Ana Sayfa (Kur'an-ı Kerim) Yeni Pencere

Geri

 

SAYFA :

194

 

009 - TEVBE SÛRESİ

 

CÜZ :

10

 

İleri

Sayfayı Yeni Pencerede Aç

 

 

 

 

 

 

 

 

 

48

Yemin olsun ki, onlar bundan önce de fitne aramışlar, sana karşı bir takım ister çevirmişlerdi. Nihayet hak geldi ve onlar İstemedikleri halde Allah'ın emri üstün geldi.

"Yemin olsun ki, onlar bundan önce de fitne aramışlar..." Yani, onlar durumları açığa çıkmadan ve gizledikleri hususlara ve ileride yapacakları şeylere dair vahiy inmeden önce de fesat çıkarmak ve kötülük yapmak istemişlerdi.

İbn Cüreyc der ki: Bu âyetiyle yüce Allah münafıklardan oniki kişiyi kastetmektedir. Bunlar Akabe gecesi Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)Ve suikast yaparak öldürmek için Seniyetü’l-Vedâ denilen yerde pusu kurmuşlardı.

"Sana karşı da birtakım işler çevirmişlerdi." Yani onlar, senin getirdiğin valiyi çürütmek hususunda çeşitli görüşler ortaya atmış, işler çevirmişlerdi.

"Nihayet hak geldi ve onlar istemedikleri halde Allah'ın emri" yani O'nun dini

"üstün geldi."

49

Onlardan bazdan da: "Bana İzin ver, beni fitneye düşürme derler. Bilin ki onlar, zaten fitnenin ortasına düşmüşlerdir. Şüphe yok ki cehennem kâfirleri çepeçevre kuşatıcıdır.

"Onlardan bazıları da: Bana izin ver...derler" âyetindeki

"İzin ver" emir fiili; İzin verdi, verir'den emirdir. Bu fiilden emir yapılacak olursa, başa esreli bir hemze ve ondan sonra da fiilin "fâ"sı(birinci harfi olan hemze) gelir. Ancak iki hemze bir arada bulunmayacağından makabli de esreli olduğundan dolayı, ikinci hemze "ye" harfi ile ibdaledilerek denilir. Ancak bu emir vasıl ile okunucak olursa, iki hemzenin bir arada bulunmasını engelleyen illet ortadan kalkar ve bu sefer ikinci hemze vasıl ile okunur. Bundan sonra da hemze telaffuz edilerek; "Onlardan bazıları das Bana izin ver... derler" diye okunur. Verş ise Nafi'den: "Onlardan bazdan da: Bana izin ver... derler" diye okuduğunu rivâyet etmektedir. Böylelikle hemzeyi sakin değil de"vav" olarak harf-i medmiş gibi okur.

en-Nehhâs der ki: "Filana izin ver, sonra ona izin ver" denilecek olursa, her ikisindeki "izin ver" anlamındaki kelimelerin yazılışlarında "zel" harfinden önce hemze ve"ye" vardır. Şayet; "Filana izin ver ve başkasına izin ver," denilecek olursa, bu sefer ikincisinde "ye" getirilmez."Vav" yerine "fe" harfi kullanılacak olursa yine böyledir. "Sonra" ile "vav" arasındaki farka gelince; "sonra" anlamındaki kelime üzerinde vakıf yapılabilir ve diğer kelimelerden ayrı okunabilir. "Vav" İle "fe" harfleri üzerinde ise ne vakıf yapılabilir, ne de ayrı yazılabilirler.

Muhammed b. İshak der ki: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)Tebûk'e çıkmak istediğinde, Selemeoğullarından el-Ced b. Kays'a şöyle demişti: "Ey Ced, Rumlar ile Savaşıp da onlardan odalık cariyeler ve hizmetçiler edinmeye ne dersin?" el-Ced şu cevabı verir: Kavmim, benim kadınlara ne kadar düşkün olduğumu bilirler. Ben, Sanoğullarının (Rumların) kadınlarını görecek olursam, onlara karşı kendimi tutamayacağımdan korkarım. Sen beni fitneye düşürme de, oturmak üzere bana izin ver. Buna karşılık malımla sana yardımcı olacağını. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ondan yüzçevirip: "Haydi sana izin verdim"diye buyurdu. Bunun üzerine bu âyet-i kerîme nâzil oldu. Aynı manada yakın bir rivâyet; Taberenî. el-Mu'cemu'l-Evsat, VI, 281. Onların yüzlerinin güzelliği dolayısıyla sen benî fitneye düşürme demek istemişti. Oysa, onun münafıklıktan başkaca bir rahatsızlığı yoktu.

el-Mehdevî der ki: San (el-Asfar), Habeşlilerden bir adamdır. Bunun, çağlarında kendilerinden daha güzel hiçbir kimsenin bulunmadığı kızları vardı. Ve o sırada o kişi, Rum diyarında bulunuyordu.

Bir diğer görüşe göre onlara bu ismin veriliş sebebi, Haberlilerin Rumlara galip gelmiş olmalarıdır. Onlardan kız çocukları olmuş, bu kız çocukları ise Rumların beyaz tenlerinden, Habeşlilerin de siyah tenlerinden etkilenerek kırmızı ve sarı karışımı bir ten renkleri olmuştu.İbn Atiyye der ki: İbn İshak’ın bu görüşünde nisbeten bir gevşeklik vardır.

Taberî de isnadını kaydederek Resûlüllah(sallallahü aleyhi ve sellem)'ın şöyle buyurduğunu kaydetmektedir: "Haydi gazaya çıkınız. San'nın kız çocuklarını ganimet alacaksınız." Bunun üzerine el-Ced ona: Sen bize izin ver de, kadınlar sebebiyle bizi fitneye düşürme. Bu ise, birincisinden daha farklı bir açıklamadır. Münafıklığa ve Resûlüllah'a karşı çıkmaya daha yakışan hal budur. Bu âyeti kerîme nâzil olunca, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Selemeoğullarına -ki, el-Ced de onlardan birisiydi- şöyle demişti: "Sizin efendiniz kimdir ey Selemeoğulları?" Onlar: Efendimiz Ced b. Kays'dır. Şu kadar var ki o, hem cimri hem korkaktır, demişlerdi. Bunun üzerine Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştu:"Peki, cimrilikten daha kötü ve büyük bir kusur ne olabilir? Hayır, sizin efendiniz o beyaz tenli delikanlı olan Bişr b. el-Berâ b. Ma'rûr'dur." İbnu’l-Ashâb, Usdu'l-Ğabe, I, 218. Ensar'dan Hassan b. Sabit de Bişr b. el-Berâ hakkında şunları söylemiştir;

"Cömertliği dolayısıyla Bişr b. el-Berâ önder kılındı

Gerçekten Bişr b. el-Berâ önder kılınmaya lâyıktır

Bir heyet ona geldi mi, bütün malını harcar da

Bunu alın der, ben yarın yine döneceğim(aynı şeyleri yapacağım), der."

"Bilin ki onlar, zaten fitnenin ortasına düşmüşlerdir." Yani, günah ve masiyetin ta içine düşmüşlerdir. Bu da münafıklık ve Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem)'dan geri kalmaktır.

"Şüphe yok ki cehennem kafirleri çepeçevre kuşatıcıdır." Onlar cehennem ateşine doğru yol alıyorlar. O, onları kuşatacaktır.

50

Eğer sana bir iyilik isabet ederse bu onların hoşuna gitmez. Şayet sana bir musibet erişirse: "Biz daha önce tedbirimizi almışız" derler ve sevinçle dönüp giderler.

"Eğer sana bir İyilik isabet ederse bu onların hoşuna gitmez." Anlamındaki âyet, şart ve cevabını birlikte ifade etmektedir. Aynı şekilde:

"Şayet sana bir musibet erişirse, biz daha önce tedbirimizi almışız derler ve sevinçle geri dönerler" âyeti de bu şekildedir. "Ve..." den sonrası da ikinci şart cümlesine atfedilmiştir. Âyet-i kerimede geçen: "İyflilrden kasıt, ganimet ve zaferdir. "Musibet’ten kasıt ise yenilgiye uğramaktır.

"Biz daha önce tedbirimizi almışızdır" şeklindeki sözleri ise, kendimiz için gerekli ihtiyatî tedbirleri aldık ve bu konuda kararımızı verdik. O bakımdan Savaşa çıkmayacağız, demektir.

"Ve sevinçle dönüp giderler" bu yaptıklarını beğenerek, imandan yüzçevirir giderler.

51

De ki Allah'ın bizim için yazdığından başkası asla bize isabet etmez. O bizim mevlâmızdır. Onun için mü’minler yalnız Allah'a güvenip dayanmalıdır."

"De ki: Allah'ın bizim için yazdığından başkası asla bize isabet etmez." Bir görüşe göre Levh-i Mahfuz'da yazılanlar; bir diğer görüşe göre, O'nun bize Kitabında; biz ya zafer kazanır ve bu zafer bizim için güzel olur, yahut da öldürülür şehid düşeriz, bu da bizim için daha büyük bir güzellik olur diye haber vermiş olduğundan başka bir şey olmaz, demektir. Yani, herşey ilâhî kaza ve takdir iledir. Nitekim el-A'raf Sûresi'nde(7/37. âyetin tefsirinde) ilim, kader ve kitabın aynı şeyler olduğuna dair açıklamalar geçmiş bulunmaktadır.

"O, bizim mevlâmızdır" bize yardım edecek olandır. Tevekkül ise; işi O'na havale etmektir.

Cumhûr; şeklinde; ile nasb ile okurlar. Ebû Ubeyde Araplar arasında bu edat dolayısıyla muzari fiili cezm ile okuyanlar bulunduğunu nakletmektedir. Talha b. Mûsarrif bunu; "Bize İsabet eder mi" diye okunmuştur. Rey Kadısı A'yen'den, Onun bunu: "De ki... asla bize isabet etmez" şeklinde "nun" harfini şeddeli olarak okuduğu da nakledilmiştir ki, böyle bir okuyuş lahn'dir. Çünkü haber olan bir ifade "nün" ile tekid edilmez. Şayet buTalha'nın kıraatinde olsaydı câiz olurdu. Nitekim yüce Allah:

"Hilesi kızgınlık duyduğu şeyi giderir mi..." (el-Hacc, 22/15) diye buyurmuştur.

52

De ki: "Bize İki güzel şeyin birinden başkasının gelmesini mi gözetir durursunuz? Halbuki biz, Allah'ın size kendi katından yahut bizim ellerimizle bir azap getireceğini bekliyoruz. Öyleyse bekleyiniz. Muhakkak biz de sizinle beraber bekleyenleriz."

"De ki; Bize... mi gözetir durursunuz" âyetini, Kûfeliler "lâm" harfini "te" ile idğâm ederek okurlar, Marife"lâm"ının (ismi belirtici lâm) İse, (bu gibi harflerden önce gelirse) İdğamdan başka türlü okunması câiz değildir. Nitekim yüce Allah'ın:

"Tevbe edenler" (et-Tevbe, 9/112) âyetinde de böyledir. Çünkü Arapçada marife lâm'ı çokça kullanılır. Ancak yüce Allah'ın;" De ki: Geliniz" (el-En'âm, 6/151) âyetinde lâm'ın "te" harfine idğam edilmesi câiz değildir. Çünkü: "De ki" fiili illetli bir fiildir, İdğam yapmak suretiyle ondaki bu illeti ikiye çıkarmazlar. "Beklemek" demektir. Mesela; " ifadesi, yiyeceği, pahalanıncaya kadar bekledi," bekletti, anlamına gelir.

“Güzel şey" kelimesi, "En güzel"in müennesidir. hem tekil, hem çoğul olarak kullanılır. Bu kelime, ancak harf-i tarifli olarak kullandır. O bakımdan "güzel bir kadın gördüm" anlamında; denilmez.

"İki güzel şey"den kasıt ise, ganimet ve şehadetür. Bu açıklama İbn Abbâs, Mücahid ve başkalarından nakledilmiştir. İfadede lâfız soru şeklinde olmakla birlikte azarlamak anlamındadır.

"Halbuki biz, Allah'ın size kendi katından yahut bizim ellerimizle bir azap getireceğini bekliyoruz" yani sizden önceki ümmetlere isabet eden cezalar gibi sizi helâk edecek bir cezayı katından üzerinize göndermesini, yahut da bize sizinle Savaşmak üzere izin vermesini bekliyoruz.

"Öyleyse bekleyiniz" ifadesi ise bir tehdittir. Yani, şeytanın size olan vaadlerini bekleyiniz. Biz de Allah'ın bize vaadlerini beklemekteyiz.

53

De ki: "İsteyerek veya islemeyerek harcayın. Sizden asla kabul olunmayacaktır. Çünkü siz, fasıklık eden bir kavim oldunuz."

Bu âyete dair açıklamalarımızı dört başlık halinde sunacağız:

1. Âyetin Nüzul Sebebi ve Anlamı:

İbn Abbâs der ki: Bu âyet-i kerîme Oturmak üzere bana izin ver, işte malım onunla sana yardımcı olayım, diyen el-Ced b. Kays hakkında nâzil olmuştur.

Yüce Allah'ın:

"Harcayın (infak edin)" âyeti bir emirdir. Ancak şart ve cevap manasına gelmektedir. Araplar böyle bir durumda ifadeyi bu şekilde kullanır ve "veya (ev)" edatını kullanır. Nitekim şair şöyle demiştir:

"Bize iyilik veya kötülük yap. Tarafımızdan kınanmazsın sen.

Ve eğer uzaklaşıp gidersen dahi senden uzaklaşılmaz."

Yani, sen kötülükveya iyilik yapsan da biz senin bildiğin durumdayız.

Âyetin anlamı şudur: Siz, isteyerek yahut istemeyerek harcayacak olsanız dahi bu harcamalarınız kabul olunmayacaktır. Sonra Allah onların harcamalarının niçin kendilerinden kabul olunmayacağını beyan ederek şöyle buyurmaktadır:

"Harcamalarının onlardan kabul edilmesini engelleyen sadece şudur: Onlar Allah'ı ve Rasulünü inkâr etmişlerdir." (et-Tevbe, 9/54) İşte bu, kâfirlerin dünyadaki iyi işlerinin ahirette faydasını göremeyeceklerinin en açık delillerinden birisidir ki, bu da bir sonraki başlığımızın konusudur:

2. Kâfirlerin Dünya Hayatındaki İyiliklerinin Ahirette Karşılığı Yoktur:

Kâfirin işleri, eğer akrabalık bağlarını gözetmek, yoksulun ihtiyacını karşılamak, darda kalmış olanın sıkıntısını gidermek gibi iyilik türlerinden olursa, bunların sevabını almaz ve ahirette bunlardan faydalanmaz. Şu kadar var ki, bu iyilikleri karşılığında ona dünyada ihsanda bulunulur. Bunun delili ise Müslim'inÂişe (radıyallahü anha)'dan şöyle dediğine dair rivâyetidir: Ey Allah'ın Rasûlü, dedim. İbn Cud'an, cahiliye döneminde akrabalık bağını gözetir, yoksula yemek yedirirdi. Bunun kendisine bir faydası olacak mı? Peygamber şöyle buyurdu: "Bunun kendisine faydası olmayacak. Çünkü o, birgün olsun: Rabbim, din (kıyâmet) günü günahımı bana bağışla dememiştir."Müslim, Îman 365;Müsned, VI, 93.

Enes (radıyallahü anh)'dan da şöyle dediği rivâyet edilmiştir Resûlüllah(sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki:"Şüphesiz Allah hiçbir mü’mine (mükâfatı eksik verilmek suretiyle) bir iyiliğinde dahi zulmetmez. Dünyada da onun karşılığı ona verilir. Ahirette de ondan dolayı ona mükâfat verilir. Kâfire gelince o, dünyada Allah için yapmış olduğu İyilikler karşılığında ona yemek yedirilir (ihsanda bulunulur). Nihayet âhirete gittiğinde, onun karşılığını görebileceği herhangi bir iyiliği kalmamış olur,"Müslim, Sifâtu'l-Münafikın 56; Müsned, III, 123, 283. İşte bu, (bu hususta) açık bir nastır.

Diğer taraftan şöyle de denilmiştir: Acaba bu doğru vaad gereğince, kâfirin, bu dünya hayatında iyiliklerine karşılık yedirilip ona bağışta bulunması muhakkak ve kaçınılmaz bir şey midir? Yoksa bu, şanı yüce Allah'ın:

"... Biz de burada dilediğimize dileyeceğimiz şeyi çabucak veririz" (el-İsra, 17/18) âyetinde sözü geçen Allah'ın dileği (meşîeti) ile mi kayıtlıdır?İkincisi bu husustaki iki görüşün sahih olanıdır. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

Kâfirin yaptığına "hasene: güzellik, iyilik" denilmesi ise, kâfirin bu husustaki zanni dolayısıyladır. Yoksa onun Allah'a yakınlaşmak üzere yapacağı herhangi bir ameli sahih değildir. Çünkü Allah'a yakınlaştırıcı amelin sahih olmasının şartı olan îman bulunmamaktadır. Ya da buna "hasene" deniliş sebebi, mü’minin hasenesine şekil itibariyle benzediğinden dolayıdır. Görüldüğü gibi bu hususta da iki görüş vardır.

3. Müslüman Olmadan Önce İyilik Yapanın İyiliklerinin Durumu:

Denilse ki; Müslim'de, Hakîm b. Hizâm'dan Resûlüllah(sallallahü aleyhi ve sellem)'a şöyle dediği rivâyet edilmektedir: Ey Allah'ın Rasûlü, ben cahiliye döneminde iken ibadet kastıyla verdiğim sadaka yahut köle azad etmek veya akrabalık bağını gözetmek gibi bir takım hususlarda (benim için) ecir var mıdır, ne dersin? diye sorunca, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) da şöyle buyurmuştur: "Sen, geçmişinde yapmış olduğun hayırlar üzere İslâm'a girdin." Buhârî, Zekât .24, Buyû’ 100, Itk 12, Edeb 16; Müslim, Îman 194, 195;Müsned, III, 402.

Buna şu cevabı veririz: Hazret-i Peygamberin: "Sen, geçmişte yaptığın hayırlar üzere İslama girdin"ifadesi konu ile ilgili aslî delillerin zahirine uygun değildir. Çünkü kâfirin yüce Allah'a yakınlaşmak kastı ile yapacağı ibadetler sahih olamaz ki bu İtaati dolayısıyla sevap alması sözkonusu olsun. Çünkü Allah'a yakınlaşmak kastıyla itaatte bulunacak kimsenin kendisine yakınlaşmak istediği yüce Zatı bilip tanıması şarttır. Böyle bir şart bulunmayacak olursa, şarta bağlı olarak öngörülen hususun sıhhati de sözkonusu olamaz. Buna göre hadisteki mana şöyle olur: Eğer sen cahiliye döneminde güzel bir takım huylar kazanmış isen, bu huyların İslâmda da sana güzel alışkanlıklar kazandırmıştır. Çünkü Hakîm (radıyallahü anh) altmışı cahiliye döneminde, altmışı da müslüman olmak üzere yüzyirmi yıl yaşamıştı. Cahiliye döneminde yüz köle azad etmiş, yüz kişiyi de deve sırtında taşımış idi. İslâm'da da aynı işleri yaptı. Bu, açıkça anlaşılan bir husustur.

Şöyle de açıklanmıştır: Kâfir iken işlemiş olduğu günahları müslüman olmak suretiyle düştüğü gibi, müslüman olması dolayısıyla(müşrik iken) yaptıklarına karşılık Allah'ın onu mükâfatlandırması Allah'ın lütfu keremi açısından uzak bir İhtimal olarak görülemez. Asıl mükâfatını görmeyecek kişi, müslüman da olmayan, tevbe de etmeyen ve kâfir olarak ölen kişidir. Hadisin zarihinden anlaşılan da budur, yüce Allah'ın izniyle sahih olan görüş de bu olmalıdır. Daha önce yapmış olduğu hayırlardan sonra müslüman olup da müslüman olarak ölen kimsenin önceden yapmış olduğu hayırların mükâfatını, almaması ile ilgili olarak îman şartının bulunmadığını söylemek, hiçbir şekilde değişmesi sözkonusu olmayan akli bir şart değildir. Şanı yüce Allah güzel bir şekilde İslâm'a bağlanan bir kimsenin (müslüman olmadan önceki) amelini boşa çıkarmayacak kadar kerimdir. Nitekim, el-Harbî de bu hadisi bu anlamda yorumlayarak şöyle demiştir: "Sen, geçmişte yaptıkların üzere müslüman oldun." Yani, bundan önce işlemiş oluduğun hayırlı amellerinin mükâfatı sana verilecektir. Nitekim bir kimseye: Sen bin dirhem üzere İslâm'a girdin, denileceği vakit, o bin dirhemi kendi payına eline geçirmiş olmak üzere İslâm'a girdiği anlaşılır. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

4. Ebû Talib'in Özel Durumu:

Denilse ki: Müslim, Hazret-i Abbas'tan şöyle dediğini rivâyet etmektedir: Ey Allah'ın Rasûlü dedim, Ebû Talib seni korur, sana yardımcı olurdu. Bunun ona faydası oldu mu? Hazret-i Peygamber: "Evet"diye buyurdu. "Ben onu her tarafını kaplayan bir şekilde ateş içerisinde buldum da onu topuklarına kadar ateşin ulaştığı bir yere çıkardım."Müslim, Îman 358.

Buna şöyle denilir: Kâfirin işlemiş olduğu hayırlar sebebiyle azabının bir bölümünün hafifletilmesi uzak bir ihtimal değildir. Ancak bu, Ebû Talib hakkında varid olduğu şekilde ayrıca bir şefaatte bulunulmasını da gerektirmektedir. Kur'ân-ı Kerîm:

"Artık şefaat edenlerin şefaati onlara fayda vermez" (el-Müddesir, 74/48) âyeti ile onun dışındakilerin durumu hakkında haber vermektedir. Yine kâfirler hakkında:

"Bizim bir şefaatçimiz yoktur ve candan, hiçbir dostumuz da" (eş-Şuara, 26/100-101) diyecekleri de bize haber verilmektedir. Müslim de,Ebû Said el-Hudrî'den şöyle dediğini rivâyet etmektedir: Resûlüllah(sallallahü aleyhi ve sellem)'ın huzurunda amcası Ebû Talib sözkonusu edilince şöyle buyurdu: "Kıyâmet gününde belki benim şefaatimin ona bir faydası olur da bu sebepten ötürü topuklarına kadar ulaşacak bir ateşe konulur ve bundan beyni kaynar." Buhârî, Menakıbu'l-Ensâr 40;Müslim, îman 360;Müsned, III, 50, 55. Hazret-i Abbas'ın rivâyet ettiği hadiste de: "... ve eğer ben olmasaydım hiç şüphesiz ateşin en aşağı basamağında olurdu"dediği de kaydedilmektedir. Buhârî, Menakbu'l-Ensâr 40T Edeb 115; Müslim, Îman 357; Müsned, I, 206, 210.Yüce Allah'ın:

"Çünkü siz, fâsıklık eden bir kavim oldunuz" kâfirler oldunuz, demektir.

54

Harcamalarının onlardan kabul edilmesini engelleyen sadece şudur: Onlar Allah'ı ve Rasûlünü İnkâr etmişlerdir. Namaza ancak üşene üşene gelirler. İnfaklarını da mutlaka isteksiz yaparlar.

Bu âyete dair açıklamalarımızı üç başlık halinde sunacağız:

1. Amellerin Kabul Edilmesi ve Küfür:

Yüce Allah'ın:

"Harcamalarının onlardan kabul edilmesini engelleyen sadece şudur: Onlar..." âyetindeki; yani "kabul edilmesini" terkibindeki: "...me..." nasb mahallindedir. İstisna edatından sonra gelen; ise ref mahallindedir. Âyetin anlamı da şöyle olur: Onlardan yaptıkları harcamaların kabul edilmesini engelleyen tek husus, onların kâfir oluşlarıdır.

Kûfeliler"Onlardan kabul edilmesini" âyetini ("te" harfi ile değil de)"ye" ile okumuşlardır. Çünkü "harcamalar"(anlamındaki "nefakat") ile infak(harcamak), aynı şeydir.

2. Namazdan Ûşenenler:

Yüce Allah'ın:

"Namaza ancak üşene üşene gelirler"âyeti ile ilgili olarakİbn Abbâs şöyle demiştir: Böyle bir kimse cemaat arasında bulunursa namaz kılar, tek başına kalırsa namaz kılmaz. Böyle bir kişi namaz dolayısıyla bir mükâfat ummayan, onu terk etmekten ötürü de bir ceza göreceğinden korkmayan bir kimsedir. Münafıklık kaçınılmaz olarak ibadette bir tembelliğe götürür. en-Nisâ Sûresi'nde (4/142. âyetin tefsirinde) bütün bu hususlara dair açıklamalar geçmiş bulunmaktadır. Orada bütün tafsilatıyla el-Alâ hadisini de zikretmiş bulunuyoruz. Bk.Müslim, Mesacid 195;Ebû Dâvûd, Salât, 5;Tirmizî, Salât 6;Nesâî, Mevâkît, 9;Muvatta’', Kur'ân 46;Müsned, III, 149. Cenab-ı Allah'a hamd olsun.

3. Münafıkların İnfakı:

"İnfaklarını da mutlaka İsteksiz yaparlar." Çünkü onlar bu infaklarını bir borç yükü diye sayarlar, infakta bulunmamayı da bir ganimet bellerler. Durum böyle olduğuna göre, onların bu harcamaları asla makbul olamaz ve önceden de geçtiği üzere bunlardan dolayı onlara sevap verilmez.

 

 

 

 

Ana Sayfa (Kur'an-ı Kerim) Aynı Pencere

Geri

 

(T :  M : 1273  H : 671)

 

KURTUBÎ TEFSÎRİ - (TÜRKÇE)

 

MÂLİKÎ

 

İleri

Sayfayı Büyüterek Aynı Pencerede Aç