Cehennem ateşinden çıkmak isterler. Ama oradan çıkacak
değillerdir. Onlar için devamlı bir azap vardır.
Bu dünyadaki amelleriyle ebedi cehennemi hak etmiş olan kâfirler, kıyamet
gününde, içinde bulundukları o korkunç azaptan kurtulmak isteyecekler fakat
onların artık bu azaptan kurtulmaları mümkün olmayacaktır.
Bu âyet-i kerime, kıyamet gününde
kâfirlerin halini belirtmektedir. Mü’minlerin isyankârları ise günahları kadar
yandıktan sonra cehennemden çıkarılacaklardır. Bu hususta
İkrime diyor ki: "Nafi b. el-Ezrak,
Abdullah b. Abbas'a dedi ki: "Ey gözü ve
kalbi körü olan, sen bir kısım insanların, cehennem ateşine girmelerinden sonra
onların tekrar çıkacaklarını sanıyorsun. Halbuki Aziz ve Celil olan Allah
buyuruyor ki: "Onlar cehennemden çıkacak değillerdir."
Abdullah b. Abbas da dedi ki: "Vay haline,
bundan önceki âyeti oku. Bu âyet, kâfirler hakkındadır."
Hırsızlık yapan erkekle hırsızlık yapan kadının,
yaptıklarının karşılığı; ve Allah tarafından bir ceza olarak ellerini kesin.
Allah, herşeye galiptir, hüküm ve hikmet sahibidir.
Herhangi bir erkek veya kadın hırsızlık yapacak olursa onların sağ ellerini
kesin. Bu ceza, onların hırsızlıklarının karşığı ve Allah tarafından da bir
cezalandırmadır. Bu bakımdan, Allah'ın koyduğu cezayı takbik ederken onlara
acımayın. Zira Allah'ın emrettiği şeyler faydanıza yasakladığı şeyler ise
zararınızadır. Allah, hırsızlık yapan erkek ve kadını cezalandırmada herşeye
galiptir, verdiği hükmünde de hikmet sahibidir. Sizler bu hükümler hususunda
ifrat ve tefrite kaçmayın.
Âyet-i kerime’de
geçen "Eller" ifadesinden maksat, sağ ellerdir. Nitekim
Abdullah b. Mes'ud'un kıraatında ifade, "Sağ
ellerini kesin" şeklindedir.
Kişinin ne kadar mal çalması halinde, âyette zikredilen hırsız ifadesinin
içerisine gireceği hususunda dört görüş zikredilmiştir.
a- İmam Malik dahil, Medine
halkından bir topluluk, üç veya daha fazla dirhem çalanın hırsız sayılacağını
söylemişler ve görüşlerine delil olarak Abdullah b.
Ömer'in rivâyet ettiği şu hadisi zikretmişlerdir.
Abdullah b. Ömer demiştir ki.
"Resûlüllah
(sallallahü aleyhi ve sellem) hırsızın elini, değeri üç dirhem olan bir
kalkanı çalmasından dolayı kesmiştir. Buhari, K.
el-Hudud, bab: 13 / Müslim, K. el-Hudu, bab: 6, Hadis no: 1686
b- İmam Evzai, imam Şafii ve bunlara tabi olan diğer bazı âlimlere göre
ise çeyrek dinar veya onun kadar bir şey çalan kimse âyette ifade edilen hırsız
kavramına girer. Bunlar da görüşlerine delil olarak,
Hazret-i Âişe'nin rivâyet ettiği şu hadisi zikretmişlerdir.
Hazret-i Âişe,
Resûlüllah'ın şöyle buyurduğunu Rivâyet
etmiştir:
"Hırsızın eli, çeyrek dinar veya daha fazlasını çaldığında kesilir.
Buhari, K. el-Hudud, bab: 13 / Müslim, K. el-Hudud,
bab: 2, Hadis no: 1684
c- Ebû Hanife ve arkadaşlarına
göre ise on dirhem ve daha fazlasını çalan kimse, âyette zikredilen hırsız
kavramına girer. Bunların delilleri ise şu hadistir.
Abdullah b. abbas demiştir ki:
"Resûlüllah bir adamın elini bir dinar
veya on dirhem değerinde olan bir kaîkam çalması karşılığında kesti.
Ebû Davud, K. el-Hudud, bab: 11, Hadis no: 4387
d- Diğer bir kısım âlimlere göre
ise, değeri az olsun çok olsun herhangi bir şeyi çalana "Hırsız" elenir. Zira
âyet-i kerime’de,
hırsızlık yapanın, herhangi bir miktarı çalmış olması şart. koşulmamış, âyet
mutlak bir ifade beyan etmiştir. Âyetin hükmünü belli bir miktar mal çalan
hırsıza tahsis etmek için buna dair, kabul edilebilecek bir delilin bulunması
gerekir. Bu hususta Resulüllah'tan nakledilen haberler, birbirleriyle çelişkili
olduklarından, itibar edilecek haberler de-ğillerdir. Ayrıca hiçbir kimse tek
bir dirhem çalanın Resûlüllah'a
getirildiğini ve az bir şey çaldığından dolayı ona hırsızlık cezası
uygulanmadığını Rivâyet etmemiştir.
Resûlüllah'tan, üç dirhem değerinde
bir kalkanı çalanın kolunu kestiği rivâyet edilmiştir. Ona, daha az değerde bir
şey çalan getirilmiş olsaydı onun kolunu da kesmesi mümkün olabilirdi.
Diğer yandan, Abdullah b. Zübeyr, tek bir dirhem çalanın da kolunu kesmiştir.
Abdullah b. Abbas'in da "Bu âyet umum ifade
eder. Yani herhangi bir miktar mal çalanın hırsız olduğunu ifade eder." dediği
rivâyet edilmiştir.
Taberi diyor ki: "Bize göre doğru olan
görüş, âyetin mânâsının genel olmayıp, çeyrek dinar veya daha fazla değerdeki
bir şeyi çalanı ifade ettiğini söyleyen görüştür. Zira bu hususta,
Resûlüllah'tan, sahih olan bir haber
Rivâyet edilmiştir. Biz bu meseleyi "Kitab es-Sirka" adlı eserimizde detaylı bir
şekilde izah ettik. Burada tekrarlanmasına lüzum gönnedik.
Kim, zulmettikten sonra tevbe edip kendini düzeltirse
şüphesiz Allah onun tevbesini kabul eder. Muhakkak ki Allah, çok affeden ve çok
merhamet edendir.
Bu hırsızlar, hırsızlık yaptıktan sonra tevbe eder ve amellerini düzeltirse
şüphesiz ki Allah, hırsızlık cezası tatbik edildikten sonra onun tevbesini kabul
eder. Çünkü Allah, çok affeden ve çok merhamet edendir.
Mücahid ve İbn-i
Abbas diyorlar ki: "Burada hırsızın tevbesinden maksat, kendisine
hırsızlık cezasının tatbik edilmesidir.
Abdullah b. Amr ise bu âyetin nüzul sebebi
hakkında şunları söylemiştir: Bir kadın süs eşyası çaldı. Eşyaları çalınan
insanlar Resûlüllah'a geldiler ve ona:
"Ey Allah'ın Resulü, bu kadın bizim malımızı çaldı." dediler.
Resûlüllah da: "'Sağ elini kesin." dedi.
Bunun üzerine kadın: "Tevbe kabul edilir mi?" dedi.
Resûlüllah da ona: "Sen bugün, günahların
bakımından annenin seni doğurduğu gündeki gibisin." dedi. İşte bunun üzerine
Allahü teâlâ bu âyeti indirdi.
Âyet-i kerime’de:
"Allah onun tevbesini kabul eder." buyurulmaktadır. Bundan maksat, Allah onu,
sevmediği günahlardan döndürür, sevdiği amellere yöneltir." demektir.
Âyet-i kerime’de:
"Allah çok affeden ve çok merhamet edendir." buyurulmaktadır. Bu ifadeden maksat
ise: "Şüphesiz ki Allah, günah işlemekten vazgeçip itaate yönelenin günahlarım
affeder. Kıyamet gününde o günahlarından dolayı kendisini cezalandırmaz ve onu,
şahitler huzurunda rezil etmez ve ona merhametli davranır, "demektir.
Hırsızlık yapanın, tevbe etmesi halinde günahlarının bağışlanacağına dair
Resûlüllah'tan şunlar Rivâyet edilmiştir:
"Ebû Hureyre (radıyallahü
anh) diyor ki: "Cübbe çalan bir hırsız
Resûlüllah'a getirildi. Resûlüllah
ona: "Bunu çaldığını sanmam." dedi. Hırsız: "Çaldım Ya Resûlallah." dedi. Bunun
üzerine Peygamber efendimiz: "Onu
götürün, kolunu kesin sonra dağlayın, sonra bana getirin." buyurdu. Kolu
kesildikten sonra Resûlüllah'a
getirildi. Resûlüllah ona: "Tevbe et."
dedi. O da: "Allah'a tevbe ettim." dedi.
Resûlüllah da ona: "Allah senin tevbeni kabul etsin." dedi.
Darekutni, K. el-Hudud, bab: 71
Kz. Âişe (radıyallahü anhâ) da buyuruyor ki:
"Mekke'nin fethi sırasında Mahzumi kabilesinden bir kadın hırsızlık yaptı. Bu
kadının hali Kureyş kabilesini üzüntüye boğdu." dediler ki: "Bu kadın hakkında
Resûlüllah ile kim konuşabilir? Bu
hususta Resûlüllah ile, onun sevdiği
Üsarne b. Zeyd'den başka kim konuşmaya cesaret edebilir? Kadın
Resûlüllah'a getirildi. Üsame b. Zeyd
onun için Resûlüllah ile konuştu.
Bunun üzerine Resûlüllah'ın rengi
değişti ve şöyle buyurdu: "Allah'ın koymuş olduğu cezalardan birinin düşürülmesi
hususunda mı şefaatçi oluyorsun?" Bunu duyan Üsame "Ey Allah'ın Resulü,
Allah'tan affedilmemi dile." dedi. Akşam olunca
Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)
mescitte hutbeye çıktı ve Allah'a hamdedip onu layık olduğu şekilde övdükten
sonra şöyle buyurdu: "Sizden öncekiler, içlerinden şerefli birisi hırsızlık
yapınca onu serbest bırakıyor, zayıf birisi yapınca da onu cezai andın yorl
ardı. Onlar işte bu sebepten helak oldular. Nefsim, kudret elinde olan Allah'a
yemin olsun ki eğer Muhammed'in kızı
Fatıma hırsızlık yapsaydı onun da elini keserdim."
Resûlüllah
(sallallahü aleyhi ve sellem) bu sözlerinden sonra hırsızlık yapan
kadının elinin kesilmesini emretti ve kesildi.
Hazret-i Âişe (radıyallahü anhâ) diyor
ki: "Elinin kesilmesinden sonra bu kadın düzeldi, tevbe etti ve evlendi. Her
zaman bana gelip gidiyordu.
İhtiyaçlarını Resûlüllah'a arzederdi.
Müslim, K. el-Hudud, bab: 9, Hadis no: 1688 / Buhari,
K. el-Enbiya bab: 54, K. el-Hudud, bab: 12
Göklerin ve yerin hükümranlığının Allah'a ait
olduğunu, dilediğine azap edip dilediğini de bağışladığını bilmez misin? Allah,
herşeye kadirdir.
Ey Rasûlüm, ateşin kendilerine sadece belli günlerde dokunacağını iddia eden ve
Allah'ın oğulları ve sevgilileri olduklarını zanneden o insanlar bilmezler mi
ki, gökleri ve yeri sevk ve idare eden, onları yaratan, evirip çeviren Allah'a,
orada bulunanlardan herhangi birine bir şey dilemesi halinde, karşı gelecek
kimse yoktur. Çünkü göklerin ve yerin mülkü ona aittir. Kullarından dilediğine,
günahından dolayı azab eder, dilediğini ise tevbesinden dolayı affeder. Allah,
herşeye kadirdir. Çünkü bütün varlıklar onun yaratığıdır ve onun mülküdür.
Bu âyet-i kerime her ne kadar
Resûlüllah'a hitab etmekte ise de aslında
Resûlüllah'ın Medine'sinde ve
çevresinde yaşayan İsrailoğullarının çeşitli fırkalarına hitabetmektedir.
Arapça'da bu tür hitaplar vardır.
Ey Peygamber, kalbleri inanmadığı halde ağızlarıyla
"İman ettik." diyenlerden ve Yahudilerden, inkâra koşanlar seni üzmesin Onlar,
çokça yalan dinlerler. Sana gelmeyen başka bir kavme çokça kulak verirler.
Bunlar, kitabın kelimelerini asıl yerlerinden değiştirirler. (Kendilerine
uyanlara) "Bu, (değişik şekliyle) size verilirse alın, verilmezse kaçının."
derler. Allah bir kimsenin fitneye düşmesini dilerse senin, o kimse için Allah'a
karşı yapacak hiçbir şeyin yoktur. İşte onlar, Allah'ın, kainlerini temizlemek
istemediği kimselerdir. Dünyada onlar için zillet, âhirette de büyük bir azap
vardır.
Ey Peygamber, dilleriyle "İman ettik" dedikleri halde kalbleriyle seni
yalanlayarak iman etmeyenlerden ve Yahudilerden kâfirliğe koşuşanlar sakın seni
üzmesin. Onlar, hem Medine'de bulunan hahamlarından yalanlar dinlerler hem de
senin yanına hiç gelmemiş olan Yahudilerin yalanlarını dinlerler. Bu Yahudiler,
Allah'ın Tevrat'ta kendilerine indirdiği hükmü değiştirirler. Zina yapana
verilen ve taşlanarak öldürme olan recm cezasını kaldırıp yerine, sopa vurma ve
yüzünü kömürle siyaha boyama cezasına çevirdiler. Ey Rasûlüm, bunların âdileri
şöyle derler: "Eğer Muhammed, zina
yapan arkadaşınıza sopa vurma cezası verirse sözünü kabul edin. Şâyet
recmedilmesine hükmederse ondan kaçının, fetvasını kabul etmeyin." Allah kimin
sapmasını dilerse sen onu sapıklığından kurtaramazsın. Bu itibarla hak yola
dönmedikleri için kendini üzme. Çünkü Allah onların kalblerini, kâfirlik ve
Allah'a ortak koşma kirlerinden temizlemek istememiştir. Bunlar için dünyada
zelil ve rüsvay olmak vardır. Âhiretie de bunlara, büyük bir azap olan cehennem
azabı vardır.
Müfessirler bu
âyet-i kerime’nin
kimin hakkında nazil olduğu hususunda çeşitli görüşler zikretmişlerdir.
a- Süddi'den Rivâyet edilen bir görüşe
göre bu âyet-i kerime, Ensar'dan Ebû
Lübabe b. Münzir ismindeki bir kişi hakkında nazil olmuştur.
Resûlüllah, Hendek savaşını yaptığında
Kureyza oğlu Yahudileri düşmanla işbirliği yaparak
Resûlüllah'a ihanet etmişler bunun
üzerine Resûlüllah Kureyza oğlu
Yahudilerini kuşatmıştır. İşte bu sırada Kureyza oğlu Yahudileri, ebu Lübabe'ye
işaret ederek, Sa'd b. Muaz'ın hakemliğinin nasıl bir netice vereceğini öğrenmek
istemisler Ebû Lübabe de onlara, Sa'd b. Muaz'ın hakemliğini kabul etmeleri
halinde, eliyle boğazını işaret ederek öldürüleceklerini işaret etmiştir.
b- Âmir eş-Şa'bi'den nakledilen diğer
bir görüşe göre bu âyet-i kerime,
müslümanların birinden, öldürdüğü bir kimsenin hükmünün ne olduğunu
Resûlüllah'tan sormasını isteyen bir
Yahudi hakkında nazil olmuştur.
Bu hususta Âmir diyor ki: "Yahudilerden bir adam, kendi dininden olan bir adamı
öldürdü. Katil, müslümanlardan antlaşmalı olduğu kimselere: "Siz bunun cezasının
ne olduğunu Muhammed'den sorun. Eğer
o, diyet ödemeye dair hüküm verecek olursa onun önünde muhakeme oluruz. Şâyet o,
Öldürülmeye hüküm verirse ona gitmeyiz." dedi.
c- Ebû Hureyre ve Bera b. Âzib'den
Rivâyet edilen başka bir görüşe göre bu âyet-i kerime,
Abdullah b. Suriya ve benzeri Yahudiler hakkında nazil olmuştu. Bunlar, zina
eden evli iki Yahudinin Resûlüllah'a
götürülmesini istemişler, Resûlüllah'ın
onlara sopa vurma ve yüzlerini karalama cezası vermesi halinde onun hükmünü
kabul etmelerini, recmedilme cezası vermesi halinde ise kabul etmemelerini
söylemişlerdir.
Bu hususta Ebû Hureyre diyor ki:
"Yahudilerden bir erkekle bir kadın zina etti. Yahudiler birbirlerine: "Biz bu
Peygambere gidelim çünkü o, cezaların hafıfletilmesiyle gönderilen bir
Peygamberdir. Eğer o bize, recmedilmekten başka bir fetva verirse onu kabul
ederiz. Allah katında onu delil olarak beyan ederiz ve deriz ki: "Bu, senin
Peygamberlerinden bir Peygamberin fetvasidir,"
Resûlüllah, sahabileriyle
birlikte mescitte otururken onun yanına geldiler ve ona: "Ey Ebul Kasım, zina
eden bir erkekle bir kadın hakkında görüşün nedir?" dediler.
Resûlüllah da tek bir kelime konuşmadan,
onların Tevratı okudukları yer olan Beytül Midras'a gitti. Kapısında durdu ve
dedi ki: "Sizi, Mûsa'ya Tevrat'ı indiren
Allah'a yemin ettiriyorum. Söyleyin bana, evli iken zina eden kimse hakkında
Tevrat'ta nasıl bir hüküm buluyorsunuz?" Onlar da dediler ki: "Kömürle yüzlerini
karartmak, her ikisini de merkebe (birbirlerine) ters bindirerek dolaştırmak ve
onlara sopa vurmaktır." Ebû Hureyre diyor ki:
"İçlerinden bir genç sustu. Resûlüllah
onun sustuğunu görünce yemin ettirmede ona ısrar etti. Bunun üzerine o genç dedi
ki: "Hay Allah’ım, madem ki sen (Ey Ebul Kasım) bize yemin ettirdin. (Şimdi ben
doğrusunu söyleyeyim) "Biz, Tevrat'ta recmedilme cezasını buluyoruz." Bunun
üzerine Resûlüllah buyurdu ki:
"Allah'ın emrini ihmal etmenizin ilk sebebi neydi?" Genç de dedi ki: "Bizim
Krallarımızdan birinin akrabası zina yaptı. Kral recmedilmesini erteledi. Sonra
halktan birisi daha zina yaptı. Kral onu recmetmek istedi. Fakat zina yapanın
akrabaları ona engel oldular ve dediler ki: "Sen getirip adamını recmetmedikçe
bizim adamımız da recmedilmeyecektir." İşte o zaman yukarıda zikredilen ceza
üzerinde anlaştılar." Resûlüllah da
buyurdu ki: "Ben, Tevrat'ta bulunan ceza ile hükmediyorum?"
Resûlüllah emretti ve iki Yahudi
recmedildi. Ebû Davud, K. el-Hudud, bab: 26, Hadis no:
4450 / Not, Taberani'nin rivâyetinde de Ebû Hureyrc'nin, bu hadisi daha uzun ve
kısmen farklıdır.
Bu hususta Bera b. Âzib de diyor ki:
"Resûlüllah'ın yanından yüzü kömürle
karartılmış ve sopa vurulmuş bir Yahudi geçti.
Resûlüllah Yahudileri çağırdı ve dedi ki: "Siz kitabınızda zina
cezasını böyle mi buluyorsunuz?" Onlar da "Evet." dediler. Bunun üzerine
Resûlüllah onların âlimlerinden birini
çağırdı ve ona: "Seni, Mûsa'ya Tevrat'ı
indiren Allah'a yemin ettiriyorum. Söyle bana siz kitabınızda zina edenin
cezasını böyle mi görüyorsunuz?" O kimse: "Hayır, eğer sen bana bu yemini
ettirmeyecek olsaydın söylemezdim. Onun cezasını Tevrat'ta recmedilme olarak
buluyoruz. Fakat bizim ileri gelenlerimizde zina çoğaldıydı. Biz, ileri
gelenlerimizi yakaladığımızda serbest bırakıyor zayıf olanlarımızı
yakaladığımızda ise bu cezayı veriyorduk. Bu sebeple dedik ki: "Gelin bir ceza
üzerinde ittifak edelim de onu hem ileri gelenlerimize hem de güçsüz
olanlarımıza uygulayalım." İşte biz bu sebeple recmetme yerine kömürle yüz
karartma ve sopa vurma cezasını koyduk." dedi. Bunu üzerine
Resûlüllah: "Ey Allah’ım, onların öldürdükleri (yürürlükten
kaldırdıkları) emrini ilk ihya eden benim." dedi. Sonra onların recmed il mel
erini emretti ve recmedildiler." İşte bunun üzerine Aziz ve Celil olan Allah,
"Ey Peygamber, kalbleri inanmadığı halde ağızlarıyla 'İman ettik" diyenlerden ve
Yahudilerden inkâra koşanlar seni üzmesin." âyetini indirdi. Yahudiler
demişlerdi ki: "Siz Muhammed'e varın.
Eğer o, zina edenlerin yüzlerinin karartılmasını ve sopa vurulmasını emrederse
onu alın. Şâyet o size, recmedilmesini emrederse kaçının." Bunun üzerine
Allahü teâlâ: "Allah'ın indirdiği ile
hükmetmeyenler, işte onla, kâfirlerin ta kendileridir.
Maide sûresi, 5/44, 45, 47 âyetini indirdi.
Müslim, K. el-Hudud, bab: 28, Hadis no: 1700 / Buhari, K. el-Hudud, bab: 24
d- Abdullah b. Kesir ve Mücahid'den
nakledilen diğer bir görüşe göre bu âyet-i kerime,
münafıklar hakkında nazil olmuştur.
Taberi diyor ki: "Bana göre bu
görüşlerden doğru olmaya daha evla olanı, bu âyetin, münafıklar hakkında nazil
olduğunu söyleyen görüştür. Bu münafıklar, Abdullah b. Suriya gibileri de, Ebû
Lübabe gibileri de ve bunların dışındakiler de olabilirler. Ancak bu
münafıkların, Abdullah b. Suriya ve benzerleri oldukları hakkında
Resûlüllah'ın iki sahabisi
Ebû Hureyre ve Bera b. Âzib'den hadisler
Rivâyet edilmiştir. Bu sebeple bu konuda Rivâyet edilenlerin en sağlamlan bu iki
sahabinin rivâyet ettikleridir. Bu da göstermektedir ki, Abdullah b. Suriya,
diliyle Resûlüllah'a iman ettiğini
söyleyen, kalben ise iman etmeyenlerden biridir.
Âyet-i kerime’de:
"Onlar çokça yalan dinlerler. Sana gelmeyen bir kavme çokça kulak verirler."
buyurulmaktadır.
Burada zikredilen yalan dinleyenlerden kimlerin kastedildiği, dinledikleri
yalanın ne olduğu hususunda çeşitli izahlar yapılmıştır.
a- Mücahid'e göre, yalan dinleyenler,
müslüman gözüken Yahııdilerdir. Dinledikleri yalan ise hahamlarının "Evli
oldukları halde zina edenlerin cezası recmedilme değil yüzünün karalanması ve
sopa vurulmasıdır." şeklindeki sözleridir. Başka bir kavmi dinleyenler de
münafık Yahudilerdir. Dinledikleri kavimden maksat ise, zina edenin ailesinden
olan ve münafık Yahudileri Resûlüllah'a
gönderirken şu şekilde telkinde bulunan Yahudilerdir. Onlar, münafık Yahudilere:
"Eğer Muhammed size, evli olduğu halde
zina edene yüz karartma ve sopa vurma cezası verirse onu kabul edin. Şâyet size
recmetme cezası verirse onu kabulden kaçının." şeklinde telkinlerde
bulunmuşlardır.
b- Cabir b. Abdullah'a göre ise,
hahamların yalanlarını ve başka bir kavmin sözlerini dinleyen kimseler,
Medine'de bulunan Yahudilerdir. Onlara telkinlerde bulunan kimselerden maksat
ise Fedek'te yaşayan Yahudilerdir. Fedek Yahudileri Medine Yahudilerine: "Muhammed
size şu hükmü verirse kabul edin, şunu verirse kabul etmeyin." demişlerdir.
c- Süddi'den nakledilen diğer bir
görüşe göre de hahamların yalanlarını ve
Resûlüllah'a gelmeyen kavmin telkinlerini dinleyen insanlardan
maksat, zina eden kadın veya erkeğin ailelerinin gönderdikleri heyettir.
Resûlüllah'a gitmediği halde telkinde
bulunan kavimden maksat ise zina edenin ailesidir.
Taberi diyor ki: "Bana göre bu
görüşlerden doğru olanı, şöyle diyen İbn-i Zeyd'in
görüşüdür. "Burada yalanlan dinleyenler de, başka bir kavme kulak verenler de
aynı insanlardır. Bunlar, Fedek Yahudilerini dinlyen Medineli Yahudiler de
olabilir, başkalarını dinleyen diğer insanlar da olabilir. Ancak şurası bir
gerçektir ki evli olduğu halde zina eden bir kadının cezası hakkında Allah'ın
hükmünün dışında uydurulan yalanlan dinlemek Yahudilerden bir topluluğun
sıfatıdır. Onlar Resûlüllah'a gelmeden
önce hem hahamlarının yalanlarını dinlemişler hem de fuhuş yapan kadının
kavminin telkinlerini dinlemişler, Resûlüllah'ın
cevabının ne olacağını öğrenip kadının ailesine bildirmek için onun hükmüne
başvurmuşlardır. Eğer Resûlüllah,
hahamlarının uydurdukları gibi ve zina eden kadının ailesinin telkinde bulunduğu
gibi hüküm verecek olsaydı Yahudiler buna uyacaklardı. Vermezse uymayacaklardı.
Âyet-i kerime’de
"Bunlar, kitabın kelimelerini asıl yerlerinden değiştirirler, (kendilerine
uyanlara) Bu (değişik şekliyle) size verilirse alın, verilmezse kaçının."
buyunılmaktadır.
Yani hahamların yalanlarını ve telkinlerini dinleyen Yahudiler, evli olduğu
halde zina eden kadın ve erkeklerin recmed ilme cezalanın Allah, tam yerine
koyduktan sonra değiştirirler. Onu sopa vurma cezası yaparlar. Bu Yahudiler,
münafık olanlarına veya Fedek Yahudileri Medine Yahudilerine yahut zina edenin
ailesi, gönderdiği temsilcisine derler ki: "Eğer
Muhammed size, zina eden adamımız hakkında sopa vuıma ve yüzünü
karalama cezası verirse onu alın, recmedilme cezası verirse onu bırakın."
Katade bu âyetin izahında demiştir ki: "Bu
âyet, Nadr oğulları Yahudilerinin, öldürdüğü Kureyza oğullarından bir Yahudi
hakkında nazil olmuştur. Nadr oğulları Kureyza oğullarından birini öldürdükleri
zaman, kendileri onlardan üstün sayıldığı için kendilerine kısas yapılmazdı.
Bunlar, Kureyza oğullarına sadece diyet öderlerdi. Kureyza oğulları, Nadr
oğullarından birisini öldürürse Nadr oğulları, kendilerini üstün sayarak kısasın
dışında hiçbir şeye razı olmazlardı. Onlar bu şekilde devam ederken
Resûlüllah Medine'ye geldi. Yahudiler bu
meseleyi Resûlüllah'a sormaya karar
verdiler. Bunun üzerine münafıklardan biri dedi ki: "Bu kişi kasıtlı bir şekilde
öldürülmüştür. Siz bu meseleyi Muhammed'e
götürürseniz korkarım ki o size kısas yapma hükmünü verir. Eğer
Muhammed, sizin diyet vermenizi kabul
ederse onun verdiği hükmü alın. Aksi takdirde ondan kaçının."
Âyet-i kerime’de:
"Allah bir kimsenin fitneye düşmesini dilerse senin o kimse için Allah'a karşı
yapacak hiçbir şeyin yoktur." buyıırulmaktadır.
Allahü teâlâ
âyet-i kerime’nin bu bölümüyle,
Yahudi ve münafıklardan inkâra koşuşanlara karşı üzülen
Resûlüllah'ı teselli etmekte ve ona
buyurmaktadır ki: "Sen onların, senin Peygamberliğini inkâr etmeye koşmalarına
üzülme. Çünkü ben daha önce onlara gazap etmemle, onların sapıklıklarından bir
daha dönmeyeceklerini kesinleştirdim. Senin, onların bu hallerine üzülmen,
onlara hiçbir fayda sağlamayacaktır."
Taberi diyor ki: "Burada zikredilen
fitneden maksat, doğru yoldan sapmaktır."
Âyet-i kerime’nin
sonunda "İşte onlar, Allah'ın, kalblerîni temizlemek istemediği kimselerdir.
Dünyada onlar için zillet âhirette de büyük bir azap vardır." buyu rulm aktadır.
Yani, işte kalbleri mühürlenin bu insanlar, Allah'ın, kalblerini inkâr
kirlerinden, şirk pisliklerinden, İslamın temizliği ve imanın nezafeti ile
temizlemek istemediği kimselerdir ki tevbe edip de kötü hallerinden
vazgeçsinler. Bilakis Allah onların dünyada zelil ve âciz olmalarını dilemiştir.
Âhirette de onlar için, içinde ebedi kalacakları cehennem azabı vardır.
İkrime âyetin bu bölümünde geçen ve "Zillet"
diye tercüme edilen kelimesini, Bizans Rumlarının bir şehri olarak izah etmiş ve
demiştir ki: "Allahü teâlâ buyuruyor ki:
"Bu fitneye düşen insanlar için dünyada "Hizy şehrini ele geçirme vardır." Onlar
orayı önce fethedip sonra da esir düşeceklerdir.
|