Onlar, yalana çok kulak veren ve haramı çokça
yiyenlerdir. Eğer sana gelirlerse aralarında hükmet veya onlardan yüz çevir.
Onlardan yüz çevirirsen sana hiçbir zarar veremezler. Eğer aralarında
hükmedersen, adaletle hükmet. .Şüphesiz ki Allah, adaletli davrananları sever.
Ey Rasûlüm, sana sıfatlarını belittiğim bu Yahudiler, batıl sözlere ve yalanlara
çokça kulak verenlerdir. Yalanlarından bazıları da "Muhammed
Peygamber değidir. O yalancıdır. Evli olarak zina edenin Tevrat'taki cezası sopa
vurma ve onun yüzünü karalamadır." şeklindeki iftiralarıdır. Yine bu Yahudiler,
Allah'a karşı yalan uydurmaları mukabilinde rüşvet yer ve batıl hükümler
veriler. Şâyet sana gelmemiş olan, zina eden kadının ailesi sana gelir ve senin
hakemliğini kabul edecek olursa sen dilersen, Allah'ın, zina eden kadın hakkında
koymuş olduğu hükmü onlara ver. Dilersen aralarında nüküm verme. Şâyet sen,
ehl-i kitaptan, hüküm vermen için başvuran kimseler arasında hüküm vermeyi
tercih edecek olursan elbette ki onlar ne dinen ne de dünyevi bakımdan sana
hiçbir zarar veremezler. Sen onlar hakkında hüküm vermemekte serbestsin. Eğer
hüküm verecek olursan adaletle hüküm ver. O da Allah'ın, onların yaptıkları
işlerin benzerleri için koyduğu hükümdür. Şüphesiz ki Allah, insanlar arasında
adaletli hüküm vereni ve koyduğu hükümleri uygulayanları sever.
Âyet-i kerime’de
geçen ve "Haram" diye tercüme edilen kelimesinin lügat mânâsı "Aç gözlülük ve
doyma bilmemek"tir. Mecazi anlamda ise rüşvete bu isim verilmiştir. Çünkü rüşvet
isteyen, aç gözlülüğü bakımından, doyma bilmeyenlere benzetilmiştir. kelimesinin
bu âyette nasıl bir mânâ ifade ettiği hakkında ise çeşitli izahlar yapılmıştır.
a- Hasan-ı Basri,
Katade, Abdullah
b. Mes'ud, İbrahim en-Nehai,
Süddi ve Enes b.
Malik'ten nakledilen bir görüşe göre burada zikredilen kelimesinden masa
"Rüşvef'tir. İsrailoğullarının yöneticileri çokça batıl sözler dinlediklerinden
ve rüşvet yediklerinden onlar bu âyette bu iki sıfatlarıyla zikredilmişlerdir.
b- Mücahid,
Dehhak, Abdullah
b. Abbas, İbn-i Zeyd ye
Abdullah b. Ömer'e göre bu âyette zikredilen
"Suht" kelimesinden maksat, "Hüküm vermede rüşvet alma"dır. Bu hususta
Hazret-i Ömer'in oğlu Abdullah diyor ki: "Resûlüllah
(sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki:
"Suht'un beslediği her et için cehennem azabı daha evladır." Denildi ki: "Ey
Allah'ın Reulü, suht nedir?" buyurdu ki: "Hüküm vermede rüşvet almak"tır.
Bkz. Buhari, K. el-îcare, bab: 16
c- Hazret-i Ömer'den nakledilen başka
bir Rivâyete göre "Suht" rüşvet ve fuhuş işleyen kadının aldığı ücrettir.
d- Hazret-i Ali'ye göre hacamat
yapanın aldığı ücret, zina yapanın aldığı para, köpek satarak alınan para,
dâvaya bakılması için veriler ücret, kâhine verilen bahşiş, erkek hayvanın döl
için kullanılması halinde alınan para, hüküm verilirken ahnan rüşvet, içki
parası ve leş satılarak elde edilen para "Suht" sayılır.
e- Ebû Hureyre'ye göre "Suht"tan
maksat, zina edenin aldığı para, erkek hayvanın döl için kullanılması halinde
alınan para, hacamat yapanın aldığı ücret ve köpek satarak alınan paradır.
f- Abdullah b. Hubeyre'ye göre "Suht" zina edenin aldığı para, hüküm
vermede ahnan rüşvet ve cahiliye döneminde kâhinlere verilen bahşiştir.
g- Abdullah b. Mes'ud ise suht'u şöyle
tarif etmiştir: "Bir adam bir kimseden ihtiyacının giderilmesini ister. O da
onun ihtiyacım giderir. Sonra ihtiyacı gideren kişiye hediye verilir. O da onu
kabul eder. İşte suht budur." Diğer bir Rivâyette şöyle demiştir: "Bir adam
senden, bir haksızlığa karşı yardım ister sen de ona yardım edersin. Sonra da o
adam sana bir şey hediye eder. Sen de onu kabul edersin. İşte suht budur.
Abdullah b. Mes'ud'a göre hüküm vermede
rüşvet alan kâfir olur. Bu hususta Mesruk
diyor ki: "Ben, abdullah b. Mes'ud'dan:
"Suht, hüküm vermede rüşvet alma mıdır?" diye sordum. O da dedi ki: "Hayır, suht
o değildir. Çünkü Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyen kâfirdir, Allah'ın
indirdiği ile hükmetmeyen zalimdir, Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyen fâsıktır.
Suht ise şudur: "Bir kimse uğradığı haksızlığa karşı senden yardım ister. Sen de
o kişiye yardım edersin. Sonra o kişi sana hediye verir. Sen de onu alırsın.
İşte suht budur."
Âyet-i kerime’de
"Eğer sana gelirlerse aralarında hükmet veya yüz çevir." buyurulmaktadır.
Müfessirler, âyetin bu bölümünü göz
önünde bulundurarak bu âyetin, kimin hakkında nazil olduğu hususunda iki görüş
zikretmişlerdir.
a- Mücahid, Zühri,
Abdullah b. Abbas ve Abdullah b. Kesir'den
nakledilen bir görüşe göre bu âyet-i kerime,
daha önce izahı yapılan, zina eden Yahudiler hakkında nazil olmuştur. Yahudiler,
şereflileri zina ettiğinde ona zina etmenin Tevrat'taki asıl cezasını vermeyip
onun yüzünü karalıyor ve ona sopa vuruyorlardı. Zayıf olanlarından biri zina
yaptığında ise onu recmediyorlardı. Resûlüllah
Medine'ye gelince ona, evli oldukları halde zina yapanların cezasının ne
olduğunu sordular. Resûlüllah da
onlara recmedilme olduğunu söyledi ve zina yapanların recmedilmesini emretti.
Allahü teâlâ bu âyeti indirdi ve
Resûlüllah'ı, ehl-i kitabın kendisine
başvurmaları halinde aralarında hüküm verip vermemekte serbest bıraktı.
Bu mesele hakkında Abdullah b. Kesir diyor ki: "Yahudiler önceleri zina cezasını
uygulamıyorlardı. Nihâyet içlerinden şerefli olan bir genç zina yaptı.
Onlar birbirlerine: "Bunun kabilesi, sizin onu recmetmenize müsaade etmez. Siz
ona sopa vurun ve işkence edin." dediler. Ona sopa vurdular. Onu semerli bir
eşeğe ters olarak bindirdiler ve dolaştırdılar. Yine onlardan, halktan zayıf
birisi zina yaptı. Yahudiler: "Bunu recmedin." dediler. Sonra da: "Öncekini
neden recmetrnediniz? Buna da öncekine yaptığınızı yapın." dediler.
Resûlüllah
(sallallahü aleyhi ve sellem) Medine'ye hicret edince Yahudiler:
"Meselenin hükmünü ona sorun. Belki de mesele hakkında bir ruhsat bulursunuz."
dediler. Allahü teâlâ da: "Eğer sana
gelirlerse aralarında hüküm ver." âyetini indirdi.
b- Abdullah b. Abbas ve
İbn-i Zeyd'den nakledilen diğer bir görüşe
göre ise bu âyet-i kerime Yahudilerden
Nadr oğulları ile Kureyza oğulları arasında ihtilaf konusu olan bir diyetin
Resûlüllah'a sorulması üzerine nazil
olmuştur.
Bu hususta Abdullah b. Abbas'ın şunları
söylediği rivâyet ediliyor: Medine'de Yahudilerden Kureyza ve Nadr oğulları
kabileleri bulunuyordu. Nadr oğulları kabilesi Kureyza oğulları kabilesinden
daha şerefli kabul ediliyordu. Kureyza oğullarından biri Nadr oğullarından
birisini öldürürse, öldüren katil de öldürülürdü. Fakat Nadr oğullarından birisi
Kureyza oğullarından birisini öldürürse, katil öldürülmez diyet olarak yüz vesk
(yaklaşık yirmi ton) hurma verilirdi. Resûlüllah
Medine'ye geldikten sonra Nadr oğullarından bir adam, Kureyza oğullarından
birisini öldürdü. Kureyza oğulları, "Katili bize verin onu öldürelim." dediler.
Karşı taraf itiraz edince Kureyza oğulları "Bizimle sizin aranızda Allah'ın
Peygamberi var ona başvuralım." dediler. Ve
Resûlüllah'a geldiler. Bunun üzerine bu âyet nazil oldu ve
Resûlüllah'in, onların arasında hüküm
verirken adaletle hüküm vermesini (yani kısas hükmü vermesini) bildirdi."
Nesâî, K. el-Kasame, bab: 8, Hadis no: 4736
Müfessirler,
âyet-i kerime’de geçen "Sana
gelirlerse aralarında hükmet veya onlardan yüz çevir." hükmünün neshedilip
neshedilrnediği hususunda iki görüş zikretmişlerdir:
a- İbrahim en-Nehai,
Şa'bi, Ata
ve Katade'den nakledilen bir görüşe göre bu
hüküm neshed ilmem iştir. Bugün dahi geçerlidir. Buna göre Zımmilerin ve
müslümanlarla antlaşmalı olan diğer gayr-i müslimlerin, müslüman idarecilerin
hükümlerine başvurmaları halinde müslüman idareciler bunların meseleleri
hakkında hüküm verip vermemekte serbesttirler.
Bu hususta İbrahim en-Nehai ve
Şa'bi'nin şunları söyledikleri
nakledilmiştir: "Eğer bir müşrik, muhakeme edilip hüküm verme hususunda sana
başvuracak olursa sen dilersen onlar arasında Allah'ın indirdiği ile
hükmedersin. Dilersen onların taleplerini reddedip yüzçevirirsin."
b- İkrime,
Hasan-ı Basri, Mücahid,
Katade, ömer b. Abdülaziz, Zühri ve Suudi'den
nakledilen diğer bir görüşe göre âyet-i kerime’nin
bu bölümü mensuhtur. Zimmi olan gayr-i müslimler muhakeme olunmak üzere müslüman
hakime başvurduklarında müslüman hakim onlar arasında hüküm vermeye mecburdur.
Meselelerine bakıp bakmamakta serbest değildir. Âyetin bu bölümünü nesneden âyet
ise daha sonra nazil olan şu âyettir: "Aralarında Allah'ın indirdiği ile hükmet.
Onların heva ve heveslerine uyma. Allah'ın sana indirdiğinin bir kısmından seni
saptırmalarından sakın. Eğer onlar yüz çevirirlerse bil ki Allah , bir kısım
günahları sebebiyle onları musibete uğratmak istiyor.
Maide sûresi, 5/49
Hakem diyor ki: "Mücahid demiştir ki: "Maide
suresinden sadece şu iki âyet neshedilmiştir. Neshedilen âyetlerden
birincisi:
"Eğer sana gelirlerse aralarında hükmet veya onlardan yüz çevir." âyetidir. Bunu
nesneden âyet de "Ararlarında Allah'ın indirdiği ihe hükmet, onların heva ve
heveslerine uyma. Maide sûresi, 5/49 âyetidir.
Neshedilen âyetlerden ikincisi
ise "Ey iman edenler, Allah'ın nişanelerine, mukaddes olan haranfaya, hediye
edilen kurbanlara, gerdanlıklara ve rablerinden lütuf ve rıza talep ederek
Kabe'ye yönelenlere sakın saygısızlık etmeyin." Maide
sûresi, 5/2 âyetidir. Bunu nesheden de: "Müşrikleri nerede bulursanız
öldürün. Tevbe Sûresi, 9/5 âyetidir.
Zühri de: "Eğer sana gelirlerse aralarında hükmet." âyeti hakkında sünnetin
açıklamasının şöyle olduğunu söylüyor: "Gayr-i müslimler, haklarında ve
miraslarında kendi dinlerine havale edilirler. Ancak onlar, kendi istekleriyle
bir ceza hususunda bize başvuracak olurlarsa bu takdirde onlar arasında Allah'ın
kitabiyi;: hüküm verilir."
Taberi diyor ki: "Bu görüşlerden tercihe
şayan olanı, âyetin mensuh ol-madığım söyleyen ve gayr-i müslimlerin meseleleri
hakkında müslüman hakime başvurmaları durumunda, hakimin, onların arasında hüküm
verip vermemekte serbest olduğunu söyleyen görüştür. Zira hakimin bu durumda
hüküm vermek mecburiyetinde olduğunu söyleyen görüş, bu âyetin, bu surenin kırk
dokuzuncu âyetiyle neshedildiğini söylemektedir.
Biz, "Kitabül Beyan an Usulül Ahkâm" adlı kitabımızda, bir neshin gerçekleşmesi
için iki âyetin hükümlerinin birbirine tamamen zıt olması gerektiğini zikrettik.
Burada birbirlerini nesnelliklerini söyledikleri âyetlerin birbirleriyle
bağdaştırılmaları mümkün olduğundan bunların birbirlerini neshettiklerini
söylemek isabetli değildir. Zira bu âyeti nesheden âyet olarak zikredilen:
"Aralarında Allah'ın indirdiği ile hükmet, heva ve heveslerine uyma.
Maide sûresi, 5/49 âyetini, "Eğer yüz çevirmeyi
değil de onlar arasında hüküm vermeyi seçecek olursan, aralarında Allah'ın
indirdiği ile hükmet." şeklinde izah ederek iki âyeti birbiriyle bağdaştırmak
mümkündür. Madem ki âyetlerden birinin diğerini neshettiği açıkça zikredilmem
iştir, onlardan birinin ifade ettiği hüküm diğeri tarafından tamamen kaldırılmış
değildir ve birinin diğerini neshettiğine dair
Resûlüllah'tan sahih bir haber nakledilmemiştir müslümanların da bu
hususta icma ettiklerine dair herhangi bir Rivâyet yoktur, o halde bu âyetlerden
herbirini, diğeri ile bağdaşacak bir şekilde tefsir etmek ve birbirlerini
neshetmediklerini söylemek daha isabetlidir.
Allah'ın hükmü, yanlarında bulunan Tevrat'ta yazılı
olduğu halde, nasıl oluyor da senin hüküm vermeni istiyorlar? Sonra da verdiğin
hükümden yüz çeviriyorlar. Onlar, mü’min değillerdir.
Ey Rasûlüm, nasıl oluyor da bu Yahudiler, aralarında senin hüküm vermeni
istiyorlar ve senin hakemliğine razı oluyorlar? Halbuki onların yanında, benim
Mûsa'ya indirdiğim, onların da hak kitap
olduğunu kabul ettikleri Tevrat bulunmaktadır. Onun içinde bulunan hükümler
benim gönderdiğim hükümlerdir. Evli olarak zina edenin hükmü de onda mevcuttur.
Onlar bunu bilmelerine rağmen onun hükmünü terkedip bana isyan etme cesaretini
göstererek ondan yüz çevirirler. Daha doğrusu onlar, mü’min kimseler
değillerdir. Zira Allah'ın hükmünden yüz çevirme, mü’minlerin sıfatlarından
değildir.
Taberi diyor ki: "Her ne kadar bu âyet
Resûlüllah'a hitabetmekte ise de aslında
Yahudileri, yaptıkları çirkin davranışlarından dolayı kınamaktadır. Çünkü onlar
hem Hazret-i Muhammed
(sallallahü aleyhi ve sellem)'in Peygamberliğini
reddediyor ve yalanlıyorlar hem de onu hakem tayin ediyorlar. Ayrıca fetva almak
istedikleri konunun hükmü, hak kitap olduğuna iman ettikleri Tevrat'ta mevcut
bulunmaktadır. Bu sebeple âyet,Yahudilerin davranışlarının samimiyetle
bağdaşmadığını ve Yahudilerin gerçekten iman edenler olmadıklarını
bildirmektedir.
Şüphesiz ki biz, içinde hidâyet ve nur bulunan
Tevrat'ı indirdik. Allah'a teslim olan Peygamberler, Yahudilere onunla
hükmederlerdi. Rabbine samimi olarak kulluk edenler ve âlimler de Allah'ın
kitabını korumakla görevlendirildiklerinden onunla hükmederlerdi. Onlar,
Tevrat'ın hak olduğuna şahit idiler. İnsanlardan korkmayın, benden korkun.
Âyetlerimi az bir değere satmayın. Kim, Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse işte
onlar, kafirlerin ta kendileridir.
Şüphesiz ki biz Tevrat'ı indirdik. Onda insanları doğru yola ileten hidâyet ve
karanlıkları aydınlatan nur vardır. Allah'a boyun eğen Peygamberler, kendilerine
tabi olan Yahudilere Tevrat ile hükmederler, âlimleri de Allah'ın kitabını
muhafaza etmekle görevlendirildikleri için Tevrat'la hükmederlerdi. Yahudi
alimleri. Peygamberlerin. Allah'ın kitabıyla hükmettiklerine dair sahillerdir.
Ey Yahudi alimleri, insanlardan korkmayın, benden koku. Çünkü fayda ve zarar
verme ancak benim elimdedir. Âyetlerimle hükmetmeyi bırakıp karşılığında geçici
ve az bir değeri almayın. Allah'ın göndermiş olduğu kitabın hükmüyle hükmetme
yenler, kefillerin ta kendileridir.
Âyette, Allah'a teslim oldukları zikredilen Peygamberlerden maksat, evli
oldukları halde zina eden iki Yahudi hakkında recmedilme cezasını veren ve
Kureyza oğullarıyla Nadr oğullarının öldürülenlerinin diyetlerinin eşit olduğuna
hüküm veren Hazret-i Muhammed'dir ve
Hazret-i Muhammed'den önce geçen ve
Allah'ın indirdiği hükümlerle hükmeden diğer Peygamberlerdir.
Katade diyor ki: "Bize anlatıldığına göre bu
âyet-i kerime indirilince
Resûlüllah buyurmuştur ki: "Yahudiler
hakkında da onların dışındaki, diğer dinlere sahip olan insanlar bakında da biz
hüküm vereceğiz."
Zühri bu âyet-i kerime’nin,
Resûlüllah'a evli oldukları halde zina
eden iki Yahudinin cezasının ne olacağın: sormalanyla
Resûlüllah'ın, onlara recmedilme cezası
vermesi üzerine nazil olduğunu söylemiştir.
Âyet-i kerime’de
"Rablerine samimi olarak kulluk edenlerin ve âlimlerin de insanlara, Allah'ın
indirdiği Tevrat'la hükmedecekleri" beyan edilmiştir.
Burada zikredilen ye "Rablerine samimi olarak kulluk edenler.." diye tercüme
edilen "Rabbaniyyun" kelimesinden maksat, hikmetli davranan, insanları idarede,
işlerini düzenlemede ve menfaatlerini korumada basiretli olan âlimler."
demektir. Daha önce bunun izahı ve hakkındaki görüşler zikredilmiştir.
Burada geçen ve "Âlimler" diye tercüme edilen "Ahbar" kelimesi "Hibr"
kelimesinin çoğuludur. Mânâsı ise "Bir şeyi sağlam bir şekilde bilen" demektir.
Süddi burada "Rabbaniyyun" ve "Ahbar" diye
vasıflandırılan kişilerden maksadın "Suriya" ismindeki Yahudinin iki oğlu
olduğunu söylemiştir.
Esbat, bu hususta Süddi'nin şunları
söylediğini rivâyet etmiştir: "Yahudilerden iki kardeş vardı. Bunlara
"Suriya'nın iki oğlu" denirdi. Bunlar, müslüman olmadıkları halde
Resûlüllah'a tabi olmuşlardı. Bunlar,
Resûlüllah'ın, kendilerinden, Tevrat
hakkında bir şey sorduğunda ona,Tevrat'tan bildiklerini söyleyeceklerine dair
ahit vermişlerdir. Bunlardan biri "Rabbani" diğeri ise "Hibr" idi. Bunlar,
Resûlüllah'a, ondan bir şeyler öğrenmek
için tabi olmuşlardı. Bir gün Resûlüllah
onları çağırdı. Kendilerinden bazı şeyler sordu. Onlar da "İleri gelen
kimselerin zina etmeleri halinde hükmün ne olduğunu, zayıf olanların zina
etmeleri halinde de hükmün ne olduğunu ve diğer hükümlerin neler olduklarını
anlamlar. Bunun üzerine Allahü teâlâ
"Şüphesiz biz, içinde hidâyet ve nur bulunan Tevrat'ı indirdik. Allah'a teslim
olan Peygamberler, Yahudilere onunla hükmederlerdi." Yani,
Muhammed
(sallallahü aleyhi ve sellem) Yahudilere Tevrat'ın hükmüyle hüküm verir."
beyanını indirdi.
Yine Allahü teâlâ "Rablerine samimi olarak
kulluk edenler ve âlimler de, Allah'ın kitabını korumakla
görevlendirildiklerinden, yani Suriya'nın, Rabbani ve Hibr denen iki oğlu da,
Yahudilere Allah'ın indirdiği Tevrat'la hükmederlerdi." ifadelerini indirdi.
Taberi diyor ki: "Bana göre bu mesele
hakkındaki doğru görüş burada zikredilen "Rabbani"nin ve "Ahbar"ın, alimlerin
sıfatı olduğunu söyleyen görüştür. Bunlar, Suriya'nın iki oğlu da olabilir,
başkaları da. Bunların bilinen Rabbani ve Ahbar olduklarına dair kesin bir delil
yoktur. Nitekim, Dehhak, Ha-san-ı Basri,
Katade ve Mücahid
bunlardan maksadın Yahudilerin kurraları ve fıkıhcıları olduklarını söylemişler,
İbn-i Zeyd ise, Rabbanilerin idareciler,
Ahbar'ın da âlimler olduklarını söylemiştir.
Âyet-i kerime’nin
sonunda, "Kim, Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar, kâfirlerin ta
kendileridir." buyurulmaktadır. Yani kim Yahudilerin, evli oldukları halde zina
eden iki kişi hakkında merkebe ters bindimle ve yüzlerini karalama hükmünü verip
recmedilmeleri hükmünü saklamaları, öldürülen bazı kişiler hakkında tam diyet
ödettirirken diğer bazıları hakkında yarım diyet ödetmeleri, ileri gelenleri
öldürüldüğünde, öldüreni kısasa tabi tuttuktan halde zayıflan öldürüldüğünde
sadece diyet ödettinneleri gibi hükümler verir de Allah'ın indirdiği hükümlerle
hükmetmeyecek olursa işte onlar, hakkı gizleyen ve onu insanların gözünden
kaçıran kimselerdir."
Müfessirler bu âyette zikredilen
kâfirlerden kimlerin kastedildiği hususunda çeşitli görüşler zikretmişlerdir.
a- Bera b. Âzib, Ebû Salih,
Dehhak, Ebû Miclez,
İkrime, Katade
ve Ubeydullah b. Abdullah'dan nakledilen bir görüşe göre bu âyette zikredilen
kâfirlerden maksat, Allah'ın kitabı Tevrat'ı tahrif edip değiştiren
Yahudilerdir.
Bu hususta Bera b. Âzib demiştir ki:
"Kim, Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar, kâfirlerin ta kendileridir.
Maide sûresi, 5/45 "İşte onlar fâsıkların ta
kendileridir. Maide sûresi, 5/47 âyetlerinin
hepsi, kâfirler hakkında nazil olmuştur. Müslim, K.
el-Hudud, bab: 29, Hadis no: 1700
Ebû Salih diyor ki: "Maide suresinin bu üç
âyetinde ehl-i islam için bir şey yoktur. Bunlar, kâfirler hakkındadır.
İmran diyor ki: "Ebû Miclez'e, Hariciye mezhebinin ibadiye fırkasından bir kısım
insanlar gelip Ebû Miclez'in yanında oturdular ve ona dediler ki: "Allahü
teâlâ buyuruyor ki: "Kim, Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse işte
onlar, kâfirlerin ta kendileridir." "Kim, Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse
işte onlar zalimlerin ta kendileridir." "Kim, Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse
işte onlar, fâsıkların ta kendileridir." (İbadiye fırkasına mensup olanlar bu
sözlerini söylerken, idarecilerin, Allah'ın indirdiği ile hükmetmediklerinden,
kâfirler, zalimler ve fasıklar olduklarını söylemek istemişlerdir.) Ebû Miclez
de dedi ki: "Bu idareciler bu yaptıklarını yapıyorlar ve yaptıklarının günah
olduğunu da biliyorlar. Bu âyetler, Yahudi ve Hristiyanlar hakkında nazil
olmuştur."
İbadiye fırkasından olanlar dediler ki: "Vallahi sen de bizim bildiğimiz gibi
biliyorsun. Fakat sen onlardan korkuyorsun." Ebû Miclez de dedi ki: "Siz buna
bizden daha layıksınız. Biz, sizin bildiğiniz gibi bilmiyoruz. Sizler,
biliyorsunuz fakat, bildiğiniz gibi hareket etmenize engel olan, sizin onlardan
korkmanızdır."
Bu hususta Ebul Buhturi de şunları söylemiştir: "Bir adam Huzeyfe'den "Kim
Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar kâfirlerin ta kendileridir.. İşte
onlar zalimlerin ta kendileridir. İşte onlar, fâsıkların ta kendileridir,.."
âyetlerinin izahını sordu ve dedi ki: "Bu âyetlerin İsrailoğulları hakkında
nazil olduklarını söylüyorlar ne dersin?" Huzeyfe de dedi ki: "Evet, size kardeş
olan İsrailoğulları hakkında, her acı şey onların hakkında, her tatlı şey ise
sizin hakkınızda. Hayır vallahi mesele böyle değil. Siz, İsrailoğullarının
yolunu, bir takunyanın tasması kadar çok yakın bir mesafeden takibedeceksiniz."
Bera b. Âzib de Resûlüllah'ın, zina
eden Yahudiler hakkında recm cezası vermesi üzerine bu âyetlerin indiğini ve
bunların, Yahudiler hakkında nazil olduğunu söylemiştir.
İbn-i Zeyd de demiştir ki: "Kim, kendi eliyle
bir kitap yazar, Allah'ın kitabîni bırakarak o kitapla hüküm verir ve kendi
yazdığı o kitabın da Allah katından olduğunu zannedecek olursa işte o zaman
kâfir olur.
Ebuzzinad diyor ki: "Biz, Ubeydullah b. Abdullah b. Utbe b. Mes'ud'un yanında
bulunuyorduk. Bir adam, "Kim, Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar
kâfirlerin ta kendileridir." "Kim, Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar
zalimlerin ta kendileridir." "Kim, Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar
fasıkların ta kendileridir." âyetlerini okudu. Bunun üzerine Ubeydullah dedi ki:
"Vallahi bir çok insan, bu âyetleri, haklarında inmedikleri mânâlarla
yorumluyorlar. Bunlar, Yahudilerden iki kabile hakkında nazil olmuştur. Onlar da
Kureyza ve Nadr oğullarıdır."
Ubeydullah, bu iki kabileden birinin, kendisini daha üstün sayarak öldürülenlere
diyet takdir edildiğinde, kendi kabilesinden öldürülenlerin diyetini diğer
kabileden öldürülenin iki katı kabul ederlerdi.
Resûlüllah Medine'ye hicret edip diyetlerinin eşit olduğuna hüküm
vereceği anlaşılınca onlar, içlerinden müslüman görünen bir münafıkı
Resûlüllah'a gönderip durumu öğrenmek
istemişler, daha önce yaptıkları gibi hüküm verirse kabul edeceklerini, eşit
olduklarına hüküm verirse kabul etmeyeceklerini kararlaştırmışlardır. İşte bunun
üzerine Allahü teâlâ, bundan önceki
âyetleri, bunu ve bundan sonraki âyetleri o Yahudiler hakkında indirmiştir.
b- Âmir eş-Şa'bi'ye göre ise "Kim,
Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar kâfirlerin ta kendileridir." âyeti
müslümanları kasdetmektedir. "Kim, Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse işte
onlar, zalimlerin ta kendileridir." âyeti, Yahudileri kasdetmektedir. "Kim,
Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar, fasıkların ta kendileridir."
âyeti Hristiyanlan kasdetmektedir. Yani, birinci
âyet müslümanlar hakkında, ikinci âyet
Yahudiler, üçüncü âyet de Hristiyanlar hakkında
nazil olmuştur.
c- Ata b. Ebi Rebah,
Tavus ve Abdullah
b. Abbas'tan nakledilen diğer bir görüşe göre "Kim, Allah'ın indirdiği
ile hükmetmezse işte onlar, kâfirlerin ta kendileridir..." "İşte onlar,
zalimlerin ta kendileridir.." "İşte onlar fasıkların ta kendileridir."
âyetlerinde zikredilen kâfirlikten maksat, insanı dinden çıkaran kâfirliğin daha
alt seviyesinde bir kâfirliktir. Zalimlik ve fasıklık da, bilinen zalimlik ve
fasıklıklardan daha alt derecede zalimlik ve fasıklıklardır.
Bu hususta Said el-Mekki Tavus'un şunları
söylediğini rivâyet etmiştir. "Kim, Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse işte
onlar, kâfirlerin ta kendileridir." âyetindeki kâfirlik, kişiyi elinden çıkaran
kâfirlik değildir.
Tavus diyor ki: "Bir kişi,
Abdullah b. Abbas'tan, "Allah'ın indirdiği
ile hükmetmeyenler.." âyetlerini sordu ve dedi ki: "Bir kimse bunu yaparsa kâfir
mi olur?" Abdullah b. Abbas da dedi ki: "Onun
bunu yapması kâfirliktir. Fakat o kimse Allah'ı âhiret gününü, şunu ve şunu
inkâr eden kimse gibi değildir.
d- İbrahim en-Nehai,
Hasan-ı Basri,
Abdullah b. Mes'ud ve Süddi'ye göre
ise bu âyetler, ehl-i kitap hakkında inmiştir. Fakat bunlar, bütün insanları
kapsamaktadır. Müslümanlar için de geçerlidir, kâfirler için de geçerlidir.
Bu hususta Mansur, İbrahim en-Nehai'nin şunu
söylediğini rivâyet etmiştir: "Bu âyetler İsrailoğııllan hakkında inmiştir, amma
bu ümmet için de geçerlidir."
Avf da, Hasan-ı Basri'nin "Kim, Allah'ın
indirdiği ile hükmetmezse işte onlar kâfirlerin ta kendileridir." âyeti hakkında
şunu söylediğini rivâyet etmiştir. Bu âyet, Yahudiler hakkında nazil olmuştur
ama onun hükmüne uymak bize farzdır.
Selem b. Küneyl diyor ki: "Alkame ve Mesruk,
Abdullah b. Mes'ud'dan, rüşvetin hükmünü
sordular o da dedi ki: "Rüşvet suht'tandır. (Yani bu surenin kırk
ikinci âyetinde geçen ve "Haram" diye tercüme
edilen "Suht'tandır) Onlar da dediler ki: "Bu, hüküm verme sırasında alınan
rüşvet midir?" Abdullah b. Mes'ud da dedi ki:
"Böyle bir halde rüşvet almak kâfirliktir. Çünkü
Allahü teâlâ buyurmuştur ki: "Kim, Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse
işte onlar, kâfirlerin ta kendileridir."
Süddi de bu âyeti şöyle izah etmiştir: "Allahü
teâlâ buyurmuştur ki "Kim benim indirdiğim ile hüküm vermez, onu
kasıtlı olarak bırakır ve bile bile haksızlık yapacak olursa işte o
kâfirlerdendir.
e- Abdullah b. Mes'ud'dan nakledilen
diğer bir görüşe göre "Kim, Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar
kâfirlerin ta kendileridir." âyetindeki "Kâfirler"den maksat,- Allah'ın
indirdiğini inkâr ederek onun dışındaki şeylerle hüküm verenlerdir. Allah'ın
indirdiğinin, Allah tarafından olduğunu kabul ederek onun dışındaki şeylerle
hüküm verenler ise zalimler ve fasıklardır.
Taberi diyor ki: "Kim, Allah'ın indirdiği
ile hükmetmezse işte onlar, kâfirlerin ta kendileridir." âyeti hakkındaki
görüşlerden doğru olmaya daha layık olanı, bu âyetin ve bundan sonra gelen
âyetlerin, kâfirler hakkında olduğunu söyleyen görüştür. Çünkü bu âyetten önce
gelen âyetlerin de sonraki âyetlerin de ehl-i kitabın kâfirlerinden haber
verdiğini söylemek daha evladır.
Eğer denilecek olursa ki: "Allahü teâlâ,
ehl-i kitaptan bahsettikten sonra umumi bir ifade ile, indirdiği ile hükmetmeyen
herkesin kâfir olduğunu bildirmiştir. Ser. bunun nasıl olur da, özellikle ehl-i
kitabın kâfirlerine mahsus olduğunu söylersin?" Cevaben denilir ki: "Allahü
teâlâ, indirdiği ile hükmetmeyenlerin kâfirliğini, indirdiği ile
hükmetmemesiyle birlikte, onu inkâr edenler için ge-nelleşîirmiştir.
Abdullah b. Abbas'ın da dediği gibi Allah'ın
indirdiğini inkâr ederek onunla hükmetmeyen herkes de ehl-i kitabın kâfirleri
gibi kâfirdir. Zira, Allah'ın indirdiğini bildiği halde onu inkâr eden kimse,
Resûlüllah'ın Peygamberliğini bildiği
halde onun Peygamberliğini inkâr eden kimse gibidir.
Biz, Tevrat'ta onlara şu hükümleri farz kılmıştık:
Cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş ile kıyas yapılır.
Yaralarda da kısas vardır. Fakat kim hakkından vazgeçerse bu onun günahlarının
affına bir sebeptir. Kim,Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse, işte onlar,
zalimlerin ta kendileridir.
Biz, Tevrat'ta Yahudilere şu hükümleri farz kılmıştık: Haksız yere bir insanı
öldüren kimse kısas olarak öldürülür. Göz çıkaranın gözü çıkarılır. Burun
kopaaranın bumu kopanlır. Kulak kesenin kulağı kesilir. Diş kıranın dişi
kırılır. Yaralamalarda da kısas vardır. Bununla beraber kim hakkını bağışlarsa
bağışladığı kadar günahları affedilir. Veya kim, hakettiği cezayı kabullenirse
bu onun günahları için bir keffarettir. Allah'ın nizamı ile hükmetmeyenler
zalimlerin ta kendileridir.
Taberi diyor ki: "Allahü
teâlâ bu âyet-i kerime ile
Peygamberi Hazret-i Muhammed
(sallallahü aleyhi ve sellem) e Yahudilerin
hallerini bildirmekte, onlardan, önce Resûlüllah'ı
kabul edip de sonra inkâr edenlerin inkârlarına karşı
Resûlüllah'ı teselli etmekte ve
Resûlüllah'a, Yahudilerin, eskiden beri
süregelen, Rablerine ve Peygamberlerime karşı isyan etme cesaretinde oduklarını,
Allahü teâlânın gönderdiği kitabı tahrif
ve tebdil ederek kendilerini Allah'tan üstün tutma gibi bir hale düştüklerini
bildirmekte ve buyurmaktadıi ki:
"Ey Rasûlüm, bu Yahudiler sana gelip hüküm vermen için seni hakem tayin ederek
senin verdiğin hükme hiç razı olurlar mı? Çünkü onların elinde Tevrat
bulunmaktadır. Onlar Tevrat'ın hak kitap olduğunu, benim kitabım olduğunu,
Peygamberim Mûsa'ya vahyettiğim bir kitap
olduğunu ikrar ediyorlar. Tevrat'ta ise, evli oldukları halde zina edenler
hakkındaki recmedilme hükmüm ve haksız yere birini öldürenin kısas yapılması,
haksız yere bim'nip gözünü çıkarının, gözünün çıkarılması, burun koparanın
burnunun koparılması, diş kıranın dişinn kırılmasına ait hükümlerim, yaralarda
da, yaralayanın aynen yaralanmasına dair hükümlerim vardır. İşte onların elinde
bulunan Tevrat'ta bu hükümlerimin bulunmasına rağmen onlar bu hükümlere sırt
çevirirler. Onlarla amel etmezler. Bu itibarla onların, senin vereceğin hükmü
almamaları ve vereceğin karara kızacakları muhakkaktır."
Bu âyetin nüzul sebebi hakkında İbn-i Cüreyc
demiştir ki: "Kureyza oğulları Resûlüllah'ın,
gizlemiş oldukları recm cezası ile hüküm verdiğini görünce harekete geçmişler ve
demişlerdir ki: "Ey Muhammed, bizimle kardeşlerimiz Nadr oğulları arasında da
sen hüküm ver." Zira Resûlüllah'ın
hicretinden önce aralarında, öldürülen bir kişinin kam söz konusu idi. Nadr
oğulları kendilerini Kureyza oğullarından üsîün gördüklerinden Kureyza
oğullarının diyetlerini kendi diyetlerinin yarısı olarak kabul ediyorlardı. O
zamanda diyetin miktarı Nadr oğullarının öldürülenleri için yüz kırk vesk
Bir vesk, yaklaşık olarak 200 kg.dır. miktarı
hurma idi. Kurezya oğullarının diyeti ise yetmiş vesk idi.
Resûlüllah da buyurdu ki: "Kureyza
oğullarının kanı Nadr oğullarının kanma denktir." Bunun üzerine Nadr oğulları
kızdılar ve dediler ki: "Recm hükmünü vermende sana itaat etmeyeceğiz. Biz, daha
önce uyguladığımız cezayı tatbik edeceğiz." İşte bunun üzerine: "Onlar, cahiliye
devrinin hükmünü mü istiyorlar Maide sûresi, 5/50
âyeti, bir de: "Biz Tevrat'ta onlara şu hükümleri farz kılmıştık." âyeti nazil
oldu.
Abdullah b. Abbas bu âyetin izahında demiştir
ki: "Bu âyetten de anlaşıldığı gibi Yahudilerin arasında meydana gelen
cinÂyetler ve yaralamalar hususunda kısas yapmaktan başka bir hüküm yoktu.
Allahü teâlâ
Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve
sellem)in ümmetine bu cezayı hafifletti ve kısasın yanında diyet ödemeyi
de geçerli saydı ve "Bu, rabbiniz tarafından size bir hafifletmedir ve bir
merhamettir. Kim bu hususta tasaddukta bulunacak olursa bu onun için bir
keffarettir." buyurdu.
Âyet-i kerime’de
geçen ve: "Fakat kim hakkından vazgeçerse bu onun günahlarının affına bir
sebeptir." şeklinde izah edilen cümlesi müfessirler
tarafından iki şekilde izah edilmiştir:
a- Abdullah b. Amr, İbrahim en-Nehai,
Cabir b. Zeyd, Hasan-ı Basri, Amir eş-Şa'bî
ve Katade'ye göre bu âyette zikredilen "Kim"
kelimesinden maksat, yaralananın, kendisi ve öldürülenin velisidir. Buna göre
âyetin bu bölümünün mânâsı şöyledir: "Yaralanan kimsenin kendisi veya
öldürülenin velisi, zikredilen cezalardan birini affedecek olursa onun
affedeceği ceza kadar günahı affedilir."
Bu hususta Ebus-sefer diyor ki:
"Kureyş'ten bir adam Ensar'dan bir adamın dişini kırdı. Muaviye ona yardım
etmeye çalıştı. O da dedi ki: "Ey mü’minlerin emiri, bu benim dişimi kırdı."
Muaviye de dedi ki: "Biz seni razı edeceğiz." Fakat adam, cezayı uygulaması için
Muaviye'ye diretti. Muaviye ona kesin söz verdi fakat razı edemedi. Bunun
üzerine "Arkadaşına ne yaparsan yap." dedi. O sırada Ebudderda Muaviye'nin
yanında bulunuyordu. Ebudderda dedi ki: "Ben,
Resûlüllah'ın şöyle buyurduğunu işittim. Onun konuştuğunu bizzat
kulaklarımla duydum ve kalbimle idrak ettim. O buyurdu ki: "Hehangi bir adam,
vücudunun herhangi bir yerinden zarara uğratılacak olur da zarar vereni
affedecek olursa Allah, affetmesiyle o kulun bir derecesini yükseltir ve bir
hatasını da düşürür." Ensar'dan olan adam dedi ki: "Bunu
Resûlüllah'tan bizzat işittin mi?"
Ebudderda dedi ki: "Ben onu kendi kulaklarımla işittim ve kalbim onu idrak etti.
"Ensardan olan adam dedi ki: "Ben bunun cezasını ondan düşülüyorum. Muaviye de
ona dedi ki: "Zararı yok ben seni mahrum etmem." Ve ona mal verilmesini emretti.
Tirmizi, K. ed-Diyat, bab: 5, HN, 1393 /
Ahmed b. Hanbel,
Müsned C.6 S.448
Ubade b. es-Samit diyor ki:
"Ben, Resûlüllah
(sallallahü aleyhi ve sellem)'ın şöyle
buyurduğunu işittim: "Herhangi bir adam vücudunda bir yara alır sonra da aldığı
yaranın cezasını bağışlayacak olursa Allah da onun bağışladığı kadar günahlarını
örter." Ahmed b. Hanbel,
Müsned, C.5 S.316, 329, 412
b- Abdullah b. Abbas,
Mücahid ve
İbrahim en-Nehai'den nakledilen diğer bir görüşe göre âyetin bu bölümünün
mânâsı şöyledir: "Yaralananın kendisi ve öldürülenin velisi, ceza uygulaması
hakkından vazgeçecek olursa onun bu vazgeçmesi suçu işleyen için bir
keffarettir. Günahlarının affına vesiledir. Affedenin mükâfaatı ise Allah'a
aittir."
Bu hususta Abdullah b. Abbas'ın şunu
söylediği rivâyet edilmektedir: "Kim yaralanır da yaralayanı cezalandırma
hakkından vazgeçecek olursa artık yaralayana bir şey yapılmaz. Ona kısas
uygulanmaz. Ondan diyet alınamaz ve ona yara açılamaz. Zira yaralanan kimse onu
bağışlamıştır. Onun bağışlaması, yaralayanın haksızlığının cezasını düşüren bir
keffarettir."
Taberi diyor ki: "Bana göre bu iki
görüşten doğru olmaya daha layık olanı, affedilmenin, yaralanan için keffaret
olacağını söyleyen görüştür. Zira âyette açıkça, hakkını bağışlayan hak
sahibinden bahsedilmektedir. "Onun günahları" ifadesindeki "Onun" zamirinin,
daha önce zikredilen "Hakkından vazgeçen"e ait olması, açıkça zikredilmeyen
affedilene ait olmasından daha uygundur. Diğer yandan herhangi bir sadaka,
sadaka verenin günahının affına vesiledir. Sadaka alanın günahına değil. Burada
da maksat, kısas hakkından vazgeçen yaralanan kişiye veya hakkından vazgeçen,
öldürülenin velisine ait olmasıdır.
Taberi diyor ki: "Denecek olursa ki:
"CinÂyet işleyene kısas tatbik etmek onun günahlarını affettirir. Çünkü
Resûlüllah, ahilerinden biat alırken
"Adam ödürmeyeceğinize. zina yapmayacağınıza, hırsızlık yapmayacağınıza dair
bana biat edin. Sizden kim bunlardan birini yapacak olur da o cezalandırılacak
olursa, cezalandırılması onun için bir keffarettir." şeklinde biat almış ve
kendisine kısas uygulanan suçlunun affedilmiş olacağını beyan etmiştir. Buradan
anlaşılmaktadır ki, yaralananın kendisi veya öldürülenin velisi de suç işleyenin
affedilmesi gibi değildir. Mağdurun cinÂyet işleyeni affetmesi, onun için bir
keffaret sayılmaz. Aksi halde iftiraya manız kalan kişinin, kendisine zina
iftirasında bulunanı affetmesi de iftiracı için bir keffaret olmasını ve sopa
vurma cezasından kurtulmasını gerektirir. Halbuki biz, zina iftirasında bulunan
kimse için böyle bir şeyin söylendiğini hiçbir ilim ehlinden duymadık. Şimdi biz
deriz ki: "Zina iftirasında bulunanın, iftiraya uğrayan tarafından affedilmesi,
iftiracı için bir keffaret sayilmachği gibi cinÂyet işleyenin de cinÂyete manız
kalan tarafından affedilmesi cinÂyet işleyen için bir keffaret sayılmaz."
Eğer denilecek olursa ki: "Yaralanan kimse, yaralayana kısas yaptırma yerine
ondan diyet alabilir mi?" Cevaben denilir ki: "Evet alabilir." Tekrar denilecek
olursa ki: "Yaralanan kimse kısas yerine diyet almayı tercih eder sonra da o
diyeti almaktan vazgeçecek olursa yaralayan kimse kıyamet gününde yaraladığı
kimseye karşı sorumlu olur mu?" Cevaben denir ki: "Bize göre senin söylediğin
durum imkânsızdır. Çünkü bize göre diyet almayı tercih etmiş olabilmesi için
diyeti fiilen almış olması gerekir. Diyet almadan affetme işi, kısas yaptırmakta
söz konusudur. Ancak mağdur diyeti aldıktan sonra tekrar suç işleyene hibe
edebilir. Diğer yandan mağdurun, diyet almayı tercih ettikten sonra onu
amîamktan vazgeçmesi caiz görülse dahi bu, suç işleyenin Allah katında
affedildiğini ifade etmez. Zira Allahü teâlâ
bir mü’mini katledene, tevbe etmemesi halinde büyük cezalar vereceğini
bildirmiştir. Diyet, suç işleyenden iradesi dışında alınır. Bu da suç işleyenin
kendi iradesiyle suçundan tevbe ettiğini ifade etmez. Halbuki tevbe, işlediği
suçtan hür iradesiyle vazgeçme ve benzerini yapmamaya karar vermekle olur.
Yine denecek olursa ki: "Yaralanan diyeti tercih eder sonra da onu almaktan
vazgeçecek olursa suçlu, kısas tatbikinde olduğu gibi bu durumda da affedilmiş
olur." Buna cevaben deriz ki: "Kısasın suç işleyen için keffaret sayılması,
Resûlüllah'ın bildirdiği gibi onun,
cezalandırılmaya boyun eğerek tevbe etmesinden dolayıdır. Mağdurun diyet almayı
tercih edip sonra da diyetten vazgeçmesi, suçlunun cezasmmin verildiğini ifade
etmez ki Resûlüllah'ın: "Kim de suç
işleyecek olur da bundan dolayı cezalandırılacak olursa bu onun için bir
keffarettir." ifadesine dahil olabilsin.
Taberi diyor ki: "Âyetin, "Kim hakkından
vazgeçerse bu onun günahlarının affına bir sebeptir." bölümünü "CinÂyete uğrayan
herhangi bir mağdur suçluyu affedecek olursa bu, suçlu için bir keffarettir."
şeklinde izah edenler, Zü-beyr'in oğlu Urve'nin hadisesindeki şekilde izah etmek
istemişlerdir. Bu hususta Miicahid diyor ki: "İnsanlar Kâbenin rüknünü
(köşesini) istilam (selamlama) ederken Zübeyr'in oğlu Urve, birinin gözüne
çarptı ve ona dedi ki: "Ey arkadaş, ben, Zübeyr'in oğlu Urve'yim. Şâyet gözüne
bir zarar verdiysem ben ondan sorumlu yum."
Eğer, yaralayan kimse, Urve'nin yaptığı gibi, kasıtsız olarak hatalı bir şekilde
birini yaralayacak olur da bunu itiraf eder sonra da yaralanan kişi onu
affederse artık yaralananın yaralayandan alacağı ne dünyevi bir hakkı vardır ne
uhrevi. Zira böyle bir durumda yaralananın yaralayandan alacağı hak maldır,
kısas değildir. Mal hakkını ise bağışlamıştır. Bu bağışlaması da yaralayan için
bir keffarettir. Bu sebeple artık ona herhangi bir dünyevi veya uhrevi ceza
uygulaması söz konusu değildir. Zira Allahü teâlâ
kullarının kasıtsız olarak işledikleri fiillerinden dolayı onların günahkâr
olmayacaklarını beyan etmiş ve buyurmuştur ki: "Yanlışlıkla yaptığınız şeylerden
dolayı size bir günah yoktur." Ahzab sûresi, 33/5
Âyet-i kerime’nin
sonunda "Kim, Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar, zalimlerin ta
kendileridir." buyurulmaktadır. Yani kim Allah'ın Tevrat'ta indirdiği "Kasıtlı
olarak ve haksız yere birini öldürene kısas yapılır. Kasıtlı olarak haksız yere
birinin gözünü çıkaranın gözü çıkarılır." şeklindeki hükümleriyle hüküm vernıez
de bazılarına kısas uygular bazılarına uygulmaz veya bir kişi öldürür ve benzeri
şeyleri yapacak olursa şüphesiz ki onlar, Allah'ın koyduğu hükmü aşan, onun
yerine başka hükümleri koyan zalimlerdir.
|