Ana Sayfa (Kur'an-ı Kerim) Yeni Pencere

Geri

 

SAYFA :

14

 

002 - BAKARA SÛRESİ

 

CÜZ :

1

 

İleri

Sayfayı Yeni Pencerede Aç

 

 

 

 

 

 

 

 

 

94

De ki: “Eğer Allah katında âhiret yurdu (cennet) diğer insanlara değil de sadece size mahsus kılınmış ise ve iddianızda da samimi ve doğru iseniz öyleyse ölümü istesenize!”

“De ki; Allah katında âhiret yurdu (cennet) diğer insanlara değil de sadece size mahsus kılınmış ise …”

Burada, (........) zarftır. (........) ise, (........) fiilinin haberidir. (........) kelimesi de, (........) den hâldir.

Yani; sadece size aitse, sizden başkalan girmeyecekse ve bu da gerçek ise, kısaca bu konudaki “Ancak Yahûdîler cennete girecekler” Bakara, 111. de geçen sözünüz doğru ise ve sizden başka diğer hiçbir kimse cennete girmeyecekse.

“Ve iddianızda da samimi ve doğru iseniz öyle ise ölüm istesenize!?” Çünkü bir kimse ya da toplum kesin olarak kendilerinin cennet ehli olduklarını bilmeleri hâlinde, bu dünyanın sıkıntılartndan ve şaibelerinden bir an önce kurtulmak için orayı özler. Nitekim cennet ile müjdelenen on sahabeden her biri bir an önce ölüp oraya gitmelerini arzu eder oldukları ta bize kadar nakledilegelmiştir. Hep onu özlemim duymuşlardır.

95

Halbuki onlar, önceden ellerinin takdim ettiklerinden (yapıp ettiklerinden, işlediklerinden) ötürü asla ve hiçbir zaman ölümü arzulamayacaklardır. Kaldı ki Allah zalimlerin tüm yapıp ettiklerini her bakımdan bilendir.

“Halbuki onlar asla ve hiçbir zaman ölümü arzulamayacaklardır.”

Burada, (........) zarf olarak mensûbtur.

Yani Yahûdîler yaşadıkları müddetçe asla ölümü arzulamayacaklardır.

“Önceden ellerinin takdim ettiklerinden (yapıp ettiklerinden, işlediklerinden) ötürü, ...” Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)’e îman etmemeleri, onu inkâr etmeleri, Allah'ın kitabım tahrif edip değiştirmeleri ve daha buna benzer başka şeyler yüzünden onlar hiçbir vakit ölmeyi istemezler. İşte Kur'ân'ın verdiği bu bilgiler de mu'cizedirler. Zira gaypten, bilmediğimiz ve haberdar olmadığımız konular hakkında bize bilgiler aktarmaktadır. Nitekim, Kur'ân ve Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) nasıl haber vermiş ise, olaylar aynen cereyan etmiştir. Nitekim, Bakara, 24. âyette, “....ki asla yapamayacaksınız... “kavli de bu gerçeği bildiriyor. Eğer gerçekten Yahûdîlerin bu yolda bir istek ve temennileri bulunmuş olsaydı, diğer olaylar bize kadar nasıl aktanlagelmiş ise bu da aynen öylece nakledilip bizlere ulaşırdı.

“Kaldı ki; Allah, zalimlerin tüm yapıp ettiklerini her bakımdan bilendir.” İşte âyetin bu noktası îman etmeyenler ve özellikle de Yahûdîler için bir tehdit manası içermektedir.

96

Yemin olsun ki, sen onları yaşamaya çok daha düşkün olduklarını, hatta her biri bin yıl ömür sürmeyi arzulayan müşriklerden de daha çok yaşamaya düşkün bulursun. Halbuki uzun bir ömür hayat sürmeleri onları asla azaptan kurtaracak değildir. Kaldı ki, Allah onların tüm yaptıklarını tam ve eksiksiz olarak görür.

“Yemin olsun ki, sen onları yaşamaya daha düşkün bulursun.”

Burada, (........) zamîri ile, (........) kelimesi (........) fiilinin iki mef'ûludurlar. (........) Bu kelimenin nekra oluşu ile, belli bir hayat murat olunmaktadır. Bu da, uzun olması arzularıan hayattır. Çünkü bunu, (........) olarak okumak, Übeyy'in kırâati olan, (........) kırâatinden belâgat noktasından daha etkindir.

“Hatta her biri bin yıl ömür sürmeyi arzulayan müşriklerden de daha çok yaşamaya düşkündürler. “

Burada, (........) cümlesi bir öncesinin manası üzerine ma'tûftur. Çünkü, (........) ibâresinin manası, (........) takdirindedir. Evet buna göre, müşrikler de mana itibariyle, (........) yani, halk ifadesi içerisinde yerlerini almış oldular. Ancak halk ifadesinin içinde yer almış olmalarına rağmen ayrıca müşriklerin zikredilmesi, bunlara hayata olan düşkünlüklerinin diğer insanlara nazaran daha çok olmasındandır. Nasıl ki, melekler ifadesi içerisinde yer almalarına rağmen ayrıca Cebrâîl ve Mikâîl'den özellikle zikredilmesi onların önemini göstermekte ise, işte bu da aynen böyledir.

Yahut da, “Bunların müşriklerden de çok yaşamaya düşkün oldukları “manası murat olunmuş olabilir. Bu ifadeye, (........) cümlesi delâlet ettiğinden hazf olunmuş (gizlenmiş) olabilir.

Şüphesiz burada büyük bir uyan yer almaktadır, tevbih vardır. Çünkü müşrikler âhiret hayatına, akıbete îman etmezler ve onlar sadece bu dünya hayatım var kabul ederler. Dolayısıyla onların dünya hayatına düşkünlükleri garipsenmemeli. Çünkü onların cenneti burasıdır.

Eğer kendilerine kitap verilmiş olanlar, âhiret (cezâ) gününe îman ettikleri hâlde çok yaşama isteği bu denli fazla ise elbette onlara yapılacak olan uyan ya da tevbih daha büyük olacaktır ve bunu hak etmektedirler. Ancak kitap ehlinden böylene yaşamaya müşriklerden daha fazla düşkünlüklerinin artmış olması, bunların cehenneme kesin gideceklerini bilmiş olmalarından ileri gelmektedir. Zira kendi durumlarını bilmektedirler. Halbuki müşrikler bunu bilmezler. Bir de, (........) kavli, yeniden hayata başlama manasında, bunların ne kadar buna düşkün olduklarını açıklamak içindir.

Bir tefsire göre de, “müşriklerden de çok..” ifadesinden kasıt, mecûsîler, yani ateşe tapanlardır. Çünkü bunlar kralları için, “Bin Nevruz yaşa, hayat sür!” şeklinde dua ederlerdi. Abdullah ibn Abbâs'ın rivâyetine göre, acemler yani Arap olmayanlar, “Bin yıl ömür sür!” diye dua ederlermiş.

(........) Cümlesinin yeni (ayrı) bir cümle olarak değerlendirilmesi de mümkündür. Buna göre mana şöyledir: “Yahûdîlerden öyle insanlar da vardır ki,.. “Buna göre burada mevsûf mahzûfdur (gizlidir). Dolayısıyla, “Şirk koşanlar” ifadesinden işaret olunanlar Yahûdîlerdir. Çünkü bunlar, Uzeyir Allah'ın oğludur, demektedirler.

“Halbuki uzun bir ömür hayat sürmeleri onları asla azaptan kurtaracak değildir.”

Buradaki, (........) zamîri, (........) e râcidir (işaret eder). (........) kelimesi, (........) nin failidir.

Yani: “Onlardan herhangi birisinin uzun bir ömür sürmesi, onu cehennem ateşinden uzak tutacak değildir.” demektir. Ayrıca, (........) zamîrinin mübhem (kapalı) olması ve (........) kelimesinin de onu açıklayan olması da mümkündür.

(........) kelimesi “uzaklaştırmak” manasınadır.

“Camiu'l-Ulûm” ve başka eserlerde belirtildiği gibi, (........) kelimesi, (........) manasınadır. Çünkü burada, (........) kelimesi, (........) yerinde gelmiştir. Dolayısıyla, (........) fiili olan, (........) ile birlikte mevsim tar manasındadır. Bu da, (........) kelimesinin mef'ûlüdür.

Yani; “Onlardan her biri ister ki bin yıl yaşasın. “

“Kaldı ki, Allah onların tümyaptıklarını tam ve eksiksiz olarak görür.”

Yani, sözü geçen kâfirlerin yapıp ettiklerini görür ve buna göre de onları cezâlarıdırır.

Kırâat imâmlarından Ya'kûb, (........) kelimesini, (........) harfiyle, (........) olarak okumuştur.

97

De ki: “Kim Cebrâîl'e düşman ise, iyice bilmelidir ki, Allah'ın izniyle öncekileri doğrulayan, mü'minler için de bir hidâyet kaynağı ve müjdeleyici olarak Kur'ân'ı senin kalbine indiren odur.”

“De ki: (........)”

Bu âyette geçen Cebrâîl ismi, kırâat imâmlarından İbn Kesîr'e göre hemzesiz olarak, (........) harfinin fethası (üstünü) ve (........) harfinin de kesresiyle (esresiyle) olmak üzere, (........) okumuştur. (........) ve (........) harflerinin fethalı ve hemzeli olarak Hafs dışında Hamza, Kisâî ve Halef, (........) olarak okumuşlardır. Bu kırâat imâmlarının dışındakiler de, görüldüğü gibi (........) ve (........) harflerinin esresi ve hemzesiz olarak, (........) okumuşlardır. Kelime hem ma'rife ve hem de ucmelik (yani Arapça kökenli) olmaması sebebiyle gayri munsariftir. Cebrâîl kelimesinin manası Allah’ın kulu anlamında Abdullah demektir. Çünkü “cebr” Süryanî dilinde (........)

Yani kul, köle manasınadır. (........) ise Allah'ın adıdır.

Anlatıldığına göre Yahûdî din bilginlerinden olan İbn Surya, Hazret-i

Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) İle taitlŞlT ve Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)

— Sana vahyi indiren kimdir? Kim getirir?” diye sorar. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) de:

— Cibril'dir, diye cevaplar. Bunun üzerine İbn Surya:

— O zaten bizim düşmammızdır. Eğer sana vahyi indiren Cebrâîl değil de bir başka melek olsaydı mutlaka sana îman ederdik. Hem o bize defalarca düşmanlıkta bulundu durdu. Bunun en ağır olanı da, bizim peygamberimize gelip Beyt-i Makdis'in Buhtunnasar tarafından yakın bir gelecekte tahrip edileceği haberiydi. İşte bunun üzerine biz de, o henüz bir şey yapamayacak miskin (zavallı) bir çocuk iken onu öldürecek birini gönderdik. Fakat Cebrâîl buna engel oldu ve:

“Eğer Rabbiniz ona sizi helâk etmesi emrini vermiş ise, Allah sizi onun başına musallat kılmaz (size bu fırsatı vermez). O gelip mukadder olanı yapar. Fakat eğer o bunu yapmayacaksa bu takdirde hangi suça dayanarak onu öldüreceksiniz?” dedi. Bak. Vahidi, Esbabu'l-Nüzul; S: 18-19.

“İyice bilmelidir ki, Kur'ân'ı senin kalbine indiren O'dur.” Senin kalbine Kur'ân'ı indiren Cebrâîl'dir.

İşte bu türden izmar (gizleme), yani önceden ilgiliden söz etmeksizin olan izmar, burada malum şey ile ilgili durumun azametinden ve oldukça yaygın bir şöhrete sahip olmasından ileri gelmektedir. Sanki bizzat onun kendisine delâlet eder gibi. Dolayısıyla onun niteliklerinden herhangi birine işaretle, açık olarak ismini anmanın yerine yeterli buluyor. Ayrıca ismi zikretmeye gerek duymuyor.

Burada, (........) ifadesiyle, bizzat onu sana hıfzettirmekle, unutturmamakla, demektir. Ancak burada kalp ifadesine yer verilmesinin sebebi, bunun ezber, hıfzetme, koruma yeri olması sebebiyledir. Meselâ; bir başka âyette Rabbimiz şöyle buyuruyor:

“Onu Ruhu'l-Emin (Cebrâîl) senin kalbine indirmiştir.” Şuara, 193-194.

Halbuki burada uygun ifade olarak, “Benim kalbime indirdi.” denmeliydi. Ancak bu, Allah'ın kelâmını -sözünü hikâye- anlatma yoluyla onunla konuştuğu gibi gelen bir ifadedir. Bundan ötürü de böyle gelmiştir.

Birde, (........) ifadesinin şartın cezâsı olması da doğru olabilir. Çünkü bunun takdiri şöyledir:

“Eğer kitap ehlinden, yani Yahûdî ve Hırıstiyanlardan herhangi biri Cebrâîl'e düşmanlık gösteriyorsa, bununla birlikte Cebrâîl'in ona düşmanlık beslemesinin bir manası yoktur. Çünkü Cebrâîl, kendisinden önce indirilmiş olan kitapları da doğrulayan bir kitap indirmiştir. Eğer adil hareket etseler ve insaflı olsalardı mutlaka onu severlerdi. Bununla da kalmayıp onlara faydalı olacak bir şeyi indirdiği ve onlara indirileninin sahihliğini bildirdiği için de kendisine teşekkürde bulunurlardı.”

Bir diğer tefsire göre de bunun şartı mahzûftur ve takdiri de şöyledir:

“Kim Cebrâîl'e düşman olursa o derhal öfkesinden gebersin! Çünkü senin kalbine vahyi Allah'ın izniyle (emriyle) indiren odur.”

Önceküeri doğrulayan, nüVmîrîler için de bir hidâyet kaynağı ve müjdeleyici olarak -Kur'ân'ı senin kalbine indiren odur-.” Aslında bu, Yahûdîlere bir cevap niteliğindedir ve onların söylediklerini reddetmektedir. Çünkü, Yahûdîler diyorlardı ki:

Cebrâîl hep savaş ve şiddetle gelir, bunları indirir.” Dolayısıyla buna şöyle cevap veriliyor:

“O aynı zamanda hidâyet ve müjdelerle de iner.”

(........) ibâresi burada, (........) fiilindeki zamîrden hâldir.

Yani

“Ona verilen iznin bir gereği olarak...” demektir. (........) kelimesi de, (........) kelimesindeki, (........) zamîrinden hâldir. Nitekim, (........) ifadesi de, hâldir ve, (........) ve (........) takdirindedir.

Batınîler derler ki: “Kur'ân şu anda bizim okumakta olduğumuz harflerle Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’e indirilmedi. Ancak onun kalbine ilham olarak indirildi. Fakat Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) onu Arapça olarak ve şu anda okumakta olduğumuz harflerle aktardı. Asıl Kur'ân işte o batında ilham olunan Kur'ân olup, şu andaki lâfızlarla okuduğumuz değildir. Çünkü Allah,

“Onu Cebrâîl senin kalbine ... indirdi” buyurmuştur.”

Ancak Ehl-i sünnet olarak biz de deriz ki:

Bu yanlış ve fasid bir iddiadır. Çünkü, Allah Kur'ân'ı hayret uyandıran nazmıyla mu'cize kılmıştır. Bu manasıyla o bir mu'cizedir. Nitekim Allah şöyle buyuruyor:

“Haydi onun benzeri bir sûre getirin!” Bakara, 23.

Yine şöyle buyurmuştur:

“Biz onu Arapça bir Kur'ân olarak indirdik...” Yûsuf, 2.

İşte bu, bakmaya, okumaya taallûk etmektedir (işaret etmektedir), ilhama değil.

98

Kim Allah'a, meleklerine, peygamberlerine, Cebrâîl'e ve Mikâil'e düşman olursa, iyice bilsinler ki, Allah inkârcı kâfirlerin düşmanıdır.

“Kim Allah'a, meleklerine,peygamberlerine, meleklerine, Cebrâîl'e ve Mikâîl'e düşman olursa...”

Kırâat imâmlarından Ebû Amr, Ya'kûb ve Hafs, (........) olarak okumuşlardır. Ancak kırâat imâmlarından Nâfî ve Ebû Cafer ise, bunu tıpkı, (........)(........) kalıbında, (........) olarak hemzenin ihtilasıyla (yani (........) harfi olmaksızın) okumuşlardır. Bunların dışındaki kırâat imâmları da, med ile ve hemzenin kesresiyle (........) harfi de olmak kaydıyla, (........) tarzmda okumuşlardır. Özellikle faziletlerinden ve diğer meleklerden üstünlükleri sebebiyle bu iki melek ayrıca isimleri zikredilmekle belirtilmiştir ki, sanki bu ikisi başka bir cinsten imiş gibi gösterildi. Çünkü, nitelik açısından olan farklılık, zât bakımından olan farklılık yerine geçer.

“İyice bilsin ki, Allah inkârcı kâfirlerin düşmanidir.” Âyette bizzat kâfirler diye açık olarak belirtildi. Halbuki “Onlara” diye zamîr gelebilirdi. Ancak zahir olarak getirilmesi, Allah'ın, onlara küfürleri yüzünden düşman olduğu gerçeği anlaşılsın.” diyedir. Çünkü nasıl ki peygamberlere düşmanlık küfür nedeni ise, meleklere de düşmanlık aynen peygamberlere olan düşmanlık gibi küfür sebebidir. Kin onlara düşmanlık ederse, Allah da onlara düşmanlıkta bulunur ve düşmanıdır.

99

Yemin olsun ki; biz sana apaçık âyetler (mu'cizeler) indirdik. Bilmelisin ki, bunları hakkın karşısına dikilen fâsıklardan başkası inkâr etmez.

“Yemin olsun ki; biz sana apaçık âyetler (mu'cizeîer) indirdik. Bilmelisin ki, bunları, hakkın karşısına dikilen fâsıklardan başkası inkâr etmez.” Fâsıklar, kâfirlerden tereddüt içinde olan kesimdir.

(........) kelimesinin başındaki (........) harfi cins manasındadır, bu da kâfirler demektir. Fakat en güzel tefsiru bunun, kitap ehli olan Yahûdî ve Hırıstiyanlara işaret ettiğidir.

İbn Abbâs (radıyallahü anh) tan rivâyete göre, Yahûdî bilginlerinden İbn Surya, Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’e:.

“Sen bize bizim bilip tanıdığımız hiçbir şey getirmedin, sana tabi olabileceğimiz bir âyet de sana indirilmedi.” der. İşte bunun üzerine bu âyet inmiştir. Bak. Taberi Tef. 1/441.

100

Yahûdîler ne zaman bir antlaşma yaptılarsa içlerinden bir grup o antlaşmayı hiçe sayarak bozmadı mı? Bilâkis onların çoğu zaten îman etmezler.

“Yahûdîler ne zaman bir antlaşma yaptılarsa içlerinden bir grup o antlaşmayı hiçe sayarak bozmadı mı?”

Burada, (........) bir mahzûf ifadeye atıf içindir. Bunun takdiri de şöyledir:

“Apaçık âyetleri inkâr mı ettiler? Onlar ne zaman bir antlaşma yaptılarsa, o antlaşmayı bozdular ve terk ettiler, geri ittiler.”

Yine âyette, “İçlerinden bir grup” diye söylendi. Bu içlerinde antlaşmayı bozmayanların var olduğunu göstermek içindir.

“Bilâkis onların çoğu zaten -Tevrât'a- îman etmezler.” Bunlar zaten din adına bir şeye inanmazlar. Dolayısıyla antlaşmayı bozmanın, ahde vefa etmenin bir günah, bir suç ve vebal olduğunu zaten kabul etmezler ve buna aldırmazlar bile. Çünkü önemsemezler.

101

Ne zaman ki kendilerine, yanlarındakini doğrulayan bir peygamber Allah tarafından geldiyse, kendilerine kitap verilenlerden bir kısmı Allah'ın kitabını hiçe sayarak, sanki onu hiç bilip tanımıyorlarınış gibi arkalanna atıp terk ettiler.

“Ne zaman kendilerine, Allah tarafından yunlarındakini doğrulayan bir peygamber -Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) geldiyse...”

“Kendilerine kitap verilenlerden bir kısmı” “Allah'ın kitabını hiçe sayarak arkalanna atıp terk ettiler.” Yanlarındaki kitaptan kasıt, Tevrât'tır. “Kendilerine kitap verilenler” den murat Yahûdîlerdir.

“Allah’ın Kitabı” ndan kasıt da, Tevrât demektir. Çünkü yanlarındaki kitap olan Tevrât'ı doğrulayan Resûlüllah Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)i inkâr etmek demek, Tevrât'ı da inkâr etmek demektir. Ya da Allah'ın Kitabından kasıt Kur'ân'dır. Çünkü onu almaları, kabullenip inanmaları gerekirken terk ettiler, hiçe saydılar. (........)ise, Allah'ın kitabını terk etmelerine bir örnek ve temsildir. Ondan yüz çevirmeleridir.

Âyette, “Arkalanna attılar.” ifadesi bir temsil olup, Yahûdîler buna ihtiyaç duymadıklarını, bundan müstağni olduklarını söylediler, manasınadır. Allah'ın kitabına ilgilerinin azlığını belirtmektir.

“Sanki -onun Allah'ın kitabı olduğunu- hiç bilip tanımıyorlarınış gibi.”

 

 

 

 

Ana Sayfa (Kur'an-ı Kerim) Aynı Pencere

Geri

 

(T :  M : 1310  H : 710)

 

NESEFÎ / MEDÂRİK TEFSÎRİ - (TÜRKÇE)

 

HANEFÎ

 

İleri

Sayfayı Büyüterek Aynı Pencerede Aç