CİLD       ALFABE       KONU       KABR-İ ŞERİFLER

ALFABE - CİLD                      1.   2.   3.   4.   5.   6.
     
 

VASİYET (R - S)

Bursa'da yaşayan evliyâdan Rüstem Halîfe Bursevî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerini, Nefehât-ül-Üns kitabının mütercimi Lâmii Çelebi, şöyle anlatır: Gâyet edebli bir kimseydi. Hâlini her zaman gizlerdi. Sâdece gerektiği zamanlarda konuşurdu. Hâlini, çocuklara Kur'ân-ı kerîm öğretmekle gizlemeye çalışırdı.

Bana "Evlâd!" diye seslenirdi. Bu sebeple şöyle vasiyet etti: "Evlâd! Beni müslümanların omuzlarına yük etme. Yakınca bir yere defnedesin!" Bunun içindir ki, onu, Hisar içinde ceddimize mensup bulunan Nakkâş Ali'nin yaptırdığı Mescid bahçesinde, babam merhum Osman Çelebi'nin yanında toprağa verdim. Allahü teâlâ şefâatine nâil eylesin!"

Konya'nın büyük velîlerinden Sadreddîn-i Konevî (rahmetullahi teâlâ aleyh) ömrünün sonlarına doğru şöyle vasiyette bulundular: "Rabbime hamd eder, Resûlullah efendimize salât ü selâm ederim.

Ben yakînen inanıyorum ki, Cennet ve Cehennem haktır. Amellerin tartılacağı mîzân haktır, doğrudur. Ben bu inançla yaşadım ve bu îmânla vefât ediyorum.

Sevdiklerim ve talebelerim vefâtımın ilk gecesinde Allahü teâlânın beni her türlü azâbdan bağışlaması ve kabûl etmesi niyetiyle, yetmiş bin kelîme-i tevhîd yâni Lâ ilâhe illallah diyerek tevhîd okusunlar.

Defnedildiğim gün kadın, erkek, fakir, kimsesiz ve düşkünlere kör ve kötürüm olanlara bin dirhem sadaka dağıtılmasını vasiyet ediyorum.

Bekâr olanlarınız Şam'a hicret etmeye çalışsın. Çünkü yakında buralarda bir takım fitneler zuhûr edecek ve çoğunuzun rahatı kaçacak ve size söylediğimi hatırlayacaksınız. Ben işimi cenâb-ı Hakk'a havâle ediyor ve O'na bırakıyorum. Dostlarım duâlarında beni hatırlasın ve bana her türlü haklarını helâl etsinler. Benim bıraktığım bilgiler de onlara helâl olsun.

Allahü teâlâdan kendim ve sizin için mağfiret diliyorum. Yâ Rabbî bana mağfiret et. Şüphesiz sen merhâmet edicisin."

(Sadreddîn-i Konevî hazretlerinin; "Yakında öyle bir fitne kopacak ki, çok kimseler bu zulümden kurtulamayacaktır. Onun için, evlenmeyen kimseler bundan sonra Şam'a gidebilirler." sözleriyle, Moğolların Selçuklu Devletini yıkacaklarını ve çok zulüm edeceklerini işâret etmişlerdir.)

Tefsîr, hadîs ve Hanefî mezhebi fıkıh âlimi, tasavvuf mütehassısı büyük velî Senâullah-i Dehlevî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin vasiyetnâmesi: "Allahü teâlâya hamd ve Resûlüne salât ve selâm olsun. Bu fakîr Senâullah Pânî pütî derim ki: Seksen yaşıma geldim. Kur'ân-ı kerîmde yakîn diye bildirilen ölüm, başucuma kadar geldi. Başka bir şey yapmaya fırsat bırakmadı. Artık evlâdıma ve sevdiklerime birkaç vasiyetimi yazmak istiyorum. Bâzısını yerine getirmek bu fakir için, bir kısmı ise çocuklarım ve dostlarım için faydalı, hattâ zarûrîdir. Şahsım ile ilgili olanlar yerine getirilirse, rûhum hoşnud olacak. Hak teâlâ kendilerine hayırlı karşılıklar verecektir. Yoksa öbür dünyâda eteklerine yapışacağım. Kendileri ile ilgili vasiyetime riâyet ederlerse, hem dünyâ, hem de âhirette bunun iyi netice ve meyvesini göreceklerdir. Yoksa âkıbet kötü olacaktır.

Şahsıma âit vasiyetim: Techîz, tekfîn, gasl ve defnde sünnet-i seniyyeye uyulacak. Hocam Mazhar-ı Cân-ı Cânân'ın lutfedip verdikleri iki bez ile kefenlesinler. Sarık sarmak sünnete muhâliftir. Hem zarûrî de değildir. Cenâze namazımı kalabalık bir cemâat ile Hâfız Muhammed Ali veya Hâkim Sekhâ veya Hâfız Pîr Muhammed gibi sâlih bir imâm ile kılsınlar. Cenâze namazımda birinci tekbirden sonra Fâtiha-yı şerîfeyi de okuyunuz. Vefâtımdan sonra onuncu, yirminci, kırkıncı, altmışıncı günler yapmasınlar. Çünkü Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem üç günden fazla mâteme izin vermeyip, haram olduğunu bildirdiler. Kadınların ağlayıp sızlamalarına şiddetle mâni olunuz. Fakir hayatta iken böyle şeylere rızâ göstermezdim. Kelime-i tevhîd, salevât-ı şerîfe, Kur'ân-ı kerîm hatmi, istigfâr ve fakirlere gizli olarak helal maldan sadaka vermek sûretiyle bu fakire imdâd ve yardım ediniz. Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem; "Ölü, kabirde, denizde boğulmak üzere olup imdâd isteyen kimse gibidir. Babasından, kardeşinden, arkadaşından gelecek bir duâyı bekler." buyurdu. Vefâtımdan sonra borçlarımı ödemekte çok gayret gösteriniz...

Bunları yerine getirmekte gevşeklik yapmayınız. Hocanın vasiyetini, herkesin gücü yettiği kadar yerine getirmesi lâzım olduğunu biliniz...

Geride kalanların faydası için olan vasiyetim şudur: Dünyâya fazla kıymet vermeyiniz. İnsanlar çoğunlukla çocukluğunda ve gençliğinde ölmektedirler. Yaşlanan pek azdır. Hepsinin ömrü kısa süren bir sabah rüzgarı gibi geçmektedir. Nereye gittiğini bilmezler. Kalan ise bitmeyecek olan âhiret işleridir. Bu dünyâ lezzetleri sıkıntı çekmeden ele geçmiyor. O da az bir şeydir. Bu geçici ve az bir şey olan lezzetlere dalıp, ebedî lezzeti, âhiret saâdetini, Allah korusun elden kaçırmak ve ebedî felâkete düşmek ahmaklıktır. Din ve dünyâ faydası bir araya geldiği zaman, tercihini din menfaatini öne almakta kullan. Dünyâda zâten takdir edilen şey insana ulaşır. Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem; "Bütün maksatlarını tek bir maksad edinenin (yâni) maksad ve düşüncesi âhiret olanın dünyâsına Allahü teâlâ kefildir." buyurdu. Dünyâyı tercih eden, önde tutanın eline bâzan dünyâ da geçmez. Nitekim zamânımızdaki insanlarda bu hal çok görülmektedir. Bu durumda olan dünyâda da âhirette de zarar eder. Diyelim ki, dünyâ malı eline geçti. O da kısa bir zaman sonra yok olup gidecek, gene sonsuz ziyanda kalacak.

Dünyâ saâdetlerine ve nîmetlerine kavuştukları halde bunlardan bir zerresini götüremeden ölüp giden binlerce insan gördüm.

Ben, birâderim, babam ve dedem kâdılık vazîfesi yapageldik. Gerçi bu hizmeti hakkıyla yerine getiremedik. Bilhassa bu kusuru çok fakîrin hayâtının büyük kısmı bozuk şartlar içinde vazîfe yapmakla geçti. Bu sebepten pişmanım ve istiğfâr etmekteyim. "Lâ havle velâ kuvvete" okuyup derim ki, bu vazîfeyi isteyerek almadım. Yine de zamânımız ehlinin çoğundan iyi yürüttüm. Allahü teâlâya hamd olsun. Bu bakımdan Allahü teâlânın fazlından mağfiret ummaktayım. Bütün maksadım da Rabbime kavuşmaktır.

Kâdılık vazîfesi sebebiyle müslümanlar hattâ Hindliler dâhil karşılaştığım herkes bize kıymet vermektedir. Halbuki benden daha kıymetli âlimler vardır. Hiç kimse onları sormuyor. Başkasının bâtınından, iç dünyâsından kimin ne haberi olur. Bu da dînî faydayı dünyâ menfaatine tercih edenden dünyânın da yüz çevirmeyeceğine delildir.

O halde çocuklarımdan kâdılık vazîfesi yapmak isteyenler, haksız olanı savunmaktan uzak dursunlar. Mûteber ve meşhur olan rivâyetler ile amel etsinler. Hülâsa, dîni dünyâdan önde tutmanın bir yönü de kızını dindar bir dâmâdla evlendirmektir. Çünkü zamânımızda bu şehirde râfizîler çok yayılmıştır. Memleketin ileri gelenleri yâ âile asâletine, soya sopa veya mala, paraya ve zenginliğe bakıyorlar. Halbuki ilk önce dindârlığa bakmak lâzımdır. Soyu yüksek ve zengin de olsa, böyle râfızî olduğu bilinen ve sezilen kimseye kız vermemelidir. Kıyâmet günü dindârlık ve takvâ, haramlardan sakınıp sakınmamak sorulacaktır. Bu yolda falan oğlu filan olmak hiçbir şey değildir. Elde bulunan mala, nîmet çokluğuna îtibâr olunmaz. Çünkü bunlar el değiştirir. Nitekim; "Mal gelir gider." demişlerdir.

Şunu da bilmek lâzımdır ki, bir kimse gizlide ve açıkta ve bütün hallerinde Resûlullah sallallahü aleyhi ve selleme ilim, îtikâd, âdet ve ibâdetlerindeki amelinde ne kadar tâbi olursa, O'na benzerse, onu o kadar kâmil bilmelidir. Resûlullah'a uymakta kusur ettiği kadar noksandır. Bu sebeple Nakşibendiyye büyükleri, sünnet-i seniyyeye uymakta en yüksek dereceye varmak için sanki yarış etmişlerdir. Tâbi olma bakımından Resûlullah sallallahü aleyhi ve selleme benzemelerindeki kemalleri, fazîletlerine üstünlüklerine delildir. Bizim gibi zayıf himmetli, Resûlullah'a tam mânâsıyla tâbi olamayanlar, nâfilelerle çokça meşgul olmasa da fakat farzları yerine getirirse, bilhassa muâmelelerde, ibâdetlerde, âdetlerde, haramları, mekruhları, şüphelileri terk ederse, bu da büyük kazançtır.

Eğer insanın himmeti bu dereceden de aşağı olur, şeytan ve nefse uyarak haramları işlerse, artık kulların haklarını zâyi etmeye başlar. İşlenen günahları Allahü teâlânın merhâmet edip affetmesi, din büyüklerinin şefâatine kavuşmak ümid edilirse de, kul hakları için böyle bir bağışlanma yoktur. Bu hususta âyet-i kerîmeler ve hadîs-i şerîfler çoktur. Hepsini buraya yazmak mümkün değildir. Bunlardan ikisi şöyledir:

"Müslüman, diğer müslümanların elinden ve dilinden zarar görmediği kimsedir."

"Kendin için istediğini, insanlar için de istemek, kendin için istemediğini insanlar için de istememek."

Bir şiirin mânâsı ise şöyledir: "Ne istersen yap, fakat, insanlara eziyet ve sıkıntı verme yolunu seçme. Çünkü dinde bunun gibi büyük günah yoktur."

Nasîhatlardan biri de şudur: Hanımına, çocuklarına, hizmetçilerine ve diğer emri altında olanlara öyle muâmele etmeli ki, hepsi sizden râzı olsunlar ve sizi sevsinler. İyi bir insan ve onların dert ortağı olduğunuza, kendilerine güçlerinin yetmeyeceği şeyleri yüklemeyeceğinize iyice inansınlar. Bununla berâber onlardan bâzısının hased, kıskançlık sebebiyle birbirinden memnun olmamaları önemli değildir. Âmir mevkiinde olanları, kendilerine itâat etmekle ve hizmetlerini yerine getirmekle memnun etmeli. Yalnız günah olan emirleri yerine getirilmez. Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem; "Allahü teâlâ katında günah olan şeylerde, kula itâat olunmaz." buyurdu.

Yakın akrabâya, kardeşlerine, dostlarına, sevdiklerine, arkadaşlarına, komşularına samimî bir sevgi, tevâzu ve alçak gönüllülük üzere olmalı, onların sıkıntılarını paylaşmalıdır. Dünyâ o kadar âhım şâhım bir yer değildir. Dünyâ işleri için birbiriyle irtibâtı kesip, kopmamalıdır. Hiçbir âile ocağı çekişmekten başka bir şeyle sönmemiştir. Düşmanlık yapanlara da iyilik ederek onları mahcûb etmelidir.

Şiir:

İki dünyâ rahatını şu iki sözde ara

Dostlara iltifat, düşmanına müdârâ.

 

Kur'ân-ı kerîmde meâlen şöyle buyruluyor: "Düşmanların kötülüğünü onlara iyilik yapmak sûretiyle def et. Böyle yaparsan, düşman olan kimsenin sana dost olduğunu, seni sevdiğini göreceksin. Bunu (düşmana iyiliği) ancak çok sabırlılar ve büyük nasîb sâhipleri yapar." (Fussilet sûresi: 34),

Bu sözümüz, dünyâlık sebebiyle, kendisine düşmanlık edilen bir müslümanın tâkib edeceği yol hakkındadır. Fakat, râfizîler, hâricîler ve benzerleri gibi kendilerine sırf Allah için düşmanlık yapılması gereken kimselere karşı tavrımızın ve tutumumuzun nasıl olacağına gelince, bozuk îtikâdlarından tövbe etmedikçe kendilerine muvâfakat edilemez. İsterse babası ve oğlu olsun.

Âilemizden her asırda mümtaz âlimler bulunagelmiştir. Çocuklarımdan Ahmedullah bu devlete kavuşmuştur. Fakat vefât eyledi. Allahü teâlâ ona rahmet eylesin. Delîlullah ve Safvetullah'ın da bu (ilim) devletini elde etmesini istediysem de icâbet olunmadı. Üzgünüm. Fetvâlardan hâlen anlayabildikleri yeterli değildir. Bu hususta çalışabilirlerse elbette çalışsınlar. Bu sonsuz devleti ve nîmeti kazanmak için kendi çocukları üzerinde titizlikle dursunlar. Çünkü hem dünyâda ve hem âhirette büyük faydalara sebeb olur. İlim, doğru îtikâdı (inancı), güzel ahlâkı, işlerin ve hallerin iyisini ve kötüsünü bilmekten ibârettir. Bunları akâid, fıkıh ve İslâm ahlâkı kitapları anlatır. Bu ilim, Kur'ân-ı kerîm, hadîs-i şerîf, tefsîr, hadîs-i şerîf şerhlerini (açıklamalarını), usûl-i fıkhın delillerini bilmeden, Eshâb-ı kirâm ve tâbiîn, husûsiyetle dört mezheb imâmlarının sözlerini anlamadan, ayrıca lügat, sarf, nahvi iyice öğrenmeden ele geçmez. Bütün bunlar bilinmeden işin doğrusu yanlışından ayrılamaz. Bu ilimlere çalışmak lâzımdır. Felsefecilerin hikmetini okumanın hiç faydası yoktur. Fakat mantık ilmi müstesnâ. O, diğer ilimleri anlamada yardımcıdır. Onu okumak elbette faydalıdır."

Evliyânın büyüklerinden Seyyid Emir Hamza (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri bir gün halka vâz ü nasîhattan sonra şöyle söyledi: Ey azîzler! Size bir vasiyetim var. Onu kabûllenin ki, âhirette size faydası olsun. Nitekim Resûl-i ekrem; "Vakit geçmeden namaza, ölüm gelmeden tövbeye acele edin" buyurdu. Ey dostlarım! Allah'ın emirlerini yerine getirmede eksiklik etmeyin. Peygamber efendimiz; "Namaz dînin direğidir. Namazını kılan dînini kurmuş, terkeden dînini yıkmış olur." buyurdu.

Seyyid Emir Hamza'nın talebelerine vasiyeti ise şöyledir: "Ey talebelerim! Bizim bulunduğumuz bu yol, sıdk ve doğruluk üzerine kurulmuştur. Muhterem babam Seyyid Emîr Külâl buyurdu ki: "İnsanların Hakk'a kavuşmaktan mahrum kalmalarının sebebi, İslâmiyete tam uymadıklarındandır." Önce îtikâdı düzeltmek lâzımdır. Şekten, şüpheden, bid'at ve dalâletten ve gayr-i meşrû olan her şeyden kalbi temizlemelidir. Bir kimsenin, anlamadan, mezheblerin ihtilâflarından ve ittifaklarından konuşması çirkin bir iştir. Bir kimse bu hususta bilmeden konuşursa, câhilliğinin alâmetidir. Çünkü tasavvuf ehlinin yolu, yolların en aydınlığıdır. Hepsinden daha yakındır ve en nûrlu olanıdır. Yolların en doğrusu ve en iyisidir. Necmeddîn Ömer Nesefî buyurdu ki: "Tasavvuf; kalbden, Allahü teâlânın sevgisinden başka her şeyi çıkarmaktır. Bedeni de, Allahü teâlânın emirlerine ve Resûlullah efendimizin sünnetine uymakla süslemelidir. Allahü teâlânın râzı olduğu şeyleri yapmalı ve Resûlullah efendimizin sünneti üzere hareket etmelidir. Zamânımızdaki dalâlet fırkaları, tasavvufu yanlış anlayıp, yanlış yorumlayarak başka yollara sapmışlardır.

Tasavvuf ehli olanlar, Resûlullah efendimizin sünnetine uyarlar. Yâni İslâmiyete uyarlar. Haram işlerden ve haram yemekten sakınırlar. İnsanların yükünü çekip, kimseye yük olmazlar. Şöhretten sakınırlar. Müslümanlara acıyarak, onlara yumuşak davranırlar. Dâimâ Allahü teâlâdan korkarlar ve günahlarının affedilmesi için yalvarırlar. Gıybet etmezler. Dünyâya, dünyânın rahatlığına ve zînetine güvenmezler. Sâlihlerin ve Eshâb-ı kirâmın yolunda ve onların ahlâkı üzere olurlar. Büyükleri inkâr etmezler ve bid'at ehline uymazlar. Bunlar Ehl-i sünnettir. Hak üzere olan cemâattir. Sakın onların sevgisini kalbinizden çıkarmayınız. Çünkü onların sevgisi, Allahü teâlânın ve Resûlünün râzı olmasına sebeb olur. Allahü teâlâ, Kur'ân-ı kerîmin Hucurât sûresi üçüncü âyet-i kerîmesinde meâlen; "Allah onların kalblerini takvâ için imtihân etmiştir. Onlara bir magfiret ve büyük bir mükâfat vardır." buyurdu. Bu tâifenin hâlini öğrenmiş oldunuz. O hâlde onlara tâbi olunuz ve onlarla sohbet ediniz. Bid'at ve dalâlet ehli olan fırkalardan ve onlarla sohbet etmekten sakınınız da, âhirette zarar etmeyesiniz. Bid'at sâhibi olanları aşağılamak husûsunda çok çalışmalı ki, Resûlullah efendimizin müjdesine kavuşulsun. Resûlullah efendimiz buyurdu ki: "Bid'at sâhibini aşağılayanı, Allahü teâlâ büyük korkudan emin eder."

Ey talebelerim! Dâimâ namaz vakti ne zaman girecek de namaz kılacağım diye bekleyin. Abdesti, namaz vakti girmeden alınız. Namazı huşû ve hudû ile kılınız ve Allahü teâlâdan korkunuz. Namaz vaktinde hiçbir şeyle meşgûl olmayınız. Nitekim Resûl-i ekrem; "Vakit geçmeden namaza, ölüm gelmeden tövbeye acele edin." buyurdu. Dâimâ tövbe ediniz. Resûlullah efendimiz; "Günâhına tövbe eden, günâhı olmayan gibidir." buyurdu. Gaflet uykusundan kendinizi uzak tutunuz ki, uyanık olasınız. Mümkün mertebe lüzumsuz konuşmayın. Sakın boş söz söylemeyin. Dâimâ namaz ve oruçla süslenin.

Elinizden geldiği kadar hiçbir mahlûka hakâret gözü ile bakmayınız. Çünkü o, Alahü teâlânın katında sizden daha makbûl olabilir. Birbirinizi çok seviniz. Sevdiğiniz kimse, Allahü teâlânın dostlarından biri olabilir. Buna çok dikkat ve gayret ediniz. kimseye dünyâlık için tâzim etmeyiniz ki, dîniniz dünyâ uğruna gitmesin. Zîrâ, dünyânın Allahü teâlâ katında hiç değeri yoktur. Dünyâyı sevmek aşağılıktır ve her şeyden aşağıdır. Dîninizi dünyâya fedâ etmeyiniz. Dînini başkalarının dünyâsı için satan ve bu yüzden Allahü teâlânın rahmetinden mahrum kalan kimseden daha câhili yoktur. Böyle kimse, hem dünyâda, hem de âhirette zavallıdır. Allahü teâlânın râzı olmasını düşünmeyip de insanların rızâsını düşünen, onların râzı olmasını arayan kimse, Allahü teâlânın gadabını istemiş olur. Allahü teâlâ, insanları da ona karşı gadablandırır. Allahü teâlânın kendisinden râzı olmasını isteyip, insanların râzı olmasına bakmayan kimseden Allahü teâlâ râzı olur. İnsanları da ondan râzı ve hoşnûd kılar.

Birisi size husûmet, düşmanlık ederse, onunla meşgûl olmayınız. Çünkü husûmetin sonu gelmez. Allah korusun, bu uğurda dîniniz elden çıkabilir! İnsanların sevgisine de aldanmayınız! Zîrâ bu sevgileri devamlı değildir. İnsanların elinde olana tamâ etmeyiniz. Allahü teâlânın size verdiğine kanâat ediniz. Çünkü tamâ eden, dâimâ sıkıntı ve üzüntü içinde olur. Kanâat eden de, her zaman neşeli ve rahattır. Beyt:

 

"Beni kanâatle eyledi dâim azîz,

Husûmet ve temâdan eteğim oldu temiz"

 

Namazı öyle kılınız ki, yalnız ve kalabalıkta iken namazdaki hâliniz değişmesin. İnsanların yanında iken çok yavaş kılmayın ki, bu, kendini insanlar nazarında iyi göstermek olur. Beyt:

 

"Gizli şirk var riyâ ile tâatte,

Ya Hak için ol, ya ukbâ iste."

 

İnsanlardan ve makamlarından yardım beklemekten ümîdi kesip, Allahü teâlâya bağlanmalıdır. Başkalarından yardım bekleyen kimse, insanlar yanında hor görülür. İnsanlarla tamâ etmeyi bırakan kimse, dünyâda da, âhirette de azîz ve mükerrem olur. Yardımı Allahü teâlâdan isteyin. Birinin size karşı kusûru olursa, şikâyet etmeyin. Kabahati kendinizde arayın. Dâimâ özür dileyici olun. Kimsenin ayıbını aramayın. Nasîhat kabûl eder görünen münâfıklara nasîhat etmeyin. Onu ayıblarsanız, duymasın. Size düşman olur. Bir kimse yanlış konuşmuşsa, insanlar arasında yanlışını ona söylemeyin. Yalnız olduğu zaman ve nasîhat kabûl edici olduğunu bilirseniz, o zaman söyleyin. Ama günâhla ilgili ise, lütf ile, yumuşaklıkla söyleyin.

İnsanlardan bir sıkıntı gelirse, affedin. Karşılığında iyilik yapmaya bakın. Biri size tâzim etmezse, sakın ondan dolayı hatırınız kırılmasın. Filân kimse bana saygı göstermedi gibi sözlerden çok sakınınız. Bir kimse size tâzim eder ve sizden iyi olarak bahsederse, ona sevinmeyin. Bu söz üzerinde durmayın ve; "Benim iyi kalbim vardır" deyip kendinizi aldatmayın. İnsanların medhini ve zemmini (övüp kötülemesini) aynı tutarsanız, felâket uçurumuna düşmezsiniz. Size bir acı haber gelir veya hasta olursanız, Allahü teâlâdan râzı olmaya dikkat edin ve Allah'a hamd edin. Ne kadar hasta olsanız, ayağa kalkamayacak hâlde bulunsanız da, namazı kazâya bırakmayınız. Îmâ ile kılınız. Eğer Allah korusun, kazâya kalırsa, en kısa zamanda kazâ ediniz. Hastalığınızı, günahlarınıza keffâret biliniz. Zîrâ kula gelen belâlar, onlara sabır ve tövbe ile kalkar.

Önünüze bakın. Her tarafa, öteye beriye bakmayın. Her gördüğünüzle değil, îcâbedenlerle konuşun. Konuşmak îcâbederse, yavaş konuşun. Birisi sizinle konuşursa, onu iyi dinleyin. Güldürücü sözler konuşmayın. Mecbur olmadıkça insanlardan bir şey istemeyin. İsterseniz, az isteyin. Hiç kimseye zulüm ve günahta yol göstermeyin. Evinizde iyi ahlâklı olun. Ağır söz söylerlerse, siz dilinizi koruyun. Düşünerek söz söyleyin. Hürmet ehli, kendisine hürmet gösterilenler sizi yanına çağırırsa, onunla mağrûr olmayın. Dünyâ ve dünyâyı sevenlerden kaçın. Elden geldiği kadar ilmiyle amel eden âlimelrin sohbetinde bulunun. İlim öğrenmekten bir adım geri ve uzak durmayın. Zîrâ ilimsiz amel, şeytanın oyuncağı olur. İlminiz azsa, onunla amel edin, çoğalır.

Her işte esas, ilim ve takvâdır. Îmândan güzel hiçbir nîmet yoktur. Allah'a ibâdetten daha iyi amel, iş yoktur. Ölümden iyi ibret yoktur.

Kendini; ucbdan (kendini begenmekten), riyâdan (gösterişten), tekebbürden (böbürlenmekten), hasseden (çekememezlikten), gıybetten (dedikodudan), bahillikten (cimrilikten), kin tutmaktan, düşmanlıktan ve nifaktan korumalıdır. Bunlar, kişinin kötülüğüne alâmettir.

Dâimâ kalb temizliği ile meşgûl olmalıdır. Kalbini pisliklerden temizlemedikçe, hakîkî maksada kavuşulamaz.

Bütün iyiliklerin başı, dünyâyı terk etmektir. Bütün kötülüklerin başı da dünyâ sevgisidir. Bununla birlikte, Server-i kâinât efendimiz; "Dünyâ âhiretin tarlasıdır." buyurdu. O hâlde dünyâda âhiret işleri yap ve dünyâya ve dünyânın nîmetlerine bağlanma! Dünyâ rahat yeri değildir. İbret yeridir. Bunun için Resûl-i ekrem efendimiz; "Dünyâ ibret yeridir, tâmir etme yeri değildir." buyurdular.

 

"Dünyâ bir kulübedir ve biz onda misâfir,

İki cihânda bâkî, sâdece Allah'dır."

 

Demişlerdir ki, bir lokma haram yiyenin, ibâdetleri kırk gün perde arkasında kalır. Elbisesinde haramdan bir iplik bulunanın, o haram iplik o elbisede bulundukça, tâati kabûl olmaz. Yiyecek ve giyecek temiz olmazsa, namaz, oruç ve cihâdınız kabûl olmaz. Din yolunda mahreminiz olmayanla birlikte oturmayın.

Seyyid Emîr Hamza hazretleri, bu vasiyetleri buyurduktan sonra, husûsî odalarına girip, üç gün üç gece, başını murâkabe yakasının içine çektiler. Sonra başını kaldırıp; "Âlemlerin Rabbine hamd olsun ki, yüksek babamıza geldiği gibi, bize de aynı müjdeler geldi." buyurdular. Bunları söyledikten sonra, Kelime-i şehâdet getirerek vefât edip, Hakk'ın rahmetine kavuştular.

Anadolu'da yetişen evliyânın en büyüklerinden, kendilerine “Silsile-i aliyye” denilen büyük âlim ve velîlerin otuz ikincisi olan Seyyid Sâlih (rahmetullahi teâlâ aleyh) H.1281 de hastalandı. Talebelerini toplayarak herbiriyle vedâlaştı, helâllaştı. Vasiyetini bildirdi. Kabriyle ilgili olarak da; "Kabrimi ağabeyim Seyyid Tâhâ hazretlerinin kabr-i şerîfinin ayak ucuna kazınız. Edebi gözetip kabirde de mübârek ayakları başamın üstüne gelecek şekilde olmasını sağlayın. Bizden sonra Seyyid Fehîm'e tâbi olun." buyurdu. Sonra talebelerinin Kur'ân-ı kerîm tilâvetleri arasında vefât edip, sevdiklerine kavuştu. Vasiyetini aynen yaptılar. Kabrini hocasının ayak ucuna kazdılar. Şimdi bu iki kabrin üç taşı vardır. Yâni Seyyid Tâhâ hazretlerinin kabrinin ayak ucundaki taş, Seyyid Sâlih hazretlerinin baş taşıdır.