İsnad metne götüren yoldur; metin ise isnadın nihayet bulduğu sözdür. Buna göre bir isnad ya Rasululah’ta nihayet bulur ve onun sözlerinin ya sarihan yahutta hükmen olmasını iktiza eder. Aynı zamanda bu isnadla nakledilen hadis, ya Rasûlüllah’ın sözüdür; ya fiilidir; yahutta takriridir. İşte bu şekilde, isnadı Rasûlüllah’da nihayet bulan hadise merfu denilmiştir.

Rasûlüllah’ın sözlerinden sarihan olan merfu’un misali, sahabinin semi’tu Rasula’llah yakulu keza yahut haddesena Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) keza, yahutta ‘an Rasuli’llah ennehu kale keza ve buna benzer sözler söylemesidir.

Rasûlüllah’ın fiillerinden sarihan olan merfu’un misali, sahabinin ra’aytu’n-Nebiyye fe’ale keza, yahutta yine sahabi veya başka bir kimsenin kane Rasûlüllah yef’alu keza demeleridir.

Rasûlüllah’ın takrirlerinden sarihan olan merfu’un misali sahabinin fe’altu bi-hazrati’n-Nebiyyi keza yahut yine sahabi veya bir başkasının fe’ale fulan yahut fu’ıle bi-hazra ti’n-Nebiyiy keza demeleri ve Rasûlüllah’ın, huzurunda yapılan bu şeyleri reddettiğine dair hiç bir şey zikretmeme- leridir.

   Rasûlüllah’ın (sallallahü aleyhi ve sellem) sözlerinden hükmen olan merfu’un misali, sahabinin, israiliyattan almadığı, içtihad eseri olmayan ve bir lügatın beyanına veya garip bir kelimenin şerhine taalluk etmeyen, fakat yaratılışın mebdei ve peygamberler gibi geçmişe ait haberlerle, fiten (dahiliharpler), kıyamet gününün ahvali ve melahım (diğer harpler) gibi geleceğe ait haberleridir. Keza, bir fiilin yapılmasıyle hasıl olacak sevap veya ıkab hakkındaki sahabi haberi de böyledir ve bu gibi haberler merfu hükmüne sahiptir. Çünkü sahabinin bunları haber vermesi, o sahabiye haber veren bir başkasının bulunmasını iktiza eder. içtihad eseri olmayan haberlerde de sahabeyi bunlara vakıf kılan Rasûlüllah’dan başkası olamaz. Yahut eski kitaplardan aldıkları haberleri nakleden bazı kimseler de vardır ki, sözün başında bunlar bahis konusu edilerek, haberin israiliyattan alınmış olmaması şart koşulmuştur. İşte, sahabeyi haber verdiği şeyler hakkında yalnız Rasûlüllah’ın muttali kıldığı anlaşılan bu gibi haberler, sahabenin kale Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) diyerek rivâyet ettikleri haberler hükmündedir ve sahabi bunları ister doğrudan doğruya Rasûlüllah’dan (sallallahü aleyhi ve sellem) işitmiş olsun, ister bir vasıta ile ondan almış olsun, hepsi de merfudur.

Rasûlüllah’ın (sallallahü aleyhi ve sellem) fiillerinden hükmen olan merfu’un misali, sahabinin içtihad eseri olmayan bir işi işlemesidir. Öyle ki, sahabide görülen bu işin Rasûlüllah’dan geldiği hükmüne varılır. Güneş tutulması halinde Ali’nin her rek’atta ikiden fazla rüku ile kıldığı namaz hakkında eş-Şafii’nin haberi bu cümledendir.

Rasûlüllah’ın (sallallahü aleyhi ve sellem) takrirlerinden hükmen olan merfu’un misali, sahabinin Rasululah (sallallahü aleyhi ve sellem) zamanında yaptıkları işleri haber vermesidir. Bunlar hakkında da merfu hükmü verilir; çünkü sahabenin dinleriyle ilgili birçok meselelerde Rasûlüllah’a (sallallahü aleyhi ve sellem) sual sormalarını gerektiren sebeplerin çokluğu dolayısıyle, Rasûlüllah’ın (sallallahü aleyhi ve sellem), sahabenin fiillerine muttali olması kadar tabii birşey yoktur. Aynı zamanda bu devir vahyin gelmekte olduğu bir devirdir. Bu bakımdan sahabe her neyi yapmış ve yapmakla devam etmişlerse, o yapılan şey, yapılması yasaklamnayan şeylerdendir.

Nitekim Cabir ve Ebu Sa’id’in “azl” in caiz olduğu hükmünü istidlal etmeleri, bunun en güzel örneğini teşkil eder, bu işi (yani azli) yapıp duruyorlardı ve Kur’an’ın nüzulu de henüz sona ermiş değildi. Eğer “azl” yasaklanan fiillerden olsaydı her halde Kur’anı Kerim bunu yasaklardı.

Hükmen merfu olduğunu belirttiğimiz haberlere, Rasûlüllah’a nisbeti, dolayısıyle sarih sigaların kullanılması rnümkün olan yerlerde kinaye sigasıyle rivâyet olunan halde dahildir. Mesela tabi’iin sahabiden rivâyet ederken yerfe’u’l-hadis (hadisi ref eder), yahut yenvihi (hadisi nisbet eder), yervihi (hadisi rivâyet eder), rivâyeten (rivâyet ederek), yebleğu bihi (hadisi iblağ eder), yahutta revahu (hadisi rivâyet etti) sigalarını kullanması bu cümledendir.

Bazan da sözün asıl sahibini hazfederek rivâyette kısaltma yaparlar ve bununla Rasûlüllah’ı kasdetmiş olurlar.İbn Sirin’in Ebu Hureyre’den rivâyetle kale; tukatilune kavmen demesi böyledir. El-Hatibu’l-Bağdadi’ye göre kailin hazfi usulu Basralılara has bir ıstılahtır.

Sahabinin mine’s-sünneti keza (şu şey sünnettendir) sözü, hem merfu hem de mevkuf olma ihtimali bulunan sigalardandır.

Hadisçilerin çoğu bunun merfu olduğu görüşündedirler.İbn Abdi’l-Berr, bu görüş üzerinde ittifak bulunduğunu ileri sürmüş ve “sahabiden başkası da bu ibareyi kullansa sunnetu’l-Omereyn ibaresinde olduğu gibi sünnet lafzını sahibine izafe etmedikçe yine hükmen merfudur” demiştir.

Ancak, İbni Abdi’l-Berr’in bu görüş üzerinde ittifak bulunduğu yolundaki iddiası ihtilaflı bir konudur. Eş-Şafi’den bu konu ile ilgili olarak iki görüş nakledilmiş, şafi’iyyeden Ebu Bekr eş-Şayrafi, hanefiyyeden Ebu bekr er-Razi ve zahiriyyeden İbn Hazm, merfu olmadığı görüşüne zahib olarak, sünnetin Rasûlüllah’la diğerleri arasında mütereddit olmasını delil göstermişlerdir. Şu var ki, bunlara cevap olarak, sünnet bahis konusu olduğu zaman, bununla Rasûlüllah’ın sünnetinden başkasının kastedilmiş olmasının uzak bir ihtimal olduğu da ileri sürülmüştür. Nitekim el-Buhârî, Sahih’inde lbn Şihab ez-Zuhri tarikiyle Salim İbn Abdillah İbn Ömer’in babasındarı naklettiği el-Haccac ile olan bir kıssa sını zikretmiştir. Bu kıssaya göre Salim İbn Abdillah İbn Ömer el-Haccac ile olan bir kıssasını zikretmiştir. Bu kıssaya göre Salim İbn Abdillah İbn Omer, el-Haccac’a “Eğer sünnete göre amel etmek dilersen öğle ve ikindi namazlarını cemederek kıl” demiş; İbni Şihab da Salim’e “Rasûlüllah bunu yapıyor mu idi?” diye soruncu, Salim Rasûlüllah’ın sünnetinden başka bir şeye mi tabi olurlar? cevabını vermiştir. Medine ehline mensub, fukaha-i seb’adan ve tabi’un hafızlarından olan Salim, sahabenin sünnet lafzını kullandıkları zaman, bununla yalnız Rasûlüllah’ın sünnetini kasdettiklerini mezkur haberinde açıklamıştır.

Bazılarının “madem ki bu merfudur; o halde niçin burada kale Rasulullulah (sallallahü aleyhi ve sellem) demiyorlar?” sözüne verilecek cevap ise şudur: Onlar bu şekilde kesin bir tabir kullanmayı, günahtan sakınmak ve ihtiyatlı olmak maksadıyle terketmişlerciir. Nitekim Ebu Kılabe’nin Enes İbn Malik’ten rivâyet ettiği “Mine’s-sünneti iza tezevvece’l-bikru ale’s-sey biekame indeha seb’an” hadisi bu cümledendir ve hadis, el Buhârî ve Müslim tarafından Sahih’lerinde nakledilmiştir. Ebu Kılabe, bu hadisle ilgili olarak şöyle demiştir: “Eğe dileseydim, Enes’in, hadisi Rasûlüllah’a ref ettiğini söylerdim ve bunu söyleseydim yalan söylemiş olmazdım; çünkü mine’s-sünnet sözünün manası ref’tir; fakat sahabenin zikrettiği siga ile hadisi rivâyet etmek daha iyidir.

Sahabenin umirna bi-keza (şu şeyle emrolunduk) ve nuhiyna an keza (şu şeyden nehyolunduk) sözleri de bu kabildendir. Bu sözlerle ilgili olarak ortaya çıkan ihtilaf, bundan önceki mine’s-sünneti sözüyle ilgili olan ihtilaf gibidir; çünkü bu emir ve nehiy mutlak zikrolunduğu zaman, zahiri, o emir ve nehyin sahibi olan bir kimseye delalet eder ki, bu kimse de Rasûlüllah’dan başkası değildir. Bununla beraber bazı kimseler, bu görüşe de muhalefet etmişler ve bu emir ve nehiyden maksadın Kur’an emri, yahut icma, bazı halifelerin emir ve nehiyleri, yahutta içtihad ve istinbat olduğu ihtimali üzerinde durmuşlardır. Bu itiraza ise şu cevap verilmiştir: Asıl olan ilkidir; diğerleri ise ihtimaldir ve asla nisbede ikinci planda kalır. Bu, tıpkı bir reisin emri altında bulunan bir şahsın “emrolundum” dediği zaman, ona emredenin reisinden başka birinin olmayışı gibidir.

Emir olmayan bir şeyin emir zannedilmesi ihtimalini ileri süren kimselerin sözlerinin ise bu mesele ile hiçbir ilgisi yoktur; öyle ki, bu ihtimal, râvinin “Rasûlüllah bize şunu emretti şeklindeki açık ifadesinde bile mevcuttur. Onun için bu ihtimal zayıftır. Sahabe, âdil ve kullandığı dili iyi bilen kimselerdir; bir şey emir olarak tahakkuk etmedikçe buna emir ıtlak etmeyecekleri aşıkardır.

Sahabinin kunna nef’alu keza (biz şöyle yapardık) sözü de, yukarıda zikredildiği gibi hükmen merfudur.

Keze sahabinin, herhangi bir fiil hakkında Allah ve Rasulu’ne taat veya masiyetle hükmetmesi de böyledir. Mesela Ammar’ın “Men same yevmu’ş-şek ellezi yeşukku fiy bi fekad asa ebe’l-kasım salallahu aleyhi ve sellem” sözü bu kabildendir ve ref ile hükmedilmiştir; çünkü sahabinin, bu sözü Rasûlüllah’dan aldığı açıkça anlaşılmaktadır.