VASİYET (H - İ)
Büyük velî, fıkıh ve
tasavvuf âlimi Muhammed Hâdimî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri'nin
oğluna yaptığı vasiyeti şöyledir:
Allahü teâlâya hamd, Habîb-i
ekremine, âl u eshâbına ve O'nun sünnetlerine tâbi olan ve yolunu sevenlere
salât ve selâm olsun.
Ey nasihat kabûl edici, pek
aziz oğul Saîd! Allahü teâlâ seni uzun ömür içerisinde sevdiği ve râzı olduğu
şeylerle azîz eylesin. Ziyâde ilmin hâsıl edeceği takvâ, istikâmet, korku ile
mesûd kılsın.
İmâm-ı Gazâlî'nin de
buyurduğu gibi, nasihat etmek kolaydır. Zor olan, onu yerine getirmektir. Çünkü
nefsin fıtratında, yaratılışında nefsânî arzu ve istekleri sevmek vardır. Yine
nefsin fıtratında, yaratılışında hep kendi temenni ve arzu ettiklerine meyletme
vardır. Kişi, sevdiğinin aybına karşı kördür ve kişinin düşmanı, kendi evinin
içindedir. Binâenaleyh o düşmanın zarârından ve hîlesinden emin olmak zor ve güç
olur. Nefsin kılıcından ve oklarından, ancak kendi Rabbine ve nefsinin Rabbine
yalvararak kurtulabilirsin.
Sonra bil ki, ben
günahkârım, hatâlı nefsime, sana ve bütün kardeşlerime, bilhassa talebelerime ve
sevdiklerime, âlemlerin rabbi olan Allahü teâlânın peygamberlerine, evliyâsına
ve bütün kullarına yaptığı tavsiyeyi yaparım. Cenâb-ı Hak Nisâ sûresi 131.
âyet-i kerîmesinde meâlen şöyle buyurmuştur: "Sizden önce kitap verilenlere ve
size emrettik ki Allahü teâlâdan ittikâ edin (korkun, takvâ sâhibi olun)..."
İmâm-ı Nevevî, El-Minhâc
kitabında buyuruyor ki: "Eğer âlemde takvâdan başka hayrı daha çok toplayan,
sevâbı daha büyük olan, ubûdiyette, kullukta daha yüksek, kemâle erdirmekte daha
evlâ, dilekleri daha çok birleştiren bir haslet olsaydı, Allahü teâlâ onu
tavsiye ve emrederdi. Çünkü O, kullarına en merhametli, en şefkatli olan ve en
çok nasihat edendir."
İşte bunun için Peygamber
efendimizin sevdiklerinden birine yaptığı bir vasiyetinde; "Sana Allahü teâlâdan
korkmayı (takvâyı) tavsiye ederim. Çünkü o her şeyin başıdır." buyurmuştur.
Takvâ, dünyâ ve âhiretin
hayırlarını toplayan bütün mühim işlere kâfi gelen, insanların ulaşabilecekleri
en yüksek derecelere ulaştıran, üzerine ilâve yapılamayacak vazgeçilmeyen bir
esastır. Hadîs-i şerîflerde buyruldu ki: "O kökü sâbit, dalları semâda olan
güzel bir ağaçtır." ve; "Çirkin bir söz de yerden koparılmış, kökü olmayan kötü
bir ağaca benzer." Takvâ her türlü kötülüğü zorluğu ve zihni bulandıran, sarhoş
eden şeyleri kökünden sökücüdür. Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyuruyor
ki: "Allahü teâlâ muttakîlerle (takvâ sâhipleri ile) berâberdir."
O halde sen, Allahü teâlânın
râzı olmadığı şeylerden uzuvlarını koruyarak, cenâb-ı Hakk'ı ululayıp, tesbîh
ederek, her türlü noksan sıfatlardan uzak bilerek kalbini aydınlat. Bütün
gayretini harcayarak ve bütün gücünü sarf ederek onun en üst makâmını elde
etmeye, ihtimâm göstermeye çalış. Bu konuda dikkatli ol ve sıkı sıkıya ona
bağlan.
Bu ise ancak, yapılması
mahzurlu olan şeylere düşmemen ve yapılması mahzurlu olmayan, fakat terki daha
iyi olan şeyleri terk etmen sûretiyle mümkün olur. Bu da ancak inanılacak
esaslar, amel edilecek hususlar, normal işler ve muâmelâtta (günlük işlerde)
zarûrî bir sebeb olmaksızın, ruhsatlardan kaçınman ve İslâmiyetin azimetlerine
sarılmaya devâm etmenle mümkündür.
Bu da, dünyâ ehlinden
kaçmakla hâsıl olur. Çünkü dünyâya düşkün insanlarla berâber olmak, tecrübe
edilmiş bir zehirdir. Onlarla haşır neşir olmak, kesici bir oktur. Onlardan
çekin ve hîlelerine karşı müteyakkız, uyanık ol. Onlarla berâber olmak bulaşıcı,
tabiat da onu bulaştırıcıdır. Dâvetlerine mümkün mertebe gitme. Onları dost
edinmekten yüz çeviren biri demiştir ki: "Onların zararlarının en azı,
kendilerine yaptığın ziyâretler sebebiyle, vakitlerini çalmalarıdır." Vakit de
senin malının sermâyesidir. Ondan bir an geçer de, ömrün müddetince,
askerleriyle birlikte meliklerin hazinelerini sarf etsen bile, onu tekrar ele
geçirmek mümkün değildir.
Hazret-i Ali'den gelen bir
sözde denilmiştir ki: "Ahâlisi senden şikâyetçi olan bir beldede oturma. Zîrâ
sen onlarla berâber olmakla küçülürsün." Ahlâkı ve sireti güzel, salâh ve
tevâzuu görülen kimse ile arkadaşlık etmek çok güzel olduğu gibi, bu kötülüklere
karşı keskin bir panzehirdir ve muazzam bir iksirdir. Sen böyle bir kimsenin
sohbetinde hattâ mümkünse hizmetinde bulun. Sen onlardan olmasan da, ahlâkıyla
ahlâklanmak, gidişât ve hikmetlerini anlamak maksadıyla sâlihleri sev.
Haramlardan çekindiğin gibi
şüphelilerden de uzak dur. Çünkü haramlar, şüphelilerle sâbit olur. Nitekim:
"Kim şüpheli şeye düşerse, harama da düşer." hadîs-i şerîfi bunu göstermektedir.
Kimin söylediğine bakma, ne söylediğine bak. Dünyâdan az bir şeye kanâat et.
Çünkü kimin gâyesi, kendisine kâfi gelecek şey olursa, o hususta olanın en azı
bile kendine yeter. Eğer gâyesi zengin olmak ise, onu ihtiyaçsız kılmak mümkün
değildir, vâdiler altın olsa, başka bir vâdi ister.
Dedenin vefâtından sonra,
rüyâda tavsiye ve nasihat isteyen babana yaptığı vasiyeti al. O şöyle demişti:
Şunlar sana nasihat olarak
kâfidir. Bak benim yanımda dünyâ malından bir şey var mı? Dünyâya kıymet verme.
Ona ve dünyâ ehline ihtiyacını açma. İhtiyaç gösterirsen, her şeye muhtaç
olmaktan kurtulamaz, ömrün boyunca düşkün ve aşağı olursun ve hiçbir şey elde
edemezsin. İhtiyâcını yalnız Rabbine aç ve dâimâ O'nun emrine uy. İşte o zaman
her şey sana muhtâc olur ve her şey hattâ pâdişâhlar senin peşine düşer. Bunlar
nasihatların anasıdır, onlarla amel edersen hiç bir şeye muhtâc olmazsın."
Kalk git. Ömrünü seni
ilgilendiren faydalı şeylerde harca. Fırsat varken, seni ilgilendirmeyen
mâlâyâni şeylerde zâyi etme. Şu hadîs-i kudsîye sarıl: "Ey dünyâ, bana hizmet
edene, sen de hizmet et. Sana hizmet edeni ise yor." Kim dünyâya tâbi olursa,
felâh bulamaz. Âhirette ise kurtuluşa eremez. Dünyâdan ve ona düşkün olanlardan,
arslandan kaçtığın gibi kaç. En yüksek olanı, en alçak olanla ifsâd etme.
Sermâyeni bâki zillette olan amellere harcama. Resûlullah efendimizin şu
hadîsini düşün; "Dünyâ için, orada kalacağın kadar çalış. Âhiretin için de orada
kalacağın kadar amel et. Allahü teâlâ için, O'na ihtiyâcın miktarınca amel eyle.
Cehennem için, ona sabredebileceğin kadar günâh işle. Dilediğin gibi yaşa;
muhakkak ki sen öleceksin. Dilediğini sev, muhakkak ki ayrılacaksın. Dilediğini
yap, muhakkak sûrette sen onun karşılığını göreceksin."
Peygamber efendimizin şu
hadîsine de dikkat et: "Dünyâda sanki bir garip veya bir yolcu gibi ol." O halde
ömrünü boş şeylerle zâyi etme. Tâatlere, ibâdetlere devâm et. Özellikle
tefekkür, düşünme, tecvid ve edeple Kur'ân okuma gibi en fazîletlilerini yap.
Şüphesiz ki bu, Allahü teâlâ ile konuşma gibidir.
(Farzlarla berâber)
nâfilelere devâm et. Teheccüd namazını kıl. Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen
şöyle buyurmaktadır: "Şüphesiz, gece kalkışı daha tesirli ve o zaman okumak daha
elverişlidir." Yine meâlen buyuruyor ki: "Ey Muhammed! Geceleyin uyanıp, yalnız
sana mahsus olarak fazladan namaz kıl. Tâ ki Rabbin (âhirette) seni övülecek bir
makâma yükselte."
Bâzı âlimler demişlerdir ki:
Geceleri ihyâ etmek, Allahü teâlânın aşağıdaki âyet-i kerîmesinde işâret
buyrulan hakîki saltanat ve mülktür: "Ey Muhammed! De ki! Mülkün sâhibi olan
Allah'ım! Mülkü dilediğine verirsin, dilediğinden çekip alırsın. Dilediğini azîz
kılar, dilediğini alçaltırsın. İyilik elindedir. Doğrusu sen, her şeye
kâdirsin."
İnsanlara davranışın, hilm,
sevgi, merhamet, şefkat, rıfk, yumuşak- lık, tevazu ve kötülüğü affetme gibi
güzel ahlâkla olsun. Sevgili Peygamberimiz; "Fazîletlerin en üstünü, senden
kesilene gitmen, seni mahrûm bırakana vermen, sana zulmedeni affetmen, sana
kötülük yapana iyilik etmendir." buyurmuşlardır.
Sükûtu tercih et. Çünkü
güzel huyların efendisi, âlimin zîneti, ibâdeti yükseltendir. Dilini sana lâyık
olmayan şeylerden koru. Sana iyi davranmayanları bırakıp, kendine lâyık bir
arkadaş seç. Gaybleri bilen Allahü teâlânın nazargâhı olan bâtını, kalbi harâb
edecek şekilde, zâhirinin zînetlenmesi için çalışma.
Vaktin darlığı bu kadarla
yetinmeyi îcâb ettirdi. Eğer daha fazla bilgi almak istersen selefin
nasihatlarına mürâcaat et. İmâm-ı A'zam'ın birinci talebesi ve Hanefî mezhebinin
ikinci imâmı olan Ebû Yûsuf'la yaptığı ve El-Eşbah ven-Nazâir kitabının sonunda
yazılan nasihatlar, İmâm-ı Gazâlî'nin Eyyühe'l-Veled kitabındaki nasihatları
İmâm-ı Süyûtî ve diğer âlimlerin nasihatları gibi. Eğer tevfik yetişirse,
inşâallahü teâlâ gerisi tamamlanır.
Bu vasiyeti, bereket
kazanmak için nasihat kitabı yap. Her şeyin üstünde tut. Ona tekrar bak. Umulur
ki, onunla nefsini tezkiye eder, temizler, bize diri iken de, ölü iken de duâ
edersin. Allahü teâlâ, bizi mârifetini tatmakla rızıklandırsın ve o şekilde
öldürsün. Sen, Allahü teâlânın, en üstün Nebîsine kâmil olarak tâbi olmalısın.
O'na ve tâbilerine en üstün tehiyye ve selâm olsun."
Tâbiînin ve bu devirdeki
evliyânın en büyüklerinden Hasan-ı Basrî (rahmetullahi teâlâ aleyh) ölüm
döşeğindeyken vasiyetini şöyle yazdırmıştır: "Hasan ibni Ebi'l-Hasan şehâdet
eder ki: Allahü teâlâdan başka ilâh yoktur. Muhammed sallallahü aleyhi ve sellem
O'nun Resûlüdür." dedikten sonra Muâz bin Cebel'den (radıyallahü anh) şu hadîs-i
şerifi rivâyet etti: "Bir kimse ölüm ânında sıdk ile kelime-i şehâdet getirerek
ölürse Cennet'e girer."
Evinde, yapraklı hurma
dallarından dokunmuş bir divandan başka bir şey bulunmayan Hasan-ı Basrî
hazretleri ölüm hastalığı sırasında şu duâyı okudu: "Allah'ım! Ben bineğimin
eğerini bağladım, yaygısı toprak olan kabir yerine seferimin hazırlığını yaptım.
Benden sonra bana nisbet edilenlerle beni muâheze etme (sorguya çekme).
Allah'ım! Resûlünden bana ulaşanı tebliğ ettim. Peygamberinin hadîsinin tasdîk
ettiği ile Kitâbın olan Kur'ân-ı kerîmi tefsîr ettim. Şu kadar var ki, ömrümün
hesâbından korkuyorum. Ömrümün hesâbından korkuyorum."
Büyük velîlerden İbn-i
Hafîf (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "İnsanlara vasiyetim, şu
altı şeyi muhâfaza etmeleridir: Birincisi; ahdi (anlaşmayı) muhâfaza etmektir.
Ahde uymamak alçaklıktır. İkincisi; söz verince tutmaktır. Üçüncüsü; Allahü
teâlâdan gelen bütün belâ ve musîbetleri, nefsine lâzım bilip tahammül etmektir.
Dördüncüsü; her hâlde ve her durumda, Allahü teâlâyı unutmamak ve O'na ibâdet
etmektir. Beşincisi; fakirliğine sabredip, gizlemektir. Altıncısı; Allah
yolunda, O'na kulluk etmek için bulunmaktır."
Evliyânın meşhûrlarından
İbn-i Vefâ (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Dünyâ dertlerine
tutulmuş din kardeşini tedbirsizlikle suçlayıp, kınama. Çünkü o, ya mazlumdur;
Allahü teâlâ sonunda onu kurtaracaktır veya günah işlemiştir, başına gelen
musîbetler günâhına keffârettir. Yâhut da Allahü teâlâ, yüksek derecelere ve
makamlara ulaştırmak için onu dünyâ dertlerine mübtelâ kılmıştır."
"Devamlı elde kalmayacak
olan bir şeyin varlığı ile övünmek ve kendi başına da gelebilecek bir şeyden
dolayı başkasını ayıplamak ahmaklıktır. Çünkü pek iyi bilirsin ki, başkasının
başına gelen senin, senin başına gelen şey de başkasına revâ görülebilir. Bunu
iyi düşün!"
"Dünyânın zevkleri ve
lezzetleri boştur. Bunlara kavuşmak için dînini dünyâya değişenler, dîninden
tâviz verenler, rüşvet vererek çerçöp satın almaya çalışmış sayılırlar. Hazret-i
Ömer bir gün yanındaki eshâbı ile giderken, onları görüp çöplüğün yanında uzun
müddet eğledi. Kokusundan rahatsız olup; "Bizi neden burada eğliyorsunuz?"
dediklerinde, hazret-i Ömer çöplüğü göstererek; "İnsanların kavga ederek elde
etmek istedikleri dünyâ (yâni haram ve mekruhlar) işte budur." buyurdular."
"Dîni dünyâ isteklerine âlet
eden, herkesin îmânını bozan kötü din adamı İblîs'ten daha zararlıdır. Çünkü,
Şeytan vesvese verdiği için, mümin bir kimse onun düşman olduğunu bilir.
İblîs'in isyân etmiş, sapıtmış bir düşman olduğunu aslâ unutmaz. İblîs'e uyduğu
takdirde âsî bir kul olacağını anlar, günâhına derhâl tövbe eder. Rabbinden af
diler. Kötü din adamı olan ulemâ-i sû' ise, hak ile bâtılı karıştırarak, hevâ ve
heveslerine, nefslerinin arzusuna göre hüküm verirler. Böylece doğru yoldan
ayrılırlar. Kendilerine uyanların da yaptıkları boşa gider. İyilik yaptıklarını
zannettikleri hâlde dalâlete düşerler. Kötü din adamlarından Allah'a sığın ve
onlarla bir arada bulunmaktan sakın! Sâdık, iyi ve sağlam din âlimleriyle
birlikte bulun."
"Bütün hâllerinde, sana
yardımcı olacak ve kemâle götürecek arkadaşı seç."
"Devamlı tâat üzere olmayı
sağlayan îtikâd olan Ehl-i sünnet îtikâdı üzere bulun."
"Başkasının sözlerini ve
hâllerini iyiye tevil etmek mümkün ise, kötü tevil yapmayacak ve hücûm edenlerin
hücûmunu delîlsiz kabûl etmeyecek kadar hüsn-i zan ve iyi düşünce sâhibi ol."
"Allahü teâlânın merhameti
vardır diyerek isyâna kalkışma, kahrından da korkarak ümitsizliğe düşme."
"Bir zâlime kalben meyleden
kimseyi fitne ateşi sarar. Böyle kimse, ancak Allahü teâlânın yardımı ile
kurtulur."
"Sakın Allahü teâlânın
lütfuna mazhâr olmuş ve senden üstün kılınmış bir kimseye hased etme. Çünkü
hasedin sebebiyle Allahü teâlânın gazabına uğrayabilirsin. Çehren değişip, kötü
âkıbetlere düşebilirsin. Nitekim Âdem aleyhisselâma hased edip, böbürlenerek
secde etmeyen iblîs, mel'ûn oldu. İblîs'in bu hâlinde senin için bir ihtar
vardır. Şöyle ki: Hakk'a dâvet eden gerçek bir rehber gördüğün zaman, sakın ona
hased etme ve ona itâat etmekten kaçınma, ona uy! Böyle yapmadığın takdirde,
menfi hareketin, sendeki râzı olunulan güzel sıfatların tamâmen silinip, gazabı
celb eden kötü sıfatlara düşmene yol açar. Fakat Ehl-i sünnet îtikâdında olan,
yetişmiş ve yetiştirebilen bir hidayet rehberine tâbi olman, senin şeytânî
sûretini melek sûretine çevirir. O zaman gerçek kulluk zirvesine doğru
yükselmeğe başlarsın."
"Mârifet ve hakkı tanıma
nisbetinde muhabbet, muhabbet nisbetinde de yakınlık olur."
"Allahü teâlâ bir kulunu
severse, onun kalbini, râzı olduğu kullarının sevgisiyle doldurur."
"Allahü teâlâ kimin kalbini
kendi sevgisi ile doldurursa, onun kalbi başka bir şeyle meşgûl olmaz. Çünkü o,
görünüşte halkla, iç hali ile de Allahü teâlâ iledir."
Harput'ta yetişen meşhur
velîlerden İmâm Efendi (rahmetullahi teâlâ aleyh) âilesine ve
akrabâlarına şöyle vasiyet etti: Ey benim evlâd, birâder ve akrabâlarım!
İslâmiyette ve doğru yolda bulunan kardeşlerim! Benim Ehl-i sünnet vel-Cemâat
mezhebi üzere bir müslüman olduğuma cenâb-ı Hak şâhidimdir.
Lütuf ve ihsânına karşı
Allahü teâlâya hamd ederim. Şâyet ömrüm tamam olup, Allahü teâlânın emri üzerine
âhirete göçüp, ilâhî rahmete nâil olursam, son ömrümde düşmanımız olan nefis ve
şeytan tarafından şaşırtılmak istenirsem, inşâallah ben onları dinlemem. Ancak,
İslâm dîninde olduğumu şimdiden işitip, kıyâmet gününde müslümanlığıma şâhitlik
etmenizi istiyorum.
Allahü teâlânın birliğine
inanıyorum, elhamdülillah. Allahü teâlâdan başka ilâh yoktur. Muhammed
aleyhisselâm O'nun kulu ve resûlüdür. Yalnız Allahü teâlâ vardır. O'nun ortağı
yoktur. Mülk O'nundur. Hamd O'na mahsustur. O, her şeye kâdirdir.
Sizden Allahü teâlânın
birliğine olan bu îmânıma şâhid olmanızı istirhâm ediyorum. Ben âciz ve günahkâr
bir kulum. "Allahü teâlânın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Çünkü Allahü teâlâ
(şirkten tövbe ve îmân etmek sûretiyle) bütün günahları affeder." (Zümer sûresi:
53) meâlindeki âyet-i kerîmesini kendime delil edinip tövbe ederek, Rabbimin
rahmetine sığınıyor, Peygamber efendimizin şefâatına kavuşmayı ümid ederek
gidiyorum. Evliyâullahın, Allahü teâlânın sevdiği kullarının ve Nakşibendiyye
büyüklerinin bu günahkâr kula mânevî yardımlarını ümid ederim. Bilhassa Şeyh
Abdülkâdir-i Geylânî, Muhammed Behâeddîn Buhârî, pîrim Mevlânâ Hâlid, Şeyh Ali
Sebtî, hocam Mahmûd Sâminî ve babamın mânevî yardımlarını ve Allahü teâlânın
katında bu fakîre şefâatçı olmalarını ihsân ve ikrâmlarından ümîd ederim. Vefât
ettiğimde üzerime Kur'ân-ı kerîm okuyunuz. Allahü teâlâ bu âcize ve bütün din
kardeşlerime îmân ve hüsn-i hatîme nasîb eylesin! Âmin.
Hindistan'da yetişen en
büyük velî, âlim müceddid ve müctehid İmâm-ı Rabbânî (rahmetullahi teâlâ
aleyh) nasîhatlerinden birinde; "Mezârımı belli olmayan bir yere yapınız."
buyurdu. Yüksek oğulları arzettiler ki: "Bundan evvel, hazretinizin işâreti ile
ağabeyimizin defnedildiği, şerefli ve bereketli yer hakkında; "Benim mezârım
orada olacaktır. Aynı yerde defnedileceğim." buyurmuştunuz. Bu gün de böyle
buyuruyorsunuz." "Evet öyleydi. Fakat şimdi ben böyle istiyorum." dedi.
Oğullarının, bunu kabûl etme hakkında durakladıklarını görünce; "Eğer böyle
yapmazsanız, şehrin dışında yüksek babamın yanına defnediniz. Bu da olmazsa,
şehrin hâricinde bir bahçede benim mezârımı yapınız. Süslemeyiniz. Olduğu gibi
bırakınız ki, en kısa zamanda nişânı kalmasın." buyurdular.
Yine buyurdular ki: "Sünnete
çok sıkı sarılmak lâzımdır." Bu sözleriyle de Peygamber efendimize uymak
istemişlerdi. Çünkü, Peygamber efendimiz vefât edecekleri zaman böyle nasîhat
eylemişlerdi. Abbâd bin Sâriye'den, Tirmizî ve Ebû Dâvûd şöyle rivâyet eder: "Resûlullah
efendimiz bize vâz ediyordu. Bu vâzdan kalbler ürperiyor. Gözler yaşarıyordu.
Dedik ki: "Yâ Resûlallah! Bu sözleriniz vedâ vâzına benziyor, bize vasiyet
ediniz." Resûlullah aleyhisselâm buyurdular ki: "Size vasiyetim olsun: Allah'tan
korkunuz, bir köle bile emr-i ilâhîyi bildirse dinleyiniz ve yapınız.
Yaşayanlarınız çok şeyler görecek. O zaman benim ve Hulefâ-i râşidînin sünnetine
gâyet sıkı sarılınız, onu elden kaçırmayınız. Dinde bid'atten çok sakınınız.
Çünkü bütün bid'atler dalâlettir, sapıklıktır."
İmâm-ı Rabbânî hazretleri
vasiyetine devamla şöyle buyurdu: "Dînimizin sâhibi Resûlullah efendimiz,
nasîhatlerin en incelerini bile; "Din nasîhattır" hadîs-i şerîfi gereğince ihmâl
etmediler. Dînimizin kıymetli kitaplarından, tam tâbi olmak yolunu öğreniniz ve
bununla amel ediniz. Benim techiz ve tekfîn işlerimde sünnete uyunuz." Bundan
evvel daha önce mübârek hanımına buyurmuştu ki: "Eğer ben senden evvel, bu
sıkıntılarla dolu dünyâdan âhirete gidersem, benim kefenimi, senin mehr parandan
aldırırsın." |