37Nesi‘ ancak küfürde bir artıştır. Kâfirler onunla şaşırtılır. Onu bir yıl helâl, bir yıl haram sayarlar ki, Allah'ın haram kıldığına sayıca uysunlar da Allah'ın haram ettiğini helâl kılmış olsunlar. Amellerinin kötülüğü onlara süslenip güzel gösterildi Allah, kâfirler topluluğunu asla hidayete erdirmez. "Nesi’ küfürde bir artıştır" âyetini (kıraat) okuduğunu İmâmların(ın) çoğunluğu böylece okurlar. en-Nehhâs der ki: Bildiğimiz kadarıyla "Nesî’ ancak..." ifadesini Nâfi'in hemzesiz olarak okuduğunu Verş'den başka rivâyet eden bir kimse yoktur. Bu kelime tehir etmek anlamında; " Onu erteledi," kökünden türetilmiştir. Bu İki kullanılışı dael-Kisâî nakletmektedir. el-Cevherî der ki: Isfesî' mef'ûl anlamında "fail" vezninde gelen bir kelimedir. Bu, " Bir şeyi erteledim" fiilinden alınmıştır. Ertelenen şeye de; denilir. Daha sonra bu kelime "maktul" kelimesinin "katîl"e dönüştürüldüğü gibi, "nesî"e dönüştürülmüştür. Tekili "Erteleyen" şeklinde gelir, çoğulu da; şeklindedir. Tâsık" kelimesinin çoğulunun; şeklinde geldiği gibi. Taberî der ki: Hemzeli olarak; Nesî' kelimesi, ziyade etmek, eklemek anlamına gelir. Bir şeye ziyade ve eklemede bulunmayı anlatmak üzere; fiili kullanılır. Yine devamla der ki: Bu kelimenin hemzesiz kullanılması ancak "nisyan: unutmak" dan gelmesi halinde sözkonusu olur. Nitekim yüce Allah:"(.......): Onlar Allah'ı unuttular, O da onları unuttu" (et-Tevbe, 9/67) diye buyurmaktadır; dedikten sonra Nafî'in kıraatini de reddetmekte ve şunu delil göstermektedir: Hemze'li kelime cer harfi ile teaddi(mefûle geçiş) eder. Mesela; "Allah ecelini geciktirsin (geçinden versin)" denilir ki bu da; " Allah ecelini uzatsın," demeye benzer. Hazret-i Peygamberin:"Kim rızkının genişletilmesine, ecelinin ertelenmesine sevinirse, akrabalık bağını gözetsin"Buhârî, Buyû' 13, Edeb 12; Müslim, Birr 20, 21;Ebû Dâvûd, Zekât 45. âyetinde olduğu gibi. el-Ezherî de der ki: Bir şeyi erteledim, denilir. Bunun mastarı ise şekillerinde gelir.(İkincisi) ise, gerçek mastar yerine konulmuş bir isimdir. Arapların Nesi' (Ayları erteleme) Uygulaması: Araplar Muharrem ayında Savaşı haram kabul ediyorlardı. Muharrem ayında Savaşmak ihtiyacını duyacak olurlarsa, onun yerine Safer ayını haram ay kabul eder ve Muharrem ayında Savaşırlardı. Buna sebep ise şudur: Araplar Savaş ve talanla uğraşan kimselerdi. Ardı arkasına baskın ve talan yapmadan üç ay beklemek onlara ağır gelirdi ve şöyle derlerdi: Eğer üç ay arka arkaya biz hiçbir baskın ve talan yapmaksızın (ye bunun sonucunda) bir şeyler elde etmeksizin geçirecek olursak, hiç şüphesiz telef olur gideriz. O bakımdan, Mina'dan ayrıldıkları vakit Kinaneoğullarından Fukaymoğullarına mensup ve el-Kalemmes diye bilinen birisi kalkar ve: Ben hükmüne karşı itiraz olunmayan birisiyim derdi. Bu sefer onlar da: Bize (haram ayı) bir ay ertele derlerdi.Yani, bu Muharrem ayının haramlığını ertele ve bunu Safer ayına koy derler, o da bunun üzerine Muharrem ayını kendilerine haram olmaktan çıkartır, helal kılardı. Onlar böylelikle bir ay yerine başka bir ayı değiştiriyorlardı, nihayet bu haram kılma işi yılın bütün aylarını dönüp dolaştı. İslâm hakim olduğunda ise, Muharrem, yüce Allah'ın o ayı yerleşmiş olduğu asıl yerine dönmüş oluyordu. İşte Hazret-i Peygamber'in: "Şüphesiz ki zaman Allah'ın gökleri ve yeri yarattığı günkü haline dönmüş bulunuyor"Bu hadis ve kaynakları daha önceden et-Tevbe, 9/2. ayet 2. başlığın sonlarında geçmişti. âyetinin anlamı budur. Mücahid der ki: Müşrikler her ayda iki yıl (üst üste) haccederlerdi. (Yani, hacları iki yıl üst üste aynı aya denk düşerdi). Zülhicce ayında üst üste iki yıl haccettiler. Daha sonra Muharrem ayında üst üste iki yıl haccettiler. Daha sonra Safer ayında üst üste iki yıl haccettiler. Ve bu böylece bütün aylarda devam edip gitti. Nihayet Hazret-i Ebû Bekir'in Veda haccından önceki haccı, hicretin dokuzuncu yılı Zülkade ayına tesadüf etti. Sonra da Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem) ertesi sene Veda haccını yaptı ve bu da Zülhicce ayına denk geldi. İşte Hazret-i Peygamberin hutbesinde söylediği: "Şüphesiz zaman... eski haline dönmüştür" ifadesi buna işaretti. Hazret-i Peygamber bununla, artık hac aylarının aslî yerlerini bulduklarını ve haccın böylelikle Zülhicce'ye denk geldiğini ve nesî'in de batıl olduğunu kastetmişti. Üçüncü bir görüş: İyas b. Muaviye der ki: Müşrikler seneyi oniki ay onbeş gün olarak hesab ediyorlardı. O bakımdan hac kimi zaman Ramazan ayına, kimi zaman Zülkade ayma denk düşerdi. Yıla eklenen onbeş günün bir sonucu olarak ayların yerleri dönüp dolaşıyor, böylelikle senenin her ayına hac tesadüf ediyordu. Ebû Bekr(radıyallahü anh) hicretin dokuzuncu yılında bu dönmenin bir sonucu olarak Zülkade ayında haccetmiş oldu. Peygamber o sene haccetmemişti. Ertesi sene Hazret-i Peygamberin haccı Zülhicce'nin onuna tesadüf etti, bu da hilalin hareketine uygun düştü. Bu görüş Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem)’ın: "Zaman... eski haline dönmüş bulunuyor" ifadesine en yakın açıklamadır.Yani, hac zamanı yüce Allah'ın gökleri ve yeri yarattığı günkü aslî vaktine ezelî ilminde tesbit etmiş olduğu ve hükmünü vermiş olduğu meşruiyetinin aslî vaktine dönmüş oldu, demektir. Daha sonra Hazret-i Peygamber, "bir yıl oniki aydır" diyerek yıla kendi uydurma hükümleri gereğince eklemiş oldukları onbeş günlük fazlalığı reddetti. Böylelikle aslî vakit tesbit edilmiş ve cahili hüküm iptal edilmiş oldu. İmâm el-Mazerî de el-Hârizmî'den şöyle dediğini nakletmektedir: Allah güneşi ilk yarattığında hareketini oğlak burcunda takdir etti. Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem)'ın işaret etmiş olduğu zaman da güneşin bu oğlak burcuna girişine denk düşmüştü. Ancak, böyle bir ifadeyi kabul etmek bu hususta nakli gerektirir. Çünkü bu gibi sonuçlara ancak peygamberlerden gelen nakillerle ulaşmak mümkündür. Buna dair bu konuda onlardan gelmiş sahih bir nakil yoktur. Böyle bir iddiada bulunan kimsenin bunun senedini ortaya koyması gerekir. Diğer taraftan aklen onun dediğinden başka bir husus da mümkündür. O da, yüce Allah'ın güneşi burçlardan önce yaratmasıdır. Yine yüce Allah'ın bütün bunları(güneşi ve burçları) bir defada yaratmış olması da mümkündür. Diğer taraftan güneş ve ay senesinin hesabını yapan ilim adamları bu hususta çalışmalar yaptılar ve Hazret-i Peygamber'in: "Artık zaman... eski haline dönmüştür"sözünü söylediği vakit güneşin balık burcunda olduğunu tesbit etmişlerdir. Balık burcu ile oğlak burcu arasında yirmi derecelik bir fark vardır. Aradaki farkın on derece olduğunu söyleyenler de vardır. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. Te'vil âlimleri İlk nesî' uygulamasını yapanın kim olduğu hususunda farklı görüşlere sahiptirler. İbn Abbâs,Katade ve ed-Dahhâk der ki: Bunlar, Mâlik b. Kinane'nin oğulları idiler ve üç kişiydiler. Cuveybir ise ed-Dahhâk'den, o, İbn Abbâs'tan rivâyetine göre bu uygulamayı ilk yapan kişi Amr b. Luhay b. Kamia b. Hindif’tir. el-Kelbî der ki: Bu uygulamayı yapan ilk kişi, Kinaneoğullarından Nuaym b. Sa'lebe diye bilinen bir kişidir. Bundan sonra ise Cunade b. Avf diye bilinen bir kişi bu uygulamayı yaptı ki, Resûlüllah(sallallahü aleyhi ve sellem)'ın yetiştiği kişi budur. ez-Zührî ise der ki: Bu işi ilk yapanlar Kinaneoğullarına mensup Fukaymoğullarından kimseler bu işi yaptılar ki, el-Kalemmes diye anılan kişi onlardandır. Bunun da asıl ismi Huzeyfe b. Ubeyd'dir. Bir rivâyette ise Mâlik b. Kinane'dir. Nesî' işini üstlenen kişi, Arapların onu başkanlık makamına getirmeleri dolayısıyla "reislik" makamını da elde ederdi. İşte şairleri bu hususta şöyle demektedir: "Ayı erteleyen (nesi' yapan) el-Kalemmes de bizdendir." el-Kumeyt de şöyle demektedir: "Biz, Maadlilere karşı nesî' yapan kimseler değil miyiz ki, Helal olan ayları haram kılarak?" Araplarda Görülen Bazı Küfür Şekilleri: "Küfürde bir artıştır" âyeti, Arapların çeşitli küfür türlerini kendilerinde toplamakla birlikte, yaptıkları böyle bir işin mahiyetini de açıklamaktadır. Çünkü Araplar, yaratıcının varlığını inkâr ederek: "Rahmân da neymiş?" (el-Furkan, 25/60) demişlerdi. Bu âyete dair açıklama şekillerinin en sahih olanına göre, bu sözleriyle yaratıcının varlığını inkâr ettiklerini anlatmak istemiş olduklarıdır. Öldükten sonra dirilişi de inkâr ederek: "Çürümüş iken kemikleri kim diriltecek" (Yasin, 36/78) demişler, peygamberlerin gönderilişini de inkâr ederek: "Biz aramızdan tek bir insana mı tabi olacağız" (el-Kamer, 54/24) demişlerdi. Böylelikle helâl ve haram kılma yetkisinin kendi ellerinde olduğu iddiasında bulunmuş ve arzularının doğrultusunda kanaat belirterek kendiliklerinden dinde olmayan böyle bir uygulamayı ortaya koymuşlar, bunun sonucunda da Allah'ın haram kıldığı bir şeyi helâl kılmışlardı. Oysa müşrikler hoş görmeşeler dahi Allah'ın hükümlerini hiç kimse değiştiremez. Yüce Allah'ın: "Kâfirler onunla şaşırtılır. Onu bir yıl helâl, bir yıl haram sayarlar ki, Allah'ın haram kıldığına sayıca uysunlar da Allah'ın haram ettiğini helâl kılınış olsunlar. Amellerinin kötülüğü onlara süslenip güzel gösterildi. Allah, kâfirler topluluğunu asla hidayete erdirmez."âyetindeki: " Şaşırtılır" kelimesinde üç farklı kıraat vardır. Haremeyn ehli (Mekkelilerle Medineliler) ve Ebû Amr, bunu şeklinde okumuşlardır. (Buna göre meal şöyle olur: Kâfirler onunla şaşırırlar). Kûfeliler ise meçhul tül olarak; diye okumuşlardır. (Âsım'ın kıraati böyledir), el-Hasen ve Ebû Recâ ise, diye okumuşlardır. (Buna göre de meal şöyle olur: Kâfirler onunla şaşırtırlar). Her üç kıraatin her biri ayrı bir mana ifade eder. Ancak, üçüncü kıraatten mef'ûl hazfedilmiştir ki, takdiri şöyledir: Kâfirler bununla kendilerinden bu nesî'i kabul edenleri şaşırtırlar. Buna göre de "... ler," mahallinde (özne) olur. Bununla birlikte zamirin yüce Allah'a raci olması da mümkündür. İfadenin takdiri de şöyle olur: Allah bununla kâfirleri şaşırtır. Bu da yüce Allah'ın: "O, dilediğini saptırır, şaşırtır"(Fatır, 35/8) âyeti ile âyetin sonundaki: "Allah, kâfirler topluluğunu asla hidayete erdirmez" âyetine benzer. İkinci kıraatin anlamı olan: "Kâfirler onunla şaşırtılır" kıraati ile kastedilenler, kendileri için bu hesabın yapılmış olduğu kimselerdir. Bu kıraati, Ebû Ubeyd yüce Allah'ın: "Amellerinin kötülüğü onlara süslenip güzel gösterildi" âyeti dolayısıyla tercih etmiştir. Birinci kıraati iseEbû Hatim tercih etmiştir. Çünkü onlar, nesi' dolayısıyla şaşırıp sapmış kimselerdi. Zira onlar bu nesî'în hesabını yapıyorlar ve bunun sonucunda da sapıyorlardı. " Onu... helâl sayarlardı" ifadesindeki zamir "nesi" uygulamasına aittir. Ebû Recâ'dan -birinci okuyuşa göre bu kelimeyi şeklinde "ye" ve "dâd" harfleri üstün olarak okuduğu da rivâyet edilmiştir ki, bu da bir söyleyiştir. " Ki... uysunlar" fiili, "lâm-ı key" ile nasbedilmistir.Yani, buna uygun düşsünler diye, demektir. Çünkü; " Bir topluluk şunun üzerinde sözbirliği ettiler, ittifak ettiler, uydular, toplandılar" anlamına gelir. Yani onlar, bir haram ayı helâl kıldılar mı, mutlaka haram ayların sayısı dön kalsın diye bir başka ayı haram kılıyorlardı. Doğru olan açıklama şekli budur. Yoksa onların haram ayların sayısını beşe çıkardıklarına dair yapılan açıklamalar değildir. Katade der ki: Onlar, Safer'i de haram aylar arasına kattılar ve haram oluşu bakımından onu Muharremle birlikte ele aldılar. Kutrub veTaberî de bunu ondan nakletmektedir. Buna göre ise "nesi"' fazladan bir artış, bir ilave anlamına gelir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. 38Ey îman edenler! Size ne oldu ki: "Allah yolunda topluca Savaşa çıkın" denildiği zaman ağırlaşıp yere çakıldınız. Âhirete karşılık dünya hayatına mı razı oldunuz? Fakat dünya hayatının faydası âhirete göre pek azdır. Bu âyete dair açıklamalarımızı iki başlık halinde sunacağız: 1. Âyetin Nüzul Sebebi: " Size ne oldu ki" âyetindeki; "Ne..." edatı, takrir ve azar anlamını ifade eden bir soru edatıdır. İfade; Sizi şu işten alıkoyan nedir? takdirindedir. Nitekim; "Ne diye filandan yüzçeviriyorsun?" ifadesi de buna benzemektedir. Bu âyet-i kerimenin Tebük gazvesinde Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan geri kalanların tutumlan dolayısıyla serzenişte bulunmak için nâzil olduğu hususunda görüş ayrılığı yoktur. Tebûk gazvesi Mekke'nin fethinden bir yıl sonra, hicretin dokuzuncu yılında olmuştur. Yüce Allah'ın izniyle sûrenin sonunda bu gazveye dair açıklamalar gelecektir. " (Savaşa) çıkmak," kelimesi bir yerden bir yere meydana gelen bir iş dolayısıyla hızlıca İntikal etmek, yer değiştirmek demektir. İnsan hakkında; "O işi yapmak için çıktı, çıkar" denilir. ise, bu işi yapan bir topluluk için kullanılan çoğul bir isimdir. Yüce Allah'ın: " Arkalarını dönüp giderler..."(el-İsra, 17/46) âyeti de buradan gelmektedir. Binek hakkında ise, muzari fiilinde"fe" harfi hem ötreli ve hem de esreli olmak üzere;"Ürküp kaçtı, kaçar" denilir. Bunun mastarı da; şeklinde gelir. ise isimdir. da hacılar Mina'dan ayrıldı, demek olup, mastarı da; şeklinde gelir. 2. Dünya Ahirete Tercih Edilmemeli: Yüce Allah'ın: "Ağırlaşıp yere çakıldınız" âyeti ile ilgili olarak müfessirler şöyle demişlerdir: Yani, siz yerin nimetlerine meylederek ağırlaştınız. Veya(cihada çıkmayarak) bulunduğunuz yerde ikamet etmeye meyledip ağırlaştınız demektir. Bu âyet, cihada çıkmak için eli çabuk tutmayarak oturmaktan dolayı bir serzeniş ve sitem, cihadı terketmeye karşı da bir azardır. Bu ibare; "Yere mıhlandı, çakıldı" ifadesine yakın bir tabirdir. 'ın aslı, şeklindedir. Burada aralarındaki yakınlık dolayısıyla"te" harfi peltek "se" harfine idğam edilmiştir. Ayrıca sakin harfle başlayan bir kelimenin telaffuzu mümkün olmadığından dolayı başına "elif” geçirilmesine gerek görülmüştür. "Toplandılar"(el-A'raf, 7/38); " Anlaşmazlığa düştünüz" (el-Bakara, 2/72); "Uğursuz bulduk" (en Neml, 27/47); "Süslendi" (Yûnus, 10/24) âyetten da bu türdendir. el-Kisâî de şöyle bir beyit nakletmektedir: "Yanında yatana kendisini kokladı mı verir serin(letici) ağzını Ard arda öptü mü, o tadı hoş olan (ağzın)ı." el-A'meş ise, bunu aslî şekilde; diye okumuştur ki, bunu el-Mehdevî nakletmiştir. Tebûk gazvesi, (Resûlüllah sallallahu aleyhivesellem) insanları o gazveye katılmak için çağırdığı sırada İleri derecede sıcakların başlayıp, meyvelerin olgunlaştığı ve gölgelerin serin geldiği bir döneme rastlamıştı. Nitekim ileride geleceği üzere sahih hadiste de böyle ifade edilmiştir. O bakımdan tembellik insanları istila etti, onlar da oturdular ve ağırlaştılar. Yüce Allah da bu âyetiyle onları azarladı, dünyayı âhirete tercih ettiklerinden ötürü onları ayıpladı: "Âhirete karşılık dünya hayatına mı razı oldunuz?" Yani, âhirete bedel dünyaya mı kandınız. İfadenin takdiri şöyledir: Siz, ahiret nimetlerinin yerine dünya nimetlerine mi razı oldunuz? Bu bakımdan âyetteki; Bedel (karşılık, yerine) anlamını ihtiva etmektedir. Yüce Allah'ın: "Eğer dileseydik sizin yerinize melekler getirirdik de yeryüzünde (size) halef olurlardı" (ez-Zuhruf, 43/60) âyeti de bu türdendir ki, burada da bu edat; sizin yerinize size bedel anlamını vermektedir. Şair de şöyle demektedir: "Keşke Zemzem suyu yerine havalandırılmak için bir çubuğa asılmış bir tulumda Geceboyu bekleyen soğuk bir içim suyumuz olsaydı." Bu beyitteki bu harfi cer de bedel yerine karşılık anlamını vermektedir. Yüce Allah bu âyeti ile âhiretteki rahata dünya rahatını tercih etmelerinden ötürü sitem etmektedir. Zira âhiret rahatı ancak dünyadaki yorgunlukla elde edilebilir. Hazret-i Peygamber de binek üzerinde tavaf etmiş bulunan Hazret-i Âişe'ye:"Alacağın ecir, yorgunluğun kadardır" diye buyurmuştur. Bu hadisi Buhârî rivâyet Buhârî, Umre 8;Müslim, Hacc 126;Müsned, VI, 43.etmiştir. 39Eğer topluca cihada çıkmazsanız Allah sizi can yakıcı bir azapla azaplandırır; yerinize başka bir kavmi getirir ve siz O'na hiçbir zarar veremezsiniz. Allah herşeye gücü yetendir. Bu âyete dair açıklamalarımız tek başlık altında yapılacaktır: Cihada Çıkmamaya Karşı İlâhî Tehdit: " Eğer topluca cihada çıkmazsanız"âyeti bir şarttır. Bundan dolayı fiilin sonunda "nun" hazfedilmiştir. Cevabı ise "Sizi... azaplandırır" âyetidir. "Yerinize başka bir kavmi getirir"âyeti de topluca cihada çıkmayı terketmek halinde ağır bir tehdit ve pekiştirilmiş bir korkutmadır. İbnü'l-Arabî der ki: Fıkıh usulünde tahkik edilerek ifade edilmiş hususlardan birisi de şudur: Emir vârid olduğu takdirde onun vârid olması, o fiilin yerine getirilmesi gereğinden fazla bir şey ifade etmez. Emri terk halinde ceza ise, bizzat emrin kendisinden de anlaşılmaz ve emir ifadesi de bu ceza ve tehdidi gerektirmez. Ceza, ancak ona dair haber vermekle anlaşılır. Bir kimsenin: -Bu âyet-i kerimede varid olduğu gibi- eğer bu işi yapmayacak olursan, ben de sana bu şekilde azâb ederim, demesi gibi. İşte bu âyetin muktezası gereğince cihad için ve yüce Allah'ın sözü en üstün olsun diye kâfirlerle çarpışmak üzere topluca çıkmak gerekmektedir. Ebû Dâvûd,İbn Abbâs'tan şöyle dediğini rivâyet etmektedir: "Eğer topluca cihada çıkmazsaoız Allah sizi can yakıcı bir azapla azaplandırır" diye başlayan âyet-i kerîme ile "gerek Medine'lilerin..." diye başlayan âyeti ile "... yapmakta olduklarının en güzeliyle kendilerini mükâfatlandırsın" (et-Tevbe, 9/120-121) âyetlerini, bundan sonra gelen: "Mü’minlerin topluca (Savaşa) çıkmaları gerekmez" (et-Tevbe, 9/122) âyeti nesh etmiştir. Ebû Dâvûd, Cihad 18. Bu aynı zamanda ed-Dahhâk,el-Hasen ve İkrime'nin de görüşüdür. "Sizi... azaplandırır" âyeti ile ilgili olarak,İbn Abbâs: Bu, onlara yağmur yağdırılmaması ile gerçekleşmiştir, demektedir. İbnü'l-Arabî der ki: Eğer bu sözü söylediği ondan sahih olarak nakledilmiş ise elbette ki o, bu sözü neye dayanarak söylediğini daha iyi bilir. Yoksa, can yakıcı azâb dünyada düşmanın istilâsı, âhirette de ateş ile gerçekleşir. Derim ki:İbn Abbâs'ın bu sözünü İmâmEbû Dâvûd Sünen'inde İbn Nufey'den şöylece nakletmektedir: İbn Abbâs'a: "Eğer topluca cihada çıkmazsanız Allah sizi can yakıcı bir azapla azaplandırır" ayeti hakkında soruldu, şöyle dedi: Onlara yağmur yağdırmadı. İşte bu onların azâbı olmuştur. Ebû Dâvûd, Cihad 18. İmâm Ebû Muhammed b. Atiyye de bunuİbn Abbâs'tan (Hazret-i Peygamber'e) merfuen şöylece nakletmektedir: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) kabilelerden birisinin Savaşa çıkmalarım istedi, o kabile oturup çıkmadı. Allah da yağmur yağdırmayarak azaplandırdı. "Elim" can yakan demek olup, buna dair açıklamalar önceden geçmiş bulunmaktadır. "Yerinize başka bir kavmi getirir"âyeti, yüce Allah'ın, Rasûlünün kendilerinden Savaşa çıkmalarını istemesi halinde -oturmayacak bir başka kavmi onların yerine getireceğine dair bir tehdittir. Bunların, Farisiler oldukları söylendiği gibi, Yemenliler oldukları da söylenmiştir. "Ve siz O'na hiçbir zarar veremezsiniz" âyeti bir atıftır. "O" anlamındaki zamir de yüce Allah'a aittir. Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem)'a ait olduğu da söylenmiştir. Hoşlanmadığını açığa vurmak suretiyle cihada çıkmayıp oturmak herkes için haramdır. Hoşlanmaksızın oturup çıkmamak ise, eğer Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın cihada çıkmalarını tayin ettiği kimseler tarafından olursa, bunların ağırlaşıp yere çakılmaları haramdır. Şayet bu iki husus da sözkonusu değilse, o takdirde cihada çıkma farzı, farzı kifaye olur. Bunu el-Kuşeyrî nakletmektedir. Şöyle de denilmiştir: Bu âyet-i kerimeden maksat, İhtiyaç halinde, kâfirlerin galip gelmeleri ve güçlerinin pekişmesi esnasında topluca Savaşa çıkmanın vacip olduğunu ortaya koymaktır. Âyet-i kerimeninzahiri İse, bunun Savaşa çağırma halinde böyle olduğunu göstermektedir. Buna göre âyetin müşriklerin galip gelmeleri vaktine yorumlanması uygun görünmemektedir. Çünkü böyle bir durumda cihadın vücubu, yalnızca cihada çıkma çağrısıyla farz olmaz, zira o takdirde cihad farz-ı ayn olur. Bu husus bu şekilde sabit olduğuna göre, cihad çağrısı ve cihada çıkma isteğinin önceden vacip olmayan bir şeyi vacip kılmasını kabul etme ihtimalini uzak kılmaktadır. Ancak İmâm, belli bir kavmi muayyen olarak cihada çağırır ve çıkmalarını isteyecek olursa, o takdirde böyle bir tayin ile birlikte ağırlaşıp çıkmamaları hakları yoktur. İmâmın bu tayini sebebiyle cihada çıkmak, o tayin ettiği kimseler için farz olur. Bu ise, cihadın bizzat kendi hükmünden ötürü değil, İmâma itaatin gerekli oluşundan dolayı böyledir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. 40Eğer siz ona yardım etmezseniz, Allah ona yardım etmiştir. Hani kâfirler onu çıkardıklarında o, ikinin ikincisinden İbaretti. O zaman onlar mağaradaydılar, O vakit arkadaşına: "Tasalanma, hiç şüphe yok ki Allah bizimle beraberdir" diyordu. Allah ona sekînetini indirmiş, onu göremediğiniz ordularla desteklemiş, kâfirlerin sözünü alçaltmıştır. Allah'ın kelimesi ise o, en yüce olandır. Allah Azizdir, Hâkimdir. Bu âyete dair açıklamalarımızı onbir başlık halinde sunacağız: 1. Peygambere Yardım: Yüce Allah: "Eğer siz ona yardım etmezseniz"yani Tebûk gazvesinde onunla birlikte Savaşa çıkmak suretiyle ona yardımcı olmazsanız... Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Tebuk'den geri döndükten sonra Allah onlara böylece sitem etti. en-Nakkaş der ki: Bu, Tevbe Sûresi'nde nâzil olan İlk âyet-i kerimedir. Âyetin anlamı da şudur: Eğer siz ona yardımı bırakacak olursanız, Allah onun işini üstlenir. Çünkü Allah beraberindekilerin sayısı az olduğu yerlerde bile ona yardım etmiş, galip getirmek ve ona güç verip aziz kılmak suretiyle düşmanına karşı muzaffer kılmıştır. Şöyle de açıklanmıştır: Allah, mağarada arkadaşı vasıtasıyla arkadaşının ona dostluğu ve ünsıyetiyle, boynu üzerinde onu taşımasıyla, ona vefa göstermesiyle, kendi canını ona siper ederek korumasıyla, malı ile onu gözetmesi suretiyle ona (Peygamberine) yardım etmiştir. el-Leys b. Sa'd da der ki: Peygamberlerin Ebû Bekr es-Sıddîk gibi bir arkadaşları olmamıştır. Süfyan b. Uyeyne de şöyle der: Ebû Bekir, bu âyet-i kerîme ile yüce Allah'ın: "Eğer siz ona yardım etmezseniz..."âyetindeki sitemin dışına çıkmaktadır. 2. Hazret-i Peygamberin Hicret Etmekle Karşı Karşıya Kalması ve Zorlamanın Cezası: Yüce Allah: "Hani kâfirler onu çıkardıklarında..." âyetinde bizzat Hazret-i Peygamberin kaçarak kendisini kurtarmak zorunda kalışına işaret edilmektedir. Zira, onun Mekke'den çıkışı, onların Hazret-i Peygamberi buna mecbur etmelerinin bir sonucu idi. Nihayet o da Mekke'den çıkmak zorunda kalmıştı. Bundan dolayı fiil onlara nisbet edilmiş ve bu husustaki hüküm de onlar hakkında dile getirilmiştir. Başkasını öldürmek üzere birisini zorlayan kişi, öldürülür ve zorlama sonucu telef olan malın da tazminatını zorlayan kişi öder. Buna sebep ise zorlayanın katili de malı telef edeni de öldürmeye ve telefe zorlayıp mecbur etmesidir. 3. "İkinin İkincisi": Yüce Allah'ın:" İkininİkincisi" yani, iki kişiden birisiydi demektir. Bu da "üçün üçüncüsü ve dördündördüncüsü" demeye benzer. Lâfızlar değişerek üçün dördüncüsü ve dördünbeşincisi denilecek olursa anlam üçü kendisi de katılarak dört, dördü de beş yaptı demek olur. Bu ifade hal olarak nasb edilmiştir. Onlar onu Ebû Bekir müstesna- bütün insanlardan ayrı ve tek başına çıkmak zorunda bıraktılar. Bunda âmil "Allah ona yardım etmiştir" âyetidir.Yani yüce Allah, tek başına olduğu halde de ona yardım etmiştir, iki kişiden birisi olarak da ona yardım etmiştir, Ali b. Süleyman da der ki: İfadenin takdiri: O, ikininikincisi olarak çıktı, şeklindedir. Yüce Allah'ın: "Ve Allah sizi yerden bitki gibi bitirmiştir" (Nûh,71/17) âyetini andırmaktadır. İnsanların büyük çoğunluğu"ye" harfini nasb ile;İkincisi" diye okumuşlardır.Ebû Hatim, bundan başka bir şekilde okunduğu bilinmemektedir, der. Bir kesim İse "ye" harfini sakin (harekesiz, med harfi olarak) diye de okumuşlardır. İbn Cinni der ki: Bu okuyuşu Ebû Amr b. el-Alâ nakletmiştir. Bu da "ye" harfini elife benzeterek sakin (harekesiz) diye okumak şeklinde izah edilebilir. İbn Atiyye der ki: Bu; "Faizden arta kalanı..." (el-Bakara, 2/278) âyetindeki uye"nin harf-i med olarak (harekesiz) okunmasına ve Cerir'in şu beyitindekİ kullanımına benzemektedir: "O halifedir, o halde onun sizin için beğendiğine razı olunuz; O kararı(nı) yerine getirendir, onun hükmünde haksızlık yoktur." 4. Hazret-i Peygamberin Hicreti: "O zaman onlar mağaradaydılar"âyetinde geçen mağara(el-Gar), dağdaki bir oyuk demektir. Bununla da Sevr mağarası kastedilmektedir. Kureyşliler müslümanların Medine'ye gittiklerini görünce, bu artık tahammül olunamayacak kadar büyük bir kötülüktür dediler, bunun için deResûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ı öldürmeye karar verdiler. Geceleyin evinin etrafını sardılar ve çıktığı takdirde onu öldürmek kastıyla gece boyunca evinin kapısını gözetleyip durdular. Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem) daAli b. Ebî Tâlib (radıyallahü anh)'e yatağında uyumasını emretti, yüce Allah'a da izini görmemeleri için dua etti. Allah gözlerini bağladı ve uykunun onları bürümüş olduğu bir halde iken evden dışarı çıkti. Başlarına toprak saçtp ayrılıp gitti. Sabah olduğundaAli (radıyallahü anh) yanlarına çıkti, evde hiç kimsenin bulunmadığını onlara bildirdi. Böylelikle Resûlüllah(sallallahü aleyhi ve sellem)'ın geçip kurtulmuş olduğunu öğrenmiş oldular. Resûlüllah(sallallahü aleyhi ve sellem) da Ebû Bekr es-Sıddîk ile hicret için sözleşmiş idi. Her ikisi de develerini Abdullah b. Erkat'a -b. Ureykıt da denilmektedir- teslim etmişlerdi. Abdullah o sırada kâfir idi. Fakat her ikisi de ona güvenmişlerdi. Abdullah bir yol rehberi idi. Kendilerine Medine yolunu göstermesi için onu ücretle kiralamışlardı. Resûlüllah(sallallahü aleyhi ve sellem), Cumahoğullarının bulunduğu yerde bulunan Ebû Bekir'in evinin arka tarafındaki bir pencereden çıktı ve her ikisi de Sevr dağındaki mağaraya doğru yol aldılar. Hazret-i Ebû Bekir, oğlu Abdullah'a insanların neler konuştuğuna kulak kabartmasını emretti, azadıtsı Âmir b. Fuheyre'ye koyunlarını otlatarak geceleyin onların yakınlarına gelmesini ve böylelikle ihtiyaç duydukları (içeceklerini) koyunlarından almalarını sağlamasını emr etti. Daha sonra yollarına koyulup mağaraya gittiler. Ebû Bekr es-Sıddîk'in kızı Hazret-i Esma onlara yiyecek, Hazret-i Ebû Bekr'in oğlu Abdullah da onlara haber getiriyordu. Her ikisinden sonra da Âmir b. Fuheyre koyunları ile geliyor ve kendisinden önce gelenlerin izlerini tanınmaz hale getiriyordu. Kureyşliler, Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem)'ı bulamayınca, bu sefer iz sürmedeki becerisi bilinen birisi vasıtasıyla onu takibe koyuldular. Nihayet gelip mağaranın ağzında durdu ve: İz burada sona ermektedir deyince, örümceğin mağaranın ağzında ağ örmüş olduğunu gördüler. İşte Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bundan dolayı örümceğin Öldürülmesini yasakladı. Onu takib edenler örümceği, ağını dokumuş olduğunu görünce, mağaranın içinde hiçbir kimse bulunmadığına kanaat getirdiler. Bunun üzerine geri dönerekHazret-i Peygamberi kendilerine getirecek olana yüz deve verme vadinde bulundular. Buna dair haber de meşhurdur, bilinmektedir. Süraka b. Mâlik b. Cu'şum'un bu husustaki kıssası zikrolunagelmiştir. Ebû'd-Derdâ ile Sevbân -Allah ikisinden de razı olsun- 'in rivâyet ettikleri hadisde şöyle denilmektedir: Aziz ve celil olan Allah bir güvercine emretti, o da örümcek ağı üzerinde yumurtladı ve yumurtaları üzerinde oturmaya başladı. Kâfirlerin güvercini görmeleri, mağaradan geri dönmelerine sebep Hicrete dair sahih rivâyetlerin önemü bir bölümünü bir arada görmek ve bunlarla burada anlatılanlar ile benzeri diğer rivâyetler arasında bir karşılaştırma yapmak üzere; özellikle: Buhârî, Menakıbu'l-Ensar 45'e başvurulabilir.oldu. 5. Hicretteki Uygulamalardan Çıkartılan Bazı Hükümler: Buhârî,Âişe (radıyallahü anhnhâ)'dan şöyle dediğini nakleder: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)ile Ebû Bekir Deyloğullarından oldukça maharetli bir kılavuzu ücretle tuttular. Bu kişi o sırada Kureyş kâfirlerinin dini üzere idi. Develerini ona bıraktılar ve üç gün sonra Sevr dağındaki mağarada buluşmak üzere sözleştiler. O da üçüncü günün sabahında develerini alarak bulundukları yere gitti. Onlar, onlarla birlikte Âmir b. Fuheyre ve Deyloğullarından olan kılavuzla birlikte yola koyuldular ve Sahil diye bilinen yerin yolundan onları götürdü. Buhârî, İcâr 3, 4, Menakıbu'l-Ensâr 45. el-Mühelleb der ki: Bu olaydaki fıkhı inceliklerden birisi de şirk ehline eğer vefa gösterecekleri ve insafı elden bırakmayacakları bilinirse, sır ve mal emanet edileceğinin anlaşılmasıdır. Nitekim Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) da Mekke'den çıkışı esnasında bu müşriğe güvenerek sırnnı ve iki deveyi emanet etmişti. İbrt Münzir der ki: Bu uygulamadan müslümanların yol göstermek için kâfirleri ücretle tutabileceklerine delil vardır. Buhârî de şöyle bir başlık açmıştır: "Zaruret esnasında yahut müslüman bir kimse bulunmazsa müşriklerin ücretle tutulmaları bahsi." Buhârî, İcare 3. (Buhârî sarihlerinden olan) İbn Battal der ki: Buhârî bu başlıkta: "... yahut müslüman bir kimse bulunmazsa..." demesi,Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in Hayberlilerle Hayber topraklarında mahsulün yarısı karşılığında çalışmaları için anlaşmış olduğundan dolayıdır. Çünkü o sırada müslümanlardan arazi işlemek hususunda onların yerini tutacak kimse bulunamamıştı. Bu, İslâm güçleninceye ve onlara ihtiyaç kalmayıncaya kadar devam etti, sonra da Hazret-i Ömer onları Hayber'den sürdü. Genel olarak fukahâ zaruret halinde ve zaruret dışındaki hallerde de müslüman olmayanların ücretle çalıştırılmasını câiz kabul ederler. Yine bu uygulamadan, iki kişinin tek bir kişiyi kendileri için tek ve belli bir işi yapmak üzere ücretle tutacakları da anlaşılmaktadır. Bir diğer husus da şudur: Düşmandan korkulduğu için dinini korumak maksadıyla kaçmanın câiz olduğuna, mağara ve benzeri yerlerde gizlenmenin câiz olduğuna delil vardır. İnsanın Allah'a tevekkül ve teslimiyet iddiasıyla kendi elleriyle düşmanın eline bırakmaması gerektiğine de delil vardır. Zaten yüce Rabbimiz dileseydi müşriklere rağmen yine onu korurdu. Fakat Allah'ın gerek peygamberleri hakkında, gerek başkaları hakkında sünneti budur. Allah'ın sünnetinde asla bir değişiklik bulamazsın. İşte böyle bir tedbiri kabul etmeyenlerin ve her kim Allah ile birlikte Allah'tan başkasından korkarsa bu onun tevekkülünde bir eksikliktir ve kadere îman etmemiş olur, diyenlerin görüşlerinin yanlışlığının en açık bir delilidir. Bütün bunlar âyetin manasından anlaşılan hususlardır. Hamd, Allah'a mahsustur, hidayet O'ndandır. 6. Hazret-i Ebû Bekirin Fazileti: "O vakit, arkadaşına: Tasalanma, hiç şüphe yok ki Allah bizimle beraberdir, diyordu" âyetinin yer aldığı bu âyet-i kerîme Ebû Bekir es-Sıddîk(radıyallahü anh)'ın faziletlerini de ihtiva etmektedir. Esbağ ve Ebû Zeyd, İbnü’l-Kasım'dan, o, Mâlik'ten; "O ikinin ikincisinden ibaretti. O zaman onlar mağaradaydılar. O vakit arkadaşına: 'Tasalanma hiç şüphe yok ki Allah bizimle beraberdir' diyordu" âyetinde kastedilen Ebû Bekir es-Sıddîk'tir dediğini rivâyet ederler. Şanı yüce Allah, Hazret-i Ebû Bekir'in Hazret-i Peygambere bu sözleri gerçekten söylediğini ortaya koymakta ve Kitab-ı Kerîminde onun Hazret-i peygamberin sahabisi(arkadaşı) olduğu niteliğini tesbit etmektedir. Kimi ilim adamı şöyle demektedir: KimHazret-i Ömer, Osmanveya sahabeden herhangi bir kimsenin Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’ın arkadaşı olduğunu inkâr ederse, şüphesiz ki o yalancı ve bid'atçi bir kimsedir. Ancak kim Ebû Bekir(radıyallahü anh)'ın Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın arkadaşı olduğunu inkâr edecek olursa o kâfirdir, çünkü Kur'ân nassını reddetmiş olur. "Hiç şüphe yok ki Allah bizimle beraberdir" âyeti O, yardımı, riayeti, koruması ve bizi gözetlemesiyle birlikte bizimle beraberdir demektir.Tirmizî ile el-Haris b. Ebi Usame rivâyetle şöyle derler: Bize Affân anlattı dedi ki, bize Hemmâm anlattı dedi ki, bize Sabit, Enes'den haber verdi: Ebû Bekir kendisine anlatarak şöyle dedi: Biz, mağarada bulunuyorken ben Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem)'a şöyle dedim: Onlardan birisi ayaklarına bakacak olursa (eğilip baksalar) bizi ayaklarının dibinde görecektir. Hazret-i Peygamber şöyle buyurdu: "Ey Ebû Bekir, üçüncüleri Allah olan iki kişi hakkındaki kanaatin nedir."Buhârî, Tefsir 9- sûre 9; Müslim, Fedâilu's-Sahâbe 1;Tirmizî, Tefsir 9. sûre 11;Müsned, 1, 4. (Haris) el-Muhasibî der ki: Yani, yardım ve savunma ile onlarla birlikte idi. Yoksa: "Üç kişinin gizli fısıldanmaları olmasın ki, muhakkak O da onların dördüncüleri olmasın" (el-Mücadele, 58/7) âyetinde ifade ettiği gibi bütün insanlarla birlikte olduğu şeklindeki umumî bir beraberlik türünden değildir. Bu âyet, yüce Allah'ın genel manada kâfirleri de mü’minleri de gördüğünü, onların sözlerini işittiğini ifade etmektedir. 7. Hazret-i Ebû Bekir'in Söylediği Sözlerin Mahiyeti: İbnü'l-Arabî der ki: İmâmiye Allah müstehaklarını versin- şöyle demektedirler: Ebû Bekir'in mağaradaki üzüntüsü onun cahillik ve noksanlığına, kalbinin zayıflığına ve ahmaklığına delildir. İlim adamlarımız da buna şöyle cevap vermişlerdir: Onun üzüldüğünün söz konusu edilmesi bir eksiklik değildir. Nitekim Hazret-i İbrahim hakkında: "Onların bu hallerinden hoşlanmadı ve kalbine bir korku girdi. Onlar: Korkma, dediler" (Hud, 11/70) âyeti ile Hazret-i İbrahim'in bir eksik yanını ortaya koymadığı gibi, Hazret-i Mûsa hakkında: "Mûsa içinde gizli bir korku buldu. Biz, korkma... dedik" (Tâ-Hâ, 20/67-68); Hazret-i Lut hakkında da: "Korkma ve üzülme. Muhakkak Biz seni ve aile halkını kurtaracağız" (el-Ankebût, 29/33) âyetinde de onların eksik görülmesini gerektiren bir taraf yoktur. İşte bu büyük ve yüce peygamberlerin de içten içe böyle bir korku hissettikleri, Fakat takiye yaptıkları (bu korkularını dışa vurmadıkları) nass ile sabit olmaktadır. Onların böyle bir şey duymuş olmaları yerilmelerine sebep değildir, onlar için eksik görülmelerini gerektiren bir vasıf da değildir. Ebû Bekir hakkında da aynı şey sözkonusudur. Diğer taraftan böyle bir korkunun Hazret-i Ebû Bekir'de bulunmuş olması muhtemeldir. Çünkü o şöyle demişti: Eğer onlardan birisi ayağının dibine bakacak olsa mutlaka bizi görürdü. Bu iddiaya ikinci bir cevap da şöyle verilir: Hazret-i Ebû Bekir'in tasalanması Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem)'e herhangi bir zarar ulaşabilmesi ihtimalinden korkmasından ötürü idi. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) henüz o sırada (düşmanlarından gelecek zarara karşı) masun (koruma altında) değildi. Çünkü: "Allah insanlara karşı seni korur"(el-Mâide, 5/67) âyeti Medine'de inmiştir. 8. Allah'ın Beraberliği ile İlgili Hazret-i Mûsa ile Hazret-i Peygamberin Söylediklerinin Karşılaştırılması: İbnü'l-Arabî der ki: Ebû'l-Fedâil el-Muaddel bize dedi ki: Bize, Cemâlü'l-İslâm Ebû'l-Kasım şöyle dedi: Mûsa (aleyhisselâm): "Asla, muhakkak Rabbim benimle beraberdir. Bana doğru yolu gösterecektir" (eş-Şuara, 26/62) dedi. Buna karşılık Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) hakkında da: "Tasalanma, hiç şüphe yok ki Allah bizimle beraberdir" dediğini bize aktardı. Allah'ın yalnızca Hazret-i Mûsa ile beraberliği sözkonusu edildiğinden, ondan sonra arkadaşları irtidat etti. O, Rabbinin yanından geri döndüğünde onların buzağıya tapmakta olduklarını gördü.Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) hakkında ise: "Tasalanma, hiç şüphe yok ki Allah bizimle beraberdir" diye buyurduğu için de Hazret-i Ebû Bekir hayatı boyunca hidayet üzere muvahhid, alim (hakkı bilen) imanında kat'i kararlı, emri yerine getiren bir kimse kalmaya devam etti ve bu konuda ona en ufak bir sarsıntı yol bulamadı. 9. Hazret-i Peygamber'den Sonra Halifelik: Tirmizî, Nubayt b. Şûrayt yoluyla, o, Salim b. Ubeyd'den -ki, ashâbdandır- şöyle dediğini rivâyet eder: Resûlüllah(sallallahü aleyhi ve sellem) bayıldı... İbn Mâce, İkametu's-Salât 142. Hadiste şu ifadeler de yer almaktadır. Muhacirler toplanıp istişare etmeye koyuldular ve şöyle dediler: Haydi hep birlikte kardeşlerimiz Ensar'a gidelim. Bu işe bizimle birlikte onları da dahil edelim. Ensar: Bizden bir emir, sizden bir emir olsun, dediler. Bu sefer Ömer(radıyallahü anh) şöyle dedi: Kimin bu üç özellik gibi bir özelliği vardır ki: "O, ikinin ikincisinden ibaretti. O zaman onlar mağaradaydılar. O vakit arkadaşı da: 'Tasalanma, hiç şüphe yok ki Allah bizimle beraberdir' diyordu." Peki bu iki kişi kimlerdi? Daha sonra Hazret-i Ömer elini uzatıp ona (Hazret-i Ebû Bekir'e) bey'at eni. Diğer insanlar da ona güzel bir şekilde bey'at ettiler. el-Heysemî, Mecmau'z-Zevaid, V, 182.el-Heysemî, hadisin sonunda şunları söylemektedir: "İbn Mâce, bu hadisin bir bölümünü rivâyet etmiştir. Hadisi (bütünüyle)Taberanî rivâyet etmiş olup, senedindeki râviler (sika) güvenilir kimselerdir." Ayrıca bk. Buhârî. Fedâilu Ashâbi'n-Nebiyy 2-5;Nesâî, fmmne 1; Müsned, I, 21. Derim ki: İşte bundan dolayı bazı ilim adamları şöyle demişlerdir: Yüce Allah'ın: "O, ikinin ikincisinden ibaretti. O zaman onlar mağaradaydılar" âyetinde Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem)’dan sonra halifenin Ebû Bekir es-Sıddîk olduğuna delâlet eden bir husus vardır. Çünkü halife her zaman için ancak ikinci olan kişidir. Ben, hocamız İmâm Ebû'l-Abbas Ahmed b. Ömer'i şöyle derken dinledim: Ebû Bekir es-Sıddîk'a ikinin İkincisi unvanının verilmesine hak kazanması, Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem)'ın bu işi ilk olarak yerine getirdiği gibi, ondan sonra Ebû Bekir'in bu işin sorumluluklarım üstlenip yerine getirmesinden dolayıdır. Çünkü Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)vefat ettikten sonra bütün Araplar irtidat etti, islâm ancak Medine, Mekke ve (Bahreyn'de bir yer olan) Cuvâsa denilen yerde hakim kalabildi. Ebû Bekir, insanları İslâm'a, davet etmeye ve tıpkı Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem)'ın yaptığı gibi dine girmek hususunda onlarla çarpışmaya koyuldu. İşte bu bakımdan ona "ikinin İkincisi" denilmesine hak kazandı. Derim ki: Sünnet-i seniyyede zahiri itibariyle onun Hazret-i Peygamberden sonraki halîfe olacağına delâlet eden sahih hadisler de vârid olmuştur. Zaten bu hususla icma da gerçekleşmiş ve onun halifeliğine muhalefet eden hiçbir kimse kalmamıştır. Onun halifeliğine dil uzatanın hatalı olduğu ve fasıklığı katidir. Acaba kâfir olur mu, olmaz mı? Bu konuda görüş ayrılığı vardır. Zahir görünen onun kâfir olacağıdır. Bu anlamda yüce Allah'ın İzniyle el-Feth Sûresi'nde, (48/27-28. âyetler, 5. başlıkta) bu hususa dair daha geniş açıklamalar gelecektir. Kitap, sünnet ve ümmetin ilim adamlarının sözlerinden kati olarak anlaşılan, kalplerin ve gönüllerin îman etmesi gereken husus, Ebû Bekir es-Sıddîk'ın bütün ashâbtan daha faziletli olduğudur. Bu konuda ne Şianın söylediklerine, ne de bid'at ehlinin söylediklerine aldırış edilmez. Çünkü onların arasında ashâbı tekfir edenler vardır. Böylelerinin boyunları vurulur. Kimisi de bidatçi ve fasık kabul edilir, sözleri de makbul değildir. Ebû Bekir es-Sıddîk'ten sonra Ömer el-Faruk, ondan sonra da Osman (radıyallahü anh)'ın halifeliği sözkonusudur.Buhârî, İbn Ömer'den şöyle dediğini rivâyet eder,: Bizler, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) döneminde insanların arasında kimin hayırlı olduğunu görüşürdük. Önce Ebû Bekir'i en hayırlılar arasında kabul eder, sonraÖmer, sonra Osman gelir derdik. Buhârî, Fedâilu's-Sahâbe 4. Selef ehlinin İmâmlarının, Hazret-i Osman ile Hazret-i Ali'nin hangisinin daha faziletli olduğu hususunda farklı görüşleri vardır. Onların çoğunluğu (Cumhûr) Hazret-i Osman'ın önce geldiğini kabul eder. Mâlik'ten ise bu hususta görüş beyan etmekten kaçındığı rivâyet edilmektedir. Yine ondan, bu hususta Cumhûrun kanaatine döndüğü de rivâyet edilir. Yüce Allah'ın izniyle daha sahih olan görüş budur. 10. Allah'ın İndirdiği Sekinet (Huzur ve Sükun): "Allah ona sekinetini indirmiş..."âyeti ile ilgili iki görüş vardır.Birincisine göre bu sekînet Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a indirilmiştir. İkincisine göre ise Hazret-i Ebû Bekir'e. İbnü'l-Arabî der ki: İlim adamlarımız daha kuvvetli olan görüş budur derler. Çünkü Hazret-i Ebû Bekir kendilerini izleyenlerin Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a bir zarar vereceklerinden korkmuştu. Allah da Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem)'i güvenliği altına alıp Ebû Bekir'e sekînetini indirmiş, buna bağlı olarak tedirginliği sükûn bulmuş, korkusu gitmiş ve güvenliğe erişmişti. Şanı yüce Allah orada bir ot bitiriverdi ve bir güvercine de yuva yapma ilhamını verdi. Örümceğe de ilham vererek onun üzerine bir ağ dokudu. Maddeten ve zahiren bu askerler ne kadar zayıf, fakat batınen ve mana itibariyle ne kadar güçlüdürler. İşte bu bakımdan Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Hazret-i Ömer'e, Hazret-i Ebû Bekir ile tartışması üzerine şöyle buyurmuştur: "Benim bu arkadaşımı bana bırakmayacak mısınız? Bütün insanlar yalan söyledin, dediler Ebû Bekir ise: Doğru söyledin dedi."Bu hadisi Ebû'd-Derdâ rivâyet Buhârî, Tefsir 7. sûre 3. Fedailu Ahsâbi'n-Nebiyy 5.etmiştir. 11. Hicretteki İlâhi Yardım ve Allah'ın Dininin Üstünlüğü: "Onu göremediğiniz ordularla desteklemiş" âyetinde kastedilenler meleklerden ordulardır. Yüce Allah'ın: "Onu desteklemiş" âyetindeki zamir de Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a aittir. İki zamir (yani bu ve bundan önceki-, "ona sekînetini" âyetindeki zamir) ayrı yerlere racidir. Bu, gerek Kuran-ı Kerîm’de, gerek de Arapçada çokça kullanılan bir husustur. "Kâfirlerin sözünü alçaltmıştır”yani, şirk sözünü aşağılamıştı. "Allah'ın kelimesi ise o en yüce olandır" âyetindeki "Allah'ın kelimesi"nden kastın:"Lâ ilahe illallah" olduğu söylendiği gibi, zafer vadi olduğu da söylenmiştir. el-A'meş ve Yakub; "Allah'ın kelimesi" âyetindeki "yuvarlak te"yi nasb ile okumuş ve âmili" Kılmıştır" diye takdir etmiştir. Diğerleri ise istinaf (yeni bir cümle) olmak üzere ref ile okumuşlardır.el-Ferrâ' nasb ile kıraatin uzak bir ihtimal olduğunu iddia ederek şöyle demiştir: Çünkü kişi "Filan kişi babasının kölesini azad etti" der, buna karşılık; "Filanın babasının kölesini azad etti)," demez.Ebû Hatim de buna yakın bir ifade kullanmıştır. (el-Ferrâ') devamla der ki: Bu durumda (yani nasb olsaydı): "Onun kelimesi ise o en yüce olandır" demek gerekirdi. en-Nehhâs der ki: el-Ferrâ''nin sözünü ettiği bu husus âyet-i kerimeye benzememektedir. Ama ona Sîbeveyh'in naklettiği gu beyit benzemektedir: "Görmüyorum ölümü, ölümü birşeyin geçtiğini ölüm varlık sahibinin de fakirin de hevesini kursağında bırakmıştır." Bu ifade güzeldir, bunda anlaşılmayacak bir taraf yoktur. Şu kadar var ki mahir nahivciler şöyle derler: Böyle bir durumda zamir kullanmayarak ismin tekrar edilmesinin bir faydası vardır. O da bu isimde tazim manası bulunmasıdır. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Yer kendine ait şiddetli bir sarsıntı ile sarsıldığı zaman. Ve yer içindeki ağırlıklarını dışarıya çıkardığında..." (ez-Zilzal, 99/1-2) Bunda da anlaşılmayacak birşey yoktur. "Kelime"nin çoğulu;(.....) şeklinde gelir. Temimliler ise bunu; şeklinde "kef" harfi esreli olarak kullanırlar. el-Ferrâ' kelimenin şekillerinde olmak Üzere; üç ayrı söylenişinin olduğunu nakletmektedir. Tıpkı; Karaciğer ve altınpara gibi. aynı şekilde bir kasidenin tamamı anlamına da gelir. Bu açıklamaları da el-Cevherî yapmıştır. |