Geri

   

 

 

İleri

 

1- ÂMİL

Birinci bâb, Âmil hakkındadır. Önce bilmiş ol ki, kelime, müfred bir ma’nâ için konulmuş (yani kedisinden bir ma’nâ anlaşılan lafızdır.) Üç kısma ayrılır:

1-Fiil: (Bütün)  hey’etiyle ma’nâca, üç zamândan birine delâlet eden lafızdır. Bunun özellikleri de, başına: ......-......-......-......-......-......- ,emir için olan (...) ve nehy için olan (...) nın dâhil olmasıdır. Fiilin hepsi ileride geleceği (=anlatılacağı) üzere Âmildir.

2 -İsim: Üç zamândan birine yakınlığı olmayıp (=delâlet etmeyip), yalnız başına (= müstakil) bir ma’nâ ifâde eden lafızdır. Bunun özellikleri de: (Sonuna) tenvîn’in, (başına) harf-i cerr’in, lam-ı ta’rif’in dâhil olması ve ismin; mübtedâ, fâil ve muzâf olmasıdır. (İsmin) bazısı; ism-i fâil gibi Âmildir. Bazısı da; zamîr ve ism-i mevsûl gibi Âmil değildir.

3-Harf: Müstakil olmayan bir ma’nâya delâlet edip (yani yalnız başına ma’nâsı olmayıp), başka kelimeyi anlamak için âlet olan lafızdır. (Harfin) bazısı: harf-i cerr gibi Âmildir. Bazısı da, (...) ve (...) gibi Âmil değildir.

Âmil: Bir vâsıta ile kelimenin sonunun, i’râbdan belli bir vecih üzere olmasını gerektiren şeydir.

Buradaki vâsıtadan murâd, i’râbı iktizâ eden (=isteyen) demektir. Bu iktizâ (= isteyicilik ve gerektirme), isimlerde, değişik ma’nâların ard arda gelmesidir. Bu gizli ma’nâların iyice anlaşılmaları için açık alâmetler vardır. (İşte bu alâmetler i’râbdır. Meselâ: “ .......= Zeyd, Amr’ın kölesini dövdü. Dediğimizde (...... ) fiili, (......) in sonunun ötüreli ve (......)’ın sonunun üstünlü olmasını bir vâsıta ile gerektirdi. O vâsıta da, her ikisine (......) fiilinin tealluk etmesi sebebiyle “...” üzerine fâiliyyetin ve “Gulâm” üzerine mef’ûliyyetin vârid olmasıdır. “...” lafzî da, “Amr” ’a muzâf olmasından dolayı (yani diğer bir deyimle Amr’ın, Gulâm’a muzâf’un ileyh olmasından dolayı), Amr’ın sonunun esireli olmasını gerektirdi.

Sonuç: Âmil, isimlerdeki gizli ma’nâları (birçok alâmetlerle) ortaya çıkarır. O gizli ma’nâlar, alâmetlerin nasbını (=ortaya konulmasını, vazını) iktizâ eder(ler.) O da i’râbdır.

Fiilerde, isme tâm benzerlik vardır. O benzerlik de, sâdece müzâri’’ fiildedir. Çünkü müzâri’’ fiil; lafz, ma’nâ ve isti’mâl (= kullanış) bakımından ism-i fâile benzer.

Birincisi (yani lafzen benzeyiş) harekelerde ve sükûnlarda, ism-i fâile uygunluğundan dolayıdır. Ör: (......) ve (......) gibi.

İkincisi (yani ma’nâca benzeyiş) fiil-i müzâri’’ ve ism-i fâilden her birinin, umûm ve husûsu kabul etmelerindendir. Çünkü ism-i fâil, lam-ı ta’rifden soyulduğunda, umûmu (= genelliği ve belirsizliği) ifâde eder. Ona lam-ı ta’rif dâhil olduğunda, husûsi (=özel ve belirli) olur. Ör: ..... ve ....... gibi.

Müzâri’’ fiil de, kendisine hal ve istikbâl harfleri dâhil olmadığında (bunlardan tecerrüd ettiğinde), hâl ve istikbâl ma’nâsını muhtemel olur.(taşır) Ör:( .......) gibi. Müzâri’’ fiile, hâl veya istikbâl harfleri(nden biri) dâhil olduğunda, hâl veya istikbâle mahsûs olur. (Yani hâl veya istikbâl ma’nâ ifâde eder.) Ör:" ..........” gibi.

(Fiil-i müzâri’’ ve ism-i fâil, hâl ve istikbâl) alâmetlerinden soyulduklarında, bunlarda hemen akla, hâl ma’nâsı geldiği için (birbirlerine benzerler).

Üçüncüsü (yani kullanış bakımından benzeyiş): Fiil-i müzâri’’ ve ism-i fâil’den her birinin, nekreye sıfat olmalarından ve lâm-ı ibtidânın, ikisinin de başına dâhil olabilmesindendir. Ör: “..........”

İşte bu benzeyiş, fiil-i müzâri’’nin ism-i fâile, onun asıl olduğu şeyde tâbi olmasını gerektirir. O (isim) de i’râbdır. (Zîrâ fiil-i müzâri’’nin tâbi olmak istediği şey, isimde asıldır.) Fiil-i müzâri’’nin tâbi olmak istediği şey isimde asıldır.) Fiil-i müzâri’’nin i’râbı ise asıl değildir. (Bilâkis tebaiyetledir). Meselâ “.......” dediğimizde, (......) edâtı, (......)’nin sonunun üstünlü olmasını -ism-i fâile benzediği için- gerektirdi.

Âmil, lafzî ve ma’nevî olmak üzere iki kısımdır.

1-1- LÂFZÎ

Lafzî, lisânda nasîbi (= yeri) olan anlamına gelip: semâî ve kıyâsî diye ikiye ayrılmıştır.

1-1-1- Semâî

Semâî de, işitildiği üzere öğrenilip kullanılan demek olup, bu da: İsimde Âmil ve fiilde Âmil olmak üzere iki çeşittir.

İsimde Âmil dahî iki kısımdır: Bir isimde Âmil, iki isimde Âmildir. (İki isimde Âmil ise) aslında mübtedâ ve haberi kastediyorum. Mübtedâ ve habere Âmilin dâhil olmasından sonra bu ikisi, Âmilin ismi ve haberi diye adlandırılırlar.

Bir İsimde Âmil

Bir isimde Âmil, isimi cerr eden (sonunu esire yapan) harflerdir ki, “cerr harfleri” ve “izâfet harfleri” diye adlandırılırlar. Bunlar 20 tânedir:

1- (....) (ile-e-a) anlamındadır. İlsak (=bağlamak, ulaştırmak) içindir.

2- (....) (den-dan) anlamındadır. İbtidâ’ (=başlama, başlangıç) içindir.

3- (......) (e-a) anlamındadır. İntihâ (=sona eriş, bitiş) içindir.

4- (…..) (den-dan) anlamındadır. Bu’d ve mücâvezet (uzaklık ve geçip aşmak) içindir.

5- (…..) (üzerine-üzerinde) anlamındadır. İsti’lâ içindir.

6- (…..) (için) anlamındadır. Ta’lîl ve tahsîs içindir.

7- (.....) (de-da) anlamındadır. Zarf içindir.

8- (…..) (gibi) anlamındadır. Teşbîh (=benzetme) içindir.

9- (…..) (e-a) kadar anlamındadır. Gâye içindir.

10- (…..) taklîl (=azlık) içindir. (Çokluk anlamına da gelir.)

11- Kasem (…..)’sıdır. Yemîn anlamındadır.

12-Kasem (…..)’sıdır. Bu da yemîn anlamındadır. Yemîn vâv’ı gibidir.

13- (…..) istisnâ içindir.

14- (…..) (-den beri, -dan beri) beri anlamındadır.

15- (…..) bu da (-den beri, -dan beri) anlamındadır.

Bu iki harf-i cerr, geçm zamânda İbtidâ (=bir işe başlamak) içindir. Bunlar bazan isim olurlar.

16- (…..) istisnâ içindir.

17- (…..) bu da istisnâ içindir. Bunlar çok kere fiil olurlar.

18- (…..) (olmamış olsaydı) anlamındadır. Kendisine bir zamîr bitiştiği zamân harf-i cerr olur. Başka bir şeyin varlığından dolayı, bir şeyin mümkün olmadığını (ifâde etmek) içindir.

19- (…..) (niçin) anlamındadır. İstifhâm (…..)’sına dâhil olduğunda (=ona bitiştiğinde) Ta’lîl için (harf-i cerr) olur.

20- (…..) (umulur ki) anlamındadır. Ukeyl kabîlesi lügatında tecerri (= ummak) içindir.

Bu harf-i cerrler için bir müteallak lâzımdır. Bu (müteallak): Fiil veya şibh-i fiil (=fiilin benzeri) veya fiil ma’nâsında bir kelime olur. Ancak bu harf-i cerrlerden (cümlede) zâid olanlar müstesnâdır. (bunlar için müteallak gerekmez). Ör: ....... “Allah yeter = kafi oldu” ve “..........” = “Sana bir dirhem yeter.” (cümlelerinde “bâ” harf-i cerri zâid olduğu için, müteallak lâzım değildir. Yani bu gibi zâid harf-i cerrler, başına geldikleri ismin sonunu esire yaparlarsa da müteallak istemezler.) “......, ......, ......, ......, ......, ......” (harf-i cerrleri zâid olmadıkları hâlde) yine müteallak istemezler. (yani asla, müteallaka muhtâc olmazlar.)

Zâid olan harf-i cerr’in ve müteallak istemeyen “......” harf-i cerr’inin mecrûrları, bu harf-i cerrler dâhil olmadan önceki hâl ve terkîb üzere kalırlar. (yani bu harf-i cerrler, dâhil olmadan nasıl iseler, öyle olurlar. Fakat hareke bakımından değişirler, esire olurlar.)

İstisnâ için olanlar “......, ......, ......” harflerinin mecrûrları ise “......” ile müstesnâ gibidir. (yani istisnâ edâtı olan illâ’dan sonra gelen müstesnâ gibidir.) Nitekim bu konu ileride gelecektir.

..... ve ...... nin mecrûrları (yani başına gelip de sonunu esire okuttukları isimler) mübtedâ, ve ondan sonra gelen isim de haberidir. Ör: ............. = “Eğer sen (var) olmasıydın, Zeyd helâk olurdu.” (Burada ......’nın mecrûrunun haberi, mukaderdir. O da” ...... = var, kelimesidir.) Diğer bir örnek: ......... = “Umulur ki Zeyd kâimdir.”

1- (Gerek zâid olsun ve gerekse zâid olmasın), şu yedi harf-i cerrden başkasının mecrûrları; eğer harf-i cerr, ...... veya onun ma’nâsında olursa -bu mecrûr kelime, müteallakı için, mef’ûl’un fîh olmakla berâber-mahallen mensûbdur. Ör: .......... veya ....... = “Mescidde namaz kıldım.” gibi.

2- Veya cârr ile mecrular, ... harf-i cerri veya onun ma’nâsında olursa, mef’ûl’ün leh olur. Ör: ............. “Zeyd’i terbiye etmek için dövdüm” ve: .......... = “Niçin âsî oldun?” gibi.

3- Eğer harf-i cerr, ...... ve ...... ma’nâsından başka ma’nâda ise, cârr ile mecrûr, mef’ûl’ün bihî gayr-i sarîh (dolaylı tümleç olur.) Ör: ............. “Zeyd’e uğradım” gibi.

Müteallak bazan cârr ve mecrûra isnâd olunup, bu mecrûr nâib-i fâil (=fâil vekîli) olduğu için, mahallen merfû’ olur. Ör: .......... = “Zeyd’e uğrandı.” gibi.

Nâib-i fâil olan câr ve mecrûrlardan başka, câr ve mecrûrları, müteallakının önüne geçirmek (= takdîm etmek) câiz olur. Ör: .......... = “Zeyd’e uğradım.” gibi.

Müteallak olan (fiil, fiil benzeri veya fiil ma’nâsında olan şey bazan hazf edilir (atılır, düşürülür.)

(Bu hazıf umûmi fiilerden ve husûsi fiillerden olmak üzere iki kısımdır.)

Eğer mahzûf cârr ve mecrûr’un içinde bulundurulan genel bir fiil (=fiil-i âmm) ise, cârr ile mecrûr, “zarf müstekar” diye adlandırılırlar. Ör: .......... bu aslında; .......... = “Zeyd evde hâsıl oldu.” demektir.

(Ef’âl-i âmme 7 tânedir. Bunlar: ............. fiilleridir. Hazf edilen müteallak, bu yedi fiilden biri ise, cârr ile mecrûra, zarf-ı mütekar, denir.)

Eğer böyle olmazsa (yani hazf edilen müteallak bu 7 fiilden başkası ise) veya müteallakı hazf edilmemiş ise, cârr ile mecrûr’a, “zarf-ı lağv adı verilir. Meselâ: “Zeyd ekmeği nerede yedi?” Sorusuna cevâben: ........ denir. Bu aslında: ....... = “Zeyd ekmeği evde yedi.” dir. (Burada hazf edilen ..... fiili, Ef’âl-i âmme denilen 7 fiilden başka bir fiil olduğu için, bu zarfa, “Zarf-ı lağv adı verilir.) ....... = “Zeyd’e uğradım” cümlesinde ise müteallak hazf edilmemiştir.

( Bu da müteallakı hazf edilmemiş olan zarf-ı lağv’e misâldir. Buna “zarf-ı lağv denilmesinin sebebi, müteallak, fazladan olup, o olmasızsın söz Tâmâm olduğu içindir. Ancak zarf-ı lağvlar, âyet olduğu zamân, ona hürmeten, zarf-ı hâs adı verilir, zarfı lağv, yani gereksiz ve boş zarf denilmez.)

Harfi cerr(ler) bazan hazf edilir. Bu hazıf: Semâî ve kıyâsî olmak üzere iki kısma ayrılır. Kıyâsî hazıf, üç yerde yapılır:

Birincisi: Mef’ûl’ün fîh’dir. Eğer mef’ûl’ün fîh, mübhem veya mahdûd olan mekân zarfı olursa ondan ….. harf-i cerr’inin hazf edilmesi kıyâsîdir. Ör: ....... = “Bir zamân yürüdüm ve bir ay oruç tuttum.” gibi. (Bu iki cümlede ...... harf-i cerr’i kıyâsen hazf edilmiştir.) Yani: ..... demektir.

Veya mef’ûl’ün fîh, mübhem mekân zarfı olursa, ….. harf-i cerr’i yine kıyâsen hazf edilir.

Mübhem mekân zarfı: İsmin müsemmâsında dâhil olan bir durum sebebiyle, kendisine bir isim verilmesidir. Altı yön gibi. O altı yön şunlardır:

1- ....... =Ön

2- …...  =Arka

3- ....... =Sağ

4- ........=Sol

5- ........=Üst

6- ....... =Alt

(Şu kelimelerin başında da ...... harf-i cerri kıyâsen hazf edilir ............. gibi:

............ gibi, bilinen ölçü birimlerinden de ...... kıyâsen hazf edilir.

Ancak, ............... kelimeleri dahî, mübhem mekân zarfı oldukları hâlde, bunlardan ...... harf-i cerr’ini hazf etmek câiz değildir.

İstikrar ma’nâsı olmayan her ism-i mekândan da ...... harf-i cerr’i hazf edilmez. Ör: ..... gibi.

Kezâ, ism-i mekân, istikrâr ma’nâsında olur da, müteallakı istikrâr ma’nâsında olmazsa “......” harf-i cerr’inin hazf edilmesi yine câiz olmaz. Ör: ..... gibi. Bu müstesnâ kelimelerden ...... harf-i cerr’ini hazf etmek câiz değildir. Meselâ: ............. denilmez. Bilâkis: .............

Yani: “Evin yanında yedim veya Zeyd’in dövüldüğü yerde yedim veya onun makâmında yedim.” denilir.

(Yukarıda, ism-i mekân istikrâr ma’nâsında olur da, müteallakı istikrâr ma’nâsında olmazsa, ...... nin hazf edilmesi câiz olmaz, demiştik.) Eğer bu sonuncu kısmın Âmili (yani müteallak’ı) istikrâr ma’nâsında olursa, ...... harf-i cerrinin hazfi câiz olur. Ör: .......... = “Onun makâmında ayakta durdum.” Ve: ....... = “Onun yerinde oturdum” gibi.Bu: .......... idi.

Eğer mef’ûl’ün fîh, mahdûd mekân zarfı olursa, bunda da ...... harf-i cerr’inin hazfi câiz olmaz. Mahdûd mekân zarfı: İsmin müsemmâsında dâhil olan bir durum sebebiyle, kendisine bir isim verilmesidir. Ör: ....... kelimeleri gibi. Meselâ: .......... denilmez, bilâkis: ....... = “Evde namaz kıldım” denilir.

Ancak, çok kullanıldıkları için, ....... fiillerinden sonra gelen mahdûd mekân zarfında, ........ nin hazfi cazidir. Ör: .......... = “Eve girdim,”  …....... = “Hâna indim” ve ……... = “Şehirde oturdum” gibi.

İkincisi: Mef’ûl’ün leh’dir. Mef’ûl’ün leh, kendisinden “niçin” ma’nâsı çıkan fiilin fâiline bir sebeb olduğu ve onunla (yani fiilin fâili ile) vücûdda yakın bulunduğu zamân, ....... harf-i cerr’i kıyâsen hazf edilebilir. Ör: .......... Bu aslında ......... dir. Yani: “Zeyd’i terbiye etmek için dövdüm.” demektir.

(Şu örnekler bunun hilâfınadır. Yani bunlardan harf-i cerr hazf edilmez. Zîrâ mef’ûl’ün leh ile fiilin fâili vücûdda bir birine yakın değildir.) .......... = “Senin ikrâmından dolayı (yani sen ikrâm ettiğin için) sana ikrâm ettim.” Ve: .......... = “Dün söz verdiğim için, bugün sana geldim.” gibi.

Şu iki yerde (yani mef’ûl’ün fîh i ile, mef’ûl’ün leh de), eğer mecrûr, nâib-i fâil değilse, harf-i cerr hazf edildiği zamân, mecrûr’un sonu mansûb (yani mef’ûl’ün sonu üstünlü) olur, eğer nâib-i fâil ise, ittifâkla ( mef’ûl’ün sonu ötüreli yapılır=) ref’ olunur.

Üçüncüsü: ..... ve ..... dir. Harf-i cerr (bunların başına geldiği zamân) bunlardan kıyâsen hazf edilir. Yüce Allah’ın şu sözü(nde olduğu) gibi:  ........... Yani .......... demektir. Ma’nâsı: (Yanına o kör kimse geldi diye (veya geldiği için) Peygamber yüzünü asıp çevirdi.” (Bk. Abese sûresi, âyet: 1-2).

Harf-i cerr’lerin semâ’an hazf edildiği yerler:

(Harf-i cerler yukarıda anlatılan) şu üç yerden başkasında, arabdan işitilmekle bellenip semâ’an hazf edilir. (yani arab hazif yapmışsa, biz de yaparız, yapmamışsa, biz de yapmayız.) Üzerinde kıyâs yapılmaz.

İlk ikisinden başkasında (yani mef’ûl’ün leh ile mef’ûl’ün fîh den başkasında semâî ve kıyâsî bütün) hazflerden sonra, (senin yapacağın kıyâs işlemi, hazf edilen harfi cerr’in) müteallak’ını mecrûruna îsâl edip (=ulaştırıp), mahâlli i’râbı açıklamandır (=belirtmendir). O mahâlli i’râb da Mef’ûliyyet üzere nasb veya Nâib-iyyet üzere ref’dir.

(Harf-i cerrin hazfi ve ondan sonra yapılan bitiştirme işlemine), hazif ve îsâl adı verilir. Buna, Allahü teâlâ’nın sözünden örnek: .......... dır. Bunun aslı ..... idi. Ma’nâsı: “Mûsâ, kavminden (yetmiş kişi) seçti” (Bk.A’râf sûresi, âyet:155). (Bu misâlde, mecrûr olan mef’ûl’ün, harfi cerr hazf edildikten sonra, üstün olduğu görülmektedir. Böylece müteallak ile mecrûr birleşip, hazif ve îsâl oldu.)

Arapların şu sözü de buna misâldır:

............. Bu aslında:............. idi (Mecrûr zamîr olan ...... yi ism-i mef’ûl olan önceki kelimenin, nâib-i fâil istemesi ve nâib-i fâilin de ref’a olmayı istemesinden dolayı, merfû’ zamîre tebdil ettik. ......... oldu. Sonra ........ zamîrini gizledik.)

Bazan mecrûr, harf-i cerr hazf edildikten sonra, ivezsiz, yani yerine geçer bir şey bulunmaksızın, şâz üzere, yani kâideye uymayarak esireli olarak kalır. Ör: .......... Bu: ....... idi.

Atıfsız olarak, aynı iki harf-i cerr, bir fiile tealluk edemez. Ör: .......... denmez. Yine Meselâ: ............. denmez.

Fakat şu misâller bunun hilâfınadır:

............. = “Cuma günü mescidin önünde dövdüm.”

Ve: …..... = “Onun meyvesinden, elmasından yedim” denilir. (Böylece bir isimdeki Âmil bitmiş oluyor.)

İki isimde Âmil:

İki isimde Âmil dahî iki kısımdır.

1. Kısım: Mansûbu, merfû’undan önce gelen Âmildir.

2. Kısım: Aksine yani merfû’u, mensûbundan önce gelen Âmildir.

Birinci kısım Âmil, 8 harf (yani edat)’dır. Bunlardan 6 tânesine – üç ve daha çok harfli oldukları, sonları üstün olduğu ve bunlardan her birinde fiil ma’nâsı buluduğu için -fiile benzeyen harfler (= hurûf’ul – müşebbehe bil fiil) adı verilir.

........ ve ...... : Tahkîk içindir.

.........Teşbîh (= Benzetme) içindir.

………...İstidrâk (= önceki sözden doğan tevehhümü def’etmek) içindir.

......... Temennî içindir.

........  Tereccî (= ümit) içindir.

Fiile benzeyen harfler (=edatlar) adı verilen bu altı edatın ma’mûlleri (yani isim ve haberleri), bu harflerde, sözün başında gelme özelliği bulunduğu için, kendilerinden önce gelmez. Yalnız …..... müstesnâdır, hiç bir zamân cümlenin başında gelmez.

Bunlara (amelden menedici “mâ” denilen) …..... birleştiği zamân, amelden düşürülür ve fiiller üzerine dâhil olurlar. Ör: ............. = “Ancak Zeyd dövdü.” gibi. ......... cümlesinin ma’nâsını değiştirmez.

Fakat .......... cümlesiyle berâber masdar hükmündedir (yani cümleyi masdar hükmünde kılar).

Elif – nûn maddesinin esireli okunacağı yerler ondur:

1- İbtidâ hâlinde (= sözün başında) esireli okunur. Ör: …........ = “Şüphesiz ki Zeyd ayaktadır.

2- Yemîn için olan ...... veya ......’nin cevâbında (=kasemin cevâbında) esireli okunur. Ör: ....... = “VAllahi Zeyd ayaktadır.” gibi.

3- Sıla cümlesinde (mâ-i mevsûle’den sonra geldiği zamân esireli okunur). Yüce Allahın şu sözünde (= âyet-i kerîmede) olduğu gibi. ............. = “Biz ona (= Kârûn’a), anahtarlarını güçlü bir topluluğun zor taşıdığı hazîneler vermiştik.” (Bk.Kasas sûresi, âyet: 76)

4- İsmi ayn’ın (= özel ismin) haberinde(n önce gelirse) esireli okunur. Ör: ....... “Zeyd ayaktadır.

5- Haberine, İbtidâ lâm’ı dâhil olan cümlede de esireli okunur. Ör: ....... = “Zeyd’in ayakta olduğunu öğrendim.

6- Zandan ârî (= kuşkusuz, kesin) sözden sonra (gelirse) esireli okunur. Ör: ....... = “De ki Allah birdir.”

7- İbtidâiyye (= başlangıç için olan) “hattâ” dan sonra (gelirse) esireli okunur. Ör: ....... = “Sen bunu mu söylüyorsun, hattâ Zeyd de onu söylüyor.”

8- Tasdîk harflerinden sonra da esire okunur. Ör: ....... = “Evet, Zeyd ayaktadır.

9- İftitâh (= başlangıç) harflerinden sonra da esire okunur. Ör: ....... “Dikkat, Zeyd ayaktadır.”

10- Hâl vâv’ından sonra da esire okunur. Yüce Allah’ın şu sözünde olduğu gibi: .......... = “Oysa mü’minlerden bir fırka bundan hoşlanmamıştı.”(Bk. Enfâl sûresi, âyet: 5).

Şu on yerde de elif – nûn maddesi üstün okunur:

1- Fâil (olduğu zamân üstün okunur. ) Ör: ....... “Senin ayakta olduğun bana ulaştı.

2- Mef’ûl (olduğu zamân üstün okunur.) Ör: .......... = “Zeyd’in ayakta olduğunu öğrendim.

3- Mübtedâ (olunca da üstün okunur.) Ör: .......... = “Sen, benim yanımda ayaktasın.

4- Muzâf’un ileyh, (yani isim Tâmlamasından, Tâmlanan olunca da üstün okunur.) Ör: .......... “Zeyd’in oturmakta olduğu yere otur.

5- ….....’den sonra (gelirse üstün okunur.) Çünkü lev’den sonra gelen şey fâildir. Ör: ......... “Senin kıyâmın (ayakta durman) sâbit olsa, şöyle olur.”

6- .........’den sonra (gelirse üstün okunur.) Çünkü (levlâ’dan sonra gelen) mübtedâ’dır. Ör: .......... “Senin gelmen (mevcûd) olmasaydı, şöyle olurdu.

7- Vâkit için olan mâ-i masdariyye’den sonra (geldiği zamân üstün okunur.) Çünkü mâ-i masdariyye’den sonra gelen şey mâ-i masdariyye fiile mahsûs olduğu için fâildir. Ör: .......... = “Zeyd’in kıyâmı sâbit olduğu müddetçe otur.

8- Cerr harflerinden sonra (da üstün okunur.) Ör: ……. “Senin ayakta olmana şaştım.

9- Müfredi atf eden ........’dan sonra (geldiği zamân da üstün okunur. ) Ör: ....... = “Senin işlerini, hattâ Sâlih olduğunu öğrendim.

10- …..... ve .......’den sonra (geldiği zamân da üstün okunur.) Ör: ................ = “Senin ayakta durmandan (kâim olmandan) beri onu görmedim.”

İki takdir câiz olan yerde, iki vecih câiz olur. Fâ cezâ’dan sonra vâki olan elif – nun maddesi gibi. (Yani cezâ = karşılık cümlesinin başına gelen fa-ı cezâdan sonra gelen elif – nûn maddesi, iki türlü okunur:  üstün veya esireli) Ör: ....... “Eğer elif – nûn maddesini esireli okursan, ma’nâ: “”Bana kim yardım ederse, ben de ona yardım ederim.

Eğer elif-nûn maddesini “ennî” şeklinde üstünlü okursan, ma’nâ: “Kim bana yardım ederse, benim ikrâmım ona sâbittir.” Şeklinde olmuş olur.

..... nin ....... okunacağı yerler:

Esireli elif-nûn maddesi, yani (......) hafifletilip (......) olunca, haberine İbtidâ lâm’ı lâzım gelir. Ve amelden düşürülmesi ile mübtedâ ve haber alan fiillerden birinin başına dâhil olması câiz olur. Yüce Allah’ın şu sözünde olduğu gibi: ............. = “Doğrusu Allah’ın yola koyduğu kimselerden başkasına bu ağır bir şeydir.”(Bakara: 143). ............... = “Doğrusu seni yalancılardan sanıyoruz…”(Şuarâ sûresi, âyet: 186).

..... nin ...... okunacağı yerler:

….... hafifletilip ...... olunca, mukadder bir zamîr-i şe’nde amel eder. Böyle olunca, Tahkîk fiillerinden birinin .......’den önce (onun başında) bulunması lâzım gelir. Ör: .......... Burada ….... aslında: ....... demektir. Yani : “Zeyd’in kâim olduğunu öğrendim.

Hafifletilmiş olan ........ nin, mutlak olarak fiil üzerine dâhil olması câiz olur ve (dâhil olduğu) bu fiilin, mutasarrıf olup şart ve duâ anlamında olmamasıyla berâber ........ nin sonuna, nefy için olan ...... ve ......... harflerinden birinin gelmesi lâzımdır.

Ör: .......... = “Senin kâim olmayacağını (= ayağa kalkmayacağını) öğrendim.

Yüce Allah’ın sözünden örnek: ....... “Gelecekte olacağını bildi. Diğer örnek: ...............= Bazan ayağa kalkacağını (=kâim olacağını) öğrendim.” gibi.

Muhaffef ........ in dâhil olduğu fiil, mutasarrıf olmayıp şart veya duâ anlamına olursa, o zamân bu harflerden birine muhtâc olmaz. Yüce Allaıh şu sözü(nde olduğu) gibi: .......... = “Ecellerinin yaklaşmış olması ihtimâlini düşünmüyorlar mı…”(Bk. A’râf sûresi, âyet: 185).

Yine Yüce Allahü teâlâ’nın kavl-i şerîfinden örnek: ....... = “Ortaya çıktı ki, şâyet cinler görülmeyeni bilmiş olsalardı, alçak düşüren bir azâb içinde kalmazlardı.”(Bk. Sebe’ sûresi, âyet:14).

Yine Allahü teâlâ’nın kavl-i şerîfinden örnek: ..................... = “Beşincisinde, kocası -doğrulardan ise- kendisini Allah’ın gazâbına uğramasını diler.” (Bk.Nûr sûresi, âyet:9) (Bu ayatte elif–nûn maddesinin ............ okunması İmâm Nâfi’in kırâatine göredir.)

(Birinci örnek, fiilin mutasarrıf olmadığına, ikinci örnek fiilin şart, üçüncü örnek de duâ olduğuna misâldir.)

….....  de hafifletildiği zamân, daha fasîh (= veya daha sahîh kavle göre) amelden düşürülür. Ör: ........... = “Sanki onun iki memesi hokka gibidir.”

........ de muhaffef olur (= şeddesi alınarak hafifletilir ve bu durumda amelden ) düşürülmesi gerekir. Ör: .......... “Bana Zeyd gelmedi Lâkin Amr geldi (hâzırdır) .”

........ ve …..... hafifletilip amelden, düşürülünce), fiil üzerine dâhil olmaları câiz olur. Ör: ….... = “Sanki Zeyd kalktı.”ve : .......... = “Zeyd kalmadı ve lâkin oturdu.”  gibi.

(Nasbı ref’inden, yani üstün kıldığı isim, ötüre kıldığından önce gelen edatlardan) yedincisi, istisnâ-ı munkatı’ için olan ...... dır. Bu ........ edâtı ...... ma’nâsında olduğu için, müteaddîd olmaktan çıkmayıp onun için haber takdîr edilir. Ör: .......... yani: .......... demektir. Ma’nâsı: “Bana kavm geldi, lâkin hımâr gelmedi.”

(Yukarıdaki misâlde ............... ma’nâsındaki …...... nın haberi olan .......... gizlenmiştir.)

Sekizincisi cinsi nefy için olan (yani başına geldiği ismin cinsinden bir şey bulunmadığını bildiren) .......... dır.

Bunun amel etmesinin şartı, isminin belirsiz (= nekre) olan muzâf veya muzâf’a benzer olması, aynı zamânda ismi ile kendisi arasında fâsıla olmaması gerekir. Ör: ............ = “Adamın hiçbir uşağı, bizim yanımızda oturucu değildir (oturmamaktadır.)” gibi.

İkinci kısım (yani ref’i nasb’ından önce gelen harfler) ikidir:

......... ye benzeyen ........ ve ........... . Bu harfler nefy için olup, mübtedâ ve haber üzerine dâhil oldukları için, leyse’ye benzerler. Bunların amel etmesinin şartı, kendileri ile isimlerinin arası, ne ........ ile ve ne de, haberin isim üzerine geçmesiyle veya bu ikisinden başka bir şey ile açılmaması (yani ismi ile aralarında fâsıla olmaması) dır. (Bir de bunların yaptıkları) nefy’in ........... ile bozulmamasıdır.

Bu iki şart (yani isimleri ile aralarında fâsıla bulunmaması ve nefyin sonradan bozulmaması şartı) ile berâber, …..... edâtında, isminin nekre (= belirsiz ) olması şart kılındı. Her iki edata örnek: .......... = “Zeyd ayak da değildir.” .......... = “Hiçbir adam hazır olmadı.

Eğer bu (dört) şartlardan biri bulunmazsa, amel etmezler. Örnek: ……....... = “Zeyd kâim (= ayakta) değildir.

………... = “Kâim değildir Zeyd.”

................ “Zeyd ancak kâimdir.”

Bu iki edâtın ma’mûlleri kendilerinden önce gelmez.

Müzâri Fiilde Âmil

Bu da nasb edenler ve cezm edenler diye iki çeşittir.

Nasb edenler (= nâsıblar) : Dört harf dir.

1- ..... Masdariyyet içindir. (Yani başına dâhil olduğu fiili, masdar hükmünde kılar. ) Ör: .......... = “Allah’a itâat etmemi severim.”

2- .......... Gelecek zamânın kuvvetli olumsuzluğunu yapar. Ör: ……..... = “Allahü teâlâ, kâfirleri asla afv etmeyecektir.”

3- …...... Sebebiyyet içindir. Ör: ............. = “İlim öğrenmek için ömrün uzun olmasını severim.”

4- …...... : Şart ve cezâ ( = yani şartın karşılığı) içindir. Bunun amel etmesinin şartı, (başına geldiği) fiilin istikbâl için olması ve (bu fiilin) kendinden önceki kelimeye dayanmamasındır. (yani “izen”in fiili , kendinden önceki kelimenin haberi veya kaseme cevâb veya şart için cezâ vs. olmamasıdır.) Eğer izen’in fiili ile hâl murâd edilirse veya kendinden öncesine dayanırsa (= i’timâd ederse) amel etmez. Ör: .......... = “Bu sözü ben söyledim.” diyen kimseye: .......... “Öyle ise (= bu takdîrde) ben seni yalancı sanıyorum.” denilmesi gibi. ( Bu, kendisiyle hâl murâd edilen, izen’in fiili için misâldir. Bu durumda “izen” amel etmez.)

Yine Meselâ: .......... = “Sana geldim.” diyen kimseye: ....... = “Bu takdîrde ben sana ikrâm ederim.” denilmesi gibi. ( Bu da, kendinden öncesine Tâm ma’nâsıyla dayanan “izen”in fiili için misâldir. Bu durumda “izen” amel etmez.)

( Müzâri’ fiili nasb eden edatlardan) sâdece ...... gizlenebilir. Bu gizli ....... ile, müzâri’ fiil mansûb olur. Ör: ....... = “Sana ikrâm etmem için, beni ziyaret et.” (Bu cümlede ..... gizlendi ise de, ameli bâki kaldı. O da müzâri’’ fiilin sonunun üstün olmasıdır.)

Cezm edenler: (= Câzimler): Fiili müzâri’’yi cezm edenler onbeş kelimedir. Bunlardan dört tânesi bir fiil-i müzâri’’yi cezm eden harflerdir. (=edatlardır. ): ...... ve ..... : Bir müzâri’’ fiilin başına gelip sonunu cezm ederler, ve geçmiş zamânın olumsuzluğu için kullanılırlar.

Emir için olan …... ve nehy için olan ......: Bir işin yapılmasını veya yapılmamasını istememek için kullanılırlar.

İki müzâri’ fiili cezm edenler:

(Müzâri’’ fiili cezm eden) bu on beş edattan on bir tânesi, eğer filer müzâri’’ olurlarsa, iki fiil (lafzen) cezm ederler. (Eğer bu iki fiil, mâzî olurlarsa, mahallen ve takdîren cezm edilmiş olurlar. Eğer bu iki fiilden biri müzâri’’ ve diğer mâzî olursa, müzâri’’ olan lâfzen, mâzî olan ise takdîren cezm edilmiş olur.) Bu onbir edat, “mücâzât kelimeleri) diye adlandırılır. Bunlardan:

....... Şart ve cezâ içindir.

.......-.......... ve ….... mekân içindir.

.......-........ ve- ......... zamân içindir.

Diğerleri .......-…....-….....-......-ve ......’dür.

(Bu kelimelerin ma’nâları ve cümle içinde kullanılışlarına örnekler, İZHÂR kitabında geçti. İsteyen oraya bakabilir.)

Sâdece ........’in gizli olması da câizdir. Bu gizli ....... ile müzâri’’ fiil cezm olur. Ör: .......... Bunun aslı: …......’dir. Ma’nâsı: Eğer beni ziyaret edersen, sana ikrâm ederim.” demektir. ( Burada …..... gizlenmiş, müzâri’’ fiil de, kâide gereğince, emre çevrilmiştir. )

1-1-2- Kıyâsî

Kıyâsî Âmil: Amelinde, küllî bir kâidenin (= tümsel bir kuralın) zikredilmesi mümkün olan kelimeye denir.

Bunun mevzusu sınırsızdır (yani ferdlerinin sayısının sınırı yoktur.)

Kıyâsî Âmilin sîgasının, semâî olması, Kıyâsî olmasına zarar vermez (engel olmaz). (Zîrâ kıyâs ile amel eder.) Külli kâideye misâl: ‘Her sıfatı müşebbehe, fâilini ref’ eder’ gibi.

Kıyâsî Âmil 9 tânedir:

1- Fiil: Her fiil, birçok ma’mûllerini ref’ ve nasb eder. Fiilin mansûbu (yani nasb ettiği kelime), kendisinden önce gelebilir.

Fiili, lâzım ve müteaddî olmak üzere iki çeşittir:

1- Lâzım: Üzerine fiilin vâki olduğu şey bulunmaksızın (yani mef’ûl’ün bih olmaksızın), ma’nâ Tâmâm olan fiildir. Ör: ......... = ‘Zeyd oturdu’ gibi.

Lâzım (= geçişsiz ) fiil, harfi cerrsiz, mef’ûl’ün bih’i nasb etmez (yani harfi cerrsiz mef’ûl alamaz. Mef’ûl alabilmesi için ona harfi cerr lâzımdır.)

Medh ve zemm (=övme ve yerme ) fiilleri lâzım fiillerdendir. Bunlardan ….... medh ve ……... de zemm içindir. Bunların (amel etmelerinin) şartı, fâillerinin lâm-ı ta’rîf ile belirlenmiş olması veya (fâil böyle olmazsa , o zamân) lâm-ı ta’rîfli bir isme muzâf olması veya fâil, gizli bir zamîr olup, bir belirsiz (= nekre) isim ile temyîzlenmiş (=ayırtlanmış) olmasıdır. Ya da fâilden sonra zikredilen meh ve zemm fiillerinin mahsûsları (=yani övülüp beğenilen veya kötülenip yerilen kişi), fâile uygun olmalıdır. (Yani fâil tesniye ise o da tesniye olmalı, fâil cemi’ ise o da cemi’ v.s. olmalıdır.)

Şu hâlde mahsûs mubtedâ, mahsûs’tan önceki de haberidir.

Ör:

............. Zeyd ne iyi (veya ne güzel) adamdır.

............... İki Zeyd, adamın ne iyi (veya ne güzel ) uşaklarıdır.

.......... Zeyd, ne iyi (veya ne güzel) bir adamdır.

Bilindiğinde (yani alâmet bulunduğunda) mahsûs bazan hazf edilir. Mahsûs bazan da fiilinin önüne geçer. Ör: .......... Zeyd’ler ne iyi adamlardır.

....... de ....... gibi (zemm = yermek, kötülemek için) dir. ......... ise medh ( = beğenmek, övmek) içindir. ......’daki ........ onun fâilidir ve bu hâli değişmez. ….... dan sonra gelen kelime, mahsûstur. ....... nın mahsûsunun i’râbı, ..... nin mahsûsunun i’râbı gibidir. Ör: ............ Zeyd ne güzel, ne tatlı oldu (veya âferin, bravo Zeyd’e)! gibi.

2- Müteaddî: fiilin ma’nâsı, mef’ûlsuz Tâmâmlanmıyorsa, o fiile müteaddî (= geçişli ) fill denir.

Müteaddî fiil üç kısımdır:

1- Bir mef’ûle teaddî eden (geçen). ör: ........ Zeyd, Amr’ı dövdü. Alâmet ile veya alâmetsiz, bu fiili hazf etmek câizdir.

2- İki mef’ûle teaddî eden (= geçen) fiildir. Bu da üç kısımdır:

Birinci kısım: İkinci mef’ûlü, birinci mef’ûl’üne muhâlif olan (yani ona haml edilemeyen, yüklenemeyen) fiildir. Ör: .......... Zeyd’e bir dirhem verdim gibi. Bu mef’ûllerin ikisini ve ya birini, alâmet ile veya alâmetsiz hazf etmek câiz olur.

İkinci kısım: Ef’âl-i kulûb’dur. Bunlar, mübtedâ ve haber üzere dâhil olup, kalbî bir fiile delâlet eden (yani ma’nâları kalbe tealluk eden) fiillerdir. Bu fiiller, mübtedâ ve haber üzerine dâhil olup, her ikisini de mef’ûliyyet üzere nasp ederler. Bu fiillere misâl:

.........= bildim, ….... = gördüm, …...... =buldum, ....... =sandım, ............. =sandım, .......... =hayâl ettim……….= sandım ve ........ =farz et say, ma’nâsına gelen ve gayr-ı munsarıf olan ........ fiilidir.

Bu fiillerin iki mef’ûl’ünü beraberce veya ikisinden birini, karînesiz (= alâmetsiz) hazf etmek câiz olmaz. Karîne ile, ikisini birden hazf etmek, çok (vâki ) oldu. Sâdece birinin hazf edilmesi, az (vâki) oldu.

Kalb fiilleri, iki ma’mûlleri arasında geldiklerinde, amel ettirilmeleri de, amelden düşürülmeleri de câiz olması, bunların özeliklerindendir. Ör: .......... = “Zeyd, öğrendim ki ayrılmıştır (gitmiştir).”

Veya ma’mûllerinin sonunda geldikleri zamân, amel ettirilmeleri de, ettirilmemeleri de câizdir. Ör: ......... “Zeyd’in ayrılıp gitmiş olduğunu öğrendim.” gibi.

Kalb fiillerinin fâil ve mef’ûllerinin aynı ma’nâda ve bir arada (= muttasıl) iki zamîr olmasının câiz olması da, onların özelliklerindendir. Ör: ............. = “Ben kendimin ayakta olduğunu öğrendim.” gibi. ............... fiilleri de bu cevâzda (yani ef’âl-i kulûb’un fâil ve mef’ûllerinin aynı ma’nâda, muttasıl iki zamîr olması cevâzında) ........ fiili üzerine haml olunmuştur. (Diğer bir deyişle, fâil ve mef’ûllerin şu hâlleri, …..... fiilinde olduğu gibi …... ve ….... fiillerinde de vardır.)

Kalb fiillerinin mef’ûlleri üzerine ........ nin gelmesi de, onların özelliklerindendir. Ör: ............. “Zeyd’in kâim olduğunu öğrendim.” gibi.

İstifhâm veya nefy kelimeleri ile veya İbtidâ lâm’ı veya kasem lâm’ı ile veya haberine İbtidâ lâm’ı dâhil olduğu zamân esireli ........ ile veya haberine İbtidâ lâm’ı dâhil olduğu zamân esireli …………. ile ta’lîk’a gelince, (bu da kalb fiillerinin özelliklerindendir.)

Ta’lîk: kalb fiillerinin, ma’nâ bakımından değil de, lafz bakımından, vucûben, amellerinin iptal edilmesidir. Bu kalb fiillerinin hepsinde ta’lîk bulunur.

(Diğer bir deyişle kalb fiillerinin ma’mûllerinin başına: İstifhâm veya nefy kelimeleri, veya İbtidâ lâm’ı veya kasem lâm’ı, veya haberine İbtidâ lâm’ı dâhil olan ...... geldiğini de, lâfzen amelden düşüp, ma’nen düşmezler. Bu kâide bütün kalb fiillerine şâmildir.) Ör:

............. Senin yanında Zeyd’in mi, yoksa Amr’ın mı bulunduğunu bildim.

............... Zeyd’in ayrılıp gitmediğini gördüm.

............... Zeyd’i ayrılıp gitmiş buldum.

............. Zeyd’in kâim olduğunu öğrendim, gibi.

Yukarıda zikrettiğimiz fillerden başka, kalbe tealluk eden her fiile ta’lîk şâmil olur, (yani bu fiiller de kalb fiilleri gibidir.) Ör: ....... şüphe ettim, …….. unuttum. ……..düşündüm, tetkîk ettim, meydana çıktım, gibi.

Ta’lîk: kendisiyle ilim taleb edilen (yani içinde ilim ma’nâsı bulunan) her fiile de şâmildir. (yani bunlar da kalb fiilleri gibidir.) Ör: ……. sordum ve …….imtihân oldum, gibi.

Beş duyu’ fiilleri de, kendisiyle ilim taleb edilen fiildendir. Ör: …..... =dokundum, .......... =gördüm, ............ =işittim, …...... =kokladım, ......... =tattım gibi.

(iki mef’ûl isteyen müteaddî fiilin) üçüncü kısmı da kalb fiilleri ile ilişiği bulunan (mülhak) fiillerdir. Bu fiiller, mübtedâ ve haber üzerine dâhil olmakta ve ma’mûllerinin ikisini birden veya sâdece birini, karînesiz hazf etmenin câiz olmamasında ve karîne ile bunlardan sâdece birini hazf etmenin az (vukû) bulması husûsunda, kalb fiillerine benzerler. Ör: ......... =hâlini değiştirdi, oluşturdu ..... =yaptı, kıldı, .......... =bıraktı, terk etti, ........ =edindi, aldı.

3- Mef’ûle geçen müteaddî fiil. Ör: ....... =bildirdi ve ….... =gösterdi, gibi. Üç mef’ûle geçen şu müteaddî fiillerin birinci mef’ûlü ......... bâbının mef’ûlü gibidir, son iki mef’ûlü de ....... bâbının iki mef’ûlü gibidir. Ör: .......... Zeyd, Amr’a Bekr’in fâzıl olduğunu bildirdi.

Sonra bilmiş ol ki, her fiil için bir merfû’, (yani fâil) lâzımdır. Eğer fiil,o fâil ile tâm bir kelâm olur da, ondan başkasına muhtâc olmazsa, (bu fiil, ıstılâhda), ‘tâm fiil’ diye adlandırılır. Bu fiilin merfû’una da fâil adı verilir.

Eğer fiil, müteaddî ise, mensûbu, yukarıda geçen fiiller gibi, mef’ûl diye adlandırılır.

Şâyet (kelâm, fâil ile Tâmâmlanmayıp) mensûb bir ma’mûle muhtaç olursa, o fiile nâkıs fiil adı verilir. Merfû’una onun ismi, mansûbuna da haberi denir. (Nâkıs fiil), aslında mübtedâ ve haber üzerine dâhil olur. Bu da iki kısımdır:

Birinci kısım: Yakınlık ma’nâsına delâlet etmeyen nâkıs fiildir. Bunlara yaygın ve hemen akla gelen, nâkıs fiil denmesidir. Ör:

.......... idi, oldu, dır. ....... oldu, eski hâline döndü anlamlarına gelir.

.............. fiilleri, …....... ma’nâsında olduklarında, nâkıs fiil olurlar.

.....................

(Bunlar da nâkıs fiil olup son beş fiilden ) her biri ........ ma’nâsındadır. ....... ve ........de nâkıs fiillerdendir.

Tâm fiil de bazan ....... ma’nâsına gelip nâkıs fiil olur. Ör: ………….. dokuz, bununla on oldu gibi. Diğer bir örnek: …… Zeyd kâmil bir âlim oldu. (Burada da ............ tâm fiil iken ....... ma’nâsını ifâde ettiği için nâkıs fiil hükmüne girmiştir.) Bunlardan başkaları da bunlar gibidir.

(Bu nâkıs fillerin), haberinin kendilerinden önce gelmesi câizdir. Ancak evvelinde ..... lafzî bulunan nâkıs fiillerin haberinin kendilerinden önce gelmesi câiz değildir. Ör: ……… denmez.

Eğer …….. lafzînın yerine nefy için olan .... gelirse o da .... gibidir. (eğer bu nâkıs fiilin evveline ) ... ve ... gelirse o zamân haberini öne geçirmek (= takdîm etmek) câiz olur. Ör: ........ Kâim olmakta Zeyd devam etti, gibi.

Nâkıs fiilin ikinci kısmı:

Yakınlık (kurb) ma’nâsına delâlet eder ve yakınlık fiilleri (=Ef’âl-i mukârebe ) diye adlandırılır. Bunların haberleri ancak müzâri’’ fiil olur. ..... = olayazdı fiili gibi. Bunun haberi, çok defa .... ile gelen müzâri’ fiildir. Ör:  ..........Zeyd çıkayazdı, yani az kaldı çıkacaktı, çıkmaya yaklaştı demektir. ...... nın haberinden bazan .... hazf edilir.

Fiil-i müzâri’nin .... ile gelmesiyle bazan ...... tâm fiil olur. Ör: ……… Zeyd’in çıkması umulur gibi.

Yapayazdı neredeyse yapacaktı anlamına gelen .... fiili de yakınlık fiillerindendir. Bunun haberi de, çok, kere .... siz müzâri’ fiildir. Ör: ......... Zeyd çıkayazdı, gibi. Müzâri’si bazan .... ile olur (yani gelir).

Yine Yapayazdı, nerede ise yapacaktı anlamına gelen ...... fiili de Ef’âl-i mukârebe’ dendir. Bu fiil iki vech de de (yani ... in gelip gelmemesi bakımından) .... fiili gibidir. …..., …., …., …., …., …., ……  Bunların haberleri de .... siz müzâri’ fiildir.

(Ef’âl-i mukârebe’den olan ) ....... de, kullanışta ...... ve ...... fiilleri gibidir.

Ef’âl-i mukârebenin haberlerini, kendilerinden öne geçirmek (= takdîm) câiz değildir.

Dokuz Âmilden ikincisi:

İsm-i fâil’dir. O kendi ma’lûm fiilinin ameli gibi amel eder.

Üçüncüsü: İsm-i mef’ûl’dür. O, da mechûl fiilinin ameli gibi amel eder. İsm-i fâil ve ism-i mef’ûl’ün munfasıl fâilde ve mef’ûl’ün bih’ de amel etmelerinin şartı; ismi tasğîr küçültme ismi olmamalıdır. Ör: ...... gibi.

Sıfatlanmış da olmamalıdır. Ör: ........ = Şiddetli (veya kuvvetli) bir vurucu bana geldi gibi.

Eğer bunlar amel ettikten sonra sıfatlanmış olurlarsa, geçmiş amellerine zarar vermez.  Ör: ............= Uşağı vuran (veya vurucu) kuvvetli bir adam bana geldi.

Sonra eğer ism-i fâil ve ism-i mef’ûl elif-lâm’lı olurlarsa, amel etmeleri için, bundan başka şart istemez. (Yani bunların, fâil ve mef’ûl’ün bih’ de amel etmeleri için lâm-ı mevsûle denen ve başlarına gelen elif –lâm’a dayanmaları yeter. Bundan başka şart gerekmez.) Ör:

....................= Kölesi dün Amr’a vuran (veya Amr’ı döven) kişi, yanımızdadır.

Eğer bunlar elif-lam sız olurlarsa (amel edebilmeleri için) mütedâ’ya dayanmaları (yani onun haberi olmaları) şart kılınır.

Veya (elif-lâm’ sız amel edebilmeleri için), bir sıfata mevsûl veya sahiben hâl olmaları şart kılınır. Ör: ..................= Zeyd kölesi binici olduğu hâlde bana geldi.

İsm-i fâil’in ve ism-i mef’ûl’ün amelinin şartlarından biri de, İstifhâm veya nefy’den sonra gelmeleri ve mef’ûllerinin hâl ve istikbâle delâlet etmeleridir. Ör: .................= İki Zeyd ayağa kalkmış mıdır?

...................=İki Zeyd ayağa kalkmış değildir

İsm-i – fâil ve ismi-mef’ûl’ün tesniye ve cemi’leri de, amel bakımından, müfredleri gibidir.

Mübâlağalı ism-i fâilin şu 3 vezni de amelce bunlara benzer:

........-.......-.......Fakat şu 3 veznin amelinde, (yukarıdaki gibi) hâl ve istikbâl ma’nâsı (yani hâl ve istikbâle delâlet etmeleri) şart kılınmaz.

Dördüncüsü: Sıfat-ı müşebbehe’dir. Bu da ism-i fâilde mu’teber olan şartlarla, (lâzım) fiilinin ameli gibi amel eder. Ancak hâl ve istikbâl ma’nâsı şart kılınmamıştır. (yani sıfat-ı müşebbehe’nin amel etmesinde, onun, hâl ve istikbâl istikbâl ma’nâsı ifâde etmesi şart değildir.) Ör: ................ Zeyd’in yüzü güzeldir gibi.

Beşincisi: İsmi tafdîl’dir. Bu, nahiv âlimlerinin ittifâkıyle mef’ûl’ün bih-i nasb etmez yani istemez. Fiil ma’nâsına olmadıkça da açık fâili ref’ etmez. (amel etmez) (Bununda fiil ma’nâsına olabilmesi için) ma’nâca kendinden sonrasına sıfat olması gerekir. Bu sırada, fâil, üstünlük derecesini başka bir fâilin derecesini nefy etmek sûretiyle alacaktır. Ör: .........................................= Zeyd’in gözündeki sürmeden, kendi gözümdeki sürme daha güzel olan hiçbir adam görmedim.

İsmi tafdîl, fâil ve mef’ûl’ün bih’den başkasında amel eder. (Meselâ eğer fiil ma’nâsına olmazsa gizli bir zamîrde amel eder.)

Altıncısı: Masdar’dır. (Bu da kendi fiili gibi amel eder). Fâilde ve mef’ûl’ün bih’de amel etmesinin şartı: Mûsâğğar (= küçültme ismi) ve mevsûf (= sıfatlanmış) olmaması, hâle delâlet eden bir kelime ile berâber bulunmaması ve ekseri ulemâya göre de, lam-ı ta’rîf ile belirlenmiş olmamasıdır. Aynı zamânda, fiil ile berâber veya fiilsiz adet (yani masdar-ı binâ-i merre) ve nev’ (Yani masdar-ı bina-i nev’) ve te’kîd (yani mef’ûlu mutlak da) olmamasıdır. Fiil demek den murâd, hazfı lâzım olmayan fiildir. Eğer fiilin hazfı lâzım olursa (yani fili hazf etmek zarûrî olursa ) , masdar, fiilin yerine geçtiği (=kâim olduğu ) için, (fiil gibi ) amel edr. Ör: ....... gibi. ( Bu aslında  ............idi ..... fiili, mecburen hazf edilince, masdar, fiilin yerine kâim olup amel etti.)

Masdarın fâilini, vekîlsiz (= nâibsiz) hazf etmek câizdir. (Bu kâide sâdece masdara mahsûstur). Masdardan başkasında da hazif câiz olmaz.

Masdarın fâilini, masdarda gizlemek (câiz) değildir. (Bir diğer özelliği de) masdarın ma’mûlü kendisinden önce gelemez.

Yedincisi: Muzâf ismidir. Buda cerr amel eder. (yani kendisinden sonraki ismin sonunu cerr alâmetlerinden biriyle i’râblar.)

Bunun muzâf olmasının şartı: İzâfet için tenvîn’den ve nâibinden soyulmuş bir isim olması umûm ve husûsta muzâf’un ileyh’e (yani başına gelip de sonunu esire kıldığı isme) müsâvî olmasıdır. Bir de muzâf, muzâf’un ileyh’e nisbetle ondan mutlak sûrette daha hâss (=ehass-ı mutlaka) olmamasıdır. (insân ve hayvân gibi. Ör:  ...........bu şekilde olmaz fakat: .......... insânın hayvânı şeklinde olur.) İzâfet de iki çeşittir: ma’nevî ve lafzî izâfet.

1- Ma’nevî izâfet: Muzâf’ın (ism-i fâil, ism-i mef’ûl ve sıfatı müşebbehe gibi) ma’mûlüne izâfe olunmuş bir bir sıfat olmamasıdır. Ör: .............= Zeyd’in uşağı ve .................= Dün Amr’ı döven kişi gibi.

(Bu misâle muzâf her ne kadar ma’mûlüne izâfe edilmiş ise de, hâl ve istikbâle delâlet etmediği için ism-i fâilin amelinin şartı bulunmamıştır. Bundan dolayı da izâfet-i ma’nevîye olmuştur.)

İzâfet-i ma’nevîyenin şartı lâm-ı ta’rîf’den soyulmuş olmasıdır. İzâfeti ma’nevîye: Ya ... ma’nâsında olur, ya da ... ma’nâsında olur.

a) Eğer muzâfun ileyh  muzâf’a ve muzâf’dan başkasına şâmil cins ise .... ma’nâsında olur. Ör: ......  gümüşten yüzük gibi.

b) Eğer muzâf’ın ileyh muzâf ve muaftan başkasına şâmil olan cins olmazsa, o zamân izâfette ... ma’nâsı olur. Ör: …… = Zeyd’in uşağı ve ........   Amr’ın başı gibi.

İzâfet-i ma’nevîyye’nin lâm ma’nâsına olması, daha çok vâkidir. Eğer muzâf’un ileyh, ma’rife (= belirli) olur ve muzâfda ..... – ..... - ..... den başka bir kelime olursa, izâfet, ta’rîf= belirlilik ifâde eder. Zîrâ bu kelimeler, izâfetle belirlilik kazanmazlar. Belirli izâfete misâl; ......... = Zeyd’in kölesi gibi. Belirsiz izâfete misâl: ............ = Bana senin gibi bir adam geldi gibi.

Eğer muzâf’un ileyh, nekre olursa, izâfetin ma’nâsı, yarı belirli olur. Ör: ......... = Adamın uşağı gibi.

2- Lafzî izâfet: Muzâf’ın, ma’mûlüne izâfe edilmiş sıfat (yani ism-i fâil ve ism-i mef’ûl gibi müştak isim) olmasıdır. Lafzî izâfet, sâdece, lafızda hafiflik ifâde eder. (yani ta’rîf ve tahsîs ifâde etmez.) Ör:.......... Zeyd’i döven .......... = Yüzü güzel .............. = evin ma’mûlü .............. Zeyd’i döven iki kişi ........... = Zeyd’i döven kişiler gibi.

........ denilmesi hafifletme bulunmadığı için doğru değildir. .......... terkîbi ise, ..............ye kıyâsen câizdir. Zîrâ bunun aslı; ........... dır.

Sekizincisi: Tâm belirtisiz isim (= ism-i mübhem-i tâm) dır. Bu bir nekre ismi temyîz yapıp, onu nasb eder (= üsütn kılar).

Belirtisiz isim Tâmlaması için temyîzi ile birlikte hiçi bir şeye izâfe edilmemesi lâzımdır.

Bunların izâfesi 5 yerde men edilmiştir.

1- Belirtisiz isim kendisi ile izâfeti men eder. Yani belirtisiz isim, zamîr olduğunda izâfeti men eder. Ör: .....................gibi.

Belirtisiz isim, işaret ismi olduğunda da (kendisi ile tâm olup) izâfeti men eder. Yüce Allah’ın şu sözünde olduğu gibi: .........= Allah bu misâlle neyi murâd etti.

2- ( Bu beş şeyden ikincisi tenvîn ile tamâm olup izâfeti men eden mübhem isimdir) ki, ya lâfzen olur; Ör: ........ gibi. Ya da takdîrî olur; ........... gibi.

(Burada ........ tenvîn ile tamâm olan bir mübhem isimdir. Ancak gayr-ı munsarıf olduğu için açık tenvîn almamıştır. Bunun tenvîni takdîrîdir. Lafzî değildir.) Diğer bir örnek: .........  On bir adam gibi. Burada da .......... menbî olduğu için tenvîni takdîrîdir.

Sayıların temyîzleri: (Aded ve ma’dûd) :

Sayıların üçten on’a kadar temyîzi, mensûb olmaz fakat esireli ve cemi’dir. Ör: ............. = üç adamlar gibi. Ancak üç yüzden, dokuz yüze kadar temyîzler müfred ve mecrûr (yani tekil ve esireli olarak) gelir.

Onbirden doksan dokuza kadar temyîzler, dâimâ müfred mensûb (= tekil ve üstünlü) dür.

Yüz ve bin, bunların tesniyeleri ve bin’in cemi’de temyîzleri müfred ve mecrûr olarak gelir. Ör: ...................= yüz adam ve bin dirhem gibi.

3- Tesniye nûn’u ile tâm olan mübhem isimdir. (yani tesniye nûn’u, belirtisiz isimde yine izâfeti men eder. Ör: ........... = İki ölçek yağ gibi. Bazan bu iki kısımda (yani tenvîn ve tesniye nûn’unda) izâfet câiz olur. Ör: .................. gibi. Bu iki kısımdan başka izâfeti men edilenlerde izâfet câiz olmaz.

4- (İzâfeti men eden bu beş şeyden dördüncüsü) cemi’ye benzeyenlerin nûn’u ile mübhem ismin tâm olmasıdır. (Yani belirtisiz isim, cemi’ye benzeyenlerin nûn’u ile de izâfeti men eder.) Bu da, yirmiden doksana kadar (olan sayılarda)’dır. Ör: ................ =Yirmi dirhem gibi.

5- (Bu beş şeyden beşincisi mübhem ismin, izâfetle tâm olmasıdır. Yani belirtisiz isim, temyîzden önce bir şeye izâfe edilirse yine temyîz ile izâfeti men eder. Ör: .......... = Bal dolusu gibi. Belirtisiz ismin (=ismi mübhemi Tâmm’ın) ma’mûlü, kendisinden önce gelmez (=tekaddüm edemiz).

Dokuzuncu: (Kıyâsî Âmil)

Ma’nâ fiildir. Bundan murâd, kendisinden fiil ma’nâsı anlaşılan her lafızdır. Esmâ’ul-Ef’âl, yani fiil ma’nâsında olan isimler, bu kısımdandır. Bu, emir veya mâzî ma’nâsında olan isimler müsemmâsının ameli gibi amel eder. Fiil ma’nâsında olan ismin ma’mûlü, kendisinden önce gelmez.

Birincisi: (Emir ma’nâsında olan isim fiildir.)

Ör: ....... = Zeyd’i tut, yakala.

........... Zeyd’e mühlet ver.

.............. = Zeyd’i getir, hâzır et.

............ = Bir şey ver.

.............. = tiridi ver.

............. = Zeyd’i terk et.

............ = Zeyd’e bağlanıp sarıl, temessük et, tutun.

.............= Amr’ı tut, yakala.

.......... Zeyd’i terk et ve bunlardan başkası gibi. Esmâ’ul-Ef’âlden ikincisi, mâzî ma’nâsına olur. Ör: ............ = Emr uzak oldu.

................. = Zeyd ve Amr ayrıldılar.

........................ = Zeyd yaklaştı. Amr yaklaştı vb.

Zarf-ı müstekarda ma’nâ fiildendir. Bunun açıklaması yukarıda geçti.

Nahiv âlimlerinin ittifâkıyla, zarf-ı müstekar, mef’ûl’ün bih’de ve zâhir fâilde amel etmez,  ancak zâhir (yani açıktaki) fâilde amel edebilmesi için, ism-i fâildeki itimâd şartlarına hâiz olup bir de mevsûle sıla olması gerekir. Ör:........................  Zeyd’in bâbası evdedir. (bu, mübtedâya dayanan = itimâd eden zarf-ı müstekara misâldır.) Evde bir kimse yoktur. (Bu da, nefy harfine dayanan zarf-ı müstekara misâldır.) ................ = Bâbası evde olan adam bana geldi. (Bu da, mevsûle dayanan zarf-ı müstekara misâldir.)

Zarf-ı müstekarın haber olup mukaddem olması da câizdir. Eğer zarf-ı müstekar, açık bir fâilide amel etmezse, o zamân onun fâili, hazf edilmiş müteallak’ından nakledilmiş ve zarf da gizlenmiş bir zamîr olur.

Zarf-ı müstekar, açık bir fâil ile mef’ûl’ün bih’den başka her yerde, şartsız amel eder. Hâl ve zarf v.s. gibi.

İsm-i mensûb da ma’nâ fiildendir. İsmi mef’ûl’ün ameli gibi amel eder. Ör: ................. = Kardeşi hâşimî olan bir adam rastladım gibi.

İsm-i mef’ûl’ün amelindeki şart bunda da (yani ism-i mensûb’un amelinde de ) aranır.

İsm-i müsteâr da ma’nâ fiildendir. Senin şu sözündeki ........... kelimesi gibi. ...........................: Uşağı aslan (yani cesâretli) ve bana karşı cüretli bir adama rastladım. Bu misâlde ............ aslan kelimesi, ism-i müsteâr olup, .............= cesaretli ma’nâsına geldiği için, ism-i fâil gibi amel etmiştir.

Kendisinden sıfat ma’nâsı anlaşılan her isim, ma’nâ fiil denir. Yüce Allahın şu sözündeki ‘Allah’ lafzî gibi: .....................O göklerde ma’bûddur. (Bara da ...... lafzî, sıfat ma’nâsına geldiği için, ma’nâ fiil olup zarf da amel etmiştir. ‘Allah’ lafzî ile, ma’bûd ma’nâsı murâd edilmiştir.)

İşaret ismi, leyte ve lealle, nidâ harfi, Teşbîh, tenbîh ve nefy harfleri vs. ma’nâ fiildendir. Bunlar, fâil ve mef’ûl’ün bih’den başka yerlerde amel ederler. Fiilin ma’mûllerin olan hâl ve zarflar gibi.

1-2- MA’NEVΠ

Ma’nevî Âmil: Lisânın onda nasîbi olmayan (yani lisânda yeri bulunmayan) Âmildir. O ancak kalb (yani akıl) ile bilinen bir ma’nâdır. (Onun ma’nâsı ancak kalbe tealluk eder.) Ma’nevî Âmil ikidir:

1- Mübtedâ ve haberi ref’ eden âmil. Mübtedâ ve haberi ref’ eden bu ma’nevî âmil: Bir şeyin diğer bir şeye isnâdından dolayı, lafzî âmillerden soyulup yalnız kalmasıdır. Birinci şey: Haber, ikincisi: Mübtedâdır. Ör: .......... Zeyd kâim’dir gibi.

2- Fiil-i müzâri’yi ref’ eden âmildir. Bunun da ma’nevî olan âmili, fiil-i müzâri’nin sâdece kendisi isim mevkiinde vâki olmasıdır (yani fiil-i müzâri’nin, nasb eden ve cezm eden edatlarla vâki olmamasıdır.) Ör: .......... = Zeyd döver gibi. Burada ....... fiili, ..... un yerinde vâki olduğu için,....... nun âmili, ma’nevî âmil olmuştur. Fiili müzâri’ ancak, nasb eden ve cezm eden harflerden soyulup yalnız kaldığı zamân, ismin yerinde vâki olur (onun yerine geçer). Âmillerden zikrettiğimizin mecmû’u altmıştır.