsaydı, elbette arkandan gelirlerdi. Fakat, bu kadar uzun bir mesafeyi katetmek onlara ağır geldi. "Gücümüz yetseydi herhalde biz de sizinle beraber çıkardık" diye Allah'a yemin edeceklerdir. Kendilerini helake sürüklüyorlar. Onların muhakkak yalancı olduklarını Allah biliyor. Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem) Tebûk gazvesinden döndükten sonra Allah bir takım kimselerin münafıklıklarını ortaya koydu. “Menfaat" dünya menfaatlerinden kişinin karşısına çıkan, arız olan şeyler demektir. Bunun anlamı, yakın bir mesafede elde edilecek ganimet... demektir. Yüce Allah, eğer onlar bir ganimet elde etmek için çağırılacak olsatardı mutlaka peygamberine tabi olacaklarını haber vermektedir. "Bir menfaat" kelimesi, "...di" kelimesinin haberi, "Yakın" da bu menfaatin sıfatıdır. "Orta yollu bir yolculuk" ifadesi ona atfedilmiştir....dı'nın isminin hazfedilmesi ise ifadenin ona delâlet etmesinden dolayıdır. İfadenin takdiri de şöyledir: Eğer davet olundukları(ki bu sözü geçen kâne: ...dı'nın ismidir) yakın bir menfaat ve orta yollu bir yolculuk -yani, yollan bilinen ve kolay bir yolculuk- olsaydı, elbette senin arkandan gelirlerdi. Burada belirttiğimiz gibi zamir ile kastedilenler münafıklardır. Çünkü onlar da Savaşa çıkmak emrine muhatap olan topluluk arasında idiler. Arap dilinde böyle bir kullanım vardır. Araplar önce bir topluluğu sözkonusu ederler, sonra da o topluluğun bir bölümüne ait zamir kullanırlar. Nitekim yüce Allah'ın: "Aranızdan ona uğramayacak hiçbir kimse yoktur" (Meryem, 19/71) âyetinde zamir ile kastedilenin kıyâmet olduğu söylenmiştir. Daha sonra yüce Allah: "Bundan sonra sakınanları kurtarırız. Zâlimleri orada dizleri üzerine çökmüş olarak terkederiz" (Meryem, 19/72) diye buyurmaktadır. Burada da yüce Allah "orada" ile cehennemi kastetmektedir. Sünnet-i seniyyeden mana itibariyle bu âyet-i kerimenin bir benzeri de Hazret-i Peygamberin: "Onlardan herhangi bir kimse yağlı bir kemik yahut da güzel iki koyun ayağı (paçası) bulacağını bilse, hiç şüphesiz yatsı namazında hazır bulunurdu"Buhârî, Ezan 29, Ahkâm 52; Muslin. Mesacid 251; Nesâî, İmâme 49;Dârimî, Salât 19;Muvatta’'', Salâtu'l-Cemâa 3;Müsned 244, 376... âyetidir. Şunu söylemek istiyor: Eğer onlardan herhangi birisi peşinen ele geçireceği ve hazırda bulunan bir şey bulunduğunu bitecek olsa, bu maksatla şüphesiz mescide gelirdi. "Fakat bu kadar uzun bir mesafeyi katetmek onlara ağır geldi." Ebû Libeyde ve başkaları, "uzun mesafe" anlamındaki "eş-Şukka" kelimesinin uzak bir yere yolculuk yapmak demek olduğunu nakletmişlerdir. Bütün bunlarla kastedilen Tebûk gazvesidir.el-Kisaî'nin naklettiğine göre bu kelime, "şukka" ve "şikka" şekillerinde de kullanılır. el-Cevherî der ki: Ötreli olarak "şukka" söyleyişi elbiseler hakkında kullanılır Yine aynı kelime uzak yolculuk demektir. Kimi zaman bu kelime "şikka" şeklinde de kullanılır. Bu kullanılış tahta yahut kereste gibi şeylerden çıkan ince parçalar, kıymıklar anlamında da kullanılır. Kızmış bir kimse için;"( izi, o)Alabildiğine kızdı ve ondan bir şikka (kızgınlık alevi) uçtu" denilir. "Gücümüz yetseydi" yani, eğer bizim de binek ve mal sahibi olabilecek kadar elverişli durumumuz olsaydı "herhalde biz de sizinle beraber çıkardık diye Allah'a yemin edeceklerdir." Burada sözü geçen "güçyetirme"nin bir benzeri de şu âyette yer almaktadır: "Ona bir yol bulabilenlerin Beyt'i haccetmesi Allah'ın insanlar üzerindeki bir hakkıdır." (Âl-i İmrân, 3/97) Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bunu açıklayarak: "(Güç yetirebilmek) azık ve binektir" diye buyurmuştur. Tirmizî, Hacc 4, Tefsir 3. sûre 6, 63. sûre 5; İbn Mâce, Menasik 6. Buna dair açıklamalar daha önceden geçmiş bulunmaktadır. "Kendilerini" yalan ve münafıklıkla "helake sürüklüyorlar." Bu şekilde mazeret göstermelerinde "onların muhakkak yalancı olduklarını Allah biliyor." 43Allah affetsin seni. Doğru söyleyenler senin için belli oluncaya ve sen yalancıları bilinceye kadar niçin onlara İzin verdin? Yüce Allah'ın; "Allah affetsin seni... niçin onlara izin verdin" âyetinin yeni bir söz başlangıcı olduğu söylenmiştir. "Allah seni ıslah etsin, seni aziz kılsın, sana rahmet buyursun. Şu şu oldu" demeye benzer. Bu açıklamaya göre yüce Allah'ın: "Allah affetsin seni" anlamındaki; âyeti üzerinde vakıf (durak) yapmak güzel olur. Bunu Mekkî, el-Mehdevî veen-Nehhâs nakletmiştir. Yüce Allah, Hazret-i Peygamber'e korku ve sabırsızlıktan dolayı kalbi rahatsızlanmasın diye günahını sözkonusu etmeden affettiğini haber vermektedir. Anlamın şöyle olduğu da söylenmiştir; Onlara izin vermekten ötürü günahını Allah affetmiştir. O takdirde bu âyet üzerinde vakfetmek güzel olmaz. Bunu da el-Mehdevî nakletmiş, en-Nehhâs da bunu tercih etmiştir. Burada sözü geçen "izin" ile ilgili iki görüş ileri sürülmüştür. Birinci görüşe göre seninle birlikte Savaşa çıkmaları hususunda "niçin onlara izin verdin" demektir. Çünkü onların gerekli hazırlıkları yapmaksızın ve samimi bir niyetleri bulunmaksızın Savaşa çıkışları bir bozgunculuk (fesat )dır. İkinci görüşe göre ise, onlar bir takım mazeretler ileri sürünce, oturmaları için "niçin onlara izin verdin" anlamındadır. Bu iki açıklamayı el-Kuşeyrî sözkonusu ettikten sonra şöyle der: Bu, oldukça lütufkârane bir sitemdir. Çünkü "Allah affetsin seni" diyerek başlamıştır. Hazret-i Peygamber de bu hususta nâzil olmuş bir vahiy bulunmaksızın onlara izin vermişti. Katade ve Amr b. Meymun derler ki: Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem) emrolunmaksızın iki iş yapmıştır: Birisi kendisiyle birlikte Savaşa çıkmayıp geride kalmaları için münafıklardan bir kesime izin vermesi, halbuki vahiy olmaksızın herhangi bir iş yapmaması gerekirdi. Diğeri ise, (Bedir) esirlerinden fidye almasıdır. İşte Kur'ân-ı Kerîm'in ilgili âyetinde duyduğunuz şekilde bundan dolayı Allah ona serzenişte bulunmuştur. Bazı âlimler de şöyle demektedirler: Hazret-i Peygamberin acele edip yaptığı bu işler, evlâ olanı terketmekten ibaretti. O bakımdan yüce Allah sitem şeklindeki hitaptan önce onu affettiğini belirtmektedir. "Doğru söyleyenler senin için belli oluncaya ve sen yalancıları bilinceye kadar..." âyeti de, ileri sürdüğü mazeretinde doğru söyleyen ile münafıklık edeni birbirinden ayırt edinceye ve açıkça ortaya çıkıncaya kadar...demektir. İbn Abbâs der ki: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) o gün münafıkları şahıslarıyla tanımıyordu. et-Tevbe Sûresi'nin nüzulünden sonra şahıslarıyla onları tanımış oldu. Mücahid der ki: Bunlar: Cihada çıkmayı; oturmak hususunda izin istiyelim. Bize izin verirse otururuz. İzin vermeyecek olsa bile yine otururuz, diyen kimselerdi . Katade de der ki: Yüce Allah bu âyet-i kerimeyi en-Nûr Sûresi'nde yer alan: "Bazı işleri için senden izin istediklerinde onlardan kime istersen izin ver"(en-Nûr, 24/62) âyeti ile nesh etmiştir. Bunuen-Nehhâs, "Meâni'l-Kur'ân" adlı eserinde zikretmektedir. 44Allah'a ve âhiret gününe Îman edenler mallarıyla, canlarıyla cihad etme(me) konusunda senden izin İstemezler. Allah takva sahiplerini çok iyi bilendir. "Allah'a ve âhiret gününe îman edenler" oturmak ve cihada çıkmamak hususunda "...senden İzin istemezler." Aksine bunlar, kendilerine herhangi bir hususu emredecek olursan, hemen onu yerine getirmeye çalışırlar. 45Ancak Allah'a ve âhiret gününe îman etmeyen, kalpleri şüpheye düşüp de kendileri şüphelerinin İçinde bocalayıp duran kimseler senden izin isterler. İşte böyle bir zamanda mazereti bulunmaksızın Savaşa çıkmamak üzere izin istemek, münafıklığın alâmetlerinden idi. Bundan dolayı yüce Allah: "Ancak Allah'a ve âhiret gününe îman etmeyen, kalpleri şüpheye düşüp de kendileri şüphelerinin İçinde bocalayıp duran kimseler senden İzin İsterler" diye buyurmaktadır. Ebû Dâvûd,İbn Abbâs'tan şöyle dediğini rivâyet eder: "Allah'a ve âhiret gününe îman edenler... senden izin İstemezler" âyetini, en-Nûr Sûresi'nde yer alan: "Mü’minler ancak o kimselerdir ki onlar Allah'a ve Resülüne îman ederler... Muhakkak Allah mağfiret edendir, Rahîmdir" (en-Nûr, 24/62) âyeti nesh etmiştir. Ebû Dâvûd, Cihad 159. "Cihad etme(me)"âyeti, ez-Zeccâc'a göre takdiri ile nasb mahallindedir. (Bu takdire göre anlam: Cihad etme(me) hususunda senden izin istemezler, şeklinde olur). İfadenin takdirinin: "Cihad etmekten hoşlanmadıkları için..." şeklinde olduğu da söylenmiştir. Yüce Allah'ın: " Allah yanılırsınız(yanılmayasınız) diye size açıklıyor" (en-Nisa, 4/176) âyeti gibi. "Kalpleri" din hususunda "şüpheye düşüp de kendileri şüphelerinin İçinde bocalayıp duran" yani, şüpheleri içinde gidip gelen, kararsız kalan "kimseler senden izin isterler." 46Eğer onlar çıkmak İsteselerdi elbet bunun için bir hazırlık yaparlardı. Fakat Allah onların çıkmalarını çirkin gördü de kendilerini alıkoydu ve: "Oturanlarla beraber oturun" denildi. "Eğer onlar çıkmak isteselerdi elbet bunun için bir hazırlık yaparlardı" yani, cihada çıkmak isteselerdi yolculuk için gerekli hazırlıkları yaparlardı. İşte onların hazırlık yapmayışlan Savaştan geri kalmak istediklerinin delilidir. "Fakat Allah onların" seninle birlikte cihada "çıkmalarını çirkin gördü de kendilerini" seninle birlikte çıkmaktan "alıkoydu" ve onların, senin yardımına koşmalarına fırsat vermedi. Çünkü onlar şöyle demişlerdi: Eğer oturmak için bize izin vermeyecek olursa, biz de mü’minler aleyhine başkalarını kışkırtır ve fesat çıkartırız. Buna da bundan sonra: "Eğer onlar sizinle birlikte çıksalardı, sizde şer ve fesadı artırmaktan başka birşey yapmazlar... de" (et-Tevbe, 9/47) âyeti delil teşkil etmektedir. "Ve; Oturanlarla beraber oturun, denildi." Bir görüşe göre bu onların birbirlerine söyledikleri bir sözdür. Diğer bir görüşe göre ise bu, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)ın sözlerindendir. O takdirde bu daha önce kendisinden söz edilen Hazret-i Peygamberin verdiği izin demek olur. Bir diğer görüşe göre Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)bu sözü onlara kızgınlıkla söylemiş, onlar da lâfzın zahirini kabul ederek: Peygamber bize izin vermiş bulunuyor, demişlerdi. Bir diğer görüşe göre bu, onların Savaşa çıkmayıp yardımdan uzak kalmalarını ifade eder. Yani, yüce Allah onların kalplerine oturma duygusunu yerleştirdi. "Oturanlarla beraber" âyeti ise, hastalık sahibi, kör, kötürüm, kadın ve çocuklarla beraber oturun, demektir. 47Eğer onlar aranızda çıksalardı, sizde şer ve fesadı artırmaktan başka bir şey yapmazlar, aranıza fitne sokmak kastıyla muhakkak koşarlardı. Aranızda onlara kulak verecekler de vardır. Allah zâlimleri çok iyi bilendir. "Eğer onlar aranızda çıksalardı, sizde şer ve fesadı artırmaktan başka bir şey yapmazlar... di" buyuruğu münafıkların geride kalıp mü’minlerle birlikte çıkmamaları dolayısıyla mü’minlere bir tesellidir. "Şer ve fesad; bozgunculuk, laf taşımak(koğuculuk) ve ayrılıklar tohumunu ekip yalan şayialar çıkartmak" demektir. Bu kelime burada munkatı' bir istisnadır.Yani, onlar sizin gücünüzü artırmazlardı. Bunun yerine şer ve fesat çıkartmaya çalışırlardı, demektir. Bir diğer açıklamaya göre mana şudur: Onlar, İçinde bulundukları mütereddit görüşleriyle sizin ancak şer ve fesadınızı artırırlardı. O takdirde istisna munkatı' olmaz. "Aranıza fitne sokmak kastıyla muhakkak koşarlardı" yani, aranızı bozmak için çabucak harekete geçerlerdi. "Koşmak, hızlıca yürümek" demektir. Nitekim recez vezninde şair şöyle demektedir: "Keşke onda ben bir genç delikanlı olsaydım Ve orada hızlıca koşup gidip gelseydim." Deve koşup ve hızlıca yürüyüp yol aldığı vakit denilir. Bunun " Onu bıraktım" demektir. (........) ın kısmen hızlı yürümeyi ifade eden; şeklindeki yürüyüş olduğu da söylenmiştir. "Aranıza" kelimesinin "ara" anlamına gelen; ise; iki şey arasındaki aralık demektir. Bunun çoğulu, şeklinde gelir ki bu da saflar arasındaki aralık ve boşluk manasına gelir. Yani onlar(sizinle birlikte çıkmış olsalardı) laf alıp götürmek ve aranızı bozmak suretiyle sizi birbirinizden uzaklaştırırlardı. "Aranıza fitne sokmak kastıyla"anlamındaki âyet ikinci bir mef'ûldür.Yani onlar sizin fitneye düşmenizi de arzu ediyorlardı. Bu da aranızın bozulmasını ve bir birinize karşı kışkırtmayı istiyorlardı, demektir. Burada sözü geçen "fîtne"nin şirk manasına geldiği de söylenmiştir. "Aranızda onlara kulak verecekler de vardır." Yani, aranızda sizden haberler alıp onlara taşıyacak casuslar vardır.Katade: Aranızda onların sözlerini kabul ile karşılayan, onlara itaat eden kimseler vardır diye açıklamıştır.en-Nehhâs der ki: Birinci görüş daha uygundur. Çünkü, "Kulak verenin iki anlamından daha çok kullanılan manası, sözü işiten, ona kulak veren kimse demektir. Yüce Allah'ın: "Yalana çokça kulak verenler" el-Mâide, 5/42.1 âyeti de buna benzemektedir. İkinci görüşün işaret ettiği manayı İfade etmek için İse, hemen hemen; "Dinleyen" kelimesinden başkası kullanılmaz. |