|
VASİYET (K - N)
Çin, Hindistan, İran ve
Anadolu'da İslâmiyetin yayılmasında büyük hizmeti geçen âlim ve mücâhid velî
olan Ebû İshâk Kâzerûnî (rahmetullahi teâlâ aleyh) vefâtından önce şu
vasiyette bulundu: "...Kıymetli yavrum! Sana yaptığım bu vasiyete sıkı sarılıp
onunla amel edesin. Böylece Allah yolunda muvaffak olup saîdlerden ve
reşîdlerden olasın.
Sana birinci vasiyetim, din
ilimlerini, ilmihâlini iyi öğrenip, bunu dâimâ arttırmandır. Çünkü tarîkat ve
hakîkat ehli olsun kim olursa olsun herkes bu ilme muhtaçtır. Tabii din
bilgilerini Ehl-i sünnet âlimlerinden ve eserlerinden öğrenmek insanın derece ve
kıymetini artırır.
Tasavvuf ilmini öğrenmek
yâni kalbini temizlemek, kötü huylardan kurtulmak içindir. Allahü teâlâ
Peygamberimize (sallallahü aleyhi ve sellem) Kur'ân-ı kerîmde; "Yâ Rabbî! İlmimi
artır." diye duâ buyurmasını emretti. Fıkıh ilmini öğrenmeyi ve bu ilmin dünyâ
ve âhiret saâdetine vesîle olacağını bildirdi.
Fıkıh ilmini ve ilmihâlini
öğrendikten sonra bütün işlerini, ibâdetlerini buna uygun yapmalısın. İlim ile
dünyâlık elde etmekten uzak dur. Resûlullah efendimiz buyurdu ki: "Her kim
âhiret amelleri ile dünyâlık taleb ederse, o kimsenin bu amellerden âhirette hiç
nasîbi yoktur, fayda ve bereketini göremez. Yüzünün nûru gider, onu saîdler,
cennetlikler zümresinden yazmazlar, adını cehennemlikler arasına yazarlar." Übey
bin Kâ'b'ın (radıyallahü anh) rivâyet ettiği hadîs-i şerîfte buyruldu ki: "Bu
ümmetten olup da âhiret işlerini dünyâ işlerine tercih edenlere müjdeler olsun.
Onlar yüce insanlardır. Allahü teâlânın yardımına kavuşmuşlardır. Dünyâyı
âhirete tercih edenlere ise âhirette hiç nasîb yoktur."
Abdullah bin Mübârek'e;
"Selef-i sâlihîn kimdir?" diye sorduklarında; "Dîni için dünyâdan yüz
çevirenlerdir." buyurdu. İşte bu hâle erdikten sonra, dâimâ takvâ üzere olman
Allahü teâlâdan korkman lâzımdır. Böylece Allahü teâlânın sevgili kullarından
olabilirsin. İnsanların yanında azîz ve kıymetli olursun. Açık ve gizli iken
Allahü teâlâdan korkup, içini ve dışını edeplendiren kimse, Hak teâlânın
rızâsını kazanmış olur. Evliyâ ve seçilmişler zümresine katılmış olur. Çünkü
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde üstünlüğün ancak takvâ ile, evliyânın da ancak
müttakî yâni Allahü teâlâdan korkan kimseler, olduğunu beyân buyurmuştur.
Bunu Allahü teâlânın yardım
ve inâyeti ile başardıktan sonra, senin için en mühim vazîfe helal kazanç ve
helal lokma taleb etmektir. Yediğin, içtiğin, kullandığın her şey mutlak
helalden olmalıdır. Allahü teâlâ peygamberlerine meâlen; "Helâl ve tayyib
olanları yiyiniz ve sâlih ameller işleyiniz." buyuruyor. Buradan anlaşılıyor ki
helâl yemedikçe, sâlih ameller işlenemez. Demek ki, helâl yemek, helâl kazanç
sâlih amel işlemekten önce gelmektedir. Çünkü helâl lokma ve helâl kazanç, sâlih
amellerin yapılabilmesi için birinci şarttır.
Bunda da başarılı isen,
gösterişten ve süslü giyinmekten kaçınman gerekir. Hazret-i Ömer; "Benim atımı
süslemeyiniz. Ona binince gönlüm perdeleniyor." buyurdu. Hasan-ı Basrî
hazretlerine; "Hangi elbiseyi seversiniz?" diye sordular. Cevâbında; "Ey
zavallı! Eğer iyilik elbisede, iyi giyinmekle olsaydı, fâsıklar ve günahkârlar
Hak teâlâ indinde sâlih kimselerden kıymetli olurdu. Sözün doğrusu şudur ki,
Allahü teâlâ Cemîl'dir, tâatın ve yaşayışın güzelini yâni İslâmiyete uygun
olanını sever, bunlardan râzı olur." buyurdu.
Bunda da muvaffak olursan,
sana lâzım olan şey kanâatkâr olmaktır. Bir günlük azık ile yetinmelisin. Çok
yemek, şehvetleriyle meşgûl olmak ve her bulduğunu yemek kötülenmiştir. Bunlar
insanı Allahü teâlâdan uzaklaştırır.
Bunda muvaffak olduğun
zaman, sana düşen vazîfe, Allah adamlarıya, dervişlerle, sâlih kimselerle sohbet
edip doğru kimselerle bulunmaktır. Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen; "Ey
îmân edenler! Allahü teâlâdan korkunuz ve sâdıklarla bulununuz." buyurdu. Çünkü
Allahü teâlâya yaklaşmak, O'nun sevgili kullarından olmak, ancak sâlihler ve
sâdıklarla sohbet etmekle, onlarla bulunmakla ele geçer. Allah adamlarının
sohbeti bereketiyle takvâ, zühd, tâat, ibâdet, huzûr ve kalp topluluğu, Allahü
teâlâ ile ünsiyet ve yakınlık halleri hâsıl olur. Onların sohbetinde bulunarak
bu mânevî nîmetlere kavuşanlar, Allah için sâlihler, sâdıklar ve müttakîler ile
bulunanlar dünyâda Allahü teâlânın himâyesinde ve âfiyet üzeredirler. Yâni
günahlardan uzaktırlar. Âhirette de oraya mahsus nîmet ve ihsânlara kavuşurlar.
Âhiretin dehşetli ve korkulu hallerinden korunurlar. Peygamber efendimiz; "Kim
şeref ve izzet sâhibi olmak istiyorsa, zâhidler ve Allah adamları ile bulunsun,
Allah için âlimler ve salihler meclisinde otursun. Hakîkî âlimler Allahü teâlâyı
âriftirler, onu tanırlar, O'na kulluk vazîfelerini tam olarak yerine getirirler,
aslâ nefislerinin isteklerine uymazlar. Onlar öyle kıymetlidirler ki, Allahü
teâlâ onları insanlar arasından seçip ayırmış, yüceltmiştir."
Büyüklerden birisi buyurdu
ki: "Allahü teâlâ bir kuluna iyilik yapmak murâd ederse, onu Allah adamlarıyla
karşılaştırır ve onlarla sohbet etmeye muvaffak kılar. Böylece saâdet yoluna
kavuşup Allahü teâlânın râzı olduğu ahlâk ve hallere kavuşur." Bütün
anlatılanlar sebebiyle dâimâ sâlihlerin sohbetinde olmalısın. Fakirler ile
bulunmalısın. Dünyâ ehlinden ve dünyânın arkasından koşanlardan uzak durmalısın.
Çünkü dünyâ ehli ile bulunmak, onların yaptığı işleri sevmeye sürükler. Bu ise
âhirette hüsrâna sebeb olur.
Zâlimlerden ve bunlara yakın
kimselerden uzak dur. Her kim bunlara meylederse, âlim ve fazîletli bile olsa,
sâlihler ve Allah adamları yanında kıymetli olmaz. Peygamber efendimiz
sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki: "Şu üç şeyi yapanlar cürüm işlemiş olur.
İki topluluk arasında bozgunculuk yapıp, fitne çıkaranlar; ana-babasına âsî
olanlar; zâlimlerle dostluk kurup, onların zulmüne yardımcı olanlar." ve yine; "Allahü
teâlâ buyuruyor ki: "Ben âlemlerin Rabbiyim. İzzet ve celâlim hakkı için
zâlimlerden intikam alırım. Bir kimse bir zâlimin elinde bir mazlûmun zulme
uğradığını görse, buna mâni olmaya gücü yetip de, o mazlûma yardım etmezse,
ondan intikam alırım." buyurdular.
Sultanlar ve devlet
adamlarıyla birlikte bulunmaktan sakın. Onların adamlarına da yaklaşma ki,
yabancı kadınları görmüş olmayasın. Cenâb-ı Hak Kur'ân-ı kerîmde mümin erkeklere
ve mümin kadınlara, nâmahreme bakmamalarını, muhakkak gözlerini haramdan
korumalarını emir buyurdu. Resûlullah efendimiz de sallallahü aleyhi ve sellem
buyurdu ki: "Yabancı kadınlara bakmak, şeytanın oklarından bir oktur. Kim bundan
sakınırsa, Allahü teâlâ ona ibâdetin tad ve lezzetini tattırır. O da bundan
mesûd olur."
Sevgili yavrum! Bid'at
sâhiplerinin sohbetinden, onlarla bulunmaktan sakın. Onlarla oturup münâkaşa ve
mücâdeleye girişme. Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîminde bunu yasaklamıştır.
Resûlullah efendimiz de; "Bir kimse haklı bile olsa, dinde münâkaşa ve husûmeti
terk etmedikçe îmânın hakîkatine eremez." buyurdu.
Her hâlinde iyi huylu olmaya
dikkat et. Rıfk ve yumuşaklık tevâzû ve alçak gönüllülük bir de tahammül senin
mayan olmalıdır. Affedici, kerem sâhibi, cömert, hoşgörülü ol. Bunun için de
Resûlullah'ın sallallahü aleyhi ve sellem yüksek ahlâkı ile ahlâklan.
Bir vasiyetim de şudur; Din
kardeşlerine kolaylık göster, onlara yardımcı ol. Her sabah onlar ile toplanıp
Kur'ân-ı kerîm oku. Her nerede Kur'ân-ı kerîm okunursa, oraya hayır ve bereket
yağar. Nitekim Peygamber efendimiz buyurdu ki: "Herhangi uygun bir yerde Allahü
teâlânın kitabı okunursa, melekler oraya gelip, okuyana yardım ederler. Oraya
Allahü teâlânın rahmeti yağar. Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîm okuyanı, melekleri,
peygamberleri, şehîdleri ve müminleri ile yâd eder. O kuluna rahmet ve mağfiret
eder." ve yine; "Benim ümmetimin şereflileri, Kur'ân-ı kerîmi okuyanlar ve gece
namazı kılanlardır." buyurdular.
Bir vasiyetim de şudur ki,
dostlarını ve talebelerini mezarlığa Kur'ân-ı kerîmi para ile okumaları için
gönderme. Çünkü bu mürüvvete sığmaz. Peygamber efendimiz buyurdu ki: "Her kim
insanlardan dünyâlık ele geçirmek için Kur'ân-ı kerîm okursa, kıyâmet gününde,
yüzünde sırf kemik olarak yâni yüzü etsiz olarak getirilir."
Din kardeşlerine,
arkadaşlarına yedirip içirirken, sakın israfa kaçma. Seni muhtaç bırakacak
şekilde masrafa girme.
Sevgili yavrum! Bir de şu
fazîletli ibâdete devâm etmeni vasiyet ederim. Bunu, sevgili Peygamberimize
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde emir buyurdu. O ibâdet, gece namazı kılmaktır.
Bunu sakın ihmâl etme. Cenâb-ı Hak gece namazı kılanlara târif edilmez ihsân ve
nîmetlerini vâd ediyor.
Sabah namazını kıldıktan
sonra seccadeni toplayıp hemen kalkma. Allahü teâlânın zikri ile meşgûl ol.
Güneş doğuncaya kadar buna devâm et. Bundan sonra günün bir parçasını
insanlardan uzlet, ayrılık üzere geçirmeyi kendine vazîfe bil. İnsanlarla
olmakta büyük belâ ve fitneler olduğu gibi, uzlette de birçok hayır ve
bereketler vardır. Fakat uzlete çekilince şartlarına ve edeplerine dikkat
gerekir. Yapılanlar, Ehl-i sünnet vel-cemâat âlimlerinin fıkıh ve ilmihâl
kitaplarında bildirdiklerine uygun olmalıdır. Bunu, nefsin ve şeytanın
müdâhalesi ile kirletmemelidir.
Son vasiyetim ise şudur:
Dostlara hizmeti canına minnet bil. Çünkü hizmet, peygamberlerin sünnetidir.
Hizmet et, fakat kendine hizmet ettirme. Çünkü Peygamber efendimiz; "Bir kavmin,
topluluğun efendisi, o topluluğa hizmet edendir." buyurmuştur. Yine; "Müminlere
hizmet edenlere hesab yoktur, azâb da yoktur." buyurdular.
Bu vasiyetlerimi yerine
getir. Muvaffakiyet, Allahü teâlâdandır. Yâ Rabbî! Bize hizmetinin edeplerini,
evliyâna, dostlarına ve takvâ sâhiplerine hizmet etmenin edeplerini öğret. Bizi
bunlar ile rızıklandır. Yâ Erhamerrâhimîn!.."
İstanbul evliyâsının
büyüklerinden Mehmed Emin Tokâdî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin
her sene vasiyetini yazmak âdeti idi. Vasiyeti şöyledir:
Allahü teâlâya hamd,
kendisinden sonra peygamber gelmeyecek olan şefâatçımız Muhammed sallallahü
aleyhi ve selleme, âline (akrabâlarına), Eshâbına (arkadaşlarına), bütün nebî ve
resûllere salât, hayır duâlar olsun. Allahü teâlâdan günahlarımın affını ve beni
bağışlamasını dilerim. Allah'ım! Beni bağışla. Âmentü billahi ve melâiketihi ve
kütübihi ve rusûlihi velyevmilâhiri ve bilkaderi hayrihi ve şerrihi minellahi
teâlâ ve'lba'sü ba'delmevt Eşhedü enlâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden
abdühû ve resûlüh (Allahü teâlâya, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine,
âhiret gününe, kadere, hayr ve şerrin Allahü teâlâdan olduğuna, öldükten sonra
dirilmeye, inandım. Ben şehâdet ederim ki, Allahü teâlâdan başka ilâh yoktur.
Muhammed aleyhisselâm O'nun kulu ve resûlüdür.) Bu şehâdet (îmân) üzere yaşarız,
bunun üzerine ölürüz ve bunun üzerine diriliriz, inşâallah. Allahü teâlâdan Rab
olarak, İslâmiyetten din olarak, Muhammed aleyhisselâmdan Peygamber olarak,
Kur'ân-ı kerîmden imam olarak, Kâbe'den kıble olarak, namaz, oruç, hac, zekât ve
Kelime-i şehâdetten farîza (farz, emir, vazife) olarak, müminlerden kardeş
olarak, Ebû Bekr-i Sıddîk, Ömer-ül-Fârûk, Osmân-ı Zinnûreyn ve Ali Murtezâ'dan
imâmlar rehberler olarak râzı oldum. (Onları bu şekilde beğendim ve kabûl
ettim). Rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecmaîn.
Allahü teâlâ günahlarımızın
şefâatçısı Muhammed sallallahü aleyhi ve selleme, O'nun temiz âline ve eshâbına,
bütün nebîlere ve resûllere (peygamberlere), onların âl (akrabâ) ve eshâbına
(arkadaşlarına) salât, hayır duâlar olsun. Allahü teâlâ, Resûlullah sallallahü
aleyhi ve sellem efendimizin bütün eshâbından, dört müctehid imâmdan,
şehîdlerden, sâlihlerden, evliyâdan, takvâ sâhiplerinden, zikredenlerden,
büyüklerimizden ve bütün bu yolda bulunanlardan râzı olsun.
Bu hakîr, günahkâr, aslen
Tokat'ta doğdum. Elli seneye yakın İstanbul'da yerleşmiş bulunmaktayım. Îtikâdda
mezhebim, Ehl-i sünnet vel cemâat olan Ebû Mansur Mâturidî'nin mezhebidir.
Amelde mezhebim, İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe hazretlerinin mezhebidir. Meşhûr,
bilinen ismim Muhammed Emîn, künyem Ebü'l-Mansûr, Ebü'l-Eman'dır. Babam Tokat
sâkinlerinden Hasan bin Ömer'dir. Sevdiklerime ve dostlarıma vasiyetim şudur: Bu
kusurlu kulu hatırlarından çıkarmayıp, Kur'ân-ı kerîm okuyup, rûhuma hediyeden,
hayır duâdan unutmayalar. Malımın en temizinden, helâlinden yüz kuruşu techîz ve
tekfinime ve yirmi iki kuruş iskatıma sarf edeler.
Vârislerime, ehlime (âileme)
vasiyetim şudur: Dostların sözlerine râzı olup, mahkemeye gitmeyeler. Birbirine
rızâ gösterip, mücâdele ve muhâsama itmeyeler (çekişmeyeler). Herkes biliyor ki,
dünyâ fâni, âhiret bâkîdir. Allahü teâlâyı zikre, anıp, hatırlamaya çok gayret
edip, çalışalar. Çünkü, bütün saâdetlerin başı budur. Herkese gönül hoşluğu ile
kıyâmete kadar hakkımı helâl ettim. Kimsede hakkım yoktur. Mürüvvet ve insanlık,
kerem, cömertlik, asâlet ve yardım odur ki, tanıyan ve tanımayan dostlar ve
başkaları dahi âhiret hakkını helâl ve hayır duâdan unutmayıp, hayır ile
iyilikle şehâdet edeler. Vesselâm.
Evliyânın büyüklerinden ve
kendilerine “Silsile-i aliyye” denilen âlim ve velîlerin yirmi dokuzuncusu olan
Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî (rahmetullahi teâlâ aleyh) talebelerine ve
sevenlerine nasîhat ederek buyurdular ki: Sizlere vasiyetim, size İslâmiyeti
anlatan hocaya îtirâzı terk, Resûlullah'ın dînine ittibâ ve kendini aradan
çekip, yok etmeyi bu yolun esâsı biliniz. Bu üçü olmadan bu yolda ilerleme
olmaz.
Bu yolun büyükleri
kendilerine bağlı olanlardan gâfil değildir. Onlara kimse kafa tutamaz. Onlara
kafa tutanın işi de, başı da, saâdeti de gider.
En mühim vasiyetim şudur:
Ölümü, âhiret hallerini ve nîmetlerin hakîki sâhibini unutmayınız. Elden geldiği
kadar peygamberlerin efendisinin (sallallahü aleyhi ve sellem) sünnetine uymada
ileri gitmeye çalışınız. Günde bin kere duyulmayacak kadar alçak sesle, Kelime-i
tehlîl (Kelime-i tevhid) söyleyiniz. Hem kalbe yönelerek, hem de mânâsını
düşünerek olsun. Böylece kalpte, hakîkî matlûbdan başka bir şey kalmasın. Zîrâ
büyüklerin yolunda asıl maksad mâbûddur.
İhlâs ne kadar çok olursa,
evliyanın yardımı o kadar ziyâde olur.
Evliyânın kalbleri, ilâhî
nûrların çıkıp geldiği kaynaklardır. Onların hoşnut olduğundan, Hak teâlâ da
hoşnuttur. Onların kalblerinde yer eden, büyük devlete kavuşmuştur.
Bizim yolumuz, İslâm dînine
ittibâ (uyma) yoludur. Herkes elinden geldiği kadar buna çalışmalıdır.
Allah adamlarının iğnesini
(dokunaklı sözlerini) ilâç gibi bilmelidir. Çünkü bu tâifenin celâli, cemâl ile
karışıktır. Yâni kızmalarında da merhamet vardır.
Bütün gayretle, sünnetin
yayılmasına ve bid'atlerin yok edilmesine çalışmalı, müslümanların, Ehl-i sünnet
âlimlerinin bildirdikleri doğru îtikâd üzere olmalarına uğraşmalıdır. Bu işle
uğraşmadan yapılan zühd ve ibâdeti, kör, kötürüm ve ihtiyarlar da yapar.
Namazın şart ve rükünlerini,
sünnet ve edeblerini anlatan kitapları insanlara okuyup, tavsiye etmeniz büyük
devlettir.
İnsanlardan gelen
sıkıntılara katlanmak, Allahü teâlânın beğendiği, Resûlullah'ın sevdiği ve büyük
evliyânın özendiği bir ahlâktır.
Daha sonra Mevlânâ Hâlid-i
Bağdâd hazretleri sevdiklerine şöyle vasiyette bulundular: "Muhammed
aleyhisselâmın sünnetine uyunuz. Üzerinde bulunduğumuz doğru yol üzere olunuz.
Karşılaşacağınız güçlüklere sabr ve tahammül gösteriniz. Bizim vefâtımızdan daha
büyük musîbet size ulaşmaz. Şekil ve şemâilimi sayarak, bağırıp çağırarak
ağlamak sûreti ile, rûhuma zahmet vermeyiniz. Etrafa mektuplar yazarak, vefâtıma
hiçbir kimsenin üzülmemesini ve ağlamamasını tenbih ediniz. Beni seven ve bana
muhabbet eden, Allah rızâsı için kurban kesip sevâbını benim rûhuma göndersin.
Rûhuma Kur'ân-ı kerîm ve Fâtihalar, kıymetli duâlar göndersin. Dünyâ sevgisi ile
gönülleri dolanlar gibi sakın siz de; "Sadakaya muhtaç değilim. Ancak Fâtiha ve
İhlâs-ı şerîflere muhtâcım." demeyiniz. Benim için iyiliklerde bulununuz. Sadaka
veriniz. Sizi bize yaklaştıracak işler işleyiniz. Ömrümüz elliye ulaşmıştır.
Otuz beş senelik farzları iskat edersiniz. Ömrümüzde kuşluk ve teheccüd
namazlarını diğer beş vakit farz namazlar gibi hiç terk etmedik. Ey İsmâil,
talebe ve arkadaşlarımın kıymetini biliyorsun. Onlara sıkıntı verecek şeylerden
sakın. Zannederim ki, yakın zamanda talebelerim için bir dergâh inşâ edilir."
İstanbul velîlerinden
Muhammed Kumul Efendi (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri hakkında Mehmed
Emin Tokâdî hazretleri anlatır: Muhammed Kumul Efendi vefâtından önce, hasta
iken, bana şöyle vasiyette bulundu: "Şu birkaç cilt kitabı Dârüsseâde ağası
Beşir Ağa'ya götür. Bizim duâ ettiğimizi söyle. Bunlar Medîne-i münevvereye
gönderilecek. Bunların konulacağı yeri onlar bilirler. Gönderip bizi duâdan
unutmasınlar." dedi. Birkaç gün sonra vefât etti. Vasiyetleri üzerine o
kitapları alıp, vâlilerin toplantı günü olan Çarşamba günü huzurlarına vardım.
Kalkıp kucaklaşarak, yanlarına oturmamı söyledi. Hâl hatır sorduktan sonra,
İstanbul'da bulunup, ziyâretlerine fazla gidemediğim için üzüldüğünü söyledi.
Merhûm Muhammed Kumul Efendinin selâmını söyleyip kitapları arzettiğimde, büyük
bir üzüntü ve ağlama ile kitapların yerine gönderilmesi için emir verdi.
Meclistekilere beni tanıtıp, âhiret kardeşimizdir dedi. Vedâ edip kalktığımda,
hizmetçilerine şöyle emretti: "Bize gelenler dünyevî bir iş için gelirler. Bu
zâtı iyi tanıyın. Geldiği zaman misâfir var diye bekletmeyin. Zîrâ bunlar bizi
Allah rızâsı için ziyârete gelirler." dedi. Koynuma bir kese koydu. Sonra içinde
yüz altın olduğunu gördüm. Evime dönüp kendi hâlim ile meşgûl iken, bâzı dostlar
ısrar ederek evlenmemi istediler. Merhum Muhammed Kumul Efendinin mahallesi olan
Filyokuşu'nda evlendim ve ders vermek, ilim öğretmekle vakit geçirdim."
Kânûnî Sultan Süleymân
zamânı âlim ve velîlerinden Müeyyedzâde Abdürrahîm Çelebi (rahmetullahi
teâlâ aleyh) hazretleri'nin vasiyetnâmesi: "Bismillâhirrahmânirrahîm. Yanımda
bulunan kişiler şâhid olsunlar. Fakîr Abdürrahîm bin Ali bin Müeyyed el-Kâtib'in
vasiyeti:
Allahü teâlânın bir ve
noksansız olduğuna, eşi, ortağı, benzeri olma- dığına, hiçbir varlığa muhtâc
olmadığına, doğurmadığına ve doğurulmadığına, (ana, baba ve oğul olmadığına)
kesin olarak inandım. Allahü teâlâ, Muhammed aleyhisselâmı bütün insanlığa,
diğer Peygamberleri de bâzı kavimlere gönderdi. Hepsinin bildirdikleri haktır ve
gerçektir. Onların hepsi, kıyâmet gününün, Cennet ve Cehennem'in, Mîzân ve
Sırât'ın, nîmet, azâb ve affın, kabir hayâtının hak olduğunu bildirdiler. Bu
îmânla yaşadım ve bu îmânla vefât ediyorum.
Dostlarıma ve talebelerime
şunları vasiyet ediyorum: Ben vefât ettikten sonra, ilk gecede yetmiş bin defâ
"Lâ ilâhe illallah" okusunlar. Sonra hepsi, Allahü teâlânın azâbından mutlak
kurtuluşum için duâ etsinler. Allahü teâlânın her türlü azâbından, Muhammed
aleyhisselâmın tebliğ ettiklerini tasdîk etmemiz sebebiyle, duâlarının kabûl
olacağı ümîdiyle kurtulabilirim.
Yine dostlarıma ve
talebelerime, gerekli şekilde techiz, tekfin ve defn etmelerini, kabrim üzerine
türbe ve ziyâretgâh yapmamalarını, cenâze namazımda bid'at işlenmemesini ve
bid'at ehlinden kimseyi bulundurmamalarını, elbiselerimden derecelerine göre
dostlarıma ve sâlih kimselere verilmesini vasiyet ediyorum. Beni böylece
duâlarıyla, kardeş ve dost olarak hatırlamalarını istiyorum. Dînen kendilerine
düşen vazifelerin yapılmasını sağlamaları böylece mümkün olur. Size söylediğimi
hatırlayacaksınız. İşlerimi Allahü teâlâya havâle ediyorum. Muhakkak O,
kullarını görür. Kendim ve sizin için Allahü teâlâdan magfiret diliyorum.
Vasiyetimi, "Sübhâneke Allahümme ve bi-hamdike lâ ilâhe illâ ente estagfiruke ve
etûbü ileyke fagfirlî verhamnî inneke entel gafûrurrahîm" diyerek bitiriyorum.
Yine dostlarıma ve
talebelerime, namaz iskâtı, yemin ve oruç keffâreti için terekemden bin dirhem
vermelerini ve borçlarımı ödemelerini vasiyet ediyorum."
Anadolu’da yetişen büyük
velîlerden Neccârzâde (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin
yetişmesine babası çok önem verdi. Ömrünün son günlerinde ona şöyle nasîhat ve
vasiyet etti: “Aman evlâdım ilim öğren. Annen seni işe verirse kabûl etme. Zîrâ
sen büyük hizmetler için yaratıldın. İlimde ve mârifette yüksek mertebelere
çıkacaksın. Bu hususta çok gayretli ve dikkatli ol!” Babası vefât edince, annesi
onu bir işe vermek istedi. Fakat o, babasının vasiyetine uyarak ilim tahsîline
başladı. Zamânın âlimlerinden ilim öğrenip, kısa zamanda yetişti. On yedi
yaşında Beşiktaş'taki Sinân Paşa Câmii yanındaki medresede ders vermeye başladı.
Bu müderrisliği sırasında, Üsküdar’da Azîz Mahmûd Hüdâî hazretlerinin dergâhında
insanları irşâd ve terbiye ile meşgûl olan Yâkûb Efendinin babası Odabaşı Şeyhi
diye tanınan Şeyh Fenâî Efendinin derslerine ve sohbetlerine devâm etti. Kısa
zamanda ilerledi. Bu hocasından Celvetiyye yolunun âdâbını öğrendi ve icâzet
aldı. Bu esnâda Mustafa Efendi kendisinden önce bu yola girmiş olanları geçip,
akranlarının vasfını bile duymadığı derecelere kavuştu. |
|