|
VASİYET (R - S)
Bursa'da yaşayan evliyâdan
Rüstem Halîfe Bursevî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerini, Nefehât-ül-Üns
kitabının mütercimi Lâmii Çelebi, şöyle anlatır: Gâyet edebli bir kimseydi.
Hâlini her zaman gizlerdi. Sâdece gerektiği zamanlarda konuşurdu. Hâlini,
çocuklara Kur'ân-ı kerîm öğretmekle gizlemeye çalışırdı.
Bana "Evlâd!" diye
seslenirdi. Bu sebeple şöyle vasiyet etti: "Evlâd! Beni müslümanların omuzlarına
yük etme. Yakınca bir yere defnedesin!" Bunun içindir ki, onu, Hisar içinde
ceddimize mensup bulunan Nakkâş Ali'nin yaptırdığı Mescid bahçesinde, babam
merhum Osman Çelebi'nin yanında toprağa verdim. Allahü teâlâ şefâatine nâil
eylesin!"
Konya'nın büyük velîlerinden
Sadreddîn-i Konevî (rahmetullahi teâlâ aleyh) ömrünün sonlarına doğru
şöyle vasiyette bulundular: "Rabbime hamd eder, Resûlullah efendimize salât ü
selâm ederim.
Ben yakînen inanıyorum ki,
Cennet ve Cehennem haktır. Amellerin tartılacağı mîzân haktır, doğrudur. Ben bu
inançla yaşadım ve bu îmânla vefât ediyorum.
Sevdiklerim ve talebelerim
vefâtımın ilk gecesinde Allahü teâlânın beni her türlü azâbdan bağışlaması ve
kabûl etmesi niyetiyle, yetmiş bin kelîme-i tevhîd yâni Lâ ilâhe illallah
diyerek tevhîd okusunlar.
Defnedildiğim gün kadın,
erkek, fakir, kimsesiz ve düşkünlere kör ve kötürüm olanlara bin dirhem sadaka
dağıtılmasını vasiyet ediyorum.
Bekâr olanlarınız Şam'a
hicret etmeye çalışsın. Çünkü yakında buralarda bir takım fitneler zuhûr edecek
ve çoğunuzun rahatı kaçacak ve size söylediğimi hatırlayacaksınız. Ben işimi
cenâb-ı Hakk'a havâle ediyor ve O'na bırakıyorum. Dostlarım duâlarında beni
hatırlasın ve bana her türlü haklarını helâl etsinler. Benim bıraktığım bilgiler
de onlara helâl olsun.
Allahü teâlâdan kendim ve
sizin için mağfiret diliyorum. Yâ Rabbî bana mağfiret et. Şüphesiz sen merhâmet
edicisin."
(Sadreddîn-i Konevî
hazretlerinin; "Yakında öyle bir fitne kopacak ki, çok kimseler bu zulümden
kurtulamayacaktır. Onun için, evlenmeyen kimseler bundan sonra Şam'a
gidebilirler." sözleriyle, Moğolların Selçuklu Devletini yıkacaklarını ve çok
zulüm edeceklerini işâret etmişlerdir.)
Tefsîr, hadîs ve Hanefî
mezhebi fıkıh âlimi, tasavvuf mütehassısı büyük velî Senâullah-i Dehlevî
(rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin vasiyetnâmesi: "Allahü teâlâya hamd ve
Resûlüne salât ve selâm olsun. Bu fakîr Senâullah Pânî pütî derim ki: Seksen
yaşıma geldim. Kur'ân-ı kerîmde yakîn diye bildirilen ölüm, başucuma kadar
geldi. Başka bir şey yapmaya fırsat bırakmadı. Artık evlâdıma ve sevdiklerime
birkaç vasiyetimi yazmak istiyorum. Bâzısını yerine getirmek bu fakir için, bir
kısmı ise çocuklarım ve dostlarım için faydalı, hattâ zarûrîdir. Şahsım ile
ilgili olanlar yerine getirilirse, rûhum hoşnud olacak. Hak teâlâ kendilerine
hayırlı karşılıklar verecektir. Yoksa öbür dünyâda eteklerine yapışacağım.
Kendileri ile ilgili vasiyetime riâyet ederlerse, hem dünyâ, hem de âhirette
bunun iyi netice ve meyvesini göreceklerdir. Yoksa âkıbet kötü olacaktır.
Şahsıma âit vasiyetim:
Techîz, tekfîn, gasl ve defnde sünnet-i seniyyeye uyulacak. Hocam Mazhar-ı Cân-ı
Cânân'ın lutfedip verdikleri iki bez ile kefenlesinler. Sarık sarmak sünnete
muhâliftir. Hem zarûrî de değildir. Cenâze namazımı kalabalık bir cemâat ile
Hâfız Muhammed Ali veya Hâkim Sekhâ veya Hâfız Pîr Muhammed gibi sâlih bir imâm
ile kılsınlar. Cenâze namazımda birinci tekbirden sonra Fâtiha-yı şerîfeyi de
okuyunuz. Vefâtımdan sonra onuncu, yirminci, kırkıncı, altmışıncı günler
yapmasınlar. Çünkü Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem üç günden fazla mâteme
izin vermeyip, haram olduğunu bildirdiler. Kadınların ağlayıp sızlamalarına
şiddetle mâni olunuz. Fakir hayatta iken böyle şeylere rızâ göstermezdim.
Kelime-i tevhîd, salevât-ı şerîfe, Kur'ân-ı kerîm hatmi, istigfâr ve fakirlere
gizli olarak helal maldan sadaka vermek sûretiyle bu fakire imdâd ve yardım
ediniz. Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem; "Ölü, kabirde, denizde boğulmak
üzere olup imdâd isteyen kimse gibidir. Babasından, kardeşinden, arkadaşından
gelecek bir duâyı bekler." buyurdu. Vefâtımdan sonra borçlarımı ödemekte çok
gayret gösteriniz...
Bunları yerine getirmekte
gevşeklik yapmayınız. Hocanın vasiyetini, herkesin gücü yettiği kadar yerine
getirmesi lâzım olduğunu biliniz...
Geride kalanların faydası
için olan vasiyetim şudur: Dünyâya fazla kıymet vermeyiniz. İnsanlar çoğunlukla
çocukluğunda ve gençliğinde ölmektedirler. Yaşlanan pek azdır. Hepsinin ömrü
kısa süren bir sabah rüzgarı gibi geçmektedir. Nereye gittiğini bilmezler. Kalan
ise bitmeyecek olan âhiret işleridir. Bu dünyâ lezzetleri sıkıntı çekmeden ele
geçmiyor. O da az bir şeydir. Bu geçici ve az bir şey olan lezzetlere dalıp,
ebedî lezzeti, âhiret saâdetini, Allah korusun elden kaçırmak ve ebedî felâkete
düşmek ahmaklıktır. Din ve dünyâ faydası bir araya geldiği zaman, tercihini din
menfaatini öne almakta kullan. Dünyâda zâten takdir edilen şey insana ulaşır.
Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem; "Bütün maksatlarını tek bir maksad
edinenin (yâni) maksad ve düşüncesi âhiret olanın dünyâsına Allahü teâlâ
kefildir." buyurdu. Dünyâyı tercih eden, önde tutanın eline bâzan dünyâ da
geçmez. Nitekim zamânımızdaki insanlarda bu hal çok görülmektedir. Bu durumda
olan dünyâda da âhirette de zarar eder. Diyelim ki, dünyâ malı eline geçti. O da
kısa bir zaman sonra yok olup gidecek, gene sonsuz ziyanda kalacak.
Dünyâ saâdetlerine ve
nîmetlerine kavuştukları halde bunlardan bir zerresini götüremeden ölüp giden
binlerce insan gördüm.
Ben, birâderim, babam ve
dedem kâdılık vazîfesi yapageldik. Gerçi bu hizmeti hakkıyla yerine getiremedik.
Bilhassa bu kusuru çok fakîrin hayâtının büyük kısmı bozuk şartlar içinde vazîfe
yapmakla geçti. Bu sebepten pişmanım ve istiğfâr etmekteyim. "Lâ havle velâ
kuvvete" okuyup derim ki, bu vazîfeyi isteyerek almadım. Yine de zamânımız
ehlinin çoğundan iyi yürüttüm. Allahü teâlâya hamd olsun. Bu bakımdan Allahü
teâlânın fazlından mağfiret ummaktayım. Bütün maksadım da Rabbime kavuşmaktır.
Kâdılık vazîfesi sebebiyle
müslümanlar hattâ Hindliler dâhil karşılaştığım herkes bize kıymet vermektedir.
Halbuki benden daha kıymetli âlimler vardır. Hiç kimse onları sormuyor.
Başkasının bâtınından, iç dünyâsından kimin ne haberi olur. Bu da dînî faydayı
dünyâ menfaatine tercih edenden dünyânın da yüz çevirmeyeceğine delildir.
O halde çocuklarımdan
kâdılık vazîfesi yapmak isteyenler, haksız olanı savunmaktan uzak dursunlar.
Mûteber ve meşhur olan rivâyetler ile amel etsinler. Hülâsa, dîni dünyâdan önde
tutmanın bir yönü de kızını dindar bir dâmâdla evlendirmektir. Çünkü zamânımızda
bu şehirde râfizîler çok yayılmıştır. Memleketin ileri gelenleri yâ âile
asâletine, soya sopa veya mala, paraya ve zenginliğe bakıyorlar. Halbuki ilk
önce dindârlığa bakmak lâzımdır. Soyu yüksek ve zengin de olsa, böyle râfızî
olduğu bilinen ve sezilen kimseye kız vermemelidir. Kıyâmet günü dindârlık ve
takvâ, haramlardan sakınıp sakınmamak sorulacaktır. Bu yolda falan oğlu filan
olmak hiçbir şey değildir. Elde bulunan mala, nîmet çokluğuna îtibâr olunmaz.
Çünkü bunlar el değiştirir. Nitekim; "Mal gelir gider." demişlerdir.
Şunu da bilmek lâzımdır ki,
bir kimse gizlide ve açıkta ve bütün hallerinde Resûlullah sallallahü aleyhi ve
selleme ilim, îtikâd, âdet ve ibâdetlerindeki amelinde ne kadar tâbi olursa,
O'na benzerse, onu o kadar kâmil bilmelidir. Resûlullah'a uymakta kusur ettiği
kadar noksandır. Bu sebeple Nakşibendiyye büyükleri, sünnet-i seniyyeye uymakta
en yüksek dereceye varmak için sanki yarış etmişlerdir. Tâbi olma bakımından
Resûlullah sallallahü aleyhi ve selleme benzemelerindeki kemalleri,
fazîletlerine üstünlüklerine delildir. Bizim gibi zayıf himmetli, Resûlullah'a
tam mânâsıyla tâbi olamayanlar, nâfilelerle çokça meşgul olmasa da fakat
farzları yerine getirirse, bilhassa muâmelelerde, ibâdetlerde, âdetlerde,
haramları, mekruhları, şüphelileri terk ederse, bu da büyük kazançtır.
Eğer insanın himmeti bu
dereceden de aşağı olur, şeytan ve nefse uyarak haramları işlerse, artık
kulların haklarını zâyi etmeye başlar. İşlenen günahları Allahü teâlânın
merhâmet edip affetmesi, din büyüklerinin şefâatine kavuşmak ümid edilirse de,
kul hakları için böyle bir bağışlanma yoktur. Bu hususta âyet-i kerîmeler ve
hadîs-i şerîfler çoktur. Hepsini buraya yazmak mümkün değildir. Bunlardan ikisi
şöyledir:
"Müslüman, diğer
müslümanların elinden ve dilinden zarar görmediği kimsedir."
"Kendin için istediğini,
insanlar için de istemek, kendin için istemediğini insanlar için de istememek."
Bir şiirin mânâsı ise
şöyledir: "Ne istersen yap, fakat, insanlara eziyet ve sıkıntı verme yolunu
seçme. Çünkü dinde bunun gibi büyük günah yoktur."
Nasîhatlardan biri de şudur:
Hanımına, çocuklarına, hizmetçilerine ve diğer emri altında olanlara öyle
muâmele etmeli ki, hepsi sizden râzı olsunlar ve sizi sevsinler. İyi bir insan
ve onların dert ortağı olduğunuza, kendilerine güçlerinin yetmeyeceği şeyleri
yüklemeyeceğinize iyice inansınlar. Bununla berâber onlardan bâzısının hased,
kıskançlık sebebiyle birbirinden memnun olmamaları önemli değildir. Âmir
mevkiinde olanları, kendilerine itâat etmekle ve hizmetlerini yerine getirmekle
memnun etmeli. Yalnız günah olan emirleri yerine getirilmez. Peygamber efendimiz
sallallahü aleyhi ve sellem; "Allahü teâlâ katında günah olan şeylerde, kula
itâat olunmaz." buyurdu.
Yakın akrabâya,
kardeşlerine, dostlarına, sevdiklerine, arkadaşlarına, komşularına samimî bir
sevgi, tevâzu ve alçak gönüllülük üzere olmalı, onların sıkıntılarını
paylaşmalıdır. Dünyâ o kadar âhım şâhım bir yer değildir. Dünyâ işleri için
birbiriyle irtibâtı kesip, kopmamalıdır. Hiçbir âile ocağı çekişmekten başka bir
şeyle sönmemiştir. Düşmanlık yapanlara da iyilik ederek onları mahcûb etmelidir.
Şiir:
İki dünyâ rahatını şu iki
sözde ara
Dostlara iltifat, düşmanına
müdârâ.
Kur'ân-ı kerîmde meâlen şöyle
buyruluyor: "Düşmanların kötülüğünü onlara iyilik yapmak sûretiyle def et. Böyle
yaparsan, düşman olan kimsenin sana dost olduğunu, seni sevdiğini göreceksin.
Bunu (düşmana iyiliği) ancak çok sabırlılar ve büyük nasîb sâhipleri yapar." (Fussilet
sûresi: 34),
Bu sözümüz, dünyâlık
sebebiyle, kendisine düşmanlık edilen bir müslümanın tâkib edeceği yol
hakkındadır. Fakat, râfizîler, hâricîler ve benzerleri gibi kendilerine sırf
Allah için düşmanlık yapılması gereken kimselere karşı tavrımızın ve tutumumuzun
nasıl olacağına gelince, bozuk îtikâdlarından tövbe etmedikçe kendilerine
muvâfakat edilemez. İsterse babası ve oğlu olsun.
Âilemizden her asırda mümtaz
âlimler bulunagelmiştir. Çocuklarımdan Ahmedullah bu devlete kavuşmuştur. Fakat
vefât eyledi. Allahü teâlâ ona rahmet eylesin. Delîlullah ve Safvetullah'ın da
bu (ilim) devletini elde etmesini istediysem de icâbet olunmadı. Üzgünüm.
Fetvâlardan hâlen anlayabildikleri yeterli değildir. Bu hususta çalışabilirlerse
elbette çalışsınlar. Bu sonsuz devleti ve nîmeti kazanmak için kendi çocukları
üzerinde titizlikle dursunlar. Çünkü hem dünyâda ve hem âhirette büyük faydalara
sebeb olur. İlim, doğru îtikâdı (inancı), güzel ahlâkı, işlerin ve hallerin
iyisini ve kötüsünü bilmekten ibârettir. Bunları akâid, fıkıh ve İslâm ahlâkı
kitapları anlatır. Bu ilim, Kur'ân-ı kerîm, hadîs-i şerîf, tefsîr, hadîs-i şerîf
şerhlerini (açıklamalarını), usûl-i fıkhın delillerini bilmeden, Eshâb-ı kirâm
ve tâbiîn, husûsiyetle dört mezheb imâmlarının sözlerini anlamadan, ayrıca
lügat, sarf, nahvi iyice öğrenmeden ele geçmez. Bütün bunlar bilinmeden işin
doğrusu yanlışından ayrılamaz. Bu ilimlere çalışmak lâzımdır. Felsefecilerin
hikmetini okumanın hiç faydası yoktur. Fakat mantık ilmi müstesnâ. O, diğer
ilimleri anlamada yardımcıdır. Onu okumak elbette faydalıdır."
Evliyânın büyüklerinden
Seyyid Emir Hamza (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri bir gün halka vâz ü
nasîhattan sonra şöyle söyledi: Ey azîzler! Size bir vasiyetim var. Onu
kabûllenin ki, âhirette size faydası olsun. Nitekim Resûl-i ekrem; "Vakit
geçmeden namaza, ölüm gelmeden tövbeye acele edin" buyurdu. Ey dostlarım!
Allah'ın emirlerini yerine getirmede eksiklik etmeyin. Peygamber efendimiz;
"Namaz dînin direğidir. Namazını kılan dînini kurmuş, terkeden dînini yıkmış
olur." buyurdu.
Seyyid Emir Hamza'nın
talebelerine vasiyeti ise şöyledir: "Ey talebelerim! Bizim bulunduğumuz bu yol,
sıdk ve doğruluk üzerine kurulmuştur. Muhterem babam Seyyid Emîr Külâl buyurdu
ki: "İnsanların Hakk'a kavuşmaktan mahrum kalmalarının sebebi, İslâmiyete tam
uymadıklarındandır." Önce îtikâdı düzeltmek lâzımdır. Şekten, şüpheden, bid'at
ve dalâletten ve gayr-i meşrû olan her şeyden kalbi temizlemelidir. Bir
kimsenin, anlamadan, mezheblerin ihtilâflarından ve ittifaklarından konuşması
çirkin bir iştir. Bir kimse bu hususta bilmeden konuşursa, câhilliğinin
alâmetidir. Çünkü tasavvuf ehlinin yolu, yolların en aydınlığıdır. Hepsinden
daha yakındır ve en nûrlu olanıdır. Yolların en doğrusu ve en iyisidir.
Necmeddîn Ömer Nesefî buyurdu ki: "Tasavvuf; kalbden, Allahü teâlânın
sevgisinden başka her şeyi çıkarmaktır. Bedeni de, Allahü teâlânın emirlerine ve
Resûlullah efendimizin sünnetine uymakla süslemelidir. Allahü teâlânın râzı
olduğu şeyleri yapmalı ve Resûlullah efendimizin sünneti üzere hareket
etmelidir. Zamânımızdaki dalâlet fırkaları, tasavvufu yanlış anlayıp, yanlış
yorumlayarak başka yollara sapmışlardır.
Tasavvuf ehli olanlar,
Resûlullah efendimizin sünnetine uyarlar. Yâni İslâmiyete uyarlar. Haram
işlerden ve haram yemekten sakınırlar. İnsanların yükünü çekip, kimseye yük
olmazlar. Şöhretten sakınırlar. Müslümanlara acıyarak, onlara yumuşak
davranırlar. Dâimâ Allahü teâlâdan korkarlar ve günahlarının affedilmesi için
yalvarırlar. Gıybet etmezler. Dünyâya, dünyânın rahatlığına ve zînetine
güvenmezler. Sâlihlerin ve Eshâb-ı kirâmın yolunda ve onların ahlâkı üzere
olurlar. Büyükleri inkâr etmezler ve bid'at ehline uymazlar. Bunlar Ehl-i
sünnettir. Hak üzere olan cemâattir. Sakın onların sevgisini kalbinizden
çıkarmayınız. Çünkü onların sevgisi, Allahü teâlânın ve Resûlünün râzı olmasına
sebeb olur. Allahü teâlâ, Kur'ân-ı kerîmin Hucurât sûresi üçüncü âyet-i
kerîmesinde meâlen; "Allah onların kalblerini takvâ için imtihân etmiştir.
Onlara bir magfiret ve büyük bir mükâfat vardır." buyurdu. Bu tâifenin hâlini
öğrenmiş oldunuz. O hâlde onlara tâbi olunuz ve onlarla sohbet ediniz. Bid'at ve
dalâlet ehli olan fırkalardan ve onlarla sohbet etmekten sakınınız da, âhirette
zarar etmeyesiniz. Bid'at sâhibi olanları aşağılamak husûsunda çok çalışmalı ki,
Resûlullah efendimizin müjdesine kavuşulsun. Resûlullah efendimiz buyurdu ki: "Bid'at
sâhibini aşağılayanı, Allahü teâlâ büyük korkudan emin eder."
Ey talebelerim! Dâimâ namaz
vakti ne zaman girecek de namaz kılacağım diye bekleyin. Abdesti, namaz vakti
girmeden alınız. Namazı huşû ve hudû ile kılınız ve Allahü teâlâdan korkunuz.
Namaz vaktinde hiçbir şeyle meşgûl olmayınız. Nitekim Resûl-i ekrem; "Vakit
geçmeden namaza, ölüm gelmeden tövbeye acele edin." buyurdu. Dâimâ tövbe ediniz.
Resûlullah efendimiz; "Günâhına tövbe eden, günâhı olmayan gibidir." buyurdu.
Gaflet uykusundan kendinizi uzak tutunuz ki, uyanık olasınız. Mümkün mertebe
lüzumsuz konuşmayın. Sakın boş söz söylemeyin. Dâimâ namaz ve oruçla süslenin.
Elinizden geldiği kadar
hiçbir mahlûka hakâret gözü ile bakmayınız. Çünkü o, Alahü teâlânın katında
sizden daha makbûl olabilir. Birbirinizi çok seviniz. Sevdiğiniz kimse, Allahü
teâlânın dostlarından biri olabilir. Buna çok dikkat ve gayret ediniz. kimseye
dünyâlık için tâzim etmeyiniz ki, dîniniz dünyâ uğruna gitmesin. Zîrâ, dünyânın
Allahü teâlâ katında hiç değeri yoktur. Dünyâyı sevmek aşağılıktır ve her şeyden
aşağıdır. Dîninizi dünyâya fedâ etmeyiniz. Dînini başkalarının dünyâsı için
satan ve bu yüzden Allahü teâlânın rahmetinden mahrum kalan kimseden daha câhili
yoktur. Böyle kimse, hem dünyâda, hem de âhirette zavallıdır. Allahü teâlânın
râzı olmasını düşünmeyip de insanların rızâsını düşünen, onların râzı olmasını
arayan kimse, Allahü teâlânın gadabını istemiş olur. Allahü teâlâ, insanları da
ona karşı gadablandırır. Allahü teâlânın kendisinden râzı olmasını isteyip,
insanların râzı olmasına bakmayan kimseden Allahü teâlâ râzı olur. İnsanları da
ondan râzı ve hoşnûd kılar.
Birisi size husûmet,
düşmanlık ederse, onunla meşgûl olmayınız. Çünkü husûmetin sonu gelmez. Allah
korusun, bu uğurda dîniniz elden çıkabilir! İnsanların sevgisine de
aldanmayınız! Zîrâ bu sevgileri devamlı değildir. İnsanların elinde olana tamâ
etmeyiniz. Allahü teâlânın size verdiğine kanâat ediniz. Çünkü tamâ eden, dâimâ
sıkıntı ve üzüntü içinde olur. Kanâat eden de, her zaman neşeli ve rahattır.
Beyt:
"Beni kanâatle eyledi dâim
azîz,
Husûmet ve temâdan eteğim
oldu temiz"
Namazı öyle kılınız ki,
yalnız ve kalabalıkta iken namazdaki hâliniz değişmesin. İnsanların yanında iken
çok yavaş kılmayın ki, bu, kendini insanlar nazarında iyi göstermek olur. Beyt:
"Gizli şirk var riyâ ile
tâatte,
Ya Hak için ol, ya ukbâ
iste."
İnsanlardan ve makamlarından
yardım beklemekten ümîdi kesip, Allahü teâlâya bağlanmalıdır. Başkalarından
yardım bekleyen kimse, insanlar yanında hor görülür. İnsanlarla tamâ etmeyi
bırakan kimse, dünyâda da, âhirette de azîz ve mükerrem olur. Yardımı Allahü
teâlâdan isteyin. Birinin size karşı kusûru olursa, şikâyet etmeyin. Kabahati
kendinizde arayın. Dâimâ özür dileyici olun. Kimsenin ayıbını aramayın. Nasîhat
kabûl eder görünen münâfıklara nasîhat etmeyin. Onu ayıblarsanız, duymasın. Size
düşman olur. Bir kimse yanlış konuşmuşsa, insanlar arasında yanlışını ona
söylemeyin. Yalnız olduğu zaman ve nasîhat kabûl edici olduğunu bilirseniz, o
zaman söyleyin. Ama günâhla ilgili ise, lütf ile, yumuşaklıkla söyleyin.
İnsanlardan bir sıkıntı
gelirse, affedin. Karşılığında iyilik yapmaya bakın. Biri size tâzim etmezse,
sakın ondan dolayı hatırınız kırılmasın. Filân kimse bana saygı göstermedi gibi
sözlerden çok sakınınız. Bir kimse size tâzim eder ve sizden iyi olarak
bahsederse, ona sevinmeyin. Bu söz üzerinde durmayın ve; "Benim iyi kalbim
vardır" deyip kendinizi aldatmayın. İnsanların medhini ve zemmini (övüp
kötülemesini) aynı tutarsanız, felâket uçurumuna düşmezsiniz. Size bir acı haber
gelir veya hasta olursanız, Allahü teâlâdan râzı olmaya dikkat edin ve Allah'a
hamd edin. Ne kadar hasta olsanız, ayağa kalkamayacak hâlde bulunsanız da,
namazı kazâya bırakmayınız. Îmâ ile kılınız. Eğer Allah korusun, kazâya kalırsa,
en kısa zamanda kazâ ediniz. Hastalığınızı, günahlarınıza keffâret biliniz. Zîrâ
kula gelen belâlar, onlara sabır ve tövbe ile kalkar.
Önünüze bakın. Her tarafa,
öteye beriye bakmayın. Her gördüğünüzle değil, îcâbedenlerle konuşun. Konuşmak
îcâbederse, yavaş konuşun. Birisi sizinle konuşursa, onu iyi dinleyin. Güldürücü
sözler konuşmayın. Mecbur olmadıkça insanlardan bir şey istemeyin. İsterseniz,
az isteyin. Hiç kimseye zulüm ve günahta yol göstermeyin. Evinizde iyi ahlâklı
olun. Ağır söz söylerlerse, siz dilinizi koruyun. Düşünerek söz söyleyin. Hürmet
ehli, kendisine hürmet gösterilenler sizi yanına çağırırsa, onunla mağrûr
olmayın. Dünyâ ve dünyâyı sevenlerden kaçın. Elden geldiği kadar ilmiyle amel
eden âlimelrin sohbetinde bulunun. İlim öğrenmekten bir adım geri ve uzak
durmayın. Zîrâ ilimsiz amel, şeytanın oyuncağı olur. İlminiz azsa, onunla amel
edin, çoğalır.
Her işte esas, ilim ve
takvâdır. Îmândan güzel hiçbir nîmet yoktur. Allah'a ibâdetten daha iyi amel, iş
yoktur. Ölümden iyi ibret yoktur.
Kendini; ucbdan (kendini
begenmekten), riyâdan (gösterişten), tekebbürden (böbürlenmekten), hasseden
(çekememezlikten), gıybetten (dedikodudan), bahillikten (cimrilikten), kin
tutmaktan, düşmanlıktan ve nifaktan korumalıdır. Bunlar, kişinin kötülüğüne
alâmettir.
Dâimâ kalb temizliği ile
meşgûl olmalıdır. Kalbini pisliklerden temizlemedikçe, hakîkî maksada
kavuşulamaz.
Bütün iyiliklerin başı,
dünyâyı terk etmektir. Bütün kötülüklerin başı da dünyâ sevgisidir. Bununla
birlikte, Server-i kâinât efendimiz; "Dünyâ âhiretin tarlasıdır." buyurdu. O
hâlde dünyâda âhiret işleri yap ve dünyâya ve dünyânın nîmetlerine bağlanma!
Dünyâ rahat yeri değildir. İbret yeridir. Bunun için Resûl-i ekrem efendimiz;
"Dünyâ ibret yeridir, tâmir etme yeri değildir." buyurdular.
"Dünyâ bir kulübedir ve biz
onda misâfir,
İki cihânda bâkî, sâdece
Allah'dır."
Demişlerdir ki, bir lokma
haram yiyenin, ibâdetleri kırk gün perde arkasında kalır. Elbisesinde haramdan
bir iplik bulunanın, o haram iplik o elbisede bulundukça, tâati kabûl olmaz.
Yiyecek ve giyecek temiz olmazsa, namaz, oruç ve cihâdınız kabûl olmaz. Din
yolunda mahreminiz olmayanla birlikte oturmayın.
Seyyid Emîr Hamza
hazretleri, bu vasiyetleri buyurduktan sonra, husûsî odalarına girip, üç gün üç
gece, başını murâkabe yakasının içine çektiler. Sonra başını kaldırıp;
"Âlemlerin Rabbine hamd olsun ki, yüksek babamıza geldiği gibi, bize de aynı
müjdeler geldi." buyurdular. Bunları söyledikten sonra, Kelime-i şehâdet
getirerek vefât edip, Hakk'ın rahmetine kavuştular.
Anadolu'da yetişen evliyânın
en büyüklerinden, kendilerine “Silsile-i aliyye” denilen büyük âlim ve velîlerin
otuz ikincisi olan Seyyid Sâlih (rahmetullahi teâlâ aleyh) H.1281 de
hastalandı. Talebelerini toplayarak herbiriyle vedâlaştı, helâllaştı. Vasiyetini
bildirdi. Kabriyle ilgili olarak da; "Kabrimi ağabeyim Seyyid Tâhâ hazretlerinin
kabr-i şerîfinin ayak ucuna kazınız. Edebi gözetip kabirde de mübârek ayakları
başamın üstüne gelecek şekilde olmasını sağlayın. Bizden sonra Seyyid Fehîm'e
tâbi olun." buyurdu. Sonra talebelerinin Kur'ân-ı kerîm tilâvetleri arasında
vefât edip, sevdiklerine kavuştu. Vasiyetini aynen yaptılar. Kabrini hocasının
ayak ucuna kazdılar. Şimdi bu iki kabrin üç taşı vardır. Yâni Seyyid Tâhâ
hazretlerinin kabrinin ayak ucundaki taş, Seyyid Sâlih hazretlerinin baş
taşıdır. |
|