|
YEMEK - 1
Evliyânın büyüklerinden
Âhmed bin Alevî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin talebelerinden
biri; "Efendim sizden yemek yeme arzusu nasıl gitti? Siz gençliğinizde
yerdiniz." diye sordu. O da; şöyle buyurdular.
"Âlimler buyurdular ki:
Yemenin yedi mertebesi vardır. Birincisi yaşayacak kadar yemek; ikincisi, farz
namazı kılacak ve farz olan orucu tutacak kadar yemek. Bu iki mertebe yemek
farzdır. Üçüncüsü, nâfile olan namazı ve nafile orucu tutabilecek kadar yemek.
Bu kadar yemek müstehabdır. İmâm-ı Gazâlî bu konuya dâir; "Akıl sâhiplerinin
gâyesi Cennet'te Allahü teâlâya kavuşmaktır. Allahü teâlâya kavuşmak ise, ilim
ve amel ile olur. Bunlara bedenin sıhhati ve selâmeti ile devâm edilebilir.
Bedenin sıhhat ve selâmeti ise yiyeceklerden alınan gıdâlarla olur. Ancak
gıdâlar ihtiyaç mikdârı alınmalıdır. Bu yüzden selef-i sâlihinden bâzı âlimler
bedenin ihtiyacı olan gıdâyı almayı din işlerinden saymışlardır." Dördüncüsü,
çalışıp kazanmaya kuvvet sağlamak için yemek. Bu dînin beğendiği tokluktur.
Beşincisi, midenin üçte birini dolduracak kadar yemek. Altıncısı, midenin üçte
birinden fazlasına doldurulan yemek olup, mekruhtur. Çok yiyince insanda ağırlık
ve uyku meydana gelir. Lokman Hakîm buyurdu ki: "Mîde dolunca insanın düşüncesi,
zekâsı uyur, durur. Öyle kimseden hikmet çıkmaz. Âzâları ibâdete karşı tenbel
olur. İnsanların ekserisi bu hâl üzeredir. Yedincisi, zarar verecek derecede çok
yemek aşırı doymak. Resûlullah efendimiz buyurdu ki: "Her hastalığın aslı çok
yemek yemedir." Bu haramdır."
Velîlerin büyüklerinden ve
Ehl-i sünnetin amelde dört hak mezhebinden biri olan Hanbelî mezhebinin imâmı
Ahmed bin Hanbel (rahmetullahi teâlâ aleyh) sık sık talebesine buyururdu ki:
"Yemeği, din kardeşleriyle sürûr içinde, fakirlerle ikrâm ve cömertlikle, diğer
insanlarla da mürüvvet içinde yemek lâzımdır."
Tâbiînin meşhurlarından ve
hâdîs âlimlerinden Ahnef bin Kays (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular
ki: "Kişinin, sevdiği yemeği terkedebilmesi, ağırbaşlılık ve şahsiyet
yüksekliğindendir."
Evliyânın büyüklerinden
Ali Dede Bosnevî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerine, yemek yemenin
âdâbı üzerine sorulunca cevaben;
"İmâm-ı Şâfiî hazretleri
buyuruyor ki: "İnsanlar arasında yemek yemede şu haller vardır. Bir parmakla
yemek yemek kerihliktir, hoş değildir. İki parmakla yemek kibirdendir. Üç
parmakla yemek sünnettendir. Dört ve beş parmakla yemek, aceleciliktendir."
dediler.
"Edirne evliyâsından olan
Aşçı Yahyâ Baba (rahmetullahi teâlâ aleyh) on beşinci asırda
yaşamıştır. Tunca kenarında Sultan Külliyesinde aşçı başılık yapardı. Pişirdiği
güzel yemekleri yiyip, yüce Allahü teâlâya şükreder; "Devâmı devlet nasîbi
Cennet" diye duâ ederdi. Yemekten sonra sohbet ettiği zaman; "Vücudunu gıdâyla
besleyen, şeklen pehlivan olur. Rûhunu Allahü teâlânın aşkı ile dolduran,
gönülden evliyâ olur. Helâl lokma ibâdet ettirir, haram lokma kötü yola sevk
ettirir. Sizin karnınız toksa, hüner başka açları görmektir." buyururdu.
Evliyânın büyüklerinden ve
kendilerine “Silsile-i aliyye” denilen büyük âlim ve velîlerin on beşincisi olan
Şâh-ı Nakşibend Behâeddîn Buhârî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin
en başta gelen talebelerinden Alâeddîn-i Attâr şöyle anlatmıştır: Zamânında âlim
ve sâlih kimseler ziyâretine gelip, hâlis ve helâl yemek yiyelim diye onun
yemeklerini yerlerdi. Her zaman ve her işte sünnet-i seniyyeye uyar ve bilhassa
yemek husûsunda Peygamber efendimize uymaya çok dikkat ederdi. Çoğu zaman ekmeği
kendi pişirir ve sofra hizmetini kendi yapardı. Yemek yerken; "Sofra başında
kendinizi Allahü teâlânın huzûrunda biliniz. O'nun verdiği nîmeti yediğimizi
unutmayınız." buyururdu. Cemâat ile toplu hâlde yemek yerken, içlerinden biri
gaflet ile ağzına bir lokma alsa; "Önündeki yemeği, Allahü teâlânın huzûrunda
olduğunu unutmadan ye! Allahü teâlâyı hatırla, başka şeyler düşünme. Allahü
teâlâ, sana senden yakındır. O'nu düşün." buyururdu. Bir yemek gafletle, öfkeyle
veya zorla pişirilse, o yemekten kendisi yemez, yedirmezdi.
Rivâyet edilir ki, bir zaman
Şâh-ı Nakşibend hazretleri Gazyut denilen bir yere gitti. Orada talebelerinden
birisi onlara yemek getirdi. Şâh-ı Nakşibend hazretleri buyurdu ki: "Bu hamuru
yoğuran ve yemekleri pişiren kimse, başlamasından bitirmesine kadar gadab
hâlinde idi, kızmış hâlde idi. Biz ondan hiçbir şey yiyemeyiz. Zîrâ böyle
yapılan yemeklerde hiçbir hayır ve hiçbir bereket yoktur. Belki de şeytan yemek
yaparken hep onunla bulunmuştur. Bizler böyle bir yemeği nasıl yiyebiliriz?"
Buyurdu ki: "Yenilecek bir
gıdâ, bir yiyecek, her ne olursa olsun gaflet içinde, gadabla veya kerâhatle
hazırlansa, tedârik edilse, onda hayır ve bereket yoktur. Zîrâ ona nefs ve
şeytan karışmışdır. Böyle bir yiyeceği yiyen kimsede, mutlaka bir çirkin netice
meydana gelir. Gaflete dalmadan yapılan ve Allahü teâlâyı düşünerek yenen helâl
ve hâlis yiyeceklerden hayır meydana gelir. İnsanların hâlis ve sâlih ameller
işlemeye muvaffak olamamalarının sebebi; yemede ve içmede bu husûsa dikkat
etmediklerinden ve ihtiyatsızlıktandır. Her ne hâl olursa olsun, bilhassa
namazda huşû' ve hudû' hâlinde bulunmak, zevkle ve göz yaşı dökerek namaz
kılabilmek, helâl lokma yemeye, Allahü teâlâyı hâtırlıyarak yemeği pişirmek ve
yemeği Allahü teâlânın huzûrunda imiş gibi yemeğe bağlıdır. Vücûduna haram lokma
karışmış bir kimse, namazdan tad duymaz."
Hindistan'da yetişen büyük
velîlerden Behâeddîn Zekeriyyâ (rahmetullahi teâlâ aleyh) mutfağında
çeşitli ve lezzetli yemekleri hazırlattırır, kalabalık bir sofrada talebeleri
ile birlikte yemek yerdi. Herkese iltifat eder, yemek esnâsında, etrâfında
bulunanlara lokma ikrâm ederdi. Talebeler böyle iltifatlardan çok hoşlanırlar,
böylece hocalarına olan muhabbet ve bağlılıkları daha da artardı. Yemek
esnâsında, bâzan faydalı güzel şeyler anlatırdı. Bir akşam sofrasında, birlikte
yemek yerlerken, talebenin birisi, aldığı bir lokma ekmeği çorbanın içine
batırıp yedi. Hâce hazretleri bunu beğenip, sünnet olduğunu bildirdi ve; "Resûlullah
efendimiz çorba tasına, lokmanın batırıldığı yemeğin üstünlüğünü, kendisinin
diğer peygamberlere ve hazret-i Âişe'nin diğer kadınlara olan üstünlükleri gibi
olduğunu bildirmişlerdir." buyurdu.
Büyük velîlerden Bişr-i
Hâfî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerine; "Yediğin neredendir?" diye
soranlara şöyle cevap verirdi: "Siz benim nereden yediğimi ne yapacaksınız.
Kendinizin ne sûretle yediğinize bakınız. Çünkü gülerek yiyenle ağlayarak yiyen
bir olmaz. Az yiyen el, çok yiyene denk olmaz. Yediğiniz ekmeğin nereden
olduğuna, çoluk çocuğunun oturduğu evin hangi yoldan kazanıldığına dikkat
ediniz." buyururdu.
Bağdât'ın büyük velîlerinden
Câfer-i Huldî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Yediği yemeği,
Allahü teâlâya ibâdet etmek ve O'nun dînine hizmet etmek niyeti ile yemeyen
kimse, şu üç zarara birden yakalanmıştır. 1. Yemek yerken geçen zamânı zâyi
etti, 2. İçinde bulunduğu vakti zâyi etmeye devam ediyor, 3. Gelecek zamânı
karşılamak fırsatını kaçırdı."
Ehl-i beytten ve meşhûr
velîlerden İmâm-ı Câfer-i Sâdık (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki:
"Malı ve evlâdı çok olmasını isteyen, nebâtî, sebze yemek çok yesin!"
Evliyânın büyüklerinden
Câfer bin Süleymân Dâbiî (rahmetullahi teâlâ aleyh) Ferkad es-Sebîhî'den
naklederek buyurdular ki: "Sizden sonra şiddetli zamanlar gelecek. O zaman
karınlarınız üzerine gömleklerinizi sıkıca bağlayınız ve lokmalarınızı
küçültünüz, lokmalarınızı iyi çiğneyiniz, suyu süzünüz. Sizden biriniz yemek
yeyince, gömleğinizi gevşetmeyin. Çünkü bağırsaklarınız genişler. Yemek
yiyeceğiniz zaman iki kalçanızın üstüne oturunuz ve sağ uyluğunuzu karnınıza
bitiştiriniz. Yemekten sonra oturmayarak gidip geliniz yâni yürüyerek hareket
ediniz."
İslâm âlimlerinin ve
velîlerin büyüklerinden Celâleddîn-i Devânî (rahmetullahi teâlâ aleyh)
yemek yeme âdâbıyla ilgili şöyle anlatır:
"Önce elini, ağzını, burnunu
yıkamalıdır. Peygamber efendimiz buyurdu ki: "Yemekten önce elini yıkayan,
fakirlikten kurtulur."
İlk lokmayı alırken Besmele
ile yemeğe başlamalı, yemeği bitirince "Elhamdülillah!" demelidir. Ev sâhibi
ise, en önce yemeğe o başlamalıdır.
Elini, elbisesini, sofrayı,
örtüyü kirletmemeli, elle yenilecek şeyleri üç parmakla yemeli, yerken ağzını
açmamalı, büyük lokma almamalı, lokmayı ağzına alır almaz, çiğnemeden yutmamalı,
normalden fazla da ağzında tutmamalıdır. Bir lokmayı yutmadan, ikinci bir
lokmaya el uzatmamalı, dökülen kırıntıları toplamalıdır. Yemek esnâsında
parmağını yalamamalıdır. Ama yemek bitince yalayabilir. Hattâ o zaman yalamak
sünnettir.
Yemeğin rengine bakmamalı,
yemeği koklamamalı, yemeğin hep birinden yiyip, diğerlerinden yememezlik
etmemelidir.
Eğer sofrada iyi bir
yemekten az bulunursa, diğerlerini bırakıp hep onu yememeli, diğer arkadaşlarını
kendine tercih etmelidir.
Önünden yemelidir. Ancak
meyve tabağının diğer tarafından da alınabilir. Ağzına götürmüş olduğu kemik ve
benzeri şeyleri, ekmeğin ve sofranın üzerine koymamalı, eğer yediği et veya
lokmadan kemik çıkarsa, yavaşca ağzından çıkarmalıdır. Yemek yerken tiksindirici
hareketlerden, sözlerden, hikâyelerden sakınmalıdır. Ağzından çıkardığı bir şeyi
kâseye, tabağa atmamalı, kısaca; öyle yemek yemelidir ki, tabağında yemek artsa,
bir başkası tiksinmeden yiyebilmelidir. Misâfir ise, ev sâhibinden önce
yememeli, ama başkaları yemeğe başlamışsa, onlara uyup yemelidir. Aç da olsa,
buna riâyet etmelidir. Ama evinde ve mahremlerinin olduğu yerde hemen
başlayabilir.
Ev sâhibi ise, misâfirler
yemekten el çektikten sonra, yemekten el çekmelidir. Yavaş yavaş yemeli, eğer
kimse yemeğe devâm etmiyorsa, yalnız kalıp, utancından bırakmamalıdır.
Yemek arasında su içmek
îcâbederse, rahat ve yavaş içmelidir. Ağzının ve boğazının sesi su içerken
duyulmamalıdır. Dili ile dişlerinin arasından aldıklarını yutmalı, ama kürdanla
aldıklarını uygun bir yere atmalı insanları tiksindirmemelidir.
Ellerini yıkarken ve
temizlerken, parmaklarını ve tırnak diplerini iyice yıkamalı, aynı şekilde
dudaklarını, ağzını, dişlerini iyice temizlemeli, leğene tükürmemelidir. Ağzını
yıkadığı suyu dökerken, eliyle örtmelidir. Yemek yemeden önce el yıkarken,
başkalarından öne geçmeye çalışmamalıdır."
|
|