Daha önce zikri geçen ferd-i nisbi, ferd olduğu zannedildikten sonra, başka hadisçinin ona muvafakat ettiği görülür se, bu ikinci hadise mutabi’ denir. Mutabeatın çeşitli mertebeleri vardır. Eğer mutabeat, râvinin bizzat kendisi için hasıl olursa buna mutabeat-ı tamme, râvinin şeyhi ve üstündekiler için hasıl olursa, buna da mutebeat-ı kasıra denir. Mutabeattan, ferd zannolunan hadisin takviyesi yönünden istifade olunur.
Mutabeata misal olarak, eş-Şafi‘inin, Kitabu‘l-Umm’da Malik İbn Enes’ten, onun Abdullah İbn Dinar’dan, onun İbn Örner’den, İbn Ömer’in de Rasûlüllah’dan rivâyet ettiği “ay 29 gündür (fakat 30 gün olduğu da vakidir. Bu itibarla) hilali görmedikçe oruca başlamayın ve yine hilali görmedikçe orucu bozmayın. Eğer hilal, bulut v.s, dolayısıyle örtülü olur görülmezse, sayılı günleri otuza ta- mamlayın” hadisi zikredilebilir.
Bazı kimseler, bu lafızlarla gelen hadisi, eş-Şafi’inin Malik’ten rivâyetiyle tek kaldığı bir hadis zannetmişler ve onu eş-Şafii’nin garip hadislerinden saymışlardır. Çünkü Malik’in ashabı aynı hadisi, yine bu isnadla “Fein ğamme aleykum fekduru lehu” şeklinde Malik’ten rivâyet etmişlerdir. Fakat sonradan eş-Şafi’i için bir mutabi bulduk; o da, Abdullah İbn Mesleme el-Ka’nebi’dir. El-Buhârî, el-Ka’nebi tarikiyle Malik’ten aynen eş-Şafi’inin hadisi gibi rivâyet etmiştir. İşte bu, mutabeat-i tammedir.
İbni Huzeyme’nin Sahih’inde eş-Şafi’i için bir de mutabeat-ı kasıra bulunmaktadır. Bu hadisi, İbn Huzeyme, Asım İbn Muhammed tarikiyle babası Muhammed İbn Zeyd’ten, o da ceddi Abdullah İbn Ömer’den “Fekemmilu selasiyn” lafzıyle nakletmiştir. Bir başka mutabeat-ı kasıra da Müs- lim’in Sahih’inde Ubeydullah İbn Ömer rivâyetiyle Nafi’den gelmiştir; Nafi, hadisi “Fakduru selasiyn” lafzıyle İbn Ömer’den rivâyet etmiştir.
Burada şunu da belirtmek gerekir ki, mutabeat ister tamme olsun, ister kasıra olsun, lafzen gelmesi şart değildir. Aynı sahabinin rivâyetinden olmak suretiyle mana yönünden ittifak hasıl olmuşsa, bu, mutabeat için kafidir.
Eğer bir başka sahabinin hadisinden rivâyet olunan ve hem lafız, hem de mana yönünden, yahutta yalnız mana ybnünden öbürüne benzeyen bir başka metin bulunursa, buna da şahid denir. Bunun bir örneği, yukarıda verdiğimiz hadisin en-Nesai rivâyetidir. En-Nesai bu hadisi Muhammed İbn Huneyn tarikiyle İbn Abbas’tan, oda Rasûlüllah’dan almıştır ve aynen Abdullah İbn Dinar’ın İbn Omer’den rivâyet ettiği şekilde zikretmiştir. Bu, lafız yönünden benzerliktir. Mana yönünden benzerliğe gelince, bu da, el-Buhârî’nin Muhammed İbn Ziyad tarikiyle Ebu Hureyre’den “Fe-in gamme aleykum fekem ıddete şa’ban selasiyne” lafzı ile rivâyet ettiği hadistir.
Bazı kimseler, mutabeatı, ister bu sahabi rivâyetinden olsun, ister başka sahabi rivâyetinden olsun, lafız yönünden, şahidi de mana yönünden benzer olanlara tahsis etmişlerdir. Bazen de mutabeat şahide, şahid de mutebeata ıtlak olunmuştur; bu konu basittir.
Şu da bilinmelidir ki, ferd zannolunan bir hadisin mutabi’ı bulunup bulunmadığının anlaşılması için, o hadisin turuk veya isnadlarının cami, müsned ve cüz denilen hadis kitaplannda araştırılmasına itibar denir. İbnu’s-Salâh’ın Ulumu’l Hadis adlı kitabında. Başlık olarak kullandığı “i’tibar, mutabi’at ve şevahid bilgisi” sözünden, i’tibarın, diğer ikisinin bir kısmı olduğu vehmine düşülür. Halbuki bu yanlıştır. Çünkü i’tibar, diğer ikisine ulaşmak için takip edilen bir yoldur.
Makbul haberlerin yukarıda zikrolunan bütün kısımları, haberler arasında birbirine aykırılık vukubulduğu zaman, derecelerine itibar etmek bakımından fayda sağlar.