Ana Sayfa (Kur'an-ı Kerim) Yeni Pencere

Geri

 

SAYFA :

34

 

002 - BAKARA SÛRESİ

 

CÜZ :

2

 

İleri

Sayfayı Yeni Pencerede Aç

 

 

 

 

 

 

 

 

 

220

Hem dünya hem de âhiret işlerini düşünesiniz. Sana yetimlerden soruyorlar. De ki: "Onların işlerini düzeltmek, kendileri için daha hayırlıdır. Eğeı* onları aranıza alırsanız, onlar sizin din kardeşlerinizdir. Allah, bozguncuyu ıslah edenden ayırdetmesini bilir. Eğer Allah dileseydi sizi zor durumda bırakırdı. Şüphesiz ki Allah, her şeye galiptir, hüküm ve hikmet sahibidir.

Ey mü’minler, bu surede zikredilen âyet ve delilleri açıkladığım gibi size bir kısım emir ve yasaklarımı açıklarım ki, hem dünyanın geçiciliğini hem de âhiretin devamlılığını ve kalıcılığını düşünesiniz. Böylece âhiretin dünyadan daha üstün olduğunu anlayasınız ve onun için çalışasınız. Ey Rasûlüm, sana yetimlerden ve mallarının, kendi mallarınıza karışması halinden soruyorlar. Onlara de ki: "Yetimlerin mallarının idaresini düzene koymakla lütufta bulunmanız, Allah yanında sizin için daha hayırlı sevap bakımından da daha büyüktür. Eğer onların yiyeceklerini kendi yiyeceklerinize, içeceklerini kendi içeceklerinize ve mallarını da kendi malarınıza karıştırırsanız artık onlar dinde sizin kardeşlerinizdir. Kardeşlerin bir kısmı diğerlerine yardım eder. O halde size, onların mallarına şefkatli bir kardeş nazarıyla bakmak gerekir. Allah sizden, kendi malını, yetimin malına katan kişinin maksadının, o malı dağıtıp haksız surette yemek mi olduğunu yoksa düzeltip çoğalmasını sağlamak mı olduğunu çok iyi bilir. Eğer Allah dileseydi sizi, mallarınızı yetimlerin mallarından ayrı tutmakla yükümlü kılarak zor durumda bırakır ve sıkıntıya sokardı. Fakat o, rahmeti ve acımasıyla sizi buna mecbur etmedi. Böylece sizi genişliğe çıkardı ve işinizi kolaylaştırdı. Şüphesiz ki Allah, hükümranlığında herşeye galiptir, idaresinde hüküm ve hikmet sahibidir.

Müfessirler bu âyet-i kerime’nin nüzul sebebi hakkında çeşitli görüşler zikretmişlerdir:

a-

Bazılarına göre bu âyetin nüzul sebebi, bundan önce inen Nisa suresinin onuncu âyetinin, yetimlerin mallarına yaklaşılmasını yasaklaması üzerine, mü’minlerin sıkıntıya düşmeleri ve Resûlüllahtan çare istemeleridir. Bu görüş, Abdullah b. Abbas, Said b. Cübeyr, Abdurrahman b. Ebi Leyla, Katade ve Rebi' b. Enesten nakledilmiştir. Ancak, Katade, Rebi' b. Enes ve Said b. Cübeyre göre, bundan önce inen ve inmesiyle mü’minlerin sıkıntıya düştükleri âyet: "Yetimin malına, rüşdüne erinceye kadar yaklaşmayın. Sadece en güzel bir şekilde yaklaşın İsra sûresi, 17/34 âyetidir. Bu hususta Abdullah b. Abbas diyor ki:

"Allah tcala "Yetimin malına, rüşdüne erinceye kadar yaklaşmayın. Ancak en güzel bir şekilde yaklaşın. Enam sûresi, 6/152 "Yetimlerin mallarını haksız yere yiyenler, karınlarına sadece ateş tıkamış olurlar. Onlar yakında alev alev yanan bir ateşe sokulacaklardır. Nisa sûresi, 4/10 âyetlerini gönderince, yanlarında yetim bulunan insanlar gidip yetimlerin yiyeceklerini ve içeceklerini, kendi yiyecek ve içeceklerinden ayırdılar. Öyle ki artan yemekler bekletilip ya onlara yediriliyor veya kimse yemiyor, bozuluyordu. Bu durum mü’minleri sıkıntıya düşürdü. Durumu Resûlüllah’a aksettirdiler. Bunun üzerine Allahü teâlâ: "Sana yetimlerden soruyorlar. De ki: "Onların işlerini düzeltmek, kendileri için daha hayırlıdır. Eğer onları aranıza alırsanız, onlar sizin din kardeşlerinîzdir..." âyetini indirdi. Artık yetimlerin varisleri, yiyeceklerini ve içeceklerini yetimlerinki ile karıştırdılar. Ebû Davud, K. el-Vasâya, bab: 7, Hadis No: .2871, Nesâî, K. el-Vasaya, bab: 11, Hadis No: 3699

b- Abdullah b. Abbas, Süddi ve Dehhaktan nakledilen diğer bir örüşe göre bu âyetin nüzul sebebi, daha önce inen bir âyet değil, Arapların, yetimlerin malına yaklaşmaktan uzak durma örfleri ve bu örflerinden dolayı sıkıntıya düşmemeleri için istekte bulunmalarıdır. Bu hususta Süddi diyor ki: "Araplar cahiliye döneminde yetim hakkında çok titiz davranıyorlardı. Öyle ki haklarına tecavüz ederler korkusuyla aynı kaptan onlarla yemek yemiyorlar, develerine binmiyor, hizmetçilerine hizmet ettirmiyorlardı. Bu âdet hususunda Resûlüllah’a geldiler ondan bu meseleyi sordular. İşte bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil oldu.

Âyet-i kerime’nin devamında: "Eğer Allah dikseydi sizi zor durumda bırakırdı." buyurulmaktadır. Müfessirler burada geçen ve "Zor durumda bırakırdı." diye tercüme edilen cümlesini çeşitli şekillerde izah etmişlerdir.

Mücahide göre bu ifadeden maksat: "Eğer Allah dileseydi yetimlerin otlaklarında hayvanlarınızı otlatmayı ve onların katıklarını yemeyi size haram kılar böylece sizi sıkıntıya sokardı." demektir. Mücahid: "Eğer yetimleri aranıza alırsanız bu sizin için daha hayırlıdır," ifadesini, "Eğer yetimlerin mallarını otlakta kendi mallarınıza katar ve onların katıklarını kendi katıklarınızla birlikte bulundurur ve yerseniz sizin için daha hayırlıdır." şeklinde izah ettiği için bu âyetin bu bölümünü de bu şekilde izah etmiştir.

Abdullah b. Abbas ise âyetin bu bölümünü şöyle izah etmiştir: "Eğer Allah dileseydi sizi zorluğa koşar ve sıkıntıya düşürürdü. Fakat o, işi kolaylaştırdı ve buyurdu ki: "İçinizden zengin olanlar, yetimlerin malını yemekten çekinsin, fakit olanlar ise meşru surette yesin. Nisa sûresi, 4/6

Abdullah b. Abbastan nakledilen başka bir görüşe göre, o bu âyeti şöyle izah etmiştir: "Eğer Allah dileseydi, yetimlerin mallarından size geçenler yüzünden sizi helak ederdi.

221

İman etmedikçe müşrik kadınlarla evlenmeyin. Mü’min bir cariye, hür olan müşrik bir kadından daha hayırlıdır. Hür olan müşrik kadın hoşunuza gitse bile. Müşrik erkekleri de, iman etmedikçe mü’min kadınlarla evlendirmeyin. Mü’min bir köle, hür olan müşrik bir erkekten daha hayırlıdır. Müşrik olan erkek hoşuna gitse bile. Bu müşrikler insanı ateşe davet ederler. Allah ise izni ile cennete ve mağfirete davet eder ve âyetlerini insanlara açıklar. Gerekir ki düşünürler.

Ey iman edenler, kitap ehli olmayan ve putperest olan müşrik kadınlarla, Allah’a, Peygamberine ve Peygambere indirilene iman etmedikçe evlenmeyin. Sizlerin, Allah’a ve Peygamberine iman eden bir cariye ile evlenmeniz, hür olanmüşrik veya kâfir bir kadınla evlenmenizden, Allah katında daha hayırlı ve daha üstündür. Müşrik olan kadın, güzelliği, soyu ve malı bakımından hoşunuza gitse bile. Ey iman edenler, müslüman olan bir kadını da, Allah ve Resulüne iman etmedikçe, bir müşrik erkekle evlendirmeyin. Müslüman kadınları, Allah ve Resulüne iman eden kölelerle evlendirmeniz, onları hür olan müşriklerle evlendirmenizden sizin için daha hayırlıdır. Hür olan müşrik erkekler, mal, soy ve mevki bakımından hoşunuza gitse bile. Kendileriyle evlenmeniz yasaklanan bu kadın ve erkek müşrikler sizleri, cehenneme götürecek işleri yapmaya çağırırlar. Allah sizleri, yardımı ve kolaylaştırması ile cennete götürecek amelleri işlemeye, hatalarınızı silecek işleri yapmaya davet eder. Ve kitabındaki âyet ve delillerini kullarına açıklar ki düşünüp ibret alsınlar, cehennem ateşine davet eden ile cennete ve affa davet edeni birbirinden ayırsınlar.

Âyet-i kerime’de, mü’min erkeklerin, müşrik kadınlarla evlenmelerinin yasak olduğu beyan edilmektedir. Ancak ehl-i kitap olan Yahudi ve Hristiyan kadınlarla mü’min erkeklerin evlenmeleri caizdir. Bu hususta diğer bir âyette şöyle buyurulmaktadır: "... Hür ve iffetli mü’min kadınlar ile sizden önce kendilerine kitap verilenlerden (ehl-i kitaptan) hür ve iffetli kadınlar, namuslu olmanız, zina yapmamanız, dost edinmemeniz ve kendilerine mehir vermeniz şartıyla size helaldir... Maide sûresi, 5/5

Buna mukabil, mü’min kadınlar, hiçbir kâfirle evlenemezler. Bu kâfirler ehl-i kitap ta olsa bu böyledir. Bu hususta da şu âyet-i kerime’de buyuruluyor ki: " .. Çünkü ne mü’min kadınlar kâfirlere helaldir ne de kâfir erkekler mü’min kadınlara helaldir... Mümtahine sûresi, 60/10

Müfessirler, açıklamakta olduğumuz bu âyet-i kerime’nin, bütün müşrikleri kastederek mensuh olduğu yahut müşriklerden sadece belli bir sınıfı kastederek mensuh olmadığı hususda farklı görüşler zikretmişlerdir.

a- Abdullah b. Abbas, İkrime, Mücahid ve Rebi' b. Enes, izah etmekte olduğumuz bu âyet-i kerime’nin, bütün müşriklerin müslümanlarla evlenmelerinin haram olduğunu bildirdiğini, bu itibarla Maide suresinin dördüncü âyetinde zikredilen, ehl-i kitapla evlenme hükmüyle neshedildiğini söylemişlerdir. Bu âyette buyuruluyor ki: "Hür ve iffetli kadınlarla, sizden önce kendilerine kitap verilenlerden hür ve iffetli kadınlar, namuslu olmanız, zina yapmamanız, dost edinmemeniz ve kendilerine nıchir vermeniz şartiyle evlenmeniz size helaldir. Maide sûresi, 5/4 Görüldüğü gibi bu âyet-i kerime, kâfir ve müşrik olan ehl-i kitabın kadınlarının mü’min erkeklerle evlenebileceklerini beyan etmiştir. Bu itibarla izah etmekte olduğumuz âyet neshedilmiştir.

b- Katade ve Said b. Cübeyr'e göre ise bu âyet-i kerime’nin her ne kadar ifadesi genel ise de hükmü özeldir. Bu itibarla neshedilmemiştir. Zira âyette zikredilen ve evlenilmesi yasaklanan müşrik kadınlardan maksat, bütün müşrik kadınlar değil, özellikle ehl-i kitap olmayan müşrik kadınlardır. Nitekim Arapların müşrik kadınları böyleydi. Ehl-i kitap olan müşrik kadınlarla evlenmenin hükmü ise başka bir âyette belirtilmiş ve bazı sahabiler de bu hüküm uyarınca evlenmişlerdir. Mesela Huzeyfetül Yeman bir Yahudi veya Hristiyan kadınla evlenmiştir.

c- Şehr b. Havşebin, Abdullah b. Abbastan naklettiği diğer bir Rivâyete göre bu âyet-i kerime neshedilmemiştir. Ve bu âyetle, bütün müşrik kadınlarla evlenmek yasaklanmıştır. Müşrik kadının putperest, mecusi ve ya ehl-i kitap olması farketmez. Bu hususta Abdullah b. Abbasin şunîan söylediği rivâyet edilmiştir: "Resûlüllah, hicret eden mü’min kadınlar dışındaki bütün kadınlarla evlenmeyi yasaklamıştır. Resûlüllah, İslam dini dışında herhangi bir din mensubuyla evlenmeyi haram kılmıştır. Bu hususta Allahü teâlâ: "kim dini inkâr ederse şüphesiz ki onun, daha önceki amelleri boşa gider ve ahiret gününde o, hüsrana uğrayanlardandır." buyurmuştur. Talha b. Ubeydullah, bir Yahudi kadınla, Huzeyfe b. Yeman da Hristiyan bir kadınla evlenmiş Hazret-i Ömer de onların bu hallerine şiddetli bir şekilde kızmış ve onları dövmek istemiştir. Bunun üzerine onlar: "Ey mü’minlerin em iri sen kızma biz onları boşanz." demişler. Hazret-i Ömer de: "Allah'a yemin olsun ki, eğer onları boşamak helal olsaydı onlarla evlenmek te helal olurdu. Ben onları sizin elinizden hor ve hakir bir şekilde çekip alacağım." dedi.

Taberi diyor ki: "Bu görüşlerden doğru olanı, âyet-i kerime’nin zahirinin genel mânâda olduğunu fakat aslında ise bu âyetten, ehl-i kitap dışındaki müşrik kadınların kastedildiğini, bu itibarla âyet-i kerime’nin neshedilmediğini söyleyen görüştür. Zira Allahü teâlâ, müslüman erkeklere, müslüman kadınlarla evlenebileceklerini beyan ettiği gibi, ehl-i kitabın iffetli kadınlarıyla da evlenebileceklerini, Maide suresinin beşinci âyetinde zikretmiştir. Birbirlerine muarız gibi görüldüğü zannedilen her âyetten birinin diğerini neshettiğini söylemek, buna dair kesin bir delilin var oluşuna bağlıdır. Ortada böyle kesin bir delil olmadığına göre, Maide suresinin beşinci âyetinin, ehl-i kitap olan kadınlarla evlenmeyi beyan eden bölümün, müşrik kadınlarla evlenmeyi kesinlikle yasaklayan bu âyet-i kerime’yi neshettiğini söylemek caiz değildir. Zira bu, delilsiz bir iddia olur.

Abdullah b. Abbastan, Hazret-i Ömer'in, Talha ile Huzeyfe'nin evlendikleri ehl-i kitaptan olan kadınları bunlardan ayırdığına dair olan Rivâyetinin bir anlamı yoktur. Zira, bütün ümmet, Allahü teâlânın kitabının açık hükmüyle, ehl-i kitap olan kadınlarla evlenilebileceği hususunda ittifak etmişlerdir. Resûlüllah'tan gelen hadis-i şerifler de bunu beyan etmişlerdir. Diğer yandan, Hz Ömer'den, yukarıda zikredilenin aksine bir Rivâyet, daha sağlam senetlerle Rivâyet edilmiştir. Mesela, Zeyd b. Vehb, Hazret-i Ömer'in şöyle dediğini nakletmiştir. "Müslüman erkek, Hrıstiyan bir kadınla evlenebilir. Fakat Hristiyan bir erkek, Müslüman bir kadınla evlenemez." Zeyd sözlerine devamla demiştir ki: "Ömer'in, Talha ve Huzeyfe'nin, Yahudi ve Hıristiyan kadınlarla evlenmelerini hoş görmemesi, insanların bu iki sahabeye uymalarından ve müslüman kadınlarla evlenmekten vaz geçeceklerinden korkmasındandır. Veya bunun dışında başka bir sebeptendir. Bu yüzden Ömer onlara, bu hanımlarını serbest bırakmalarını emretmiştir. Nitekim bu hususta Şakiiyk şunları nakletmiştir. "Huzeyfe, Yahudi bir kadınla evlendi. Ömer ona mektup yazarak "Kadını bırak" dedi. Huzeyfe de ona bir mektup yazarak "Sen, bunun haram olduğunu zannederek mi benim kadını bırakmamı istiyorsun?" dedi. Bunun üzerine Ömer: "Onun haram okhığnu sanmıyorum fakat ben, onların karşısında mü’min kadınları ezik düşüreceğinizden korkuyorum." diye cevap verdi.

Bu hususta, Cabir b. Abdullah da Resûlüllah'ın şöyle buyurduğunu Rivâyet etmiştir.: "Biz, ehl-i kitabın kadınlarıyla evleniriz. Fakat onlar bizim kadınlarımızla evlenemezler."

Taberi diyor ki: "Her ne kadar Cabirden Rivâyet edilen bu hadisin senedinin sağlamlığında bir eleştiri varsa da bu hadisi almak, Şehr b. Havşebin, Abdullah b. Abbastan naklettiği sözü almaktan daha evladır. Zira, ehl-i kitap kadınlarla evlenilebileceği, ümmet arasında ittifak edilen bir konudur.

Âyet-i kerime’de, "Mü’min bir cariye, hür olan müşrik bir kadından daha hayırlıdır." buyurulmaktadır. Süddi, âyetin bu bölümünün Abdullah b. Revaha hakkında nazil olduğnu söylemiştir. Abdullah'ın, siyah bir cariyesi bulunuyordu. Bir gün, Abdullah onu kızarak yüzüne bir tokat vardu. Sonra da koşup Resûlüllah'a söyledi Resûlüllah ona: "Ey Abdullah o nasıl bir cariye?" diye sordu. Abdullah da: "Ey Allah'ın Resulü, o orucunu tutuyor, namazını kılıyor, abdestini alıyor ve Allah'tan başka hiçbir ilâh bulunmadığına, senin de Allah'ın Peygamberi olduğuna dair şehadet getiriyor." dedi. Bunun üzerine Resûlüllah, "Bu mü’min bir kadındır." dedi. Abdullah, "Seni hak Peygamber olarak gönderene yemin ederim ki, Ben onu mutlaka azad edecek ve mutlaka onunla evleneceğim." dedi ve bu dediğini de yaptı. Bunun üzerine bazı müslümanlar onu ayıplayarak dediler ki: "Bu adam bir cariye ile evlendi." O zamanda mü’minler müşriklerin soylarına rağbet ederek kendi kadınlarını müşriklerle evlendirmeyi, kendileri de müşrik kadınlarla evlenmeyi istiyorlardı. İşte bunun üzerine Allahü teâlâ" Mü’min bir cariye hür olan müşrik bir kadından daha hayırlıdır. Hür olan müşrik kadın, hoşunuza gitse bile. Müşrik erkekleri de iman etmedikçe mü’min kadınlarla evlendirmeyin. Mü’min bir köle., hür olan müşrik bir erkekten daha hayırlıdır. Müşrik olan erkek, hoşunuza gitse bile." âyetini indirdi. Ve mü’min kadınların, müşrik erkeklerle, (ehl-i kitap olsun veya olmasın) evlenemeyeceklerini kesin olarak bildirdi.

222

Ey Rasûlüm, sana kadınların hayız halinden soruyorlar. De ki: "O eziyettir. Hayız halindeyken kadınlardan uzaklasın ve temizleninceye kadar onlara yaklaşmayın. Temizlendikten sonra, Allah'ın size emrettiği yerden yaklaşın." Şüphesiz ki, Allah , tevbe edenleri de sever, temizlenenleri de sever.

Ey Rasûlüm, ashabın sana, kadınların hayız halinden soruyorlar. Onlara de ki: "Hayız, kokusunun çirkinliği, kirliliği ve pis oluşu gibi sebeplerle eziyet veren bir haldir. Hayızlı günlerinde kadınlarla cinsi münasebette bulunmaktan kaçının. Hayızdan temizlenip yıkanmadikça onlarla cinsi münasebette bulunmayın, kadınlar, hayizları kesilip su ile yıkanarak temizlenince onlara Allah'ın izin verdiği ön taraftan yaklaşın. Şüphesiz ki Allah, itaatına yönelenleri, maddi ve cünüplük gibi manevi pisliklerden temizlenenleri sever.

Âyeti kerime’de: "Ey Rasûlüm, sana kadınların hayız halinden soruyorlar" buyurulmaktadır. Sahabilerin bu hususu Resûlüllahtan sormalarının sebebi hakkında iki görüş zikredilmiştir.

a- Katade ve Rebi' b. Enese göre sahabilerin bunu Resûlüllahtan sormalarının sebebi, bu âyet inmeden önce insanların, âdet gören hanımlanyla âdet halindeyken aynı evde kalmamaları ve onlarla birlikte yeyip içmemeleridir. Onların bu sorusu üzerine Allahü teâlâ bildirmiş oldu ki, adetli olan kadınların adetli hallerinde onlarla sadece cima etmek yasaktır. Onlarla birlikte oturup kalkmakta ve yeyip içmekte herhangi bir sakınca yoktur.

Enes b. Mâlik diyor ki:

"Yahudiler, kadın hayızlı iken onunla birlikte bir şey yemiyor, içmiyor ve onunla evde oturmuyorlardı. Sahabiler Resûlüllahtan bunu sordular ve bunun üzerine Allahü teâlâ: "Ey Rasûlüm, sana kadınların hayız halinden soruyorlar. De ki: "O, eziyettir, ilayız halindeyken kadınlardan uzaklasın ve temizleninceye kadar onlara yaklaşmayın. Temizlendikten sonra onlara, Allah'ın emrettiği yerden yaklaşın. Şüphesiz ki Allah, tevbe edenleri de sever, temizlenenleri de sever." âyetim indirdi. Resûlüllah da insanlara "Âdet halindeki kadınlarla cinsi münasebet dışında her şeyi yapın." buyurdu Müslim, K. el-Hayz, bab: 16, Hadis No: 302/Ebû Davud, K. el-Taharet, bab: 102, Hadis No: 258/Tirmizî, K. Tefsir el-Kur'an, bab: 23, Hadis No: 1977

b- Mücahidden nakledilen diğer bir görüşe göre, sahabilerin, âdet halinde bulunan kadınlardan sormalarının sebebi şu idi. İnsanlar, kadınlar adetli iken onlara âdetli olan ön taraflarını bırakıp arkadan yaklaşıyorlardı. İşte bunun üzerine Allahü teâlâ, insanlara, hayızlı iken kadınlarına yaklaşmamalarını, onlara ancak hayızdan temizlendikten sonra ve ön taraflarından yaklaşabileceklerini beyan etti ve arkadan yaklaşmalarını haram kıldı. Süddi, bu âyette soru sorduğu zikredilen kimsenin, Sabit b. Dehhak el-Ensari olduğunu Rivâyet etmiştir.

Âyet-i kerime’de: "De ki o, eziyettir." buyurulmaktadır. Buradaki eziyetten maksat, âdetin korkusunun çirkin ve tiksindirici oluşu ve necis oluşudur.

Süddi ve Katade, buradaki "Eziyettir" ifadesinden maksadın "Murdardır" demek olduğunu, Mücahid ise bundan maksadın "Kan" demek olduğunu zikretmişlerdir.

Âyet-i kerime’de. "Hayız halindeyken kadınlardan uzaklasın." buyurulmaktadır. Müfessirler burada zikredilen, "Kadınlardan uzaklaşmanın" ne demek olduğu hususunda farklı görüşler zikretmişlerdir:

a- Abdullah b. Abbas ve Üheyde es-Selmaniden Rivâyet edilen bir görüşe göre burada zikredilen "Kadınlardan uzaklaşmaktan maksat, âdet halindeyken, kadının vücudundan uzak durmak ve ona dokunmamaktır. Zira Allahü teâlâ burada "Uzaklasın" ifadesini mutlak olarak kullanmış ve buna herhangi bir kayıt getirmemiştir. Bu itibarla onların tüm vücutlarından uzak olmak gerekir..

Nüdbe diyor ki: "Beni, ya Meymune bint-i Haris veya Hafsa bint-i Ömer Abdullah b. Abbasın hanımına gönderdi. Ben, Abdullah b. Abbasın hanımının döşeğinin, Abdullah b. Abbasın döşeğinden ayrı olduğunu gördüm. Bunların, birbirlerinden uzak durmalarından dolayı böyle yaptıklarını zannettim. Abdullah b. Abbasın hanımına, kendi döşeği ile kocasının döşeğinin ayrı olmasının sebebini sordum. O da bana dedi ki: "Ben adetliyim. Adetli olduğum zaman döşeğimi ayırırım." Geri dönüp meselyi Meymuneye veya Hafsaya anlattım. O beni tekrar Abdullah b. Abbasa gönderdi. Ona şunları söylememi istedi: "Annen (mü’minlerin annesi) sana diyor ki: "Yoksa sen Resûlüllah'ın sünnetinden yüz mü çevirdin? Allah’a yemin olsun ki Resûlüllah, hanımlarından biri hayızlı iken onunla bir yatakta yatardı. İkisinin arasında, dizlerine kadar örten elbiseden başka bir şey yoktu."

b- Hazret-i Âişe, Ümmü Seleme, Hasan-ı Basri, Mücahid, Âmir eş-Şa'bî, İkrime ve Abdullah b. Abbastan nakledilen ikinci bir görüşe göre, adetli bir kadından uzaklaşma, sadece onun, eziyet veren yeri olan kanın geldiği yerden uzaklaşmadır. Âdet gören kadının, avret mahallinin kapalı olması şartiyle bütün vücudu kocası için helaldir. Bu hususta Mesruk diyor ki: "Ben, Âişeden, adetli olduğu zaman kadının erkeğe neresi helal olur?" diye sordum. O da: "Cinsi münasebette bulunma dışında her şey." diye cevap verdi. Ebû Kılabe diyor ki: "Mesruk bineğine binip Hazret-i Âişenin yanına varmış ve ona: "Peygambere ve ehl-i beytine selam olsun." demiştir. Hazret-i Âişe de "Hoş geldin ey Ebû Âişe." demiştir. Orada bulunanlar, Mesrukun, Âişenin yanına girmesi için izin vermişler o da girip "Ben senden bir şey sormak istiyorum. Fakat sormaya utanıyorum." demiştir. Bunun üzerine Hazret-i Âişe "Ben senin annenim sen de benim oğlumsun." demiştir. Bunun üzerine Mesruk, "Adetli olan karısının, erkeğe neresi helaldir?" diye sormuş Hazret-i Âişe'de ona: "Avret yeri hariç her şeyi helaldir" demiştir.

Bu görüşte olanların delilleri, Resûlüllah'ın, adetli olan hanımlarına dokunduğunu bildiren, tevatür derecesindeki haberlerdir. Şâyet adetli olan kadının hiçbir yerine dokun utmaması gerekli olsaydı Resûlüllah bunu yapmazdı. Fakat Resûlüllah'ın dokunması, cima etme dışındaki dokunmalardı. Bu itibarla adetli kadınla cima etme haram fakat vücudunun diğer yerlerine dokunma ise caizdir.

c- Abdullah b. Abbas ve Şüreyh el-Kadi'den Rivâyet edilen diğer bir görüşe göre adetli olan kadına dokunulmam asından maksat, onun, dizkapağı ile göbeği araşma dokunmamaktır. Zira bu hususta Resûlüllahtan, sahih olan çeşitli hadis-i şeritler zikredilmiştir. Bu hususta Hazret-i Meymune diyor ki:

"Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Hayızlı olan hanımlarından herhangi birine dokunmak istediğinde ona emrederdi o da dizi ile göbeğinin arasını, örten bir şey giyerdi Buhari, K. el-Hayz, bab: 5 Diğer bir Rivâyetle Meymune şöyle demektedir:

"Resûlüllah, hayızlı olan hanımlarına, diz ile göbek arasına elbise üzerinden dokunurdu." Müslim, K el-Hayz, bab: X Hadis No: 294

Hazret-i Âişe diyor ki:

"Bizden birimiz, hayızlı olduğumuz zaman Resûlüllah ona hayızlı ânının başlangıcında dizi ile göbeği arasında bir şey giymesini emrederdi. Sonra ona dokunurdu. Sizden hanginiz Resûlüllah’ın hakim olduğu kadar nefsine hakimdir? Müslim, K. el-Hayz, bab: 2, Hacüs Nn: 293

Taberi de yukarıda zikredilen hadislerin sahih olduklarını beyan ederek bu görüşü tercih etmiştir.

Âyet-i kerime’de geçen ve "Temizleninceye kadar" diye tercüme edilen ifâdesindeki kelimesi kurralar tarafından iki şekilde okunmuştur:

a- Bazı Kurralar bunu şeklinde okumuşlar, mânâsının da: "Temizleninceye kadar" demek olduğunu söylemişlerdir. Bu kıraata göre âyetin bu bölümünün mânâsı şöyledir: "Sizler, âdet gören hanımlarınıza hayız kanlan kesilip temizlenmelerine kadar yaklaşmayın." Bu izaha göre, hayız" halinden temizlenen kadın, yıkanmadan kocasına helaldir. Bu görüş, Süfyan es-Sevri ve İkrimeden nakledilmiştir.

b- Diğer bir kısım kurralar ise âyetin bu bölümünü ( şeklinde okumuşlar ve mânâsının: "Kendilerini temizleyinceye kadar" demek olduğunu söylemişlerdir. Taberi de bu kıraat şeklini tercih etmiştir. Ancak bu görüşte olan âlimler, âdet gören kadınların, kendilerini temizlemelerinden maksatın ne olduğu hakkında farklı görüşler zikretmişlerdir.

Bazılarına göre burada, kadınların kendilerini temizlemelerinden maksat, adet halinden sonra bütün vücutlarını yıkayıp banyo yapmalarıdır. Kadınlar ancak bundan sonra kocalarına helal olurlar.

Diğer

bazılarına göre ise, kadının sadece âdet gördüğü avret mahallini yıkamasıdir. Kadın bundan sonra kocasına helal olur.

Taberi, yıkandıktan sonra temizlenmiş olacaklarını söyleyen görüşü tercih etmiştir.

Âyet-i kerime’de: "Temizlendikten sonra Allah'ın emrettiği yerden yaklaşın" buyurulmaktadır. Burada zikredilen "Temizlenmek"ten maksat, Abdullah b. Abbas, Mücahid. Süfyan es-Sevri, Hasan-ı Basri ve İbrahim en-Nehaiye göre "Yıkanmak"tır. Kadınlar âdet hallerinden temizlendikten sonra yıkanmadıkça kocalarına helal değildirler.

Tavus ve Mücahidden nakledilen diğer bir görüşe göre burada zikredilen "Temizlenmekten" maksat, kadınların sadece abdest almalarıdır. Buna göre âdetten temizlenen kadınlar, abdest aldıkları takdirde kocalarının kendilerine yaklaşmaları caizdir.

Taberi

birinci görüşü tercih etmiş ve adetli kadının tam olarak temizlenmesi için yıkanmasının gerekli olduğunda ittifak edildiğini, buradaki, "Temizlenmek"ten maksadın da böyle bir temizlik olduğunu söylemiştir. Zira "Temizlendikten sonra" ifadesinden, şu iki şeyden birini anlamak mümkündür:

a- "Necasetten temizlendikten sonra" demektir. Âyete bu şekilde mânâ verildiği takdirde, kadınlar âdetten kesilir kesilmez abdest almadan da onlara yaklaşılabileceğine hüküm verilmiş olur ki bütün âlimler bu durumda kadınlara yaklaşmanın caiz olmadığı hususunda ittifak etmişlerdir.

b- Bu ifadeden anlaşılabilecek ikinci mânâ ise şudur: "Kadınlar namaz için temizlendikleri zaman onlara Allah'ın emretiği yerden yaklaşın." Adet gören kadınların, yıkanmadan, sadece abdest alarak namaz kılamayacakları hususunda icma bulunduğundan bu âyette zikredilen "Temizlenmek"ten maksadın da "Namaz için temizlenmek" olduğu ve bu temizlenmenin de yıkanmakla gerçekleşeceği ortaya çıkmış olur."

Âyet-i kerime’nin: "Allah'ın emrettiği yerden yaklaşın" bölümü, müfessirler tarafından çeşitli şekillerde izah edilmiştir:

Abdullah b. Abbas, İkrime, Mücahid, Süfyan es-Sevri, Katade, Rebi' b. Enes ve İbrahim en-Nehaiye göre bu ifadeden maksat şudur: "Siz, hanımlarınıza temizlendikten, adetli iken yaklaşmamanın emredildiği yerden yaklaşın. Yani ön taraftan yaklaşın." demektir, buna göre kadınlara, tabii olan cinsel organlarından yaklaşmayanlar, Allah'ın bu emrini terkeden ve koyduğu sınırları aşan kimselerdir.

Abdullah b. Abbas, Ebû Rezin, İkrime, Katade, Süddi ve Dehhaktan nakledilen diğer bir görüşe göre "Allah'ın size emrettiği yerden yaklaşın" ifadesinden maksat, Allah'ın size emrettiği yönüyle kadınlara yaklaşın, yani, adetli iken değil, temizlendikten sonra yaklaşın." demektir.

İbn-i Hanefiyye'ye göre ise bu ifadeden maksat, kadınlara, Allah'ın emrettiği nikâhla yaklaşın, nikâhsız yaklaşmayın." demektir.

Taberi bu görüşlerden "Kadınlarınıza temiz iken yaklaşın, adetli iken yaklaşmayın." diyen görüşün daha evla olduğunu söylemiştir.

Âyet-i kerime’nin sonunda: "Şüphesiz ki Allah, tevbe edenleri de sever temizlenenleri de sever." buyurulmaktadır. Burada zikredilen "Temizlenenler" ifadesinden neyin kastedildiği hakkında farklı görüşler zikredilmiştir:

Ataya göre buradaki "Temizlenen"lerden maksat, "Su ile temizlenenler" demektir. Yani yıkanıp namaz için temizlenenler nbdest alanlar." demektir.

Mücahidden nakledilen başka bir görüşe göre, bu nida zikredilen "Temizlenenler"den maksat, hanımlarına arkadan, tabii olmayan yerden yaklaşmayanlardır. Bunlar "Temiz olanlar" diye vsaıflandırılmiş ve Allah'ın sevgisine mazhar oldukları zikredilmiştir.

İbn-i Cüreyc'in, Mücahidden naklettiği başka bir görüşe göre burada zikredilen "Temizlenenler"den maksat, günahlarından tevbe etlikten sonra tekrar günah işlemeye dönmeyenlerdir.

Taberi buradaki "Temizlenenlerden maksadın, su ile namaz için temizlenenler olduğunu söyleyen görüşün tercihe şayan olduğunu zikretmiştir. Zira "temizlenme" kelimesinden akla ilk gelen şey, su ile temizlenmedir.

223

Kadınlarınız sizin tarlanızdır. O halde tarlanıza istediğiniz şekilde yaklaşın. Kendinize ilerisi için hazırlık yapın ve Allah’tan korkun. Bilin ki ona mutlaka kavuşacaksınız. Ey Rasûlüm, sen mü’minleri müjdele.

Kadınlarınız sizin, çocuklarınızı yetiştirdiğiniz tarlanızdır. O halde kadınlarınıza normal cins-i temas yolundan olmak şartıyla, istediğiniz gibi ve istediğiniz taraftan cinsi münasebette bulunun. Kendinize âhiret için salih ameller hazırlayın. Ve Allah'ın koymuş olduğu hudutları aşmak ve isyana yaklaşmaktan korkun. Bilin ki âhirette ona kavuşacaksınız. O size, amellerinizin karşılığım verecektir. Ey Rasûlüm, kıyamette kurtulacakları ve cennette ebedi kalacakları hususunda mü'minleri müjdele.

* Yahudiler diyorlardı ki:

"Kişi, hanımıyla normal yoldan da olsa arka taraftan cinsi münasebette bulunursa doğacak çocuk şaşı olur." İşte bunun üzerine: "Kadınlarınız sizin tarlanızdır. O halde tarlanıza istediğiniz şekilde yaklaşın." âyeti nazil oldu. Buhari, K. Tefsir el-Kur'an, Sûre: 2, h;ıh: 39/Müslim, K. en-Nikâh, bab: 117, 118 Hadis No: 1435

"Kadınlarınıza istediğiniz şekilde yaklaşın." ifadesindeki "İstediğiniz şekilde" kelimesinden maksat, çocuğun dölleneceği ve doğacağı yerden olmak şartıyla istediğiniz yerden ve istediğiniz şekilde yaklaşın." demektir. O yol da ön taraftır, arka taraf değildir.

Taberi diyor ki: "Yani nasıl isterseniz. Ayakta iken, otururken veya yan yatarken, fakat sadece ön yoldan yaklaşın. Çünkü neslin ürediği ve doğduğu yol sadece orasıdır, başka yer değildir. Bazı cahiller ise "İstediğiniz şekilde" ifadesini, "İstediğiniz yerden" diye anlamaktadırlar. Bu, çok yanlış bir anlayıştır.

Ali b. Talib diyor ki:

"Bir Bedevi Resûlüllah’a geldi ve şöyle dedi: "Ey Allah'ın Resulü, bizden bazıları çöllerde bulunduğunda yelleniyor yanımızda su da az bulunuyor (Bu durumda abdest almamız gerekir mi?) Resûlüllah; "Sizden biriniz yellendiğinde abdeset alsın. Kadınlara makatlarından yaklaşmayın. Allah, hakkı söylemekten çekinmez" buyurdu Tirmizî, K. er-Racfâ, bab: 12, Hadis No: 1164/Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 86

Diğer bir hadis-i şerifte de Peygamber efendimiz şöyle buyurmuştur:

Hanımına makattan yaklaşan melundur Ebû Davud K. en-Nikah, bab: 45, Hadis No: 2162

Bu âyet-i kerime, kadınlara makattan yaklaşmanın haram olduğuna delildir. Çünkü arka yol, neslin doğum yoluyla meydana geldiği tabii yol değildir.

Taberi, âyet-i kerime’yi, diğer âyetlerde olduğu gibi çeşitli görüşleri zikrederek açıklamıştır. Bu açıklamalar da özetle şöyledir: Âyet-i kerime’de geçen ve "İstediğiniz şekilde yaklaşın" diye tercüme edilen ifadesi, müfessirler tarafından çeşitli şekillerde izah edilmiştir:

1- Abdullah b. Abbas, Mücahid, İkrime, Übey b. Kâ'b, Mürre el-Hemedani ve Süddiden nakledilen bir görüşe göre ifadesinden maksat, kadınlara arkalarından ve adetli iken yaklaşmamak şartıyla nasıl dilerseniz öyle yaklaşın" demektir. Yani onlara normal cinsi temas yolundan olmak şartıyla istediğiniz şekilde ve istediğiniz taraftan yaklaşın." demektir. Bu görüşte olanlar delil olarak şunu zikretmişlerdir. Bu âyet-i kerime, Yahudilerin, kadınlara tabii yoldan olmak üzere arkadan yaklaşmaya karşı çıkmaları üzerine nazil olmuş ve onlara, tabii yoldan olmak üzere önden de arkadan da yaklaşılabileceğini beyan etmiştir. Bu da âyet-i kerime’nin bu izah şeklinin doğru olduğunu göstermektedir. Bu hususta Mücahidin şunları söylediği rivâyet edilmektedir: "Ben, Kuran-ı kerimi fatihadan sonuna kadar Abdullah b. Abbas'ın önünde üç kere okudum. Ben onu, her âyetin sonunda durdurup ona âyetin mânâsını soruyordum. Nihâyet bu âyet-i kerimeye geldik.

Abdullah b. Abbas dedi ki: "Kureyş kabilesinin şu kolu Mekke'de kadınları her şekilde yatılıyorlardı ve onların tabii cinsel organlarından olmak üzere önden de arkadan da ilişki kuruyorlardı. Kureyşliler Medineye gelince Ensardan olan kadınlarla evlendiler? Onlara da Mekke'deki kadınlara yaptıkları gibi davranmak istediler. Fakat Ensardan olan kadınlar buna karşı çıktılar ve dediler ki: "Bu bize daha önce yapılmayan bir şeydir." Bu davranış, insanlar tarafından duyuldu. Olay Resûlüllah'a kadar ulaştı. Bunun üzerine Allahü teâlâ: "Kadınlar sizin tarlanızdır. Siz, tarlanıza nasıl isterseniz öyle yaklaşın." âyetini indirdi. Yani, ön yoldan olmak üzere isterseniz arkadan yaklaşın. İsterseniz önden yaklaşın. İsterseniz diz çökerek yakalşın." demektir. Bkz. Ebû Davud, K. en, Nikâh, halı: 46, Hadis No: 2164

Cabir b. Abdullah diyor ik:

"Yahudiler "Kişi, hanımıyla ön yoldan olmak üzere fakat arka tarafından ilişki kurarsa doğacak çocuk şaşı olur." diyorlardı. İşte bunun üzerine "Kadınlar sizin tarlanızdır o halde tarlanıza istediğiniz şekilde yaklaşın." âyeti nazil oldu. Buhari, K. Tefsir el-Kur'an, Sûre 2, hab: W/Müultm. K. en-Nikâh, bab: 117, 118,Haılis No: 1435

Abdurrahman b. Sabit diyor ki:

"Ben, Abdurrahmanin kızı Hafsanın yanına vardım ve dedim ki: "Ben senden bir şey soracağım amma onu sormaktan utanıyorum." Hafsa dedi ki; "Ey kardeşimin oğlu utanma." Ben de: "Sorum, kadınlara tabii yoldan olmak üzere arkadan yaklaşmaktır." dedim. Hafsa dedi ki: "Ümmü Seleme bana anlattı ki Ensar, kadınları yüzükoyun yatırarak onlara yaklaşmazlardı. Zira Yahudiler: "Kim karısını yüzükoyun yatırarak ona yaklaşırsa çocuğu şaşı olur." diyorlardı. Muhacirler Medineye gelince Ensardan kadınlarla, evlendiler, Onlar, hanımlarını yüzükoyun yatırarak yaklaşmak istediler. Bir kadın bu hususta kocasının isteğini reddetti ve ona dedi ki: "Ben, Resûlüllah’a varıp bunu sormadıkça bunu yapamazsın," Kadın, Ümmü Selemenin yanına varıp meseleyi ona anlattı. Ümmü Seleme ona: "Resûlüllah gelinceye kadar otur bekle." dedi. Resûlüllah gelince de o kadın sorusunu sormaktan utandı ve dışarı çıktı. Meseleyi Resûlüllah’a Ümmü Seleme anlattı. Resûlüllah "Ensarlı kadını çağır." dedi. Ümmü Seleme kadını içeri çağırdı. Resûlüllah da ona: "Kadınlar sizin tarlanızdır. O halde tarlanıza istediğiniz şekilde yaklaşın." âyetini okudu ve "Tek yoldan." dedi. Ahmed b H Anbel, Müsned, e. 5, s. 305/Tirmizi,K Tevsiri el-Kur’an, Sûre: 2,bab: 25,Hadis No: 2979

Abdullah b. Abbas diyor ki;

"Bir gün Ömer Resûlüllah’a geldi ve "Ey Allah'ın Resulü, ben helak oldum." dedi. Resûlüllah: "Seni helak eden şey nedir?" diye sordu. Ömer de: "Ben bu gece palanımı ters çevirdim (Yani hanımıma tabii yoldan olmak üzere arka taraftan yaklaştım) dedi." Resûlüllah ona herhangi bir cevap vermedi ve şu âyet nazil oldu. "Kadınlar sizin tarlanındır. O halde tarlanıza istediğiniz şekilde yaklaşın." Yani, ister önden yaklaş, ister arkadan yaklaş, fakat makattan (anüsten) yaklaşmaktan ve adetli iken yaklaşmaktan kaçın. Tirmizi K. Tevsiri el-Kur’an, Sûre 2,bab: 26,Hadis No2980/Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1.s. 297

2- Abdullah b. Abbas, İklime. Rebi' b. Enes ve Mücahiıklen nakledilen diğer bir görüşe göre ifadesinden maksat, "Ne şekilde isterseniz." demektir. Yani. kadınlara tabii yollarından yaklaşmanız şartıyla onlarla istediğiniz şekilde temasta bulunabilirsiniz." demektir.

3- Dehhak ve Abdullah b. Abbastan nakledilen başka bir görüşe göre ifadesinden maksat, "Ne zaman dilerseniz." demektir. Yani, kadınlarınız âdetlerinden temizlendikten sonra onlara, dilerseniz gece, dilerseniz gündüz yaklaşabilirsiniz." demektir. Bu hususta Said b. Cübeyr diyor ki: "Ben ve Mücahid, Abdullah b. Abbasın yanında oturuyorduk. O anda ona bir adam geldi yanına dikildi ve dedi ki: "Ey Ebul Fadl, sen benim, hayız âyeti hakkındaki derdime şifa olmaz mısın?" Abdullah b. Abbas da "Evet olurum." dedi. Adam: "Ey Rasûlüm, sana kadınların âdet (hayız) halinden soruyorlar." âyetini sonuna kadar okudu. "Allah'ın size emrettiği yerden yaklaşın." kısmına gelince Abdullah b. Abbas: "Burası kanın geldiği yerdir. Sen hanımına (âdetinden temizlendikten sonra) buradan yaklaşmakla emrolundun." dedi.

Bunun üzerine adam: "Ey Ebul Fadl, bundan sonra gelen: "Kadınlarınız sizin tarlanızdır. O halde tarlanıza istediğiniz şekilde yaklaşın." âyeti nasıl olacaktır'?" dedi. Abdullah b. Abbas da "Vay haline, hiç makatta (antiste) etcilecek bir tarla var mı?. Şâyet senin söylediğin doğru olmuş olsaydı, adetli iken kadınlara yaklaşmayı yasaklayan âyet neshedilmiş olurdu. Zira kadının şurası meşgul olsa siz ona diğer tarafından yaklaşırdınız. Fakat buradaki "İstediğiniz şekilde" ifadesinden maksat, "Dilediğiniz zaman yaklaşın" demektir." şeklinde olurdu." demiştir.

4- Said b. el-Müseyyeb ve Abdullah b. Abbastan nakledilen diğer bir görüşe göre burada zikredilen ifadesinden maksat, "Kadınlarınıza, nasıl isterseniz öyle yaklaşın, ister azil yaparak (meniyi dışarıya boşaltarak) yaklaşın isterseniz azil yapmayarak yaklaşın." demektir.

5- Abdullah b. Ömer ve Atâ b. Yesardan nakledilen diğer bir görüşe göre burada zikredilen ifadesinden maksat, "Nereden isterseniz" demektir. Yani kadınlarınıza tabii yoldan da yaklaşabilirsiniz makattan da." demektir. Bu görüşü, Abdullah b. Ömerden, kölesi Nâfi nakletmiş, oğlu Salimden ise, babasının böyle bir şey söylemediği rivâyet edilmiştir. Ayrıca Haris b. Ya-kubun Said b. Yesardan rivâyet ettiğine göre Hazret-i Ömer'in oğlu Abdullaha, cariyelere makattan yaklaşmanın hükmü sorulunca onun: "Yazık, yazık, mü’min böyle bir şey yapar mı?" dediği rivâyet edilmiştir. Rebia'nın Said b. Yesardan rivâyet ettiğine göre ise Abdullah b. Ömer'in buna izin verdiği rivâyet edilmektedir.

Ebû Macid-i Ziyadiden de, Nâfi'nin, Abdullah b. Ömerden, kadınlara makattan yaklaşılabileceği şeklindeki Rivâyetlerde yalan söylediği rivâyet edilmiştir. Katade, Ebudderdadan böyle bir yaklaşmanın hükmü sorulduğunda onun, "Bunu ancak bir kâfir yapar." dediğini rivâyet etmiş fakat Revh Katadenin bu Rivâyetini, İbn-i Ebi Müleykeye anlatınca o, Revh'â da Katadeye de lanet okumuştur.

Görüldüğü gibi, Abdullah b. Ömerden nakledilen bu görüş hakkında tabiiler kendi aralarında ihtilaf etmişlerdir.

Taberi diyor ki: "Bu görüşlerden doğru olanı, bu ifadenin mânâsının, "Kadınlarınıza dilediğiniz yönden yaklaşın." Yani, tabii yoldan olmak şartıyla kadınlarınıza otururken, ayakta iken, yatarken, eğilirken, ön taraftan, arka taraftan yaklaşın." diyen görüştür. Taberi sözlerine devamla ve özetle şunları zikretmiştir: "Burada geçen kelimesi Arapçada bir şeyin yönü ve yolunu sorma edatıdır. Nitekim Hazret-i Zekeriyya da bu edatı kullanarak Meryeme gelen yemeklerin hangi yönden ve hangi yolla geldiğini sormuş Meryem de ona: Allah tarafından geldiğini söylemiştir. Olayı anlatan âyette şöyle buyuruluyor: "Zekeriyya Meryemin bulunduğu mihraba her girdiğinde onun yanında rızık buldu. Bu sana nereden ey Meryem?" dedi. Meryem de ona: "Allah tarafındandır." dedi. Âl-i İmran sûresi, Her ne kadar, bir şeyin yönünü sorma edatı olan kelimesinin mânâsı ile bir şeyin yerini sorma edatı olan "Nerede" kelimesinin mânâsı ve bir şeyin durumunu sorma edatı olan "Nasıl" kelimesinin mânâsı birbirine yakın iseler de aslında bunlar farklı şeylerdir. Fakat bunların birbirlerine yakın olmaları, müfessirlerin bunları birbirlerine kandırmalarına sebep olmuş ve bu âyette zikredilen kelimesini bazıları bazılan hatta bazıları da ne zaman" mânâlarında izah etmişlerdir. Halbuki bu kelimelerin farklı oluşları bunlarla sorulan sorulara verilen cevaplarla ortaya çıkmaktadır. Mesela: "Bu mal sana hangi yönden geleli?" denildiğinde cevabı: "Şu ve şu yönlerden geldi." şeklinde olur. "Malın nerede?" şeklinde sorulduğunda cevabı: "Malını filan yerdedir." şeklinde olur. "Halin nasıl?" diye sorulduğunda cevabı "İyiyim" şeklinde olur.

İşte bütün bu izahlar gösleriyorki kelimesini "Nereden" "Nasıl" ve "Ne zaman" mânâlarında izah etmek isabetli değil "Ne yönden?" şeklinde izah etmek doğrudur. Bu itibarla bu âyete dayanarak kadınlara makatlarından yaklaşılabileceğini söylemek tutarsızdır. Çünkü âyette "Kadınlara dilediğiniz yerden yaklaşın" buyurulmuyor, "Dilediğiniz yönden yaklaşın" buyuruluyor. Yönlerin farklı oluşu, yaklaşılacak yerin farklı oluşunu gerektirmez. Aynı yer de olabilir. Nitekim hadis-i şeritlerde, farklı yönlerden de olsa aynı yere yaklaşılması emredilmiştir. Bu da kadınların tabii olan cinsel organlarıdır. Ayrıca kadınların makatlarından hangi ekin (döl) beklenir ki, oraya "Tarla" densin ve kadınlara o yönden yaklaşılması emredilmiş olsun?"

Âyet-i kerime’de geçen ve "Kendinize ilerisi için hazırlık yapın" şeklinde tercüme edilen ifadesi iki şekilde izah edilmiştir:

Süddiye göre bu ifadenin mânâsı: "Sizler, âhiretiniz için hayırlı ameller işleyin ve oraya gönderin." demektir.

Ataya göre ise: "Kadınlara yaklaşmadan önce besmele çekin." demektir.

Taberi, Süddinin görüşünün tercihe şayan olduğunu söylemiştir. Zira Allahü teâlâ, bundan önceki ifadesiyle bir takım şeylerden kaçınılmasını emretmiştir. Bu ifadesiyle de salih ameller işlemeyi emretmesi ise daha tabiidir.

 

 

 

 

Ana Sayfa (Kur'an-ı Kerim) Aynı Pencere

Geri

 

(T :  M : 922  H : 310)

 

TABERİ TEFSÎR-İ - (TÜRKÇE)

 

-

 

İleri

Sayfayı Büyüterek Aynı Pencerede Aç