İsnad sahabide son bulduğu gibi, bazan da tabi’ide son bulur. Tabi’i, yukarıda zikrolunan sahabiye mülaki olan kimsedir. Şu var ki bu şartlar iman hariç, mülakata taalluk eden ve mülakatla birlikte zikrolunan diğer hususlardır; iman bunların dışındadır ve sadece Peygambere mahsustur. Tabi’inin tarifinde muteber olan görüş bu olmakla beraber, bazı kimseler bu görüşe muhalefet etmişler ve tabi’inin, sahabiyle uzun müddet beraber bulunmasını yahut hadis sema’ının sıbhatini, yahutta temyiz için gerekli yaş haddine erişmiş bulunmasını şart koşmuşlardır.

Burada, sahabe ile tabi’un arasında bir tabaka daha vardır ki, bunların sahabe ve tabi’undan hangisine ilhak edilmeleri hususunda görüş ayrılığı mevcuttur. Muhadram denilen bu kimseler, hem cahiliyye, hem de lslam devirlerini idrak etmişler, fakat Peygamberi görmernişlerdir. İbn Abdi’l Barr bunları sahabeden addetmiş, el-Kadı lyad ve diğer bazı kimseler de, İbn Abdi’l-Berr’in bunlara sahabe dediğini ileri sürmüşlerdir. Ancak onların bu iddiaları, münakaşaya değer bir konudur; zira İbn Abdi’l-Berr, kitabının mukad demesinde birinci asırda yaşamış olanları bir araya toplamak ve hepsini de şamil olmak üzere, bunlar arasında muhadramları da zikrettiğini açıkça belirtmiştir. Gerçek olan şudur ki, muhadramlar, mesela en-Necaşi gibi her hangi birinin Peygamber devrinde müslümıin olduğu bilinsin veya bilinmesin, hepsi de tabiunun büyüklerinden sayılır. Bununla bera- ber mirac gecesi, Peygambere yeryüzünde bulunan kimselerin hepsinin keşfedilmiş olduğu ve Peygamberin onların hepsini gördüğü sabit bulunursa, onun hayatında mü’min olan kimselerin, ona mülaki olmasalar bile, onun tarafından görülmüş olmaları itibariyle sahabeden sayılmaları mümkün olur.

İşte, isnadla ilgili olarak zikrettiğimiz bu tamamlaycıı bilgiden sonra diyebiliriz ki: Yukarıda zikri geçen üç kısımdan birincisine, yani ister muttasıl ister munkatı olsun isnadın sonu Peygamberde nihayet bulan hadise merfu, ikincisine yani sonu sahabide nihayet bulan hadise mevkuf, üçüncüsünde yani tabi’ide nihayet bulan hadise de maktu denilmiştir. Keza tabi’iden sonraki tabi’ut-tabii ve daha sonraki tabakalarda son bulması halinde de yine tabi’ide son bulan isnad gibi maktu ismini alır. Bunlar hakkında mevkuf tabirinin kullanılması da mümkün olmakla beraber, bu kullanış sadece fulan üzerinde mevktıf “Mevkufun an fulan” denilmesi halinde doğru olur.

Bu açıklama, ile maktu ve munkatı arasındaki ıstılahla ilgili fark da belirmiş olmaktadır. Munkatı daha önce de zikrolunduğu gibi, isnada müteallık bahislerdendir Maktu ise, biraz önce görüldüğü gibi metinle ilgilidir. Bazıları da maktü ve munkatı bazen aynı şeyler hakkında kullanmışlardır; ancak bu, kelimelerin sadece lügat yönünden kullanılışıdır.

Hadisçiler arasında bu son iki şekle, yani mevkuf ve maktu’a eşer de denilmiştir.