CİLD       ALFABE       KONU       KABR-İ ŞERİFLER

ALFABE - CİLD                      1.   2.   3.   4.   5.   6.
     
 

VASİYET (K - N)

Çin, Hindistan, İran ve Anadolu'da İslâmiyetin yayılmasında büyük hizmeti geçen âlim ve mücâhid velî olan Ebû İshâk Kâzerûnî (rahmetullahi teâlâ aleyh) vefâtından önce şu vasiyette bulundu: "...Kıymetli yavrum! Sana yaptığım bu vasiyete sıkı sarılıp onunla amel edesin. Böylece Allah yolunda muvaffak olup saîdlerden ve reşîdlerden olasın.

Sana birinci vasiyetim, din ilimlerini, ilmihâlini iyi öğrenip, bunu dâimâ arttırmandır. Çünkü tarîkat ve hakîkat ehli olsun kim olursa olsun herkes bu ilme muhtaçtır. Tabii din bilgilerini Ehl-i sünnet âlimlerinden ve eserlerinden öğrenmek insanın derece ve kıymetini artırır.

Tasavvuf ilmini öğrenmek yâni kalbini temizlemek, kötü huylardan kurtulmak içindir. Allahü teâlâ Peygamberimize (sallallahü aleyhi ve sellem) Kur'ân-ı kerîmde; "Yâ Rabbî! İlmimi artır." diye duâ buyurmasını emretti. Fıkıh ilmini öğrenmeyi ve bu ilmin dünyâ ve âhiret saâdetine vesîle olacağını bildirdi.

Fıkıh ilmini ve ilmihâlini öğrendikten sonra bütün işlerini, ibâdetlerini buna uygun yapmalısın. İlim ile dünyâlık elde etmekten uzak dur. Resûlullah efendimiz buyurdu ki: "Her kim âhiret amelleri ile dünyâlık taleb ederse, o kimsenin bu amellerden âhirette hiç nasîbi yoktur, fayda ve bereketini göremez. Yüzünün nûru gider, onu saîdler, cennetlikler zümresinden yazmazlar, adını cehennemlikler arasına yazarlar." Übey bin Kâ'b'ın (radıyallahü anh) rivâyet ettiği hadîs-i şerîfte buyruldu ki: "Bu ümmetten olup da âhiret işlerini dünyâ işlerine tercih edenlere müjdeler olsun. Onlar yüce insanlardır. Allahü teâlânın yardımına kavuşmuşlardır. Dünyâyı âhirete tercih edenlere ise âhirette hiç nasîb yoktur."

Abdullah bin Mübârek'e; "Selef-i sâlihîn kimdir?" diye sorduklarında; "Dîni için dünyâdan yüz çevirenlerdir." buyurdu. İşte bu hâle erdikten sonra, dâimâ takvâ üzere olman Allahü teâlâdan korkman lâzımdır. Böylece Allahü teâlânın sevgili kullarından olabilirsin. İnsanların yanında azîz ve kıymetli olursun. Açık ve gizli iken Allahü teâlâdan korkup, içini ve dışını edeplendiren kimse, Hak teâlânın rızâsını kazanmış olur. Evliyâ ve seçilmişler zümresine katılmış olur. Çünkü Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde üstünlüğün ancak takvâ ile, evliyânın da ancak müttakî yâni Allahü teâlâdan korkan kimseler, olduğunu beyân buyurmuştur.

Bunu Allahü teâlânın yardım ve inâyeti ile başardıktan sonra, senin için en mühim vazîfe helal kazanç ve helal lokma taleb etmektir. Yediğin, içtiğin, kullandığın her şey mutlak helalden olmalıdır. Allahü teâlâ peygamberlerine meâlen; "Helâl ve tayyib olanları yiyiniz ve sâlih ameller işleyiniz." buyuruyor. Buradan anlaşılıyor ki helâl yemedikçe, sâlih ameller işlenemez. Demek ki, helâl yemek, helâl kazanç sâlih amel işlemekten önce gelmektedir. Çünkü helâl lokma ve helâl kazanç, sâlih amellerin yapılabilmesi için birinci şarttır.

Bunda da başarılı isen, gösterişten ve süslü giyinmekten kaçınman gerekir. Hazret-i Ömer; "Benim atımı süslemeyiniz. Ona binince gönlüm perdeleniyor." buyurdu. Hasan-ı Basrî hazretlerine; "Hangi elbiseyi seversiniz?" diye sordular. Cevâbında; "Ey zavallı! Eğer iyilik elbisede, iyi giyinmekle olsaydı, fâsıklar ve günahkârlar Hak teâlâ indinde sâlih kimselerden kıymetli olurdu. Sözün doğrusu şudur ki, Allahü teâlâ Cemîl'dir, tâatın ve yaşayışın güzelini yâni İslâmiyete uygun olanını sever, bunlardan râzı olur." buyurdu.

Bunda da muvaffak olursan, sana lâzım olan şey kanâatkâr olmaktır. Bir günlük azık ile yetinmelisin. Çok yemek, şehvetleriyle meşgûl olmak ve her bulduğunu yemek kötülenmiştir. Bunlar insanı Allahü teâlâdan uzaklaştırır.

Bunda muvaffak olduğun zaman, sana düşen vazîfe, Allah adamlarıya, dervişlerle, sâlih kimselerle sohbet edip doğru kimselerle bulunmaktır. Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen; "Ey îmân edenler! Allahü teâlâdan korkunuz ve sâdıklarla bulununuz." buyurdu. Çünkü Allahü teâlâya yaklaşmak, O'nun sevgili kullarından olmak, ancak sâlihler ve sâdıklarla sohbet etmekle, onlarla bulunmakla ele geçer. Allah adamlarının sohbeti bereketiyle takvâ, zühd, tâat, ibâdet, huzûr ve kalp topluluğu, Allahü teâlâ ile ünsiyet ve yakınlık halleri hâsıl olur. Onların sohbetinde bulunarak bu mânevî nîmetlere kavuşanlar, Allah için sâlihler, sâdıklar ve müttakîler ile bulunanlar dünyâda Allahü teâlânın himâyesinde ve âfiyet üzeredirler. Yâni günahlardan uzaktırlar. Âhirette de oraya mahsus nîmet ve ihsânlara kavuşurlar. Âhiretin dehşetli ve korkulu hallerinden korunurlar. Peygamber efendimiz; "Kim şeref ve izzet sâhibi olmak istiyorsa, zâhidler ve Allah adamları ile bulunsun, Allah için âlimler ve salihler meclisinde otursun. Hakîkî âlimler Allahü teâlâyı âriftirler, onu tanırlar, O'na kulluk vazîfelerini tam olarak yerine getirirler, aslâ nefislerinin isteklerine uymazlar. Onlar öyle kıymetlidirler ki, Allahü teâlâ onları insanlar arasından seçip ayırmış, yüceltmiştir."

Büyüklerden birisi buyurdu ki: "Allahü teâlâ bir kuluna iyilik yapmak murâd ederse, onu Allah adamlarıyla karşılaştırır ve onlarla sohbet etmeye muvaffak kılar. Böylece saâdet yoluna kavuşup Allahü teâlânın râzı olduğu ahlâk ve hallere kavuşur." Bütün anlatılanlar sebebiyle dâimâ sâlihlerin sohbetinde olmalısın. Fakirler ile bulunmalısın. Dünyâ ehlinden ve dünyânın arkasından koşanlardan uzak durmalısın. Çünkü dünyâ ehli ile bulunmak, onların yaptığı işleri sevmeye sürükler. Bu ise âhirette hüsrâna sebeb olur.

Zâlimlerden ve bunlara yakın kimselerden uzak dur. Her kim bunlara meylederse, âlim ve fazîletli bile olsa, sâlihler ve Allah adamları yanında kıymetli olmaz. Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki: "Şu üç şeyi yapanlar cürüm işlemiş olur. İki topluluk arasında bozgunculuk yapıp, fitne çıkaranlar; ana-babasına âsî olanlar; zâlimlerle dostluk kurup, onların zulmüne yardımcı olanlar." ve yine; "Allahü teâlâ buyuruyor ki: "Ben âlemlerin Rabbiyim. İzzet ve celâlim hakkı için zâlimlerden intikam alırım. Bir kimse bir zâlimin elinde bir mazlûmun zulme uğradığını görse, buna mâni olmaya gücü yetip de, o mazlûma yardım etmezse, ondan intikam alırım." buyurdular.

Sultanlar ve devlet adamlarıyla birlikte bulunmaktan sakın. Onların adamlarına da yaklaşma ki, yabancı kadınları görmüş olmayasın. Cenâb-ı Hak Kur'ân-ı kerîmde mümin erkeklere ve mümin kadınlara, nâmahreme bakmamalarını, muhakkak gözlerini haramdan korumalarını emir buyurdu. Resûlullah efendimiz de sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki: "Yabancı kadınlara bakmak, şeytanın oklarından bir oktur. Kim bundan sakınırsa, Allahü teâlâ ona ibâdetin tad ve lezzetini tattırır. O da bundan mesûd olur."

Sevgili yavrum! Bid'at sâhiplerinin sohbetinden, onlarla bulunmaktan sakın. Onlarla oturup münâkaşa ve mücâdeleye girişme. Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîminde bunu yasaklamıştır. Resûlullah efendimiz de; "Bir kimse haklı bile olsa, dinde münâkaşa ve husûmeti terk etmedikçe îmânın hakîkatine eremez." buyurdu.

Her hâlinde iyi huylu olmaya dikkat et. Rıfk ve yumuşaklık tevâzû ve alçak gönüllülük bir de tahammül senin mayan olmalıdır. Affedici, kerem sâhibi, cömert, hoşgörülü ol. Bunun için de Resûlullah'ın sallallahü aleyhi ve sellem yüksek ahlâkı ile ahlâklan.

Bir vasiyetim de şudur; Din kardeşlerine kolaylık göster, onlara yardımcı ol. Her sabah onlar ile toplanıp Kur'ân-ı kerîm oku. Her nerede Kur'ân-ı kerîm okunursa, oraya hayır ve bereket yağar. Nitekim Peygamber efendimiz buyurdu ki: "Herhangi uygun bir yerde Allahü teâlânın kitabı okunursa, melekler oraya gelip, okuyana yardım ederler. Oraya Allahü teâlânın rahmeti yağar. Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîm okuyanı, melekleri, peygamberleri, şehîdleri ve müminleri ile yâd eder. O kuluna rahmet ve mağfiret eder." ve yine; "Benim ümmetimin şereflileri, Kur'ân-ı kerîmi okuyanlar ve gece namazı kılanlardır." buyurdular.

Bir vasiyetim de şudur ki, dostlarını ve talebelerini mezarlığa Kur'ân-ı kerîmi para ile okumaları için gönderme. Çünkü bu mürüvvete sığmaz. Peygamber efendimiz buyurdu ki: "Her kim insanlardan dünyâlık ele geçirmek için Kur'ân-ı kerîm okursa, kıyâmet gününde, yüzünde sırf kemik olarak yâni yüzü etsiz olarak getirilir."

Din kardeşlerine, arkadaşlarına yedirip içirirken, sakın israfa kaçma. Seni muhtaç bırakacak şekilde masrafa girme.

Sevgili yavrum! Bir de şu fazîletli ibâdete devâm etmeni vasiyet ederim. Bunu, sevgili Peygamberimize Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde emir buyurdu. O ibâdet, gece namazı kılmaktır. Bunu sakın ihmâl etme. Cenâb-ı Hak gece namazı kılanlara târif edilmez ihsân ve nîmetlerini vâd ediyor.

Sabah namazını kıldıktan sonra seccadeni toplayıp hemen kalkma. Allahü teâlânın zikri ile meşgûl ol. Güneş doğuncaya kadar buna devâm et. Bundan sonra günün bir parçasını insanlardan uzlet, ayrılık üzere geçirmeyi kendine vazîfe bil. İnsanlarla olmakta büyük belâ ve fitneler olduğu gibi, uzlette de birçok hayır ve bereketler vardır. Fakat uzlete çekilince şartlarına ve edeplerine dikkat gerekir. Yapılanlar, Ehl-i sünnet vel-cemâat âlimlerinin fıkıh ve ilmihâl kitaplarında bildirdiklerine uygun olmalıdır. Bunu, nefsin ve şeytanın müdâhalesi ile kirletmemelidir.

Son vasiyetim ise şudur: Dostlara hizmeti canına minnet bil. Çünkü hizmet, peygamberlerin sünnetidir. Hizmet et, fakat kendine hizmet ettirme. Çünkü Peygamber efendimiz; "Bir kavmin, topluluğun efendisi, o topluluğa hizmet edendir." buyurmuştur. Yine; "Müminlere hizmet edenlere hesab yoktur, azâb da yoktur." buyurdular.

Bu vasiyetlerimi yerine getir. Muvaffakiyet, Allahü teâlâdandır. Yâ Rabbî! Bize hizmetinin edeplerini, evliyâna, dostlarına ve takvâ sâhiplerine hizmet etmenin edeplerini öğret. Bizi bunlar ile rızıklandır. Yâ Erhamerrâhimîn!.."

İstanbul evliyâsının büyüklerinden Mehmed Emin Tokâdî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin her sene vasiyetini yazmak âdeti idi. Vasiyeti şöyledir:

Allahü teâlâya hamd, kendisinden sonra peygamber gelmeyecek olan şefâatçımız Muhammed sallallahü aleyhi ve selleme, âline (akrabâlarına), Eshâbına (arkadaşlarına), bütün nebî ve resûllere salât, hayır duâlar olsun. Allahü teâlâdan günahlarımın affını ve beni bağışlamasını dilerim. Allah'ım! Beni bağışla. Âmentü billahi ve melâiketihi ve kütübihi ve rusûlihi velyevmilâhiri ve bilkaderi hayrihi ve şerrihi minellahi teâlâ ve'lba'sü ba'delmevt Eşhedü enlâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve resûlüh (Allahü teâlâya, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe, kadere, hayr ve şerrin Allahü teâlâdan olduğuna, öldükten sonra dirilmeye, inandım. Ben şehâdet ederim ki, Allahü teâlâdan başka ilâh yoktur. Muhammed aleyhisselâm O'nun kulu ve resûlüdür.) Bu şehâdet (îmân) üzere yaşarız, bunun üzerine ölürüz ve bunun üzerine diriliriz, inşâallah. Allahü teâlâdan Rab olarak, İslâmiyetten din olarak, Muhammed aleyhisselâmdan Peygamber olarak, Kur'ân-ı kerîmden imam olarak, Kâbe'den kıble olarak, namaz, oruç, hac, zekât ve Kelime-i şehâdetten farîza (farz, emir, vazife) olarak, müminlerden kardeş olarak, Ebû Bekr-i Sıddîk, Ömer-ül-Fârûk, Osmân-ı Zinnûreyn ve Ali Murtezâ'dan imâmlar rehberler olarak râzı oldum. (Onları bu şekilde beğendim ve kabûl ettim). Rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecmaîn.

Allahü teâlâ günahlarımızın şefâatçısı Muhammed sallallahü aleyhi ve selleme, O'nun temiz âline ve eshâbına, bütün nebîlere ve resûllere (peygamberlere), onların âl (akrabâ) ve eshâbına (arkadaşlarına) salât, hayır duâlar olsun. Allahü teâlâ, Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem efendimizin bütün eshâbından, dört müctehid imâmdan, şehîdlerden, sâlihlerden, evliyâdan, takvâ sâhiplerinden, zikredenlerden, büyüklerimizden ve bütün bu yolda bulunanlardan râzı olsun.

Bu hakîr, günahkâr, aslen Tokat'ta doğdum. Elli seneye yakın İstanbul'da yerleşmiş bulunmaktayım. Îtikâdda mezhebim, Ehl-i sünnet vel cemâat olan Ebû Mansur Mâturidî'nin mezhebidir. Amelde mezhebim, İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe hazretlerinin mezhebidir. Meşhûr, bilinen ismim Muhammed Emîn, künyem Ebü'l-Mansûr, Ebü'l-Eman'dır. Babam Tokat sâkinlerinden Hasan bin Ömer'dir. Sevdiklerime ve dostlarıma vasiyetim şudur: Bu kusurlu kulu hatırlarından çıkarmayıp, Kur'ân-ı kerîm okuyup, rûhuma hediyeden, hayır duâdan unutmayalar. Malımın en temizinden, helâlinden yüz kuruşu techîz ve tekfinime ve yirmi iki kuruş iskatıma sarf edeler.

Vârislerime, ehlime (âileme) vasiyetim şudur: Dostların sözlerine râzı olup, mahkemeye gitmeyeler. Birbirine rızâ gösterip, mücâdele ve muhâsama itmeyeler (çekişmeyeler). Herkes biliyor ki, dünyâ fâni, âhiret bâkîdir. Allahü teâlâyı zikre, anıp, hatırlamaya çok gayret edip, çalışalar. Çünkü, bütün saâdetlerin başı budur. Herkese gönül hoşluğu ile kıyâmete kadar hakkımı helâl ettim. Kimsede hakkım yoktur. Mürüvvet ve insanlık, kerem, cömertlik, asâlet ve yardım odur ki, tanıyan ve tanımayan dostlar ve başkaları dahi âhiret hakkını helâl ve hayır duâdan unutmayıp, hayır ile iyilikle şehâdet edeler. Vesselâm.

Evliyânın büyüklerinden ve kendilerine “Silsile-i aliyye” denilen âlim ve velîlerin yirmi dokuzuncusu olan Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî (rahmetullahi teâlâ aleyh) talebelerine ve sevenlerine nasîhat ederek buyurdular ki: Sizlere vasiyetim, size İslâmiyeti anlatan hocaya îtirâzı terk, Resûlullah'ın dînine ittibâ ve kendini aradan çekip, yok etmeyi bu yolun esâsı biliniz. Bu üçü olmadan bu yolda ilerleme olmaz.

Bu yolun büyükleri kendilerine bağlı olanlardan gâfil değildir. Onlara kimse kafa tutamaz. Onlara kafa tutanın işi de, başı da, saâdeti de gider.

En mühim vasiyetim şudur: Ölümü, âhiret hallerini ve nîmetlerin hakîki sâhibini unutmayınız. Elden geldiği kadar peygamberlerin efendisinin (sallallahü aleyhi ve sellem) sünnetine uymada ileri gitmeye çalışınız. Günde bin kere duyulmayacak kadar alçak sesle, Kelime-i tehlîl (Kelime-i tevhid) söyleyiniz. Hem kalbe yönelerek, hem de mânâsını düşünerek olsun. Böylece kalpte, hakîkî matlûbdan başka bir şey kalmasın. Zîrâ büyüklerin yolunda asıl maksad mâbûddur.

İhlâs ne kadar çok olursa, evliyanın yardımı o kadar ziyâde olur.

Evliyânın kalbleri, ilâhî nûrların çıkıp geldiği kaynaklardır. Onların hoşnut olduğundan, Hak teâlâ da hoşnuttur. Onların kalblerinde yer eden, büyük devlete kavuşmuştur.

Bizim yolumuz, İslâm dînine ittibâ (uyma) yoludur. Herkes elinden geldiği kadar buna çalışmalıdır.

Allah adamlarının iğnesini (dokunaklı sözlerini) ilâç gibi bilmelidir. Çünkü bu tâifenin celâli, cemâl ile karışıktır. Yâni kızmalarında da merhamet vardır.

Bütün gayretle, sünnetin yayılmasına ve bid'atlerin yok edilmesine çalışmalı, müslümanların, Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdikleri doğru îtikâd üzere olmalarına uğraşmalıdır. Bu işle uğraşmadan yapılan zühd ve ibâdeti, kör, kötürüm ve ihtiyarlar da yapar.

Namazın şart ve rükünlerini, sünnet ve edeblerini anlatan kitapları insanlara okuyup, tavsiye etmeniz büyük devlettir.

İnsanlardan gelen sıkıntılara katlanmak, Allahü teâlânın beğendiği, Resûlullah'ın sevdiği ve büyük evliyânın özendiği bir ahlâktır.

Daha sonra Mevlânâ Hâlid-i Bağdâd hazretleri sevdiklerine şöyle vasiyette bulundular: "Muhammed aleyhisselâmın sünnetine uyunuz. Üzerinde bulunduğumuz doğru yol üzere olunuz. Karşılaşacağınız güçlüklere sabr ve tahammül gösteriniz. Bizim vefâtımızdan daha büyük musîbet size ulaşmaz. Şekil ve şemâilimi sayarak, bağırıp çağırarak ağlamak sûreti ile, rûhuma zahmet vermeyiniz. Etrafa mektuplar yazarak, vefâtıma hiçbir kimsenin üzülmemesini ve ağlamamasını tenbih ediniz. Beni seven ve bana muhabbet eden, Allah rızâsı için kurban kesip sevâbını benim rûhuma göndersin. Rûhuma Kur'ân-ı kerîm ve Fâtihalar, kıymetli duâlar göndersin. Dünyâ sevgisi ile gönülleri dolanlar gibi sakın siz de; "Sadakaya muhtaç değilim. Ancak Fâtiha ve İhlâs-ı şerîflere muhtâcım." demeyiniz. Benim için iyiliklerde bulununuz. Sadaka veriniz. Sizi bize yaklaştıracak işler işleyiniz. Ömrümüz elliye ulaşmıştır. Otuz beş senelik farzları iskat edersiniz. Ömrümüzde kuşluk ve teheccüd namazlarını diğer beş vakit farz namazlar gibi hiç terk etmedik. Ey İsmâil, talebe ve arkadaşlarımın kıymetini biliyorsun. Onlara sıkıntı verecek şeylerden sakın. Zannederim ki, yakın zamanda talebelerim için bir dergâh inşâ edilir."

İstanbul velîlerinden Muhammed Kumul Efendi (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri hakkında Mehmed Emin Tokâdî hazretleri anlatır: Muhammed Kumul Efendi vefâtından önce, hasta iken, bana şöyle vasiyette bulundu: "Şu birkaç cilt kitabı Dârüsseâde ağası Beşir Ağa'ya götür. Bizim duâ ettiğimizi söyle. Bunlar Medîne-i münevvereye gönderilecek. Bunların konulacağı yeri onlar bilirler. Gönderip bizi duâdan unutmasınlar." dedi. Birkaç gün sonra vefât etti. Vasiyetleri üzerine o kitapları alıp, vâlilerin toplantı günü olan Çarşamba günü huzurlarına vardım. Kalkıp kucaklaşarak, yanlarına oturmamı söyledi. Hâl hatır sorduktan sonra, İstanbul'da bulunup, ziyâretlerine fazla gidemediğim için üzüldüğünü söyledi. Merhûm Muhammed Kumul Efendinin selâmını söyleyip kitapları arzettiğimde, büyük bir üzüntü ve ağlama ile kitapların yerine gönderilmesi için emir verdi. Meclistekilere beni tanıtıp, âhiret kardeşimizdir dedi. Vedâ edip kalktığımda, hizmetçilerine şöyle emretti: "Bize gelenler dünyevî bir iş için gelirler. Bu zâtı iyi tanıyın. Geldiği zaman misâfir var diye bekletmeyin. Zîrâ bunlar bizi Allah rızâsı için ziyârete gelirler." dedi. Koynuma bir kese koydu. Sonra içinde yüz altın olduğunu gördüm. Evime dönüp kendi hâlim ile meşgûl iken, bâzı dostlar ısrar ederek evlenmemi istediler. Merhum Muhammed Kumul Efendinin mahallesi olan Filyokuşu'nda evlendim ve ders vermek, ilim öğretmekle vakit geçirdim."

Kânûnî Sultan Süleymân zamânı âlim ve velîlerinden Müeyyedzâde Abdürrahîm Çelebi (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri'nin vasiyetnâmesi: "Bismillâhirrahmânirrahîm. Yanımda bulunan kişiler şâhid olsunlar. Fakîr Abdürrahîm bin Ali bin Müeyyed el-Kâtib'in vasiyeti:

Allahü teâlânın bir ve noksansız olduğuna, eşi, ortağı, benzeri olma-  dığına, hiçbir varlığa muhtâc olmadığına, doğurmadığına ve doğurulmadığına, (ana, baba ve oğul olmadığına) kesin olarak inandım. Allahü teâlâ, Muhammed aleyhisselâmı bütün insanlığa, diğer Peygamberleri de bâzı kavimlere gönderdi. Hepsinin bildirdikleri haktır ve gerçektir. Onların hepsi, kıyâmet gününün, Cennet ve Cehennem'in, Mîzân ve Sırât'ın, nîmet, azâb ve affın, kabir hayâtının hak olduğunu bildirdiler. Bu îmânla yaşadım ve bu îmânla vefât ediyorum.

Dostlarıma ve talebelerime şunları vasiyet ediyorum: Ben vefât ettikten sonra, ilk gecede yetmiş bin defâ "Lâ ilâhe illallah" okusunlar. Sonra hepsi, Allahü teâlânın azâbından mutlak kurtuluşum için duâ etsinler. Allahü teâlânın her türlü azâbından, Muhammed aleyhisselâmın tebliğ ettiklerini tasdîk etmemiz sebebiyle, duâlarının kabûl olacağı ümîdiyle kurtulabilirim.

Yine dostlarıma ve talebelerime, gerekli şekilde techiz, tekfin ve defn etmelerini, kabrim üzerine türbe ve ziyâretgâh yapmamalarını, cenâze namazımda bid'at işlenmemesini ve bid'at ehlinden kimseyi bulundurmamalarını, elbiselerimden derecelerine göre dostlarıma ve sâlih kimselere verilmesini vasiyet ediyorum. Beni böylece duâlarıyla, kardeş ve dost olarak hatırlamalarını istiyorum. Dînen kendilerine düşen vazifelerin yapılmasını sağlamaları böylece mümkün olur. Size söylediğimi hatırlayacaksınız. İşlerimi Allahü teâlâya havâle ediyorum. Muhakkak O, kullarını görür. Kendim ve sizin için Allahü teâlâdan magfiret diliyorum. Vasiyetimi, "Sübhâneke Allahümme ve bi-hamdike lâ ilâhe illâ ente estagfiruke ve etûbü ileyke fagfirlî verhamnî inneke entel gafûrurrahîm" diyerek bitiriyorum.

Yine dostlarıma ve talebelerime, namaz iskâtı, yemin ve oruç keffâreti için terekemden bin dirhem vermelerini ve borçlarımı ödemelerini vasiyet ediyorum."

Anadolu’da yetişen büyük velîlerden Neccârzâde (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin yetişmesine babası çok önem verdi. Ömrünün son günlerinde ona şöyle nasîhat ve vasiyet etti: “Aman evlâdım ilim öğren. Annen seni işe verirse kabûl etme. Zîrâ sen büyük hizmetler için yaratıldın. İlimde ve mârifette yüksek mertebelere çıkacaksın. Bu hususta çok gayretli ve dikkatli ol!” Babası vefât edince, annesi onu bir işe vermek istedi. Fakat o, babasının vasiyetine uyarak ilim tahsîline başladı. Zamânın âlimlerinden ilim öğrenip, kısa zamanda yetişti. On yedi yaşında Beşiktaş'taki Sinân Paşa Câmii yanındaki medresede ders vermeye başladı. Bu müderrisliği sırasında, Üsküdar’da Azîz Mahmûd Hüdâî hazretlerinin dergâhında insanları irşâd ve terbiye ile meşgûl olan Yâkûb Efendinin babası Odabaşı Şeyhi diye tanınan Şeyh Fenâî Efendinin derslerine ve sohbetlerine devâm etti. Kısa zamanda ilerledi. Bu hocasından Celvetiyye yolunun âdâbını öğrendi ve icâzet aldı. Bu esnâda Mustafa Efendi kendisinden önce bu yola girmiş olanları geçip, akranlarının vasfını bile duymadığı derecelere kavuştu.