Ana Sayfa (Kur'an-ı Kerim) Yeni Pencere

Geri

 

SAYFA :

35

 

002 - BAKARA SÛRESİ

 

CÜZ :

2

 

İleri

Sayfayı Yeni Pencerede Aç

 

 

 

 

 

 

 

 

 

224

Allah'a yemin ederek onu, iyilik yapmanıza, kendisinden korkmanıza, insanların arasını düzeltmenize engel kılmayın. Allah çok iyi işiten ve çok iyi bitendir.

Allah’a yaptığınız yemini, hayır işlemeyi terketmeye vasıta yaparak iyilikte bulunmaktan, rabbinizden korkmaktan ve insanların arasını iyilikle bulmaktan geri durmayın. İyi bilin ki Allah, kullarının sözlerini çok iyi işiten, maksatlarını çok iyi bilendir.

Bir kimse yaptığı yemini, iyilik yapmasına nasıl engel kılar? Mesela birisinden bir iş yapması istenir o da "Ben o işi yapmamak için Allah’a yemin ettim." der ve o yeminini, hayır işlememek ve insanların arasını düzeltmemek için bahane yapar. Böylece yeminini, hayır işlemesine engel kılmış olur.

Âyet-i kerime’de geçen ve "Allah’a yemin ederek onu kendinize engel kılmayın." şeklinde tercüme edilen ifadesi miifessirler tarafından farklı şekillerde izah edilmiştir.

a- Tavus, Abdullah b. Abbas, Katade, Said b. Cübeyr, Atâ, Dehhak ve İbrahim en-Nehaiye göre bu ifadenin mânâsı şudur: "Allah’a yemin etmeyi kendinize bahane edinmeyin. Yani sizden bir iyilik yapmanız veya Allatılan korkmayı gerektiren bir davranışta bulunmanız yahutta insanların arasını bulmanız istendiği zaman: "Yemin olsun ki ben bunu yapmam" veya "Ben bunu yapmamaya dair daha önce yemin etmiştim." demeyin. Böyle yaptığınız takdirde Allah’a yemini kendiniz için bir siper etmiş oluyor ve bahane ileri sürmüş oluyorsunuz." Tavus diyor ki: "Kendisinden, yukarıda zikredilen şeyleri yapması istenen kimse böyle bir yemini yapmış bile olsa yeminini bozar, bu işleri yapar ve yeminin keffaretini yerine getirir.

Abdullah b. Abbas bu hususta diyor ki: "Bu Âyet-i kerime şu gibi insanları beyan etmektedir. Kişi, akrabalarıyla konuşmayacağına veya sadaka vermeyeceğine yahut kendisiyle dargın olan insanlarla konuşup aralanın düzeltmeyeceğine dair yemin eder. Kendisinden bunlar istendiğinde ise "Ben bunları yapmayacağıma dair yemin etmiştim." der. İşte bu kimsenin yeminini bozması ve yemininin keffaretini yerine getirmesi emredilmiştir.

b- Abdullah b. Abbas, İbrahim en-Nehai, Mücahid, Hazret-i Âişe, İbn-i Cüreyc ve Mekhulden nakledilen diğer bir görüşe göre burada zikredilen "Allah’a yemin ederek onu kendinize engel kılmayın." ifaadesintlen maksat, "Kendi aranızda konuşurken Allah’a yemin ederek onu, hayırlı işleri yapmamak için kendinize bir delil edinmeyin." Yani, Allah’tan korkmayacağınıza dair, akrabalarınıza iyilikte bulunmayacağınıza dair yemin etmeyin. Hayırlı bir amel işlemeyeceğinize dair, insanların arasını bulmayacağınıza dair yemin etmeyin. Keza, Allah'ın yasakladığı bir şeyi yapacağınıza dair de yemin edip onu yapmayın. Böyle bir yemin yapacak olursanız onu bozup keffaretini de yerine getirin."

Taberi diyor ki: "Tercihe şayan olan görüş, "Allah’a yemin etmeyi, iyilikleri yapmama hususunda kendinize delil edinmeyin." diyen görüştür."

Âyette zikredilen "İyilik yapmanız" ifadesinden maksat, bazı alimlere göre bütün hayırları işlemektir. Taberi tle bu görüşü tercih etmiştir. Diğer bazı âlimlere göre ise sadece akrabalara iyi davranmaktır.

Âyette zikredilen: "Rabbinizden korkmanız" ifadesinden maksat, bazı mufessirlere göre Allahü teâlâdan mutlak şekilde korkmaktır. Yani onun emirlerini yerine getirme ve yasaklarından kaçınma hususunda ondan korkmaktır. Diğer bazı mufessirlere göre ise insanların birbirlerinden kaçınmalarıdır. Yaniu Alhha yemin ederek birbirlerine yapacakları iyilikten kaçınmalarıdır.

Âyet-i kerime’nin sonunda: " Allah çok iyi işiten ve çok iyi bilendir" buyurulmaktadır. Bu ifade Allahü teâlâ tarafından kullan için bir uyarı ve bir tehdittir. Yani şunu ifade eder: Ey insanlar, sizler dillerinizle, organlarınız ve kalbinizle emirlerime karşı davranışlarda bulunmayın. Aksi halde size tanıtmış olduğum cezama layık olursunuz. Çünkü ben, sizin fısıltılarınızı da işiten, gizlediklerinizi de bilenim. Yaptığınız hiç bir şey benden gizli kalamaz."

Bu âyet-i kerime’nin nüzul sebebi olarak şu olay zikredilmektedir: Abdullah b. Revaha ile damadı Beşir b. Nuam birbirlerine danlmışlar, Abdullah damadının yanına gitmemeye, onunla konuşmamaya, onun hasmiyla olan dargınlığını barıştırmamaya yemin etmişti. Kendine "Niçin böyle yapıyorsun?" diyenlere "Ne yapayım Allah’a yemin ettim, yeminimden dönemem." diye cevap veriyordu. İşte bu âyet bu olay üzerine nazil olmuştur.

İbn-i Ciireyc ise bu âyetin nüzul sebebi olarak Hazret-i Ebubekirin, Hazret-i Âişeye iftira olayına karışan Mıstah'a yardımını keseceğine dair yemin etmesi olduğunu söylemiştir.

225

Allah sîzi, gelişi güzçl yaptığınız yeminlerinizden değil fakat kainlerinizin kazandığından dolayı sorumlu tutar. Allah, çok bağışlayan ve çok yumuşak davranandır.

Allah sizi, kasıtsız olarak ağızlarınızdan çıkan yeminlerinizden sorumlu tutmaz." Hayır vallahi, evet billahi" şeklinde söylenen sözler gibi. Fakat Allah, kasıtla, bilerek yaptığınız yeminlerinizden dolayı sizi sorumlu tutar. Yalan yere yemin etmek veya günaha sebep olacak şekilde yemin etmek gibi. Allah, bağışlaması geniş olandır, yumuşak davranandır. Kullarına ceza vermekte acele etmez.

Bu âyet-i kerime’de zikredilen ve "Gelişi güzel yaptığınız yeminler" şeklinde tercüme edilen "Yemin-i Lağiv"den neyin kastedildiği hakkında mü-fessirler farklı görüşler zikretmişlerdir.

a- Abdullah b. Abbas, Hazret-i Âişe, Şa'bi, İkrime ve Mücahide göre burada zikredilen "Yemin-i Lağiv"den maksat, insanların kasıtsız bir şekilde konuşmalarında gelişi güzel söyledikleri "Hayır vallahi evet billahi" şeklindeki sözleridir. Bu hususta Hazret-i Âişe (radıyallahü anhâ). Resûlüllah’ın şöyle buyurduğunu söylemiştir:

"Yemin-i Lağiv, kişinin, evinde "Hayır vallahi, evet billah Ebû Davud K. El-Eyman, bab: 7, Hadis No. 3254/Muvatta İmam Malik K. El-eyman, bab: 5, No. 9 görüşe olan âlimlere göre bu gibi yeminleri yapanların yeminleri boş olduğundan bunlar için herhangi birkeffaret gerekmez.

b- Ebû Hureyre, Abdullah b. Abbas, Süleyman b. Yesar, Hasan-ı Basri, Mücahid, İbn-i Ebi Neciyh, İbrahim en: Nehai, Ebû Mâlik, Ziyad, Katade, Zürare b. Evfa, Süddi, Rebi' b. Enes, Yahya b. Said, İbn-i Ebi Talha ve Mekhul'e göre bu âyette zikredilen "Yemin-i Lağiv"den maksat, kişinin, bir şeyin doğru olduğunu zannederek yemin etmesidir. Halbuki o şey yeminin aksinedir. Mesela bir kimse "Allah’a yemin olsun ki bu ev falan kişiye aittir." diye yemin eder. Sonra da o evin o kişiye ait olmadığı ortaya çıkar. Böyle bir yemini yapana da keffaret gerekmez.

c- Abdullah b. Abbas ve Tavustan nakledilen diğer bir görüşe göre bu âyette zikredilen yemi-i lağivden maksat, kişinin öfke halinde, kasıtsız bir şekilde, gelişigüzel konuşarak yemin etmesidir. Bunlara göre böyle bir yemini yapana da keffaret yoktur.

Abdullah b. Abbas, Resûlüllah’ın "Öfkeli halde yemin yoktur" (Bu halde yapılan yemin geçerli değildir) buyurduğunu Rivâyet etmiştir,

d- Said b. Cübeyr, Mesruk ve Şa'bîye göre bu Âyette zikredilen yemin-i lağivden maksat, kişinin, Allah'ın yasakladığı bir şeyi yapmaya veya emrettiği bir şeyi yapmamaya dair yapmış olduğu yemindir. Böyle bir yemin yerine getirilmez ve keffaret de ödenmez. Halid b. İlyas diyor ki; "Babaannem, oğlu Ebul Cehm'in kızı ile konuşmayacağına dair yemin etmişti. Sonra o, Said b. el-Mü-seyyeb, Ebubekir ve Urve b. Zübeyr'e gitti. Onların hepsi de: "Günah işleme hakkında yemin yoktur, yemini bozması halinde yemin edene keffaret gerekmez." dediler. Yani bunlar da bu gibi yeminlerin bozulması halinde keffaret gerekmeyeceğini söylemişlerdi. Bu görüşte olanlar, delil olarak şu hadis-i şerifleri zikretmişlerdir.

"Abdullah b. Amr diyor ki:

"Resûlüllah şöyle buyurdu: "Kim, bir günah işleyeceğine dair yemin edecek olursa onun yemini geçerli değildir. Kim, akrabalık bağını koparacağına dair yemin edecek olursa onun yemini geçerli değildir. Ebû Davtıd, K. el-Talâk, bab: 7. Hadis No. 2191

Hazret-i Âişe (radıyallahü anhâ) diyor ki:

"Resûlüllah şöyle buyurdu: "Kim, bir akrabalık bağını koparma hususunda veya doğru olmayan bir şey hakkında yemin edecek olursa onun. yeminini muhafaza etmesi, onu devam ettinnemesidir. İbn-i Mace, K. el-Kaffaret, bab: 8 Hadis No. 2110

c- İbrahim en-Nehai, Mücahid ve Hazret-i Âişeden nakledilen diğer bir görüşe göre, yemin-i lağivden maksat, kişinin, konuşması sırasında, kasıtsız bir şekilde yaptığı ve kendisini bağlamayacağına inandığı yemindir. Bu hususta Mücahid diyor ki: "Burada zikredilen "Yemin-i lağiv"den maksat, şu iki kimsenin yaptığı şekildeki yeminlerdir. Bunlar bir şey üzerinde pazarlık yaparlar. Onlardan biri: "Vallahi ben bunu senden şu kadara satın almam." der. Diğeri de: "Vallahi ben bunu sana şu kadara satmam." der. Hazret-i Âişe (radıyallahü anhâ) diyor ki: "İnsanların, şakalaşırken, tartışırken ve birbirleriyle kavga ederlerken kasıtsız bir şekilde yaptıkları yemin, yemi-i lağiv"dir. Bu gibi yeminler için de keffaret gerekmez. Bunların görüşlerine delil olarak, Hazret-i Ali'nin oğlu Hazret-i Hasanın Rivâyet ettiği şu hadis-i şerif zikredilmektedir. Hazret-i Hasan diyor ki: "Resûlüllah, ok atarak birbirleriyle yarışan bir topluluğun yanından geçti. Yanında da sahabilerinden biri bulunuyordu. Topluluktan bir adam oku attı ve şöyle dedi: "Vallahi hedefe isabet ettirmiştim fakat saptı." Bunun üzerine Resûlüllah’ın yanında bulunan ati anı dedi ki: "Ey Allah'ın Resulü, bu adam yeminini bozdu." Resûlüllah da: "Hayır, okçuların yemini yemin-i lağivdir. Onların yeminleri için ne bir keffaret vardır ne tle bir ceza." buyurdu.

f- Zeyd b. Esleme göre ise, yemin-i lağivden maksat, yemin eden kimsenin kendi aleyhine beddua olacak şekilde yemin etmesi veya yemin eden kişiyi şirke ve inkâra götürecek şekilde yemin etmesidir. Mesela kişinin: "Eğer ben bunu yapmazsın Allah gözümü kör etsin." veya "Eğer yarın sana gelmezsem Allah beni buradan çıkarıp şuraya soksun." şeklindeki yeminlerdir. Şâyet Allah bu gibi yemin yapanları hesaba çekecek olsa bunlar için ne bir çocuk bırakır ne de bir mal." Yine, "Eğer ben şunu yapmazsam kâfir olayım, yahut müşrik olayım veya Yahudi olayım." şeklinde yemin eder ve bu yeminini bozacak olursa, kasıtsız bir şekilde yemin etmiş olduğu için Allah tarafından hesaba çekilmez.

g- Abdullah b. Abbas ve Dehhaktan nakledilen diğerbir görüşe göre burada zikredilen yem-i lağivden maksat, bozularak yerine keffaret verilen yeminlerdir. Mesela bir insan bir şeyi yapacağına dair yemin etler tle sonra onun kendisi için zararlı olduğunu görürse yeminini bozar ve yemin keffareti verir. İşte bu tür yeminlere de yemin-i lağiv denilmiştir.

h- İbrahim en-Nehaiye göre ise burada zikredilen, yemin-i lağivden maksat, kişinin unutarak bozduğu yemindir.

Taberi diyor ki: "Arapçada "Lağiv" kelimesinin mânâsı kötü olan bir sözü söylemek ve anlamsız bir işi yapmaktır. "Lağiv" kelimesinin boş ve kötü söz mânâsında kullanıldığı şu âyet-i kerime’de görülmektedir. "Onlar boş ve çirkin bir söz işittikleri zaman ondan yüzçevirirler." Bizim amellerimiz bize sizin amelleriniz sizedir. Bizden emin olun, biz, cahillerden olmak istemeyiz." derler Kasas Sûresi, 27/55 Lağiv kelimesinin, anlamsız bir iş mânâsında kullanıldığı ise şu âyette görülmektedir: "Ve yine Rahman olan Allah'ın kulları yalan yere şehadet etmezler. Boş söz ve çirkin bir davranışla karşılaştıkları zaman vakarla oradan geçip giderler. Furkan Sûresi, 25/72

Taberi diyor ki: "Madem ki lağiv kelimesinin mânâsı budur o halde her anlamsız yemin bu âyette zikredilen yemiivi lağiv ifadesinin içine girer. Kul böyle bir yemini yapmaktan dolayı ne dünyada keffaret vermekle yükümlüdür ne de bundan dolayı âhirette hesaba çekilir. Ancak yukarıda Said b. Cübeyr tarafından zikredilen, Allah'ın emirlerine karşı gelme veya yasaklarını ihlal etme şeklindeki yemin bu âyetteki yemi-i lağiv kavramına girmez. Zira Said b. Cübeyrin dediği yemini yapan kimsenin, yeminini bozarak yerine keffaret vermesi gerekir. Halbuki yemin-i lağivde böyle bir şey söz konusu değildir.

Said b. Cübeyrin zikrettiği şekildeki yeminin bozulması halinde ona keffaret icabedeceği Resûlüllah’ın şu hadis-i şerifinden anlaşılmakladır. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyuruyor ki:

"Kim, bir şey hakkında yemin eder de onu yapmaktansa başka bir şeyi yapmasının daha hayırlı olduğunu görecek olursa, hayırlı olanı yapsın, yeminine keffaret versin. Müslim, K. el Eyman, balı: 11, 12, 13, 14 1 indis No 1650

Âyeti kerime’de: "Fakat kainlerinizin kazandığından dolayı sorumlu tutar." buyurulmaktadır. Müfessirler âyet-i kerime’nin bu bölümünün izahında da çeşitli görüşler zikretmişlerdir.

a- İbrahim en-Nehai, Abdullah b. Abbas, Mücahid ve Ata'dan nakledilen bir görüşye göre burada zikredilen "kalblerin kazandığından maksat, kişinin yalan yere ve haksız olarak yapmış olduğu yeminlerdir. Bu gibi yeminleri yapanların, keffaret vererek sorumluluktan kurtulmaları mümkün değildir. Allah onları, yalan yere yemin ettiklerinden dolayı âhirette cezalandıracaktır. Bunlara göre kalblerin kastettiği yeminler için dünyada keffaret yoktur. Keffaret, yem i-ilagivlev için söz konusudur.

b- Katade, Ata ve Hakemden nakledilen diğer bir görüşe göre de, kalblerin kazandığından maksat, yemin eden kimsenin, bile bile haksız bir şekilde ve yalan yere yemin etmesidir. Ancak bunlara göre böyle bir yemini yapan kimsenin keffaret ödemesi gerekir. Görüldüğü gibi bu görüşte olanlara göre kalblerih kastettiği yeminler için keffaret gerekir. Fakat yemi-i lağiv yapanlara keffaret gerekmez.

c- Süddiden nakledilen başka bir görüşe göre "Kalblerin kazandığımdan iki türlü yemin anlaşılmaktadır: Bunlardan biri, "Yemi-i Amd"dır. Yani kalblerin kasten yapmış olduğu yeminlerdir ki bu tür yeminler bozulduğu takdirde keffaret ödenir ve kişi yemininin sorumluluğundan kurtulur. Mesela bir insan bir şeyi yapmayı ister de onu yapacağına dair yemin ederse bu, kalblerin kastettiği bir yemindir. Kişi bu yeminini yerine getirmemeyi daha hayırlı görür de onu bozacak olursa yerine keffaret öder ve sorumluluğundan kurtulur. "Kalblerin kazandığı yemin" türlerinden ikincisi "Yemi-i Ğfımûs"tur. Bu gibi yeminlerde kişi, işini yürütmek için yalan yere yemin eder. Bu tür yeminleri yapan insanlara dünyada keffaret icabetmez. Fakat bunların cezası âhirette Allah’a kalmıştır. Allah bunları âhirette dilediği şekilde cezalandıracaktır. Süddinin bu izahına göre bu âyet-i kerime’de geçen ve "Kalblerin kazandığı yemin" olarak ifade edilen yemin şekli ile Maide suresinin seksen dokuzuncu âyetinde geçen ve "Kalblerin kastettiği yemin" şeklinde ifade edilen yemin birbirinden farklıdır. Burada zikredilen "Kalblerin kazandığı yemin"den daha ziyade "Yemini Gâmûs" anlaşılmaktadır. Maide suresinde zikredilen "Kalblerin kastettiği ye-min"den ise "Yemin-i Amd" anlaşılmaktadır.

d- Zeyd b. Eşlem ve oğlu İbn-i Zeyd'e göre ise bu âyette zikredilen "Kalblerinizin kazandığı" ifadesinden maksat, kişinin kalbinde bulunan Allah’a ortak koşma ve İnkârcılık duygusudur.

Taberi diyor ki: "Bu görüşlerden doğru olan görüş şöyle diyen görüştür. Allahü teâlâ bu âyet-i kerimesinde, kalbleriyle yemin kazanan kullarını tehdit etmektedir. Kalblerin kazandığı yeminden maksat, kişinin, kasıtlı ve bilinçli bir şekilde yapmış olduğu yeminlerdir. Bu tür yeminler de iki kısma ayrılmaktadır.

a- Kasıtlı bir şekilde yemin eden bir kimse bu yemini ile kasıtlı bir şekilde günah istediğini bilmekte buna rağmen yeminini yapmakladır. Yani. yalan yere yemin etmektedir. İşte böyle bir yemini yapan kimsenin dünyada herhangi bir keffareti yoktur. Cezası, âhirette Allah’a kalmıştır. Çünkü bu tür yeminler, bozulabilen yeminler değillerdir ki bozuldukları takdirde keffaret verilsin.

b- Kişi, bir şeyi yapacağına dair bilinçli ve kasıtlı bir şekilde yemin eder. Böyle bir yeminden dönmemesi halinde onun için bir sorumluluk söz konusu değildir. Şâyet, yeminini bozacak olursa, kendisine yemin keffareli gerekir.

226

Kadınlarına yaklaşmamaya yemin edenler, dört ay bekleyebilirler. Eğer bu süre içinde yeminlerinden dönerlerse, şüphesiz ki Allah, çok bağışlayan, çok merhamet edendir.

Kadınlarıyla cinsi münasebette bulunmayacaklarına yemin edenlerin bekleme süreleri dört aydır. Eğer bu süreden sonra yeminlerinden dönerlerse Allah onları, yapmış oldukları yeminlerinden dolayı affeder. Çünkü o, mü’min kullarına acıyıcıdır.

Kişinin, hanımıyla belli bir süre için cinsi münasebette bulunmayacağına dair yemin etmesine "İyla" denir. Müfessirler, erkeğin nasıl bir yemin yapması halinde "İyla" yapmış olacağı hususunda farklı görüşler zikretmişlerdir:

a- Hazret-i Ali, Abdullah b. Abbas. Hasan-ı Basri, Ata ve İbn-i Şihab ez-Zühriye göre kişinin, hanımına zarar vermek için kızgın bir halde, ona yaklaşmayacağına dair yenlin etmesi "İyla" sayılır. Bunlara göre kişinin, hanımına zarar vermek için değil de faydalı gördüğü başka bir sebepten dolayı ona yaklaşmayacağına dair yemin etmesi "İyla" sayılmaz. Mesela kişi, çocuğunu emziren hanımını hamile bırakmamak için ona, çocuğu emzikten kesilinceye kadar yaklaşmayacağına dair yemin etmesi "İyla" sayılmaz. Çünkü Allahü teâlâ "İyla" yapan erkek için takdir ettiği süreyi, erkek tarafından kadına yapılan baskı ve zorlamadan kadını kurtarmak için bir çıkış yolu kılmıştır.

Erkeğin, karısına yaklaşmayacağına dair yemin etmesinde ona baskıda bulunmayı veya zarar vermeyi kastetmemesi halinde "İyla"nın asıl sebebi mevcut olmaz. Zira böyle bir durumda erkek, aile efradının ve hanımının menfaatini düşünmektedir. Bu sebeple kadına zarar verme amacını taşımayan "Yaklaşmama yeminleri" "İyla" sayılmaz. Bu hususta Ümmü Atiyye diyor ki: "Kocam Cübeyr bana dedi ki: "Kendi çocuğunla birlikte kardeşimin çocuğunu da emzir." Dedim ki: "Ben ikisini de birlikte emzirmeye güç yetiremem." Cübeyr, ben çocuğu memeden kesinceye kadar bana yaklaşmayacağına dair yemin etti.

Ben çocuğu memeden kesince Cübeyr onu alıp bir toplantıya götürdü. Çocuğu görenler Cübeyre: "Bunu ne güzel beslemişsiniz." dediler. O da: "Ben hanıma, çocuğu memeden kesinceye kadar yaklaşmayacağıma dair yemin etmiştim." dedi. Orada bulunanlar: "Bu bir İyla'dır." dediler. Bunun üzerine Cübeyr, Hazret-i Aliye gitti, ondan bu hususta fetva istedi. Ali de dedi ki: "Eğer sen bu yeminini kadına kızdığından dolayı yaptıysan hanımın sana helal değildir. Şâyet ona kızarak yapmadıysan o senin hanımındır."

b- İbrahim en-Nehai, İbn-i Sîrîn ve Şa'bî'ye göre ise, erkeğin, hanımına yaklaşmayacağına dair yapmış olduğu her türlü yemin "İyla" sayılır. Kişinin, öfkeli bir şekilde veya sakin bir halde bunu yapması farketmediği gibi kadına zarar vermeyi veya çocuğu emzirtmesi gibi bir fayda sağlamayı düşünmesi de farketmez. Zira âyet-i kerime "İyla"yı mutlak bir şekilde zikretmiştir. Herhangi bir yemin şekline tahsis etmemiştir. Bu itibarla kişinin, hanımıyla cinsi münasebette bulunmayacağına dair yaptığı her türlü yemin "İyla"dır.

c- Şa'bi, Hakem ve Said b. el-Müseyyebe göre erkeğin, hanımının hoşuna gitmeyen her yemini "İyla"dır. İsterse kadınla cinsi bünasebette bulunmayacağına dair isterse onunla konuşmayacağı gibi hususlara dair yemin etsin. İster öfkeli halinde yemin etsin isterse normal halinde. Bu hususta Şa'binin şöyle dediği rivâyet edilmektedir: Kan ile kocasının arasına girecek her yemin iyladır. Mesela kocasının: "Allah’a yemin olsun ki ben seni kızdıracağım." veya "Allah’a yemin olsun ki ben sana kötü davranacağım." yahut "Allah’a yemin olsun ki ben seni döveceğim." şeklindeki yeminleri, iyladır.

İbn-i Ebi Zi'b diyor ki: "Bir adam karısına "Eğer ben seninle bir sene içinde konuşacak olursam sen benden boşsun." dedi. Sonra bu meseleyi Kasım ve Salime sordular. Onlar da dediler ki: "Eğer sen onunla bir seneden önce konuşacak olursan o senden boş olur. Eğer konuşmayacak olursan dört ay geçtikten sonra boş olur." Bu görüşte olanlar görüşlerine gerekçe olarak şunu zikretmişlerdir. Allahü teâlânın, iyla yapan koca için takdir ettiği dört aylık süre, kadının, kocasının sohbet ve muhabbetinden mahrum olmasına engel olması içindir. Bu itibarla kocanın karısıyla konuşmayacağına dair vb. yeminleri yapması kadının kendisiyle olan sohbet ve muhabbetini kesmesi bakımından, kadına yaklaşmayacağına dair yaptığı yeminden daha aşağı değildir.

Taberi diyor ki: "İyla, erkeğin, hanımıyla cinsi münasebette bulunmayacağına dair, iyla müddetinden daha uzun bir süre için yemin etmesidir." diyen görüş daha evladır. Erkek bu yemini ister normal halinde yapsın isterse gazaplı iken yapsın farketmez.

Âyet-i kerime’de "Eğer bu süre içinde yeminlerinden dönerlerse," buyurulmaktadır. Müfessirler, iyla yapan erkeğin yeminlinden nasıl dönmüş olabileceği hususunda çeşitli görüşler zikretmişlerdir.

a- Abdullah b. Abbas, Mesruk, Âmir eş-Şâ'bi, Said b. Cübeyr, Said b. el- Müseyyeb, Hakem ve Şa'bî'ye göre, hanımıyla cinsi münasebette bulunmayacağına dair yemin eden kimsenin bu yemininden dönmesi sadece hanımıyla cinsi münasebette bulunmasıyla olur. Bunlara göre böyle bir yemini yapan erkek, hapsedildiğinden veya uzun bir yolculuğa çıktığından yahut hasta olduğundan dolayı, iyla müddeti olan dört ay içinde hanımıyla cinsi münasebette bulunmazsa hanımı kendisinden boş olur. Görüldüğü gibi bunlar, erkeğin fiilen hanımına dönmesine engel olacak herhangi bir mazereti kabul etmemektedirler.

b- Hasan-ı Basri, İkrime, Ebû Vâil, Zühri, Abdullah b. Mes'ud'ıın, arkadaşları, Alkame, İbrahim en-Nehai, Katade, Hammad, Said b. el-Müseyyeb ve Rebi' b. Enesten nakledilen diğer bir görüşe göre, hanımıyla cinsi münasebette bulunmayacağına dair yemin eden kimsenin tekrar hanımına dönmesi, herhangi bir mazereti yoksa, fiilen münasebette bulunmasıyla olur . Şâyet bu yemini yapan erkeğin, hastalık, yolculuk ve hapsedilme gibi herhangi bir özürü bulunursa veya tam "İyla" süresinin anında hanımı hayızlı veya nifaslı ise bu gibi hallerde erkeğin hanımına dönmesi sözle de olabilir, kalben karar vermesiyel de. Ancak bu âlimlerden bazıları, sözle dönülmesi halinde buna dair iki şahit tutmasını şart koşmuşlardır.

c- İbrahim en-Nehai, Hasan-ı Basri ve Ebû Kilabeden nakledilen diğer bir görüşe göre, hanımıyla cinsi münasebette bulunmayacağına dair yemin eden kimsenin hanımına dönmesi, dille bunu belirtmesiyle olur. Bir öziirünün bulunup bulunmaması farksızdır.

Taberi diyor ki: "Sahih olan görüş, hanımıyla cinsi münasebette bulunmayacağına dair yemin eden erkeğin tekrar hanımına dönmesi ancak onunla cinsi münasebette bulunmasıyla olur." diyen görüştür. Zira yeminin mahiyeti, kadınla cinsi münasebette bulunmamaktır.

Bu yemini bozma da ancak bu yolla olur. Bununla birlikte, kadınla cinsi münasebette bulunmamaya dair özürü bulunan kimsenin, bu yemininden döndüğünde kalben kaar vermesi de dönme sayılır. Çünkü cinsi münasebette bulunmak buna gücü yeten için söz konusudur. Buna gücü yetmeyeni bununla mükellef tutmakkişiyi gücünün yetmediği şeyle yükümlü tutmak olur. Böyle bir özürü bulunan bir kimsenin, yeminden sonra hanımına döndüğüne dair kararını diliyle; söylemesi ve bu olaya şahit tutulması gerekli değildir. Ancak bunu yapması bize göre daha iyidir.

Âyet-i kerime’nin sonunda: "Eğer bu süre içinde yeminlerinden dönerlerse şüphesiz ki Allah, çok bağışlayan, çok merhamet edendir." buyurulmaktadır. Müfessirler Âyetin bu bölümünde zikredilen "Allah'ın bağışlamasından neyin kastedildiği hususunda iki görüş zikretmişlerdir:

a- Hasan-ı Basri ve İbrahim en-Nehaiden nakledilen bir görüşe göre, burada zikredilen: "Allah'ın affetmesinden maksat, iyla yeminini yapandan yemin keffaretinin düşmesidir. Bunlara göre bir erkek hanımıyla cinsi münasebette bulunmayacağına dair yemin eder sonra da bu yeminini bozacak olursa onun, yeminini bozmasından dolayı keffaret vermesi gerekmez.. Çünkü o, kötü bir şey için yemin etmemiştir.

Görüldüğü gibi bu görüşte olanların izahı: "Herhangi bir kötülüğü işlemek için yemin eden kimsenin, yeminini bozması halinde Ki bu gereklidir yemini için keffaret gerekmez" diyenlerin görüşüne uygundur.

b- Abdullah b. Abbas, Rebi' b. Enes, Katade ve İbrahim en-Nehaiden nakledilen diğer bir görüşe göre burada Allah'ın affetmesinden maksat, iyla yapan erkeğin, yeminini bozması halinde Allah'ın onu âhirette cezalandırmamasıdır. Fakat böyle bir erkeğin, yeminini bozmasından dolayı yemin keffareti vermesi gereklidir.

Görüldüğü gibi bu görüş,: "Yeminini bozan herkese yemin keffareti gerekir. İster bir iyilik yapmak için yemin etmiş olsun isterse bir kötülük." diyen kişilerin görüşlerine mutabıktır. Taberi de bu görüşü tercih etmiştir.

227

Şâyet boşamayı kastederlerse, şüphesiz ki Allah, her şeyi çok iyi işiten, çok iyi bilendir.

Şâyet onlarla beraber yaşamayı terketmeye karar verir de onları boşarlarsa şüphesiz ki Allah, kadınlarınızı boşamanızı işiten ve çok iyi bilendir.

İyla yapan erkek dört ay içinde yeminini bozup hanımına dönerse o yine onun hanımıdır. Nitekim Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem), hanımlarına bir ay yaklaşmayacağına dair yemin etmiş, bir ay bittikten sonra hanımlarına dönmüştür. Bkz. Buhari, K. es-Salah, bab: 18/ Müslim. K. et-Talâk. bab: 3 Hadis No. 1475

Eğer erkek dört ay süresince hanımına yaklaşmayacağına yemin eder de bu süre içinde yaklaşmazsa "İyla" söz konusu olur. İmam Şafii, İmam Mâlik ve İmam Ahmed b. Hanbel'e göre kadın boş olmaz. Hakim, erkeğe ya yeminini bozup hanımına dönmesini veya onu boşamasını emreder. Şâyet hem dönmez hem de boşamazsa hakim boşar. Ebû Hanifeye göre ise bu dört ay'ın geçmesinden sonra kadın kendiliğinden bir talâk-ı bâin ile boş olur.

Taberi bu âyet-i kerime’nin izahında şunları zikretmiştir: Müfessirler: "Şâyet boşamayı kastederlerse şüphesiz ki Allah, her şeyi çok iyi işiten, çok iyi bilendir." âyet-i kerimesinin izahında çeşitli görüşler ileri sürmüşlerdir:

a-

Bazılarına göre bu âyetin izahı şöyledir: "Şâyet hanımına yaklaşmayacağına dair yemin eden kimse, kendisi için tayin edilen dört ay bekleyebilme süresi içinde hanımına dönmez ve yemininde kararlı olursa hanımı ondan boş olur."

Görüldüğü gibi "İlya" yapan erkek dört ay içinde hanımına dönmezse hanımı ondan boş olur. Ancak bu görüşte olan âlimler, hanımın ric'î bir talâkla mı yoksa bâin bir talâkla mı boş olacağı hakkında iki ayrı görüş zikretmişlerdir.

aa- Hazret-i Ali, Abdullah b. Mes'ud, Osman b. Affan, Zeyd b. Sabit, İkrime, Katade, Abdullah b. Abbas, Abdullah b. Ömer, Kubeyse b. Züeyb, Salim b. Abdullah, Ebû Seleme b. el-Ekva, Abdurrahman, Ata, Hasan-ı Basri, İbrahim en-Nehai ve Dehhaka göre, hanımına yaklaşmayacağına dair yemin etlen erkek dört ay içinde hanımına yaklaşmayacak olursa hanımı ondan bir bain talâk ile boş olur. (Yani hanımın üç talakından biri gider ikisi kalmış olur. Bununla birlikte kocasına dönüp dönmeme karan hanımının yetkisine geçer. Dilerse yeniden mehir alıp tekrar kocasıyla evlenir ve kalan iki talâk ile yaşar dilerse kocasına tekrar dönmeyi kabul etmez, iddeti bittikten sonra sonra kocasından tamamen ayrılmış olur ve başka biriyle evlenebilir.)

Bu hususta İbrahim en-Nehai diyor ki: "Abdullah b. Üneys, hanımına yaklaşmayacağına dair yemin etmişti ve bu esnada yolculuğa çıkmak zorunda kalmış ve yolculuğu dolayısıyle hanımından altı ay uzak kalmıştı. Abdullah yolculuktan dönüp geri geldi, hanımının yanına girdi. Abdullaha denildi ki "Hanımın senden talâk-ı bâin ile boş oldu." O da bunun üzerine Abdullah b. Mes'udun yanına gitti ve ona meseleyi anlattı. Abdullah b. Mes'ud da: "Hanımın senden talâk-ı bâin ile boş oldu ona git bunu bildir ve kendisiyle tekrar evlenmek istediğini teklif et." dedi. Abdullah b. Üneys hanımına döndü, onun, kendisinden talâk-ı bâin ile boş olduğunu söyledi ve ona evlilik teklifinde bulundu. Hanımının kabul etmesi üzerine ona bir rıtıl gümüş verdi.

bb- Said b. el-Müseyyeb, Ebubekir b. Abdurrahman, Mekhul, Zühri ve Rebi' b. Enese göre hanımına yaklaşmayacağına dair yemen etlen erkek dört ay içinde hanımına yaklaşmayacak olursa hanımı ondan bir ric'î talâkla boş olur. (Yani hanımın iddeti bitmedikçe kocası tekrar ona dönebilir. Hanımının razı olup olmaması farketmez.)

b- Diğer bir kısım müfessirlere göre bir erkek hanımına yaklaşmayacağına dair yemin eder de dört ay ona yaklaşmayacak olursa yaklaşmamasından dolayı hanımı ondan boş olmaz. Ancak erkeğin bu hali hanıma, hakime başvurma hakkını sağlar. Hanım hakime başvurarak kocasının ya tekrar kendisini kabul etmesini veya boşatmasını ister. Hakim de kocayı bu şıklardan birini kabule mecbur eder. (Yani koca dört aydan sonra bu hali devam ettirmekten ahkonur. Ya kan sini boşar veya yeminini bozup tekrar ona döner.)

Bu görüş Hazret-i Ömer, Hazret-i Ali, Hazret-i Osman, Ebuddeıda, Said b. el-Müseyyeb, Hazret-i Âişe, Abdullah b. Ömer, Tavus, Mücahid, Mervan b. el-Hakem, Ömer. b. Abdülaziz, Abdullah b. Abbas, İmam Mâlik, Muhammed b. Kâ'b el-Kurezi ve Kasım b. Muhammedden nakledilmiştir.

Bu hususta Ebû Salih diyor ki: "Ben, Resûlüllahin on iki sahabisine, karısına yaklaşmayacağına dair yemin eden erkeğin hükmünü sordum. Onların hepsi de dediler ki: "Dört ay geçinceye kadar erkek için herhangi bir şey yoktur. Dört ay geçtikten sonra artık erkek yeminini devam ettirmekten ahkonur. Yani ya hanımını boşar veya ona döner.

İmam Mâlik, bir erkeğin dört aydan az bir süre için hanımına yaklaşmayacağına dair yemin etmesini "İyla" saymamıştır. İyla'nın gerçekleşmesi için erkeğin hanımına dört ay veya daha fazla bir süre için yaklaşmayacağına dair yemin etmesini gerekli saymıştır. Böyle yapan erkek için dört ay geçtikten sonra müdahale edilir. Artık o ya hanımına döner ve yeminini bozar yahutta hanımını boşar.

c- Said b. el-Müseyyeb ve diğer bazı âlimlerden nakledilen başka bir görüşe göre "İyla" yapmanın herhangi bir hükmü yoktur.

d- İbrahim en-Nehaiden nakledilen diğer bir görüşe göre Âyetin bu bölümünün mânâsı şöyledir: "Şâyet iyla yapan koca dört ay geçtikten sonra hakim tarafından hanımına dönmesine veya onu boşamasına dair karar verilirse ve koca karısına dönmemekte ısrar edecek olursa işte o zaman hanımı kendisinden bir talâk-i bâin ile boş olur."

Taberi diyor ki: "Bu görüşlerden Allah'ın kitabının zahirine daha uygun olanı, Hazret-i Ömer, Hazret-i Osman ve Hazret-i Aliden nakledilen görüştür. Buna göre âyetin mânâsı şöyledir: "Hanımına yaklaşmayacağına dair yemin eden erkeğe bu yemininin üzerinden dört ay geçtikten sonra hakim bu haline son vermesine dair karar verir de erkek te tekrar hanımına dönecek olursa şüphesiz ki Allah onu affeder ve ona merhamet eder. Şâyet o erkek hanımını boşamaya karar verirse Allah onun boşamasını işiten ve hanımına yaptıklarını bilendir."

Görüldüğü gibi Taberiye göre bir erkek hanımına yaklaşmayacağına dair yemin eder de bu yeminini dört ay bozmayacak olursa hanımı ondan herhangi bir talâk şekli ile boş olmaz. Ancak hakime baş vurulduğunda o, erkeği iki durumdan birini seçmeye mecbur kılar. Bunlar da, tekrar hanımına dönmesi veya onu boşamasıdır.

Taberi bu görüşü tercih edişinin gerekçesi olarak özetle şunu zikretmiştir. Âyeti kerime’de "Şâyet boşamayı kastederlerse şüphesiz ki Allah her şeyi çok iyi işiten çok iyi bilendir." buyuruluyor. Elbetteki işitme söylenilen bir söz için olur. Yapılan bir iş için söz konusu olmaz. Şâyet, diğer görüşlerin belirttiği gibi erkeğin hanımına yaklaşmamaya yemin etmesi hali, dört ay geçmekle hanımının boş olmasını gerektirseydi âyetin sonunda: "Şüphesiz ki Allah işitendir." denilmezdi. Böyle denildiğine göre anlaşılıyor ki dört ay geçmesi ile kadın boş olmuyor, dört ay geçtikten sonra erkeğin boşamayı tercih ettiğini söylemesi ile boş oluyor.

İyla yapmanın süresi, âyette zikredildiği gibi dört aydır. Bu hususla ilgili olarak Hazret-i Ömerden şunlar nakledilmektedir: Hazret-i Ömer (radıyallahü anh), kocası yanında bulunmayan bir kadının, geceleyin kendi kendine söylenip şikâyette bulunduğunu duyunca gelip kızı Hafsaya bir kadının kocasından en çok ne kadar ayrı kalmaya sabredebileceğim sormuş Hafsa da dört ay veya altı ay sabredebileceğim söylemiştir. Bunun üzerine Hazret-i Ömer: "Orduda hiçbir kimseyi bu müddetten fazla tutmayacağım." demiştir. İbn-i Kesir, e, 1 S. 269

228

Boşanmış kadınlar üç ay hali iddet beklerler. Eğer Allah'a ve âhiret gününe iman ediyorlarsa Allah'ın, rahimlerinde yarattığı şeyi gizlemeleri kendileri için helal değildir. Kocaları sulh olmak isterlerse, iddet müddeti içerisinde onları geri almakta daha çok hak sahibidirler. Örfe göre kadınların, vazifeleri kadar hakları da vardır. Erkekler kadınlardan bir derece daha üstündür. Allah, her şeye galiptir, hüküm ve hikmet sahibidir.

Hayız gören kadınlar, kocalarından boşandıklarında, bir başka erkekle evlenebilmek için üç ay başı hali iddet beklemek zorundadırlar. Üç ay başı halinin sonunda iddetleri sona erer. Boşanmış kadınlara, rahimlerinde bulunan hayız ve gebelik gibi hususları gizlemeleri helal değildir. Şâyet onlar, Allah’ı ve âhiret gününü tasdik eden gerçek mü’minler ise bunu böyle yapmazlar. Zira rahminde bulunan hayız ve çocuğu gizlemek, Allah’a ve âhiret gününe iman eden kimsenin yapacağı iş değildir. Bu ancak kâfir kadınların yapacağı bir iştir. Tekrar geri dönebilecek şekilde karısını boşayan bir koca eğer sulh olup anlaşmak isterse, boşanmış karısını iddet müddeti içerisinde geri almakta herkesten daha çok hakka sahiptir. Kadınların, kocalarına itaat etme vezifeleri olduğu gibi, hoş ve iyi muamele ve örfe göre bakımları hususunda kocaları üzerinde hakları da vardır. Emir ve itaat mevzunda erkekler, kadınlardan bir derece daha üstündürler. Allah, yasaklan çiğneyip, koymuş olduğu hudutları aşanlara galiptir, yaptıklarında hüküm ve hikmet sahibidir.

Bu âyet-i kerime, hayız gören kadınların iddet sürelerini beyan etmektedir. Âyet-i kerime’de "Ay başı hali" diye tercüme edilen kelimesinin, hayız mânâsına mı yoksa "Hayızdan temizlenme" mânâsına mı geldiği hususunda âlimler ihtilaf etmişlerdir.

Ebû Hanife ve Ahmed b. Hanbel'in tercih edilen görüşüne göre âyette geçen kelimesinden maksat, "Hayız" halidir. Bunlara göre âyetin mânâsından şü hükümler çıkarılır: Kadın temiz iken boşanır, âdet görür temizlenir, tekrar âdet görür temizlenir, tekrar âdet görür temizlenirse iddeti bitmiş olur. Şâyet erkek hanımını bir veya iki ric'î talâkla boşamış olursa ve hanımına tekrar dönmek isterse üçüncü hayız görmesinin içinde bu kararını açıklaması gerekir. Şâyet açıklamaz da üçüncü hayız da bitecek olursa artık erkek hanımına dönme hakkını kaybeder. Artık dönüp dönmeme kararı kadına aittir.

 Bunlar bu görüşlerine delil olarak Resûlüllah'ın şu hadis-i şerifini zikretmişlerdir. Resûlüllah, kendisinden devamlı olarak kan gelen bir kadına: "Kuru günlerinde namazı bırak. Bunlar bitince yıkan, namazını kıl ve her vakit için abdest al." buyurmuştur. Diğer bir Rivâyette ise, Ebi Hubeyş'in kızı Fatıma Resûlüllah’a gelmiş ve kendisinden devamlı olarak kan geldiğine dair şikâyetçi olmuş Resûlüllah da şu cevabı vermiştir: "Bu, damardan gelen bir kandır. Durumuna bak, senin kuru günlerin gelince namazı kılma. Kuru günlerin geçince de yıkan. Sonra iki kuru günleri arasında geçen sürede namaz kıl. İbn-ı Mace, K. et Taharet bab: 115, Hadis No. 620 Ayrıca Ebû Davud, K. el-Taharet, bab: 112, Hadis No. 269, 297/Nesei, K. el-Taharet, bab: 135/Tirmizi K et-Taharet, bab: 94, Hadis No. 126

Görüldüğü gibi Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) kuru, günlerinde namaz kılınmamasını emretmektedir. Bundan da kuru' kelimesinin "Hayız" mânâsına geldiği anlaşılmaktadır.

İmam Şafiîye, İmam Mâlike ve İmam Ahmed b. Hanbelden Rivâyet edilen ikinci bir görüşe göre âyetteki "Kum" kelimesinden maksat "Hayızdan te-mizlenmek"tir. Bunlara göre kadın temiz iken boşanır. Âdet görür temizlenir, tekrar âdet görür temizlenirse bu temizliğinin bitmesiyle iddeti bitmiş olur. Çünkü içinde boşandığı birinci temizlik te hesaba dahildir. Bu görüşte olanlar delil olarak şu âyeti zikretmişlerdir; Talâk Sûresi, 65/1 Ey Peygamber, kadınları boşamak istediğiniz zaman iddetleri içinde boşayın..."Görüldüğü gibi âyet-i celilede, kadınların, iddetleri içinde boşanılması emredilmektedir. Kadınların boşanması temiz iken başladığına göre, üç temizlik bitince iddetleri bitmiş olur. Buradan da anlaşılıyor ki "Kuru"dan maksat "Temizlik"tir.

Taberinin beyanına göre de müfessirler bu âyette zikredilen kelimesinin mânâsı hakkında iki görüş zikretmişlerdir:

a-

Bazılarına göre bu kelimenin mânâsı "Hayız görmek" demektir. Bu görüş, Rebi' b. Enes, Katade, Dehhak, Abdullah b. Abbas, Amr b. Dinar, İkrime, Süddi, İbrahim en-Nehai, Abdullah b. Mes'ud, Ömer b. el-Hattab, Ebû Mûsa el-Eş'ari, Hazret-i Ali, Said b. Cübeyr ve Ma'bed el-Cüheni'den nakledilmiştir.

. İbrahim en-Nehai, bu hususta Hazret-i Ömerin şunları söylediğini rivâyet etmiştir: "Bir erkek karısını bir veya iki ric'i talâkla boşayacak olursa boşanan kadın, üçüncü hayız görmesinden sonra temizlenip yıkanmadıkça ona dönmeye kocası daha layıktır ve aralarında miras hükümleri devam eder." Yine İbrahim en-Nehai diyor ki: "Hazret-i Ömere, hanımını, tekrar geri alabilecek şekilde boşayan bir erkeğin meselesi arzedikli. O da bu meseleyi Abdullah b. Mes'uda havale etti ve "Sen bu mesele hakkında görüşünü söyle." dedi. Abdullah b. Mes'ud da "Bu mesele hakkında senin konuşman daha evladır." dedi. Ömer: "Sen mutlaka görüşünü söyleyeceksin." dedi. Abdullah b. Mes'ud: "Benim kanaatim şu ki, katlın üçüncü âdetinden yıkanmadıkça kocası onu tekrar hanımlığına kabul etmeye daha layıktır." dedi. Ömer de: "Benim görüşüm de budur. Söylediğin söz, kalbimdeki kanaatime uygun düştü." dedi ve böyle hüküm verdi.

b- Diğer bir kısım müfessirlere göre bu âyette zikredilen kelimesinden maksat, "Âdetten temizlenmek" demektir. Bu görüş ise. Hazret-i Âişe, Ebû Bekir b. Abdurrahman, Abdullah b. Ömer, Zeyd b. Sabit, Zahirî. Salim b. Abdullah ve Eban b. Osmandan nakledilmiştir.

Bu hususta Süleyman b. Yesar diyor ki: "Şam halkından "Ehvas" adında bir kişi karısını bir talâkla boşadı ve kadın boşandıktan sonra gördüğü üçüncü hayızının içinde iken adam öldü. Durum Muaviyeye arzedikli. Muaviye meselenin hükmünü bilemedi. Bunu Fedale b. Ubeyd'e ve Resûlüllah’ın Samda bulunan sahabilerine sordu. Onlar da bu meselenin hükmünü bilemediler. Bunun üzerine Muaviye, Zeyd b. Sabite binekli bir adam gönderdi. Zeyd o adama dedi ki: "Üçüncü hayızının içinde olan bu kadın kocasının mirasçısı olamaz. Bu kadın da ölmüş olsaydı kocası ona mirasçı olamazdı." Süleyman diyor ki: "ömerin oğlu Abdullah da bu görüşte idi."

Taberi diyor ki: "kelimesinin Arapçada asıl mânâsı "Belli bir vakitte gelmesi mutad olan bir şeyin gelme vaktidir" Bir de belli bir vakitte gitmesi alışılagelmiş olan bir şeyin gidiş vaktidir. Bu bakımdan hem âdet görme hem de âdetten temizlenme mânâlarında tefsir edilmeye müsaittir. Bu sebepledir ki bazı Araplar kadının âdetinin gelişine demişler diğer bazıları da âdetten temizlenmesinin gelişine demişlerdir. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)in. Falıma bint-i Hubeyşe: "Kuru' günlerinde namazı bırak." hadis-i şerifinde kelimesi, âdet görme mânâsında kullanılmıştır. Taberi sözlerine devamla diyor ki: "Madem ki kuru' kelimesinin mânâsı budur ve madem ki Allahü teâlâ, karısını boşamak isteyen erkeğe onu cinsi münasebette bulunmadığı temiz durumunda boşamasını emretmiştir ve adetli iken boşamasını yasaklamıştır ve kendisi ile zifaf yapılan kadın boşandığı takdirde üç kum' beklemekle yükümlüdür, buradan anlaşılmaktadır ki kadın boşandığı temiz hali ile birlikte iki temiz halini daha beklemek zorundadır. Üç temizlik hali bittikten sonra anık iddeti bitmiştir. Yani boşandıktan sonra üçüncü âdetini görür görmez iddeti bitmiş olur ve kendisiyle evlenmek isteyenlerin tekliflerini kabul edebilir.

Görüldüğü gibi Taberi, şıkkında belirtilen görüşü tercih etmiştir.

Âyet-i kerime’de: "Eğer Allah’a ve âhiret gününe iman ediyorlarsa, Allah’ın, rahimlerinde yarattığı şeyi gizlemeleri kendileri için helal değildir." buyurulmaktadır. Müfessirler, bu âyette, kadınların rahimlerinde gizlememeleri emredilen şeyden neyin kastedildiği hakkında farklı görüşler zikretmişlerdir.

a- Zühri, İbrahim en-Nehai ve İkrimeye göre burada kadınlara, rahimlerinde gizlememeleri emredilen şeydan maksat, hayızdır. Boşanan kadınlar, Allah’ın, rahimlerinde yarattığı hayız hallerini, kendilerini boşayan kocalarından gizlemeleri helal değildir. Zira bu yolla, boşamadan sonra karısına dönme hakkı bulunan kocanın bu hakkı kaybedilmiş olur. Mesela: Karısını bir veya iki ric'î talâkla boşamış olan erkek, karısının iki âdet görmesinden sonra ve üçüncü âdetinden önce tekrar ona dönmesini istemesi halinde kadın yalancı olarak: "Ben üçüncü âdetimi gördüm." deyip kocasının kendisine dönmesini engellemesi haramdır.

b- Abdullah b. Ömer, Mücahid, Rebi' b. Enes, İbn-i Zeyd ve Dehhaka göre Allahü teâlânın bu âyette, kadınlara gizlemelerini yasakladığı rahimlerindeki şeyden maksat, hem hamilelik durumları hem de âdet görmeleridir. Kadınların bu iki hallerini gizlemeleri haramdır.

c- Diğer bir kısım müfessirlere göre burada kadınlara, gizlemeleri yasaklanan, rahimlerindeki şeylerden maksat, sadece hamile olmalarıdır. Ancak bu görüşte olan âlimler, kadınların, hamile olduklarını gizlemelerinin yasak oluş sebebi hakkında farklı şeyler zikretmişlerdir.

aa- Abdullah b. Ömer, Abdullah b. Abbas ve İkrimeye göre, kadınların rahimlerindeki hamileliği gizlemelerinin yasaklanış sebebi, kendilerini boşayan kocalarının, hamile oldukları zamanda kendilerine tekrar dönmelerine engel olmalarıdır. Bu hususta Ali b. Ebû Talha, Abdullah b. Abbasın şunu söylediğini rivâyet etmiştir: Eğer bir kişi karısını bir veya iki talâkla boşayacak olur da karısı da hamile olursa, doğum yapmadıkça ona tekrar dönmeye kocası daha layıktır.

bb- Katadeye göre ise, kadınların, rahimlerinde bulunan hamileliği gizlemelerinin yasaklanmasının sebebi şudur: Cahiliye döneminde kadınlar, kendilerini boşayan kocalarının tekrar kendilerine dönmesi korkusuyla hamile olduklarını kocalarından saklarlardı. Böylece başka kocalarla evlenir, önceki kocalarından hamile kaldıkları çocuklarını yeni evlendikleri kocalarına isnad ederlerdi. İşte Allahü teâlâ bu sebepten kadınlara, rahimlerindeki hamileliği gizlemelerini yasakladı.

cc- Süddiye göre ise, kadınların, rahimlerindeki çocukları gizlemelerinin yasaklanmasının sebebi şudur: Erkekler karılarını boşamak istediklerinde onların hamile olup olmadı klanın sorarlardı. Hamile olduklarını bilince karılarını boşamak istemezlerdi. Çünkü bu takdirde hem kendileri hem de kadınları, doğacak çocuktan dolayı zarar görüyordu. İşte bu sebeple kadınların, râhimlerindeki çocuklarını kocalarından gizlemeleri yasaklandı.

Süddiye göre, kocasına bu şekilde davranan kadının hamile olduğu ortaya çıkınca doğum yapsa bile bir ceza olarak tekrar kocasına döndürülmesi gerekir.

Taberi diyor ki: "Bu görüşlerden tercihe şayan olan görüş şudur: Kadınların rahimlerinde gizlemeleri yasaklanan şey, hem hamile olmaları hem de adetli olmalarıdır. Kadınların, kendilerini bir veya iki talâkla boşayan kocalarından hamile olduklarını veya âdet gördüklerini gizlemeleri haram kılınmıştır. Zira, kadının bu iki şeyi gizlemesi halinde de erkeğe zarar verme ihtimali vardır. Çünkü karısını bir veya iki ric'î talâkla boşayan erkek, kadının iddet süresi bitmeden tekrar ona dönme hakkına sahiptir. Hamile olan kadının iddeti doğum yapması ile biteceğinden âdet gören kadının idcîeti de üç âdet veya üç âdetten temizlenme ile biteceğinden kadının, hamileliğini veya âdet gönnesini gizlemesi yasaklanmıştır. Ta ki kocasının kendisine dönme hakkı iptal edilmiş olmasın.

Âyet-i kerime’de: "Kocaları sulh olmak isterlerse, iddet müddeti içinde onları geri almakta daha çok hak sahibidirler." buyurulmaktadır. Bu ifadenin izahı şöyledir: Karısını bir veya iki talâkla boşayan erkek, karısı ickiet beklediği sırada veya hamilelik esnasında onu tekrar kendine kabul edip zevce yapmaya başkalarından daha layıktır. Bu hususta Abdullah b. Abbas şöyle demiştir: Bir adam karısını bir veya iki talâkla boşar karısı da hamile olur ise o adamın, karısını tekrar geri almaya daha çok hakkı vardır, yeter ki doğum yapmış olmasın."

İkrime ve Hasan-ı Basri ise bu âyet-i kerime’nin, Bakara suresinin iki yüz yinni dokuzuncu âyeti ile neshedildiğini söylemişlerdir. Zira bu âyete göre kişi hanımını üç talâk ile boşasa dahi onu tekrar geri almaya daha evla görülüyordu. Fakat iki yüz yinni dokuzuncu âyet bunu neshetti. Karısını üç talâkla boşayan kocanın artık onu tekrar geri alma hakkı kalmadığı bildirildi.

Âyet-i kerime’de: "Örfe göre kadınların vazifeleri kadar hakları da vardır." buyurulmaktadır. Bu ifade iki şekilde izah edilmiştir:

a- Dehhak ve İbn-i Zeyd bu ifadeyi şöyle izah etmişlerdir: Kadınların, kocalarına karşı, Allah'ın kendilerine farz kılmış olduğu itaat etme vazife ve yükümlülükleri olduğu gibi onların, kocalarının üzerinde, hoş sohbette bulunma ve örfe göre iyi "davranma hakları da vardır.

b- Abdullah b. Abbas ise âyetin bu bölümünü şöyle izah etmiştir: "Kadınların, kocalarına karşı temizlenip süslenme yükümlülükleri olduğu gibi kocalarının da karılarına karşı ayrı yükümlülükleri vardır. Bu hususta Abdullah b. Abbasın şöyle dediği rivâyet edilmektedir: Hanımımın bana karşı süslenmesini sevdiğim gibi benim de hanımıma karşı süslenmemi severim. Çünkü Allahü teâlâ buyurmuştur ki: "Örfe göre kadınların vazifeleri kadar hakları da vardır."

Taberi diyor ki: "Bana göre Âyetin en güzel tefsiri şöyledir: "Bir veya iki talâkla boşanmış olan kadınların, kendilerini boşayan kocaları üzerinde hakları vardır. O hak da, kocalarının, sırf zarar vermek için kendilerine dönmeme durumlarıdır. Yani bu şekilde boşanan kanlara, iddetleri içinde tekrar dönmek isteyen kocaları, onlara zarar vermek için değil faydalı olmak için dönmelidirler. Kadınların, kocalan üzerinde böyle bir hakları vardır. Kocaların da bir veya iki talâkla boşadıklan karıları üzerinde hakları vardır ki o da, kadınların, rahimlerindeki âdetlerini ve çocuklarını gizleyerek kocalarına zarar vermemeleridir. Kadınların, rahimlerindeki durumu gizleyerek kocalarının bu haklarını iptal etmeye hakları yoktur. Taberi, âyetin bu bölümünü bu şekilde izah etmesinin gerekçesi olarak âyetin, boşanma ve iddet bekleme hükümlerini kapsamış olduğumı göstermiştir. Buradaki karı ve kocanın haklarının boşama ve iddetle ilgili haklar olmasını kabul etmenin daha doğru olduğunu söylemiştir. Bununla birlikte bu âyet-i kerime’nin, karı kocadan herbirinin diğeri üzerindeki bütün hakları ifade ettiğini söylemenin de mümkün olabileceğini bildirmiştir.

Âyet-i kerime’de: "Erkekler kadınlardan bir derece daha üstündür." buyurulmaktadır. Burada zikredilen üstünlük derecesinden neyin kastedildiği hakkında müfessirler çeşitli görüşler zikretmişlerdir:

a- Mücahid ve Katadeye göre, burada zikredilen, erkeklerin kadınlardan üstün olduğu dereceden maksat, Allahü teâlânın, miras, cihad vb. şeylerde erkeklere verdiği üstünlüktür.

b- İbn-i Zeyd ve Muhammede göre ise buradaki üstünlükten maksat, erkeklerin emirlik ve kendilerine itaat edilme üstünlükleridir.

c- Şa'biye göre buradaki üstünlükten maksat, erkeğin mehir verme ve karısına "Zina etti" iddiasında bulunması halinde "Lanetleşme" ile zina iftirası cezasından kurtulmuş olması üstünlüğüdür. Kadın ise erkeğe mehir vermediği gibi kocasının zina ettiğini iddia edecek olursa bu iddiasını doğrulayacak şahit bulamadığı takdirde kendisine zina iftirası cezası uygulanır. O, "Lanetlenerek" bu cezadan kurtulamaz.

d- Abdullah b. Abbasa göre burada zikredilen erkeğin üstünlüğünden maksat, onun, karısının üzerinde olan bir kısım haklarını tam olarak almaktan vaz geçmesi ve kadının kendi üzerindeki bütün haklarını ona vermesidir. Bu hususta Abdullah b. Abbasin şöyle dediği rivâyet edilmektedir. "Ben, hanımım üzerinde bulunan bütün haklarımı almak istemem Zira Allahü teâlâ: "Erkekler kadınlardan bir derece üstündürler." buyurmuştur."

e- Humeyd'e göre ise, bu âyette zikredilen, erkeklerin üstünlüğünden maksat, erkeklere sakalın Kitfedilişi, kadınların ise bundan mahrum kalmalarıdır.

Taberi diyor ki: "Bu görüşlerden âyetin tefsirine daha uygun olanı, Abdullah b. Abbasın görüşüdür. Yani buradaki dereceden maksat, erkeğin karısı üzerindeki haklarına karşı bağışlayıcı ve hoşgörülü olması ve onların bir kısmından vazgeçmiş olmasıdır. Zira Allahü teâlâ bu dereceyi erkek ve kadından herbirinin diğeri üzerindeki haklarını zikrettikten sonra beyan etmiştir. Bu derecenin de bu haklarla ilgili olması daha uygundur. Bu da erkeğin, kadının üzerindeki haklarını kullanırken ona karşı müsamahalı davranmasında görülür. Taberi sözlerine devamla diyor ki: "Her ne kadar: "Erkekler kadınlardan bir derece daha üstündür." ifadesi bir haber mahiyetinde ise de manen, erkeklere, bu üstünlüklerinin gereği gibi davranmaları emredilmektedir."

Âyet-i kerime’nin sonunda: "Allah her şeye galiptir, hüküm ve hikmet sahibidir." buyurulmaktadır. Bu ifadenin mânâsı şudur: Allahü teâlâ, hayızlı iken kadınlarına yaklaşarak veya iyilik yapmamak için Allah’a yemini kendilerine siper edinerek yahut karısına yaklaşmayacağına dair yemin edip ona zarar vererek Allah'ın hudutlarını aşan erkeklerden ve rahimlerinde bulunan durumu gizleyip kocalarına zarar vererek Allah'ın koyduğu sınırları aşan kadınlardan intikam almakta her şeye galiptir. Bunları cezalandırmasına kimse engel olamaz. Verdiği bütün hükümlerde mutlak bir hikmet sahibidir." Âyet-i kerime’nin bu şekilde bitmesinin hikmeti, Allahü teâlânın bundan önceki âyetlerde bir kısım emir ve yasaklar koyması ve bu emir ve yasaklara uymayanları tehdit etmesidir.

229

Boşanma iki defadır. Bundan sonra kadınlar ya iyilikle tutulur ya da güzellikle bırakılır. Kadınlara verdiğiniz inallardan herhangi bir şeyi geri almanız size helal değildir. Ancak eşlerin, Allah'ın koyduğu hudutları koruyamamaktan korkmaları hali müstesnadır. Şâyet Allah'ın koyduğu hudutları koruyamamalarından korkarsanız, kadının, boşanması için bir bedel vermesinde, her ikisine de bir günah yoktur. İşte Allah'ın koyduğu hudutlar bunlardır. Bunları aşmayın. Kim, Allah'ın koyduğu hudutları aşarsa işte zalimler onlardır.

Tekrar geri dönme imkânı olan boşama iki defadır. Bundan sonra kadınlar ya iyilikle tutulur ve onlarla hoş geçinilir yahut da tamamen ayrılıp serbest bırakılır, hakları yenip zulme uğratmazlar. Ey erkekler, kadınlara mehir olarak vermiş olduğunuz mallardan herhangi bir şeyi geri almanız size helal değildir. Ancak eşlerin, beraber oldukları sürece birbirlerine karşı hoş davranmayarak aşırı gitmelerinden korkmaları halinde durum farklıdır. Şâyet eşlerin, Allah'ın emrettiği şekilde hoş muamele ve güzel sohbetle yaşayamamalarından korkarsanız, kendisini boşaması karşılığında kadının, kocasına bir şey vermesinde, kocasının da kadını boşamak için ondan bir karşılık almasında bir günah yoktur. İşte bunlar, Allah'ın emrettiği veya yasakladığı dini sınırlardır. Bunları aşmayın. Kim, Allah'ın koyduğu sınırları aşıp haram kıldığı şeyleri işlerse işte onlar, işi yerli yerince yapmayan zalim kimselerdir.

Cahiliye döneminde bir erkek, hanımını dilediği kadar boşuyor ve tekrar geri alıyordu. Bazan da erkek, bu durumu kötüye kullanarak hanımını boşuyor, onu bekletiyor, o kadın başkasıyla evlenmeye kalkınca da onu tekrar geri alıyordu. Allahü teâlâ bu âyeti indirerek boşamanın üç olduğunu, üç talâkla boşadıktan sonra o kadın başka bir erkekle evlenip ondan da ayrılmadıkça ilk kocasına helal olmayacağını hükme bağladı. Böylece erkeklerin, haklarını kötüye kullanmalarını önlemiş oldu Bkz. Ebû Davud, K. et-Talâk, bab: 10. Hadis No. 2195 Bu konuda Abdullah b. Abbas diyor ki:

"Daha önce erkekler kadınlarını üç talâk ile boşasalar bile kendilerini onlarla tekrar evlenmeye daha layık görüyorlardı. İşte bunun üzerine; "Boşama iki defadır. Bundan sonra kadınlar ya iyilikle tutulur ya da güzellikle bırakılır." âyeti nazil oldu ve bu neshedildi (bu âdeti ortadan kaldırdı.) Ebû Davud, K. et-Talâk, bab: 10, Hadis No. 2195

Müfessirler, âyet-i kerime’nin: "Boşama iki defadır. Bundan sonra kadınlar ya iyilikle tutulur ya da güzellikle bırakılır." bölümünü izah ederken iki görüş zikretmişlerdir:

a- Urve b. Zübeyr, Katade, İbn-i Zeyd, Süddi ve İkrimeye göre âyetin bu bölümü, karısını boşayan kişiye, kaç talâkla boşarsa ona bir daha dönemeyeceğini öğretmek için nazil olmuştur. Zira daha önce de belirtildiği gibi cahiliye döneminde ve islam'ın ilk yıllarında, karıyı boşamanın bir sınırı yoktu. Kişi hanımını dilediği kadar boşuyor ve icîdeti bitmeden tekrar ona dönüyordu. Bu durum erkeğin dilediği kadar tekrar ediyordu ve böylece kadınlara zarar veriliyordu. Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’yi indirerek boşamanın bir sınırı olduğunu beyan etti. Bu hususta Urve b. Zübeyr diyor ki: "Kişi karısını dilediği kadar boşuyordu. Ona tekrar dönmek isterse iddeti bitmeden önce ona dönüyordu. Bir gün Ensardan bir adam karısına kızmıştı ve ona şunları söylemişti: "Ben ne sana yaklaşacağım ne de sen benden kurtulup evlenebileceksin." Karısı: "Bu nasıl olur?" dedi. Kocası: "Ben seni boşayacağım. İddetinin bitmesi yaklaşınca da sana döneceğim. Sonra seni tekrar boşayacağım yine iddetinin bitmesi yaklaşınca tekrar sana döneceğim." dedi. Kadın, kocasını Resûlüllah’a şikâyet etti. İşte bunun üzerine Allahü teâlâ: "Talâk iki defadır. Bundan sonra kadınlar ya iyilikle tutulur ya da güzellikle bırakılır." âyet-i kerimesini indirdi. Bu hususta Katade şunları söylemiştir: "Cahiliye döneminde kişi karısını üç talâkla veya on talâkla yahut daha fazlası ile boşuyordu. Karısı iddet süresi içinde olduğu sürece kocası ona tekrar dönüyordu. İşte bu sebeple Allahü teâlâ, boşamanın sınırını üç talâkla belirledi.

Bu izaha göre âyet-i kerime’nin bu bölümünün açıklaması şöyledir; "Ey insanlar, sizin, kendileriyle zifafa girdiğiniz hanımlarınızın geri döndürülebileceklerine imkân veren boşamanızın sayısı ikidir. Karılarınızı iki talâkla boşadığınız takdirde onları tekrar geri alabilirsiniz. İki talaktan sonra ise koca ya tekrar hanımına dönüp ona iyi davranır veya bir talâk daha boşayarak karısından güzellikle uzaklaşır.

b- Abdullah b. Mes'ud, Abdullah b. Abbas ve Mücahidin izahlarına göre ise bu âyetin asıl nüzul sebebi, Allahü teâlânın, kullarına, karılarını nasıl boşayacaklarını öğretmesidir. Bunlara göre bu âyette kocanın, karısını ne kadar talâkla boşarsa ona tekrar dönebileceğini ve ne kadar talâkla boşarsa ona tekrar dönemeyeceğini beyan eden bir işaret yoktur. Abdullah b. Mes'ud bu âyetin izahında şunları söylemiştir: Erkek hanımını, temizlenme halinde, kendisine yaklaşmadan bir talâkla boşar sonra onu bırakır. Kadın ikinci kez âdet görüp temizlenince dilerse onu bir talâkla daha boşar, bundan sonra ona dönmek isterse tekrar onu hanımı kabul eder. Dilerse onu boşar yahut da onu bırakır. Kadın üç kere âdet görmüş olur ve böylece kocasından tamamen ayrılmış olur. Mücahid de âyetin bu bölümünün izahında şöyle demiştir: "Kişi, karısını, kendisine yaklaşmadığı temiz halinde bir talâkla boşar, kadın âdet görür ve tekrar temizlenecek olursa kum' tamam olduğu için bir talâk daha boşar sonra kadın tekrar âdet görürse kadın iki talâkla boş olmuş ve iki de kuru' geçilmiş olur. Bundan sonrası için ise Allahü teâlâ şöyle buyurmuştur: "Kadını ya örfe göre tutmak vardır veya güzellikle serbest bırakmak vardır. Kişi bu son kuru'ünda dilerse karısını la-inamen boşar." Bu izaha göre âyetin bu bölümünün mânâsı şöyledir: "Ey ihsanlar, benim size mubah kıldığım boşanma usulü şudur: "Sizler karılarınızı her temizlenme halinde bir defa olmak üzere iki talâkla boşayın. Bundan sonra sizin üzerinize gerekli olan şudur: Ya karılarınızı iyilikle tutun veya güzellikle bırakın."

Taberi diyor ki: "Âyetin zahirine daha uygun olan görüş,

birinci görüştür. Yani âyetin bu bölümünün, insanlara karılarını boşamanın sayısını bildirdiğini, iki talâkla boşarlarsa tekrar onlara dönebileceklerini, üç talâkla boşarlarsa bir daha onlara dönemeyeceklerini beyan ettiğini söyleyen görüştür. Taberi, bu görüşü tercih etmesinin sebebi olarak şunu zikretmiştir: Bundan sonra gelen âyet, karisini tamamen boşayariih onu tekrar alamayacağını bildinnektedir. Karisi başka bir koca ile evlenmedikçe onunla bir daha evlenemeyeceğini beyan etmiştir. Bu da gösteriyor ki, izah etmekte olduğumuz âyet-i kerime, karıları boşama usulünü değil boşama sayısını bildirmektedir. Kişi hanımını iki talâkla boşayınca ona tekrar dönebilecek, üç talâkla boşaması halinde ise ona tekrar dönemeyecektir.

Âyet-i kerime’de geçen; "Ya iyilikle tutulur ya da güzellikle bırakılır." ifadesi de müfessirler tarafından iki şekilde izah edilmiştir:

a- Bazılarınla göre bu ifadeler, talakın üç olduğunu ortaya koymak içindir. Bu görüş, Atâ, Mücahid, Katâde ve Ebi Rüzeyn'den nakledilmiştir. Bu hususta Ebi Rüzeyn diyor ki: "Bir adam Resûlüllah’a geldi ve dedi ki: "Ey Allah'ın Resulü, söyle bana, Allahü teâlâ "Boşama iki defadır. Bundan sonra kadınlar ya iyilikle tutulur ya da güzellikle bırakılır." buyurmaktadır. Üçüncü talâk nerededir?" Resûlüllah da buyurdu ki: "Ya iyilikle tutulur ya da güzellikle bırakılır." ifaclesindeki "Ya da güzellikle bırakılır" cümlesi üçüncü talaktır."

b- Diğer bazı müfessirlere göre: "Kadınlar ya iyilikle tutulur ya da güzellikle bırakılır." ifadesinin maksadı, iki talâkla boşanmış olan kadına tekrar dönülebileceğini beyan etmektir. Bu ifadeden üçüncü talakı anlamak doğru değildir. Bu görüşte olanlara göre: "Kadınlar ya da güzellikle bırakılır." İfadesinden maksat, "Kadınlar iddetlerini bitirmeleri için serbest bırakılırlar." demektir. Bu görüş, Süddi ve Dehlıaklun nakledilmiştir. Süddinin, âyetin bu bölümünü şu şekilde izah ettiği rivâyet edilmiştir: "Kadınlar ya iyilikle tutulur ya da güzellikle bırakılır." demek, kadınlar bir veya iki talâkla boşandıktan sonra ya kocası ona tekrar döner ve hanım edinir yahut da döneceğine dair herhangi bir şey söylemez susar. Ta ki kadının iddeti biter. Böylece kadın kendisi hakkında karar verme yetkisine sahibolur.

Taberi diyor ki: "Eğerirind görüşte zikredilen Resûlüllah’ın hadis-i şerifi olmasaydı bu görüşte âyetin zahirinin gösterdiği muhtemel bir görüş olurdu. Fakat Resûlüllah'tan gelen habere uymak gerektiğinden

birinci görüş tercihe şayandır. Bu görüş esas alınacağına görcÂyete şu şekilde mânâ verilmelidir "Kocaların, karılarına tekrar dönebilecekleri kadar boşamaları iki talaktır. Bundan sonra karılarına döndükleri takdirde dunun şudur: Ya onları iyilikle tutarlar ya da üçüncü bir boşama ile onları güzellikle bırakırlar. Böylece artık kocaların, karılarına tekrar dönebilene hakları bilmiş olur. Kadınlar kocalarına dönüp dönmemeye karar vermekte serbest olurlar.

Âyette zikredilen "İyilikle tutmak"tan maksat. Dehhak ve Abdullah b. Abbasın da izah ettikleri gibi, kadına karşı hoş davranmak ve onunla güzelce sohbet etmektir. "Güzellikle bırakılmaktan maksat ise, yine Abdullah b. Abbas ve Dehhakın izah ettikleri gibi kadının haklarından herhangi bir şeyi yememek, onun haklarını tam vermek, ona eziyet etmemek ve ona sövmemektir.

Âyet-i kerime’de: "Kadınlara verdiğiniz mallardan herhangi bir şeyi geri almanız size helal değildir. Ancak eşlerin, Allah'ın koyduğu hudutları koruyamamaktan korkmaları hali müstesnadır." buyurulmaktadır. Allahü teâlâ bu kelamı ile şunu ifade etmektedir: Ey erkekler, sizler karılarınızı boşayıp onlardan ayrılmak istediğinizde, evlenirken onlara verdiğiniz mehillerden herhangi bir şeyi geri almanız sizin için helal değildir. Bilakis size farz olan, onların geri kalan mehirlerini vermeniz ve bir kısım giyim eşyalarını lutfetmenizdir. -Ancak kan ile kocanın, Allah'ın koyduğu sınırları ayakta tutamayacaklarına dair korkma durumları müstesnadır. Bu durumda koca karısından bir bedel alarak ondan ayrılabilir.

Kan ve kocanın, Allah'ın koyduğu sınırları koruyamayacaklarına dair korkmaları şu durumda söz konusu olur: Karı kocasına karşı gelir ve ona huğuz etliğini açığa vurursa onun, Allah'ın kendisine farz kıldığı, kocasına ait bir takım hakları yerine getiremeyeceğinden korkulur. Koca ela Allah'ın kendisine farz kıldığı, karısına ait bir takım haklarda ihmalkâr davranması halinde. Allah'ın kendisine farz kıldığı yükümlülükleri yerine getiremeyeceğinden korkulur. İşte karı kocadan herbirinin, Allah'ın koyduğu sınırları koruyamayacaklarına dair korkma durumları bu hallerde olur.

Müfessirler, karı ve kocadan herbirinin, Allah'ın koyduğu sınırları koruyamayacaklarına dair korkmalarının hangi durumlarda gerçekleşeceği hususunda farklı görüşler zikretmişlerdir:

a- Abdullah b. Abbas, Urve b. Zübeyr, Cabir b. Zeyd, Âmir eş-Şa'bî, Said b. Cübeyr, Rebi' b. Enes, Zühri ve Dehhaka göre kan ve kocadan herbirinin, Allah'ın koyduğu hudutları koruyamayacaklarına dair korkmaları, karının kocasına karşı kötü davranması ve ona kötü muamele yapması durumunda gerçekleşir. Kocası karısının böyle davrandığını görünce ondan ayrılması için, evlenirken verdiği mehiri kandan geri alıp onu boşayabilir." Bu görüşte olan âlimlere göre, kadın tarafından kocaya herhangi bir kötülük söz konusu olmazsa kocanın karıdan bedel alarak onu boşaması helal değildir. Kötülüğün mutlaka kadın tarafından olması gerekir. Bu hususta Said b. Cübeyrin şunları söylediği rivâyet edilmektedir: "Kocasına bir bedel vererek boşanmak isteyen kadına kocası öğütte bulunur. Kadın bu isteğinden vaz geçerse mesele kalmaz. Şâyet ısrar edecek olursa erkek ondan ayrı yatar ve onunla konuşmaz. Kadın vaz geçerse mesele kalmaz. Şâyet yine ısrar edecek olursa bu defa erkek onu, ağır olmayacak bir şekilde döver. Kadın vaz geçerse mesele kalmaz. Şâyet yine ısrar ederse koca meseleyi mahkemeye arzeder. Mahkeme bir kocanın bir de katlının tarafından olmak üzere iki hakem tayin eder. Kadının ailesi tarafından olan hakem kocaya: "Sen karına şöyle davranıyorsun, sen karına böyle davranıyorsun." der.

Kocanın ailesi tarafından olan hakem de karıya "Sen kocana şöyle davranıyorsun, sen kocana böyle davranıyorsun" der. Hangisi daha fazla haksız ise mahkeme onun haksızlığını giderir ve ona engel olur. Şâyet kadın kocasına karşı gelen biri ise mahkeme emreder, koca da karıdan bedel olarak onu boşar. Rebi' b. Enes diyor ki: "Şâyet karı kocasından razı olur ve ona itaatta bulunursa kocanın, karısı bir karşılık verip te kendisinden boşansın diye karısını dövmesi helal değildir. Kocanın böyle bir kadına kötü davranarak ondan herhangi bir şey alması haramdır. Buna mukabil şâyet itaatsizlik, haksızlık ve buğuz etme kadın tarafından olacak olursa kocanın kandan bir bedel alarak onu boşaması caizdir.

b- Hasan-ı Basri, Süddi, Miksem ve Mücahiüden nakledilen diğer bir görüşe göre kan ve kocadan herbirinin, Allah'ın koyduğu sınırları koruyamayacağına dair korkma durumları şu halde söz konusudur. Kadın, kocasının yaptığı bir yemini yerine getirmemek isterse, onun emrine itaat etmezse ve ona: "Ne cünüplükten yıkanırım ne de bir emrine itaat ederim." diyecek olursa işte bu durumda karı ve kocadan herbiri, Allah'ın kendileri için koyduğu sınırı koruyamayacaklarından korkar olurlar. Böyle bir dununda kocanın, karıdan bir bedel alarak onu boşaması caiz olur.

Muhammed b. Salim diyor ki: "Ben Şa'biye sordum ki, erkeğin karısından ayrılmasına karşılık ondan mal alması ne zaman helal olur?" Şa'bi dedi ki:

"Kocasına karşı sevmediğini açığa vurduğu ve kocasına: "Senin hiçbir yeminini yerine getirmeyeceğim." dediği zaman helal olur."

c- Ata b. Ebi Rebah'a göre koca ile karının herbirinin Allah'ın koyduğu sınırları yerine getirmekleri korkmaları şu durumda olur: Karı kocasına: "Ben seni sevmiyorum." der ve bunu rahatça söyleyecek olursa bu durum söz konusu olur. Bu hususta Atâ şöyle demiştir: "Kocanın bedel alarak karısını boşaması, karının şunları söylemesi halinde helal olur." Karısı derse ki: "Ben senden nefret ediyorum, seni sevmiyorum. Yanında yatmaktan çekiniyorum, hakkını yerine getiremiyorum." işte bu durumda koca gönül hoşluğu ile bedel alarak karısını boşayabilir.

d- Amir, Tâvûs, Kasım b. Muhammed ve Said b. el-Müseyyeb'e göre ise koca ile kandan herbirinin, Allah'ın koyduğu hudutları yerine getirmekten korkma durumları şu halde söz konusudur. Karı ve kocadan herbirinin diğerini sevmemesi ve herbirinin diğerine ait olan hakları yerine getirememesi durumudur.

Taberi bu son görüşü tercih etmiştir. Taberiye göre bir kocanın, karısını boşamak için bedel almasının helal olması için kan ve kocadan herbirinin diğerine karşı, üzerinde bulunan hakkı yerine getirmekten korkmuş olması gerekir. Çünkü Allahü teâlâ kocaya, karısını boşama karşılığında bedel almasını, Müslümanların, karı kocadan herhangi birinin, haklarını yerine getiremeyeceklerinden korkmaları halinde caiz kılmıştır.

Taberi diyor ki: "Eğer denilecek olursa ki "Senin ifade ettiğine göre eğer sadece kadın itaatsiz olursa kocanın ondan bedel alarak karısını boşaması haram olur. Zira sen her iki tarafın da itaatsizliğini şart koşmuştum." Cevaben denilir ki: "Kadının itaatsizliği halinde koca da onu sevmez olur. Böylece her iki tarafın birbirinin hukukuna riâyet etmemeleri gerçekleşir ve kocanın bedel alarak karısını boşaması caiz olur.

Âyet-i kerime’nin: "Şâyet (erkek ve kadının) Allah'ın koyduğu hudutları koruyamamalarından korkarsaniz, kadının, boşanması için bir bedel vermesinde, her ikisine de bir günah yoktur" kısmında kadının, bir bedel vererek kocasını razı edip ondan boşanabileceği hükme bağlanmaktadır ki İslâm hukukunda buna "Muhalaa" denir. Bu hususta şu hadis zikredilmektedir: Abdullah b. Abbas diyor ki: "Sabit b. Kays'ın karısı Resûlüllah’a gelip: "Ey Allah'ın Resulü, ben Sabit b. Kays'ın dini ve ahlaki bakımdan bir kusurunu görüp onu ayıplamıyorum. Fakat ben artık ona tahammül edemiyorum." dedi. Resûlüllah da ona: "Sabitin bahçesini ona iade eder misin?" diye sordu. Kadın "Evet" dedi. Kadın bahçeyi Sabite verdi (böylece onu razı etti) Resûlüllah da Sabite emretti ve o da katlını boşadı. Buhari, K; et-Talâk, bab: 12

Âyet-i kerime’nin devamında: "Ancak eşlerin, Allah'ın koyduğu hudutları kotu yamam atarından korkarsanız." buyurulmaktadır. Müfesirler, koca ve karının, Allahü teâlânın koyduğu hudutları koruyamayacaklarına dair mü’minlerin korkması durumunun hangi halde gerçekleşeceği hususunda farklı izahlarda bulunmuşlardır:

a- Abdullah b. Abbas, Hasan-ı Basri ve Zahiriye göre böyle bir korku, kadının, kocasının haklarını küçümsemesi, ona itaatında kötü davranması ve ona, konuşmaları ile eziyet etmesi halinde söz konusu olur. Mesela: Karı kocasına: "Vallahi ben senin hiç bir yeminini yerine getirmem. Yatağına ayak basmam, hiç bir emrine itaat etmem." diyecek olursa ve fiilen bunları yapmaya da girişecek olursa artık kocasının bedel alarak onu boşaması helaldir.

b- Âmir ve İbn-i Abbastan nakledilen diğer bir görüşe göre mü’minlerin, karı ve kocanın, Allah'ın koyduğu sınırları koruyamayacaklarına dair korkmaları, bunlardan herbirinin Allah’a itaat etmeyeceklerinden korkulması durumumla gerçekleşir.

Taberi diyor ki: "Bu hususta doğru olan tefsir şudur: "Ey mü’minler, şâyet sizler, kan ve kocadan herbirinin, Allah'ın, üzerlerine farz kıldığı hakları yerine getiremeyeceklerinden ve birbirlerine iyi davranmayacaklarından korkacak olursanız, erkeğin bedel alarak karısını boşamasında bir mahzur yoktur.

Taberi diyor ki: "Âyeti bu şekilde izah etmek her iki görüşü de kapsar."

Âyet-i kerime’de: "Kadının, boşanması için bir bedel vermesinde her ikisine de bir günah yoktur." buyurulmaktadır. Bunun izahı şudur. "Ey mü’minler, eğer sizler, karı ve kocadan herbirinin. Allah'ın kendilerine farz kıldığı emirleri yerine getiremeyeceklerinden ve birbirlerine ait olan hakları ifa edemeyeceklerinden bu yüzden de Allah'ın koyduğu sınırlara riâyet edemeyeceklerinden korkacak olursanız bu takdirde kadının, kendisini boşattırmak için bir bedel vermesinde, kocanın, karısını boşamak için bu bedeli almasında onlara herhangi bir günah yoktur."

Taberi diyor ki: "Eğer denilecek olursa ki "Şâyet koca bir bedel alıp boşamak için karısına kötü davranacak olur da karı da kendisini kurtarmak için kocasına bir bedel verir ve kendisini boşattırıp kurtulacak olursa karıya bir günah var mıdır? Cevaben denilir ki: "Eğer karı, kocasının, bir bedel karşılığında kendisini boşamak için kötü davrandığını görür ve kocasına, boşaması için herhangi bir fidye vermediğinde kendisine veya dinine bir zarar dokunmayacağından ve kocasına bir haksızlık yapmayacağından emin olursa bu durumda herhangi bir bedel vererek kendisini kocasından boşattımıası caiz olmaz. Çünkü bu durumda kocasının ondan boşama karşılığında bedel alması haramdır. Karının, kocasının böyle bir harama düşmesine âlet olması caiz değildir. Şâyet kadın bu durumda malı verip kendisini boşatmazsa kocasının kendisi için veya dini için yahut kadının üzerinde bulunan hakları için zararlı olacağından korkacak olursa bu durumda kadın sorumlu olmaz. Keza, geçimsizlik kadın tarafından olur da bir bedel verip boşanmadığı takdirde kendisinin ve kocasının günaha düşmelerinden korkacak olur da bu yüzden gönül hoşluğu ile bedel ekler ve boşanırsa kadın sorumlu olmadığı gibi Allahü teâlâdan sevap alacağı da ümit edilmektedir. Buna mukabil kadın, kocasının ahlakını veya fiziğini beğenmediğinden değil sırf kocasını bırakıp başka biriyle evlenmek için bir fidye verir ve kendisini kocasından boşattıracak olursa bu onun için haramdır. Resûlüllah bu şekilde boşanan kadınları münafık olarak vasiflandınnıştır. Bu hususta Resûlüllah’ın azatlı kölesi olan Sevban, Resûlüllah’ın şöyle buyurduğunu Rivâyet ediyor:

"Herhangi bir kadın bir sıkıntı olmaksızın kocasından kendisini boşatmak isteyecek olursa Allah ona cennetin kokusunu haram kılar, (böyle olduğu halde) bedel ödeyerek kocalarından boşanan kadınlar münafıktırlar. Tirmizî, K. et-Talâk, bab: 11 Hadis No, 1187 / Ebû Davud, K. el-Talâk, bab: 18, Hadis No. 2226 ibn-i Mâce, K. et-Talâk, bab: 21, Hadis No. 2055/Nesâî, K. et Talâk, bab: 34

Taberi diyor ki: "Bu izahlardan anlaşılıyor ki, karının, bir bedel vererek kendisini kocasından boşattırması meselesinde özetle şu ihtimaller vardır:

a- Böyle bir şeyi yapmakta sadece kadın günahkâr olabilir. Bu da karının, kocasının kötülüğünden değil sırf başka erkekle evlenebilmek için kocasına mal verip kendisini boşattırması durumunda söz konusu olur.

b- Sadece koca günahkâr olur. Bu da kocanın, sırf bedel almak için karısına kötü davranması ve karısını bezdirerek bedel alıp boşaması durumunda söz konusudur.

c- Hem karı hem de koca günahkâr olur. Bu da kocanın bir bedel alıp boşamak için karısına kötü davranması, karısının da bir bedel vermeden kocasının bu kötülüğünü önleyebileceğini bildiği halde bedel verip kendisini kocasından boşattırması halinde ve benzeri hallerde söz konusudur.

d- Böyle bir boşamadan dolayı ne karıya ne de kocaya günah vardır. Bu durum da şu halde söz konusudur: Kan ve kocadan her biri, birbirlerine karşı olan haklarını yerine getirmeyerek Allahü teâlânın koyduğu sınırı aşacaklarından korkacak olmaları durumunda söz konusudur.

Taberi diyor ki: "Müfesirler, kadının boşanması için ne kadar bedel verdiği zaman kadın ve erkekten her birine günah terettüp etmeyeceği hususunda çeşitli görüşler zikretmişlerdir:

a- Rebi' b. Enes, Amr b. Şuayb, Atâ b. Ebi Rebah, Zühri, Âmir eş-Şa'bi, Hazret-i Ali, Hakem, Hasan-ı Basri, Said b. el-Müseyyeb, Tâvûs ve Zühriye göre kocasından kendisini boşattırmak isteyen kadının, boşama karşılığında vereceği bedel, erkeğin ona verdiği mehirden fazla olamaz. Bunlar görüşlerine delil olarak, âyet-i kerime’de zikredilen "Kadınlara yediğiniz mallardan herhangi bir şeyi geri almanız size helal değildir. ifadesini zikretmişlerdir. Zira bu ifade, erkeğin, kadının rızası olmaksızın verdiği mehiri geri alıp onu boşamasının haram olduğunu beyan etmektedir. Bundan anlaşılıyor ki, kadının, rızası ile boşanmayı istemesi halinde vereceği bedel, bu ifadede geçen bedeldir. O da evlenirken erkekten aldığı mehir miktarıdır. Erkeğin bu miktardan fazla alması helal değildir. Bu görüşte olan müfessirler ikinci bir delil olarak Sabit b. Kays'ın daha önce nakledilen kıssasını zikretmişlerdir. Bu kıssada Resûlüllah Sabitin hanımına, evlenirken Sabitten aklığı bahçeyi tekrar geri vermesini emretmiştir.

b- Hazret-i Ömer, oğlu Abdurrahman, Kubeyse b. Zü'eyb, İbrahim en-Nehai, Abdullah b. Abbas ve Mücahide göre, bir bedel karşılığında karısını boşayan koca, karısının malından az veya çok miktarda almakta serbesttir. Evlenirken ona verdiği mehirden daha fazlasını almasında bir mahzur yoktur. Zira âyet-i kerime, kadının vereceği boşanma bedelinin miktarını belli bir ölçü ile sınırlamamış, genel olarak bırakmıştır.

Âyetin genel hükmünü kayıtlayan ikna edici bir delil bulunmadıkça âyetin genel hükmü geçerlidir.

Semtire'nin azadlı kölesi Kesir, bu konuyla ilgili olarak şunu zikretmiştir. Ömere, kocasına itaat etmeyen bir kadın getirildi. Ömer o kadının, içinde çokça çöp bulunan bir eve üç gün hapsedilmesini emretti. Sonra kadını çağırdı ve ona: "Burayı nasıl buldun?" diye sordu. Kadın: "Ben kocamın yanında bulunduğum müddetçe hiçbir rahatlık hissetmedim. Ancak burada hapsettiğin gecelerde rahatlık hissettim." dedi. Bunun üzerine Ömer, kadının kocasına "Küpesini alarak ta olsa sen bu kadını bedel karşılığında boşa." dedi.

Nâfi de bu konuda şunu zikretmiştir: "Safıyenin azadlı cariyesi, elbisesi dışında bütün mallarını verip kendisini kocasından boşattırdı. Ve Ömerin oğlu Abdullah bunu ayıplamadı.

Kubeyse b. Züeyb de "Kadının boşanması için bir bedel vermesinde her ikisine de bir günah yoktur." âyetini okuyarak erkeğin kadına verdiği mehirden daha fazlasını almasının bir mahzuru olmayacağını söylemiştir.

c- Bekr b. Abdullaha göre ise kadının bedel vererek kendisini kocasından boşattırabileceğini beyan eden bu âyet-i kerime, Nisa suresinin şu âyet-i kelimesiyle neshedilmiştir. "Bir eşi bırakıp ta yerine başka bir eş almak istediğiniz zaman onlardan birine (bıraktığınıza) pek çok mal verseniz dahi ondan bir şey geri almayın. Nisa Sûresi, 4/20

Taberi diyor ki: "Bu görüşlerden doğru olmaya daha layık olanı şöyle diyen görüştür: "Şâyet erkek ve kadından her birinin, Allah'ın koyduğu sınırlara riâyet edemeyeceklerinden korkulur ise kadının, sahip olduğu az veya çok malını vererek kendisini boşattırmasında kadın ve erkek için bir mahzur yoktur. Yeter ki kadının verdiği mal, müslümanların mâlik olabilecekleri bir mal cinsinden olsun. Bu malın, kadının bütün mülkünü kapsaması da mümkündür. Zira Âyet-i kerime, boşanma bedelini mutlak olarak zikretmiştir.

Bu âyet-i kerime’nin mensuh olduğunu söyleyen görüş, mânâsız bir görüştür. Zira sahabiler, tabiiler ve ondan sonra gelen âlimler, boşanmaya karşılık kadından mal alınmasının caiz olduğunda ittifak etmişlerdir. Ayrıca Nisa suresinde zikredilen âyette, kadın tarafından herhangi bir geçimsizlik söz konusu olmaksızın, kocanın sırf bir kadını bırakıp diğerini alması meselesi zikredilmektedir. Böyle bir durumda koca, bıraktığı karısından bir şey alamaz. Orada zikredilen mesele, bir muhalaa değildir.

Âyet-i kerime’nin sonunda: "İşte Allah'ın koyduğu hudutlar bunlardır. Bunları aşmayın. Kim, Allah'ın koyduğu hudutları aşarsa işte zalimler onlardır." buyurulmaktadır. Burada zikredilen "Bunlar" İfadesinden maksat putperest olan müşrik kadınlarla evlenmek, müşrik bir erkekle müslüman bir kadını evlendirmek, kadınlara adetli iken yaklaşmak vb. hususlardır. Allahü teâlâ bunların yasak olduğunu bildirmiş ve hudutlarını koymuştur. Bunları yapanlar, Allah'ın koyduğu sınırları aşan zalim kimselerdir. Bu hususta daha geniş bilgi için şu kaynaklara bakınız. Bkz. Buhari, K. et-Talâk, bab, 4,43,44 / Müslim, K. el-Lian, bab: 1, Hadis No. 1492.K. et-Talâk bab: 16, Hadis No. 1473 / Ebû Davud, k. el-Talâk, bab: 10 Hadis No. 2206, 2207 / Şerh-i Nevevi, C. 10 S. 7072 / İlam el-Murakkî'in C.3 S. 30 48 (ahda el-Ceride, Kahire baskısı) Neylül Evtar, cb.s. 255-264 (el-Bâbî el-Hâle'bi Kahire baskısı)

230

Eğer erkek bu iki boşamadan sonra kadını bir daha boşarsa, kadın başka bir erkekle evlenmedikçe kendisine helal olmaz. Eğer ikinci koca kadını boşarsa ve onlar da (birinci kocası ve kadın) Allah'ın koyduğu sınırları koruyacaklarına kanaat getirirlerse tekrar nikahla birbirlerine dönmelerinde her ikisine de bir günah yoktur. İşte bu, Allah'ın hudutlarıdır. Onu, bilen bir kavim için açıklıyor.

Eğer erkek, kadını üçüncü defa boşarsa kadın başka bir erkekle evlenip onunla gerdeğe girmedikçe ilk kocası onunla tekrar evlenemez. Kadının evlendiği ikinci kocası da onu boşar yahut ölürse, kadınla eski kocası. Allah'ın emirlerini yerine getireceklerine ve güzel bir şekilde yaşayacaklarına inanırlarsa, kadının, eski kocasıyla yeniden nikahlanarak evlenmesinde bir günah yoktur. İşte bunlar, Allah'ın hükümleri ve emirleridir. Allah bunları, kendisinin adaletini bilen ve âyetlerini tasdik eden bir kavim için açıklıyor.

Müfessirler, âyet-i kerime’nin "Eğer erkek bu iki boşamadan sonra kadını bir daha boşarsa kadın başka bir erkekle evlenmedikçe kendisine helal olmaz." bölümünü iki şekilde izah etmişlerdir:

a- Katade, Abdullah b. Abbas, Dehlıak ve Süddiye göre âyet-i kerime’nin bu bolümü kişinin, karısını üçüncü talâkla boşamasını ve böyle bir boşamayı yaptığı takdirde artık o karasının başka bir erkekle evlenip ayrılmadıkça onunla evlenemeyeceğini ifade ettiğini söylemişlerdir. Bu hususta Katadenin şunları söylediği rivâyet edilmiştir. "Allah, talakı üç adet kılmıştır. Eğer bir koca karısını tek bir talâkla boşayacak olursa kadının iddeti bitmedikçe ona dönmeye kocası daha layıktır. Kadının iddeti üç kere âdet görmesidir. Şâyet kadın, kocası kendisine dönmeden önce iddetini bitirecek olursa, kocasından bir talâk-ı bâin ile boş olur ve kendisi hakkında karar vermeye kendisi daha layık olur. Kocası ise onunla evlenmek isteyen taliplerden biri durumuna düşer. Bir erkek hanımını boşamak istediğinde Onun âdet gömıesini bekler. Kadın, âdetinden temizlenince erkek onu, âdil olan iki şahit huzurunda bir talâk ile boşar. Şâyet tekrar ona dönmek isterse iddeti içinde ona döner. İddeti bitinceye kadar ona dönmeyecek olursa kadın ondan bir talâk-ı bâin ile boş olur. Erkek bundan sonra karısına döner ve bir kere daha boşamak isterse âdetinden temizlenmesini bekler ve onu bir talâk ile daha boşar. Bu durumda kadın ona sadece bir talâk ile bağh kalmış olur. Erkek karcına döndükten sonra onu bir kere daha boşamak isterse yine adetinden temizlenmiş olarak boşar. Böylece kadın ondan üç talâkla boşanmış olur. işte Allahü teâlâ böyle bir erkek için "Kadın başka bir erkekle evlenmedikçe kendisine helal olmaz." buyurmuştur.

b- Mücahide göre }se âyetin bu bölümünden maksat, iki talaktan sonra karısını serbest bırakan erkeğin ve serbest bırakılan kadınlar hakkındaki hükümleri beyan etmektir. Âyetin bu bölümü, üçüncü bir talâk halini beyan etmek için zıkredilmemıştir. Zira daha önce Resûlüllahtan rivâyet edildiği gibi, erkeğin iki talaktan sonra karısına dönmeyip onu serbest bıraktığını bildirmesi üçüncü bir talaktır. Bu itibarla bu âyetteki" boşamayı üçüncü talaka yorumlamaya gerek yoktur. Fakat bu Âyet, üç talâkla boşanmış olan kadının, eski kocasına tekrar nasıl dönebileceğini beyan etmek için zikredilmiştir.

Taben, Resulmıanm hadisini delil göstererek Mücahidden nakledilen bu son görüşü tercih etmiş vebu âyetin, üçüncü talakı değil üç talâkla boşanan kadının hükmünü beyan ettiğini zikretmiştir.

Âyet-i kerime’de geçen ve "Başka bir erkekle evlenmedikçe" diye tercüme edilen ifadesinin fiili Arapçada hem "Nikahlanmak" hem de "Cinsi münasebette bulunmak" mânâlarına gelmektedir. Bu sebeple Taben diyor ki; "Eğer denilecek olursa ki "Âyet-i kerime’de zikredilen "Başka bir erkekle evlenmedikçe" ifadesinden maksat evlilik akdi yapmak mıdır.? Yoksa cinsi münasebette bulunmak mıdır? Cevaben denilir ki: "Her ikisidir," Yani kocasından üç talâk ile boşanmış olan kadın başka bir erkekle sadece nikah akdi yapıp zifafa girmeden boşanacak olursa birinci kocasına helal olmaz. Âişe, Ebû Hureyre, Enes b. Mâlik, Abdullah b. Abbas ve Abdullah b. Ömerin rivâyet ettiklerine göre Rifae el-Kurezi, bir kadınla evlenip sonra onu boşamış kadın da gidip başka biriyle evlenmiştir. Daha sonra kadın, Resûlüllah’a gelerek yeni evlendiği kocasının yanındakinin, elbise saçağı gibi (yumuşak) olduğunu söylemiştir. Resûlüllah da ona:

"Hayır, o senin balcağızından sen de onun balcağızından tatmadıkça birinci kocana dönemezsin." Buyurmuştur.

Görülüyor ki erkek, karısını üç talâk ile boşadıktan sonra kadın, başka bir erkekle sahih bir nikah yaparak onunla gerdeğe girip ve tekrar ondan boşanmadıkça ilk kocasıyla evlenmesi caiz değildir. Hazret-i Âişe (radıyallahü anhâ) diğer bir Rivâyette de diyor ki:

"Rifae el-Kurezi'nin karısı, Resûlüllah’a geldi ve: "Ey Allah'ın Resulü, ben, Abdurrahman b. Zübeyr el-Kurezi ile evlendim. Onun yanındakini elbise saçağı gibi (yumuşak) buldum." dedi. Bunun üzerine Resûlüllah: "Belki de sen, tekrar Rifacye dönmek istiyorsun? Hayır o, (Abdurrahman) senin balcağızından sen de onun baicağızından tatmadıkça Rifae'ye dönemezsin" buyurdu. Ahmed b. Hanbel c. 6 S. ö2

Hazret-i Âişe diyor ki: "Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) "Baicağızından maksat, cinsi münasebette bulunmaktır." buyurdu.

Diğer yandan üç talâk ile boşanmış olan kadın, zina ederek başka bir erkekte cinsi münasebette bulunmuş olsa bu onun, birinci kocasına dönmesini helal yapmaz. Bu hususta görüş birliği vardır. Ancak üç talâk ile boşanmış olan bir kadını, tekrar onu boşayan kocaya döndürmek için ikinci bir erkekle evlendirirken onu boşamasını şart koşmanın, yani "Hülle"nin caiz olup olmadığı hususu âlimler arasında tartışmalıdır:

İmam Şafii, İmam Mâlik ve İmam Ahmed b. Hanbele göre böyle bir evlilik bâtıldır. Bunlar bu görüşlerine delil olarak şu hadisleri zikretmişlerdir.

Hazret-i Ali (radıyallahü anh) diyor ki:

"Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Allah, hülleyi yapan erkeğe de yaptıran erkeğe de lanet eder. Ebû Davud, K. en-Nikâh, bab: 15, Hadis No. 2067/Tirmizî, K. en-Nikâh, bab: 28, Hadis No. Tirmizi bu hadisi aynı zamanda. Abdullah b. Mes'ud, Ebû Hureyre, Ukbe b. Âmir ve Abdullah b. Abbasın da Rivâyet ettiklerini kaydetmektedir.

Ukbe b. Âmir diyor ki:

"Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Ben sizlere, emanet alınan tekenin kim olduğunu haber vereyim mi?" Sahabiler: "Evet ey Allah'ın Resulü." dediler. Resûlüllah: "O, hülle yapandır. (Yani boşamak şartıyla evlenen ikinci kocadır) Allah, hülleyi yapan erkeğe de yaptıran erkeğe de lanet eder." buyurdu. İbn-i Mâce, K. en-Nikah, bab: 13, Hadis No. 1936

Ebû Hanifeye göre ise böyle bir nikahı yapmak hem hülleyi yaptıran birinci koca için hem de onu yapan ikinci koca için mekruhtur. Bu konuda Rivâyet edilen yukarıdaki hadis-i şerif bu hususu açıklamaktadır. Ebû Hanifeye göremekruh olmakla birlikte böyle bir nikahın sahih oluşunun sebebi, âyette geçen: "Kadın başka bir koca ile evlenmedikçc" ifadesinin genel bir mânâ taşıyarak nikahın hülle yoluyla yapılıp yapılmamasının ayırımına gitmemesidir. Bkz. Beyayi üssenayi, e, 4 s. 1989, 1990/ El-Bugnî, İbn-i Kudanıe, c 6 s. 645, 469

 

 

 

 

Ana Sayfa (Kur'an-ı Kerim) Aynı Pencere

Geri

 

(T :  M : 922  H : 310)

 

TABERİ TEFSÎR-İ - (TÜRKÇE)

 

-

 

İleri

Sayfayı Büyüterek Aynı Pencerede Aç