CİLD       ALFABE       KONU       KABR-İ ŞERİFLER

ALFABE - CİLD                      1.   2.   3.   4.   5.   6.
     
 

VASİYET (H - İ)

Büyük velî, fıkıh ve tasavvuf âlimi Muhammed Hâdimî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri'nin oğluna yaptığı vasiyeti şöyledir:

Allahü teâlâya hamd, Habîb-i ekremine, âl u eshâbına ve O'nun sünnetlerine tâbi olan ve yolunu sevenlere salât ve selâm olsun.

Ey nasihat kabûl edici, pek aziz oğul Saîd! Allahü teâlâ seni uzun ömür içerisinde sevdiği ve râzı olduğu şeylerle azîz eylesin. Ziyâde ilmin hâsıl edeceği takvâ, istikâmet, korku ile mesûd kılsın.

İmâm-ı Gazâlî'nin de buyurduğu gibi, nasihat etmek kolaydır. Zor olan, onu yerine getirmektir. Çünkü nefsin fıtratında, yaratılışında nefsânî arzu ve istekleri sevmek vardır. Yine nefsin fıtratında, yaratılışında hep kendi temenni ve arzu ettiklerine meyletme vardır. Kişi, sevdiğinin aybına karşı kördür ve kişinin düşmanı, kendi evinin içindedir. Binâenaleyh o düşmanın zarârından ve hîlesinden emin olmak zor ve güç olur. Nefsin kılıcından ve oklarından, ancak kendi Rabbine ve nefsinin Rabbine yalvararak kurtulabilirsin.

Sonra bil ki, ben günahkârım, hatâlı nefsime, sana ve bütün kardeşlerime, bilhassa talebelerime ve sevdiklerime, âlemlerin rabbi olan Allahü teâlânın peygamberlerine, evliyâsına ve bütün kullarına yaptığı tavsiyeyi yaparım. Cenâb-ı Hak Nisâ sûresi 131. âyet-i kerîmesinde meâlen şöyle buyurmuştur: "Sizden önce kitap verilenlere ve size emrettik ki Allahü teâlâdan ittikâ edin (korkun, takvâ sâhibi olun)..."

İmâm-ı Nevevî, El-Minhâc kitabında buyuruyor ki: "Eğer âlemde takvâdan başka hayrı daha çok toplayan, sevâbı daha büyük olan, ubûdiyette, kullukta daha yüksek, kemâle erdirmekte daha evlâ, dilekleri daha çok birleştiren bir haslet olsaydı, Allahü teâlâ onu tavsiye ve emrederdi. Çünkü O, kullarına en merhametli, en şefkatli olan ve en çok nasihat edendir."

İşte bunun için Peygamber efendimizin sevdiklerinden birine yaptığı bir vasiyetinde; "Sana Allahü teâlâdan korkmayı (takvâyı) tavsiye ederim. Çünkü o her şeyin başıdır." buyurmuştur.

Takvâ, dünyâ ve âhiretin hayırlarını toplayan bütün mühim işlere kâfi gelen, insanların ulaşabilecekleri en yüksek derecelere ulaştıran, üzerine ilâve yapılamayacak vazgeçilmeyen bir esastır. Hadîs-i şerîflerde buyruldu ki: "O kökü sâbit, dalları semâda olan güzel bir ağaçtır." ve; "Çirkin bir söz de yerden koparılmış, kökü olmayan kötü bir ağaca benzer." Takvâ her türlü kötülüğü zorluğu ve zihni bulandıran, sarhoş eden şeyleri kökünden sökücüdür. Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyuruyor ki: "Allahü teâlâ muttakîlerle (takvâ sâhipleri ile) berâberdir."

O halde sen, Allahü teâlânın râzı olmadığı şeylerden uzuvlarını koruyarak, cenâb-ı Hakk'ı ululayıp, tesbîh ederek, her türlü noksan sıfatlardan uzak bilerek kalbini aydınlat. Bütün gayretini harcayarak ve bütün gücünü sarf ederek onun en üst makâmını elde etmeye, ihtimâm göstermeye çalış. Bu konuda dikkatli ol ve sıkı sıkıya ona bağlan.

Bu ise ancak, yapılması mahzurlu olan şeylere düşmemen ve yapılması mahzurlu olmayan, fakat terki daha iyi olan şeyleri terk etmen sûretiyle mümkün olur. Bu da ancak inanılacak esaslar, amel edilecek hususlar, normal işler ve muâmelâtta (günlük işlerde) zarûrî bir sebeb olmaksızın, ruhsatlardan kaçınman ve İslâmiyetin azimetlerine sarılmaya devâm etmenle mümkündür.

Bu da, dünyâ ehlinden kaçmakla hâsıl olur. Çünkü dünyâya düşkün insanlarla berâber olmak, tecrübe edilmiş bir zehirdir. Onlarla haşır neşir olmak, kesici bir oktur. Onlardan çekin ve hîlelerine karşı müteyakkız, uyanık ol. Onlarla berâber olmak bulaşıcı, tabiat da onu bulaştırıcıdır. Dâvetlerine mümkün mertebe gitme. Onları dost edinmekten yüz çeviren biri demiştir ki: "Onların zararlarının en azı, kendilerine yaptığın ziyâretler sebebiyle, vakitlerini çalmalarıdır." Vakit de senin malının sermâyesidir. Ondan bir an geçer de, ömrün müddetince, askerleriyle birlikte meliklerin hazinelerini sarf etsen bile, onu tekrar ele geçirmek mümkün değildir.

Hazret-i Ali'den gelen bir sözde denilmiştir ki: "Ahâlisi senden şikâyetçi olan bir beldede oturma. Zîrâ sen onlarla berâber olmakla küçülürsün." Ahlâkı ve sireti güzel, salâh ve tevâzuu görülen kimse ile arkadaşlık etmek çok güzel olduğu gibi, bu kötülüklere karşı keskin bir panzehirdir ve muazzam bir iksirdir. Sen böyle bir kimsenin sohbetinde hattâ mümkünse hizmetinde bulun. Sen onlardan olmasan da, ahlâkıyla ahlâklanmak, gidişât ve hikmetlerini anlamak maksadıyla sâlihleri sev.

Haramlardan çekindiğin gibi şüphelilerden de uzak dur. Çünkü haramlar, şüphelilerle sâbit olur. Nitekim: "Kim şüpheli şeye düşerse, harama da düşer." hadîs-i şerîfi bunu göstermektedir. Kimin söylediğine bakma, ne söylediğine bak. Dünyâdan az bir şeye kanâat et. Çünkü kimin gâyesi, kendisine kâfi gelecek şey olursa, o hususta olanın en azı bile kendine yeter. Eğer gâyesi zengin olmak ise, onu ihtiyaçsız kılmak mümkün değildir, vâdiler altın olsa, başka bir vâdi ister.

Dedenin vefâtından sonra, rüyâda tavsiye ve nasihat isteyen babana yaptığı vasiyeti al. O şöyle demişti:

Şunlar sana nasihat olarak kâfidir. Bak benim yanımda dünyâ malından bir şey var mı? Dünyâya kıymet verme. Ona ve dünyâ ehline ihtiyacını açma. İhtiyaç gösterirsen, her şeye muhtaç olmaktan kurtulamaz, ömrün boyunca düşkün ve aşağı olursun ve hiçbir şey elde edemezsin. İhtiyâcını yalnız Rabbine aç ve dâimâ O'nun emrine uy. İşte o zaman her şey sana muhtâc olur ve her şey hattâ pâdişâhlar senin peşine düşer. Bunlar nasihatların anasıdır, onlarla amel edersen hiç bir şeye muhtâc olmazsın."

Kalk git. Ömrünü seni ilgilendiren faydalı şeylerde harca. Fırsat varken, seni ilgilendirmeyen mâlâyâni şeylerde zâyi etme. Şu hadîs-i kudsîye sarıl: "Ey dünyâ, bana hizmet edene, sen de hizmet et. Sana hizmet edeni ise yor." Kim dünyâya tâbi olursa, felâh bulamaz. Âhirette ise kurtuluşa eremez. Dünyâdan ve ona düşkün olanlardan, arslandan kaçtığın gibi kaç. En yüksek olanı, en alçak olanla ifsâd etme. Sermâyeni bâki zillette olan amellere harcama. Resûlullah efendimizin şu hadîsini düşün; "Dünyâ için, orada kalacağın kadar çalış. Âhiretin için de orada kalacağın kadar amel et. Allahü teâlâ için, O'na ihtiyâcın miktarınca amel eyle. Cehennem için, ona sabredebileceğin kadar günâh işle. Dilediğin gibi yaşa; muhakkak ki sen öleceksin. Dilediğini sev, muhakkak ki ayrılacaksın. Dilediğini yap, muhakkak sûrette sen onun karşılığını göreceksin."

Peygamber efendimizin şu hadîsine de dikkat et: "Dünyâda sanki bir garip veya bir yolcu gibi ol." O halde ömrünü boş şeylerle zâyi etme. Tâatlere, ibâdetlere devâm et. Özellikle tefekkür, düşünme, tecvid ve edeple Kur'ân okuma gibi en fazîletlilerini yap. Şüphesiz ki bu, Allahü teâlâ ile konuşma gibidir.

(Farzlarla berâber) nâfilelere devâm et. Teheccüd namazını kıl. Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen şöyle buyurmaktadır: "Şüphesiz, gece kalkışı daha tesirli ve o zaman okumak daha elverişlidir." Yine meâlen buyuruyor ki: "Ey Muhammed! Geceleyin uyanıp, yalnız sana mahsus olarak fazladan namaz kıl. Tâ ki Rabbin (âhirette) seni övülecek bir makâma yükselte."

Bâzı âlimler demişlerdir ki: Geceleri ihyâ etmek, Allahü teâlânın aşağıdaki âyet-i kerîmesinde işâret buyrulan hakîki saltanat ve mülktür: "Ey Muhammed! De ki! Mülkün sâhibi olan Allah'ım! Mülkü dilediğine verirsin, dilediğinden çekip alırsın. Dilediğini azîz kılar, dilediğini alçaltırsın. İyilik elindedir. Doğrusu sen, her şeye kâdirsin."

İnsanlara davranışın, hilm, sevgi, merhamet, şefkat, rıfk, yumuşak-  lık, tevazu ve kötülüğü affetme gibi güzel ahlâkla olsun. Sevgili Peygamberimiz; "Fazîletlerin en üstünü, senden kesilene gitmen, seni mahrûm bırakana vermen, sana zulmedeni affetmen, sana kötülük yapana iyilik etmendir." buyurmuşlardır.

Sükûtu tercih et. Çünkü güzel huyların efendisi, âlimin zîneti, ibâdeti yükseltendir. Dilini sana lâyık olmayan şeylerden koru. Sana iyi davranmayanları bırakıp, kendine lâyık bir arkadaş seç. Gaybleri bilen Allahü teâlânın nazargâhı olan bâtını, kalbi harâb edecek şekilde, zâhirinin zînetlenmesi için çalışma.

Vaktin darlığı bu kadarla yetinmeyi îcâb ettirdi. Eğer daha fazla bilgi almak istersen selefin nasihatlarına mürâcaat et. İmâm-ı A'zam'ın birinci talebesi ve Hanefî mezhebinin ikinci imâmı olan Ebû Yûsuf'la yaptığı ve El-Eşbah ven-Nazâir kitabının sonunda yazılan nasihatlar, İmâm-ı Gazâlî'nin Eyyühe'l-Veled kitabındaki nasihatları İmâm-ı Süyûtî ve diğer âlimlerin nasihatları gibi. Eğer tevfik yetişirse, inşâallahü teâlâ gerisi tamamlanır.

Bu vasiyeti, bereket kazanmak için nasihat kitabı yap. Her şeyin üstünde tut. Ona tekrar bak. Umulur ki, onunla nefsini tezkiye eder, temizler, bize diri iken de, ölü iken de duâ edersin. Allahü teâlâ, bizi mârifetini tatmakla rızıklandırsın ve o şekilde öldürsün. Sen, Allahü teâlânın, en üstün Nebîsine kâmil olarak tâbi olmalısın. O'na ve tâbilerine en üstün tehiyye ve selâm olsun."

Tâbiînin ve bu devirdeki evliyânın en büyüklerinden Hasan-ı Basrî (rahmetullahi teâlâ aleyh) ölüm döşeğindeyken vasiyetini şöyle yazdırmıştır: "Hasan ibni Ebi'l-Hasan şehâdet eder ki: Allahü teâlâdan başka ilâh yoktur. Muhammed sallallahü aleyhi ve sellem O'nun Resûlüdür." dedikten sonra Muâz bin Cebel'den (radıyallahü anh) şu hadîs-i şerifi rivâyet etti: "Bir kimse ölüm ânında sıdk ile kelime-i şehâdet getirerek ölürse Cennet'e girer."

Evinde, yapraklı hurma dallarından dokunmuş bir divandan başka bir şey bulunmayan Hasan-ı Basrî hazretleri ölüm hastalığı sırasında şu duâyı okudu: "Allah'ım! Ben bineğimin eğerini bağladım, yaygısı toprak olan kabir yerine seferimin hazırlığını yaptım. Benden sonra bana nisbet edilenlerle beni muâheze etme (sorguya çekme). Allah'ım! Resûlünden bana ulaşanı tebliğ ettim. Peygamberinin hadîsinin tasdîk ettiği ile Kitâbın olan Kur'ân-ı kerîmi tefsîr ettim. Şu kadar var ki, ömrümün hesâbından korkuyorum. Ömrümün hesâbından korkuyorum."

Büyük velîlerden İbn-i Hafîf (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "İnsanlara vasiyetim, şu altı şeyi muhâfaza etmeleridir: Birincisi; ahdi (anlaşmayı) muhâfaza etmektir. Ahde uymamak alçaklıktır. İkincisi; söz verince tutmaktır. Üçüncüsü; Allahü teâlâdan gelen bütün belâ ve musîbetleri, nefsine lâzım bilip tahammül etmektir. Dördüncüsü; her hâlde ve her durumda, Allahü teâlâyı unutmamak ve O'na ibâdet etmektir. Beşincisi; fakirliğine sabredip, gizlemektir. Altıncısı; Allah yolunda, O'na kulluk etmek için bulunmaktır."

Evliyânın meşhûrlarından İbn-i Vefâ (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Dünyâ dertlerine tutulmuş din kardeşini tedbirsizlikle suçlayıp, kınama. Çünkü o, ya mazlumdur; Allahü teâlâ sonunda onu kurtaracaktır veya günah işlemiştir, başına gelen musîbetler günâhına keffârettir. Yâhut da Allahü teâlâ, yüksek derecelere ve makamlara ulaştırmak için onu dünyâ dertlerine mübtelâ kılmıştır."

"Devamlı elde kalmayacak olan bir şeyin varlığı ile övünmek ve kendi başına da gelebilecek bir şeyden dolayı başkasını ayıplamak ahmaklıktır. Çünkü pek iyi bilirsin ki, başkasının başına gelen senin, senin başına gelen şey de başkasına revâ görülebilir. Bunu iyi düşün!"

"Dünyânın zevkleri ve lezzetleri boştur. Bunlara kavuşmak için dînini dünyâya değişenler, dîninden tâviz verenler, rüşvet vererek çerçöp satın almaya çalışmış sayılırlar. Hazret-i Ömer bir gün yanındaki eshâbı ile giderken, onları görüp çöplüğün yanında uzun müddet eğledi. Kokusundan rahatsız olup; "Bizi neden burada eğliyorsunuz?" dediklerinde, hazret-i Ömer çöplüğü göstererek; "İnsanların kavga ederek elde etmek istedikleri dünyâ (yâni haram ve mekruhlar) işte budur." buyurdular."

"Dîni dünyâ isteklerine âlet eden, herkesin îmânını bozan kötü din adamı İblîs'ten daha zararlıdır. Çünkü, Şeytan vesvese verdiği için, mümin bir kimse onun düşman olduğunu bilir. İblîs'in isyân etmiş, sapıtmış bir düşman olduğunu aslâ unutmaz. İblîs'e uyduğu takdirde âsî bir kul olacağını anlar, günâhına derhâl tövbe eder. Rabbinden af diler. Kötü din adamı olan ulemâ-i sû' ise, hak ile bâtılı karıştırarak, hevâ ve heveslerine, nefslerinin arzusuna göre hüküm verirler. Böylece doğru yoldan ayrılırlar. Kendilerine uyanların da yaptıkları boşa gider. İyilik yaptıklarını zannettikleri hâlde dalâlete düşerler. Kötü din adamlarından Allah'a sığın ve onlarla bir arada bulunmaktan sakın! Sâdık, iyi ve sağlam din âlimleriyle birlikte bulun."

"Bütün hâllerinde, sana yardımcı olacak ve kemâle götürecek arkadaşı seç."

"Devamlı tâat üzere olmayı sağlayan îtikâd olan Ehl-i sünnet îtikâdı üzere bulun."

"Başkasının sözlerini ve hâllerini iyiye tevil etmek mümkün ise, kötü tevil yapmayacak ve hücûm edenlerin hücûmunu delîlsiz kabûl etmeyecek kadar hüsn-i zan ve iyi düşünce sâhibi ol."

"Allahü teâlânın merhameti vardır diyerek isyâna kalkışma, kahrından da korkarak ümitsizliğe düşme."

"Bir zâlime kalben meyleden kimseyi fitne ateşi sarar. Böyle kimse, ancak Allahü teâlânın yardımı ile kurtulur."

"Sakın Allahü teâlânın lütfuna mazhâr olmuş ve senden üstün kılınmış bir kimseye hased etme. Çünkü hasedin sebebiyle Allahü teâlânın gazabına uğrayabilirsin. Çehren değişip, kötü âkıbetlere düşebilirsin. Nitekim Âdem aleyhisselâma hased edip, böbürlenerek secde etmeyen iblîs, mel'ûn oldu. İblîs'in bu hâlinde senin için bir ihtar vardır. Şöyle ki: Hakk'a dâvet eden gerçek bir rehber gördüğün zaman, sakın ona hased etme ve ona itâat etmekten kaçınma, ona uy! Böyle yapmadığın takdirde, menfi hareketin, sendeki râzı olunulan güzel sıfatların tamâmen silinip, gazabı celb eden kötü sıfatlara düşmene yol açar. Fakat Ehl-i sünnet îtikâdında olan, yetişmiş ve yetiştirebilen bir hidayet rehberine tâbi olman, senin şeytânî sûretini melek sûretine çevirir. O zaman gerçek kulluk zirvesine doğru yükselmeğe başlarsın."

"Mârifet ve hakkı tanıma nisbetinde muhabbet, muhabbet nisbetinde de yakınlık olur."

"Allahü teâlâ bir kulunu severse, onun kalbini, râzı olduğu kullarının sevgisiyle doldurur."

"Allahü teâlâ kimin kalbini kendi sevgisi ile doldurursa, onun kalbi başka bir şeyle meşgûl olmaz. Çünkü o, görünüşte halkla, iç hali ile de Allahü teâlâ iledir."

Harput'ta yetişen meşhur velîlerden İmâm Efendi (rahmetullahi teâlâ aleyh) âilesine ve akrabâlarına şöyle vasiyet etti: Ey benim evlâd, birâder ve akrabâlarım! İslâmiyette ve doğru yolda bulunan kardeşlerim! Benim Ehl-i sünnet vel-Cemâat mezhebi üzere bir müslüman olduğuma cenâb-ı Hak şâhidimdir.

Lütuf ve ihsânına karşı Allahü teâlâya hamd ederim. Şâyet ömrüm tamam olup, Allahü teâlânın emri üzerine âhirete göçüp, ilâhî rahmete nâil olursam, son ömrümde düşmanımız olan nefis ve şeytan tarafından şaşırtılmak istenirsem, inşâallah ben onları dinlemem. Ancak, İslâm dîninde olduğumu şimdiden işitip, kıyâmet gününde müslümanlığıma şâhitlik etmenizi istiyorum.

Allahü teâlânın birliğine inanıyorum, elhamdülillah. Allahü teâlâdan başka ilâh yoktur. Muhammed aleyhisselâm O'nun kulu ve resûlüdür. Yalnız Allahü teâlâ vardır. O'nun ortağı yoktur. Mülk O'nundur. Hamd O'na mahsustur. O, her şeye kâdirdir.

Sizden Allahü teâlânın birliğine olan bu îmânıma şâhid olmanızı istirhâm ediyorum. Ben âciz ve günahkâr bir kulum. "Allahü teâlânın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Çünkü Allahü teâlâ (şirkten tövbe ve îmân etmek sûretiyle) bütün günahları affeder." (Zümer sûresi: 53) meâlindeki âyet-i kerîmesini kendime delil edinip tövbe ederek, Rabbimin rahmetine sığınıyor, Peygamber efendimizin şefâatına kavuşmayı ümid ederek gidiyorum. Evliyâullahın, Allahü teâlânın sevdiği kullarının ve Nakşibendiyye büyüklerinin bu günahkâr kula mânevî yardımlarını ümid ederim. Bilhassa Şeyh Abdülkâdir-i Geylânî, Muhammed Behâeddîn Buhârî, pîrim Mevlânâ Hâlid, Şeyh Ali Sebtî, hocam Mahmûd Sâminî ve babamın mânevî yardımlarını ve Allahü teâlânın katında bu fakîre şefâatçı olmalarını ihsân ve ikrâmlarından ümîd ederim. Vefât ettiğimde üzerime Kur'ân-ı kerîm okuyunuz. Allahü teâlâ bu âcize ve bütün din kardeşlerime îmân ve hüsn-i hatîme nasîb eylesin! Âmin.

Hindistan'da yetişen en büyük velî, âlim müceddid ve müctehid İmâm-ı Rabbânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) nasîhatlerinden birinde; "Mezârımı belli olmayan bir yere yapınız." buyurdu. Yüksek oğulları arzettiler ki: "Bundan evvel, hazretinizin işâreti ile ağabeyimizin defnedildiği, şerefli ve bereketli yer hakkında; "Benim mezârım orada olacaktır. Aynı yerde defnedileceğim." buyurmuştunuz. Bu gün de böyle buyuruyorsunuz." "Evet öyleydi. Fakat şimdi ben böyle istiyorum." dedi. Oğullarının, bunu kabûl etme hakkında durakladıklarını görünce; "Eğer böyle yapmazsanız, şehrin dışında yüksek babamın yanına defnediniz. Bu da olmazsa, şehrin hâricinde bir bahçede benim mezârımı yapınız. Süslemeyiniz. Olduğu gibi bırakınız ki, en kısa zamanda nişânı kalmasın." buyurdular.

Yine buyurdular ki: "Sünnete çok sıkı sarılmak lâzımdır." Bu sözleriyle de Peygamber efendimize uymak istemişlerdi. Çünkü, Peygamber efendimiz vefât edecekleri zaman böyle nasîhat eylemişlerdi. Abbâd bin Sâriye'den, Tirmizî ve Ebû Dâvûd şöyle rivâyet eder: "Resûlullah efendimiz bize vâz ediyordu. Bu vâzdan kalbler ürperiyor. Gözler yaşarıyordu. Dedik ki: "Yâ Resûlallah! Bu sözleriniz vedâ vâzına benziyor, bize vasiyet ediniz." Resûlullah aleyhisselâm buyurdular ki: "Size vasiyetim olsun: Allah'tan korkunuz, bir köle bile emr-i ilâhîyi bildirse dinleyiniz ve yapınız. Yaşayanlarınız çok şeyler görecek. O zaman benim ve Hulefâ-i râşidînin sünnetine gâyet sıkı sarılınız, onu elden kaçırmayınız. Dinde bid'atten çok sakınınız. Çünkü bütün bid'atler dalâlettir, sapıklıktır."

İmâm-ı Rabbânî hazretleri vasiyetine devamla şöyle buyurdu: "Dînimizin sâhibi Resûlullah efendimiz, nasîhatlerin en incelerini bile; "Din nasîhattır" hadîs-i şerîfi gereğince ihmâl etmediler. Dînimizin kıymetli kitaplarından, tam tâbi olmak yolunu öğreniniz ve bununla amel ediniz. Benim techiz ve tekfîn işlerimde sünnete uyunuz." Bundan evvel daha önce mübârek hanımına buyurmuştu ki: "Eğer ben senden evvel, bu sıkıntılarla dolu dünyâdan âhirete gidersem, benim kefenimi, senin mehr parandan aldırırsın."