VASİYET (D - F)
Mısır'da yetişen büyük
velîlerden Demirtaş Muhammedî (rahmetullahi teâlâ aleyh) vefâtına yakın,
malını, servetini üç kısma ayırdı. Bir kısım gelirini, bahçe ve zâviyesinin
bakımı için, bir kısmını çocuklarının ihtiyaçları için ve bir kısmını da
zâviyesinde kalan talebeler için harcanması şeklinde vasiyette bulundu.
Büyük velîlerden Ebû Ali
Dekkâk (rahmetullahi teâlâ aleyh) hastalanmış, vefâtı yaklaşmıştı.
Talebeleri ve sevdikleri, başucuna geldiler ve son nasîhat ve vasiyetlerinin ne
olduğunu öğrenmek istediler. O; "Cumâ günü gusül abdesti alınız. Her akşam
abdestli olarak yatınız. Her hâlinizde Allahü teâlâyı hatırlayınız. Bir hadîs-i
şerîfte Peygamber efendimiz; "Cumâ günlerinde bir an vardır ki müminin o anda
ettiği duâ reddolmaz." buyurdu. Başka bir defâsında; "Cumâ günü sabah namazından
önce, Estağfirullah el azîm ellezî lâ ilâhe illâ hüvel hayyel kayyûme ve etûbü
ileyh, okursa, bütün günahları affolur." buyurdu. Yine; "Cumâ namazından sonra
yedi İhlâs ve Muavvizeteyn okuyanı, Allahü teâlâ bir hafta kazâdan belâdan ve
kötü işlerden korur." buyurdu. Cumâ günü yapılan ibâdetlere, başka günde
yapılanların en az iki katı sevap verilir. Cumâ günü işlenen günahlar da iki kat
yazılır. Bir hadîs-i şerîfte; "Cumartesi günleri yahûdîlere, Pazar günü nasâraya
verildiği gibi, Cumâ günü müslümanlara verildi. Bu gün müslümanlara hayır,
bereket, iyilik vardır." buyurdular."
Evliyânın büyüklerinden
Ebû Bekr Vâsıtî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerine, son hastalığında;
"Bize vasiyette bulun." dediler, o zaman; "Allahü teâlânın sizden istediği
şeylere uygun hareket edin." buyurdular.
En büyük velîlerden İmâm-ı
Ebû Yûsuf hazretlerinin olgunluk, ahlâk güzelliği ve insanlar üzerindeki
îtibârı ortaya çıkınca, hocası İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe (rahmetullahi teâlâ
aleyh) hazretleri ona şu vasiyet ve tavsiyelerde bulundular:
"Ey Yâkûb, sultâna saygı
göster. Mevkiine hürmet et. Huzûrunda yalan söylemekten sakın. İlmî bir mesele
için seni çağırmadığı vakitlerde yanına gitmekten kaçın. Çünkü ona gidip
gelmeyi, girip çıkmayı çoğaltırsan, sana îtibâr etmez olur, mevkiin yanında
küçülür.
Huzûruna girdiğin zaman hem
kendi kadrini hem de başkasının kadrini kıymetini bilen ol.
Sultanın dostları ve
tarafları ile buluşma. Etrâfındakilerden uzaklaş ki şerefin ve merteben yerinde
kalsın. Halk önünde konuşma, yalnız sorduklarına cevap ver. Halk ve tüccar
arasında da dînî ve zarûrî bilgiye âid olmayan sözlerden kaçın ki, sevgin ve
mala rağbetin üzerinde durulmasın. Zîrâ onlar kötü zanda bulunabilirler ve
yaklaşmanı kendilerinden rüşvet almana atfederler.
Halk arasında ne gül ne de
gülümse. Çarşı pazara da çok çıkma.
Yol ağızları ve
köşebaşlarında oturma. İcâbederse mescidde ve avlusunda otur. Çarşı, sokak ve
câmilerde bir şey yeme. Dükkanlarda da oturma. Yol kenarlarında bulunan
çeşmelerden, musluklardan ve sakaların ellerinden su içme. İpekten yapılma atlas
veya çeşitli ipekler giyme. Çünkü bunlar insanı ahmaklığa, gevşekliğe götürür.
Eşinin (hanımının) yanında
yabancı kadınlardan konuşma. Sen başka kadınlardan bahsedince o da yabancı
erkeklerden söz etmek hakkını kendinde bulur. Evlilik hayâtının maddî bütün
ihtiyaçlarını sağlamaya muktedir olduğunu bilmeden evlenme. Önce ilim tahsîl et.
Sonra helâlından mal ve servet edin. Ondan sonra evlen. Çünkü tahsil zamânında
hayâtını da kazanmak istersen ikisini bir arada yürütemez, tahsîlini noksan
bırakırsın. İlim tahsîlinden önce edineceğin servet ise seni dünyâ ile
uğraşmaya, hizmetçiler tutmaya teşvik eder. Bu sûretle vaktin boşa gider.
Çoluk-çocuğun olur. Nüfûsun artar, onların ihtiyâcını temine çalışırken ilmi
bırakırsın. Gençliğinin kuvvetli, gönlünün âsûde, rahat, kafanın zinde zamânında
ilim tahsîli ile uğraş. Sonra mal ve mülk toplamaya çalış. Zîrâ evlat ve ıyâlin
bakmakla yükümlü olanların çoğalması zihni karıştırır. Hayâtını kazanınca da
evlenebilirsin.
Her halde Allahü teâlâdan
kork, fenâlıklardan korun. Emânetleri koru. Küçük-büyük, zengin-fakir herkese
iyilik ve nasihatte bulun. Hiç kimseyi küçük görme. Vakarlı ol ve herkese değer
ver. İnsanlar ile düşüp kalkma. Onlar seni arasınlar. Ziyâretine gelenleri iyi
karşıla. Meselelerine cevap ver. Eğer o meselenin ehli ise ilim ile meşgul olur,
değilse sana muhabbet sevgi besler. Her kim sana bir mesele sormaya gelirse,
yalnız sorusuna cevap ver. Fazla şeyler ilâve etme. Çünkü, sorusunun uzun cevâbı
onun zihnini karıştırır.
Kazançsız, azıksız on sene
de kalsan, ilim öğrenmekten yüz çevirme. Çünkü tahsilden vazgeçtiğin takdirde
yine geçimin darlaşacaktır.
Fıkıh ilmini öğrenmek ve bu
ilimde derinleşmek anlayışlarını arttırmak üzere sana gelenlerin ilme karşı
rağbetini arttırmak için onların herbirini birer oğul ve evlâd edinmişçesine
karşıla.
Halktan veya emrin altında
çalışanlardan biriyle münâkaşa etme. Çünkü böyleleri ile münâkaşa, itibârını
giderir.
Hiç kimsenin yanında,
isterse sultân olsun hakkı anmaktan ve söylemekten çekinme.
Başkasının yaptığından daha
çok ibâdet, verdiklerinden ziyâde ihsanda bulunmadıkça, canın rahat etmesin.
Çünkü insanlar senin, kendi ibâdetlerinden fazlasına önem vermediğini görünce
sende ibâdete karşı rağbet azlığına hükmederler. İlminin sana bir fayda vermemiş
olduğuna inanırlar. Kendi câhillikleri ile yaptıkları amelleri, senin ilim ile
yaptıklarından üstün görürler.
Hoca ve üstadlarına hürmet
et, onlara dil uzatma. İnsanlardan dâimâ çekin. Allah için gizli hâlinde ne
isen, açık durumunda da öyle ol.
Çok gülme. Zîrâ çok gülmek
kalbini öldürür. Vakarlı bir şekilde yürü. Acele acele, salına salına yürüme.
İşlerinde aceleci olma. Konuşurken yüksek konuşma, bağırıp çağırma. Dâimâ kendin
için sükûn ve sükûtu seç.
İnsanlar yanında Allahü
teâlâyı çokça an ki, onlar da bunu senden öğrensinler. Namazlarının arkasında
kendine bir vird, bâzı işleri vazife edin. Meselâ; Kur'ân-ı kerîm okur, Allahü
teâlâyı zikreder, belâ ve musîbetlere karşı ihsân ettiği sabır ve tahammül
kudretine, bahşettiği çeşitli nîmetlere şükredersin. Her ayın belirli günlerinde
oruç tutmayı âdet edin ki başkaları da bu hususta sana uysun.
Nefsini dâimâ murâkabe et,
gözet, kontrol et, başkasına karşı koru ki, hem dünyâ ve hem de âhiretine âid
amellerinde ilminden istifâde edebilesin.
Dünyâya ve dünyâlığına
güvenme. Bulunduğun hale de dayanma. Çünkü Allahü teâlâ, varlığının cümlesinden
sana soracaktır.
İnsanlara hatâlarında uyma.
Dîne uygun işlerinde tâbi ol. Fenâlığını bildiğin bir kimseyi o kötülüğü ile
anma. Ondan fayda ve iyilik ara ve iyi hâli ile an. Meğer o kimsenin fena hâli
din husûsunda ise o zaman bunu insanlara söyle de, ona uymasınlar ve ondan
sakınsınlar.
Ölümü hatırından çıkarma.
Hocaların ve kendisinden bilgi aldığın zâtlar için Allahü teâlâdan af ve
mağfiret dile. Kur'ân-ı kerîm okumaya devâm et. Kabirleri ve büyük zâtları ve
mübârek yerleri çokça ziyâret et. İnsanların sana arzedeceği, Peygamber
efendimizi rüyâda görmüş olmalarını, câmilerde, türbelerde ve makberlerdeki
mübârek zâtların gördükleri rüyâlarını iyi karşıla. Red ve inkâr etme.
Hayvânî zevklerine düşkün,
nefsânî arzularına uyan kimseler ile berâber oturma. Yalnız dîne dâvet yolunda
böyleleri ile birlikte bulunmakta bir mahzûr yoktur. Oyun ve eğlence yerlerine
ve söğülüp sayılan yerlere gitme. Ezân okununca hemen câmiye gitmeye hazırlan ki
başkaları senden önce davranmasın.
Komşundan gördüğün nâhoş
halleri ört. Çünkü sır sana emânettir. İnsanların gizli taraflarını açma.
Seninle bir şey hakkında
istişâre etmek, danışmak isteyen kimseyi dinle. Seni Allahü teâlâya
yaklaştıracağını bildiğin şeyleri ona söyle. Bu tavsiyemi de kabul eyle. Çünkü,
bundan dünyâ ve âhirette istifâde edeceksin.
Cimrilikten kaçın. Zîrâ
herkes cimrilere buğzeder. Onları sevmez. Tamahkârlık ve yalancılıktan sakın.
Karıştırıcı olma. Bütün işlerde insanlığını koru. Güzel huylu ol. İnsanları
incitmekten kaçın. Her zaman her yerde temiz elbise giy. Dünyâya rağbet ve hırsı
azaltarak nefsini temizle. Dünyâ sevgisini içinden at. Kalbin temiz olsun.
Fakir olsan da fakirliğini
belli etme. Zengin görün. Himmet ve gayret sâhibi ol. Azmi ve gayreti
zayıflayanın, mevkii de zayıflar.
Yolda giderken sağa sola
bakma. Dâimâ önüne bakarak yürü.
Dünyâyı ilim adamları
yanında hor ve hakir göster. Çünkü âhirette olanlar dünyâdakilerden daha
hayırlıdır.
Münâzara âdâbını bilmeyen ve
iddiâlarını delilleri ile ispat edemeyen kimselerle söze girişmekten kaçın.
Mevki ve makam peşinde
koşan, halk arasındaki meselelere dalan ve bu sûretle kendilerine şöhret ve
menfaat sağlamak isteyenlerin sözlerine ve aralarına karışma. Çünkü onlar bu
hususta seni haklı bilseler dahi sözlerine de önem vermezler. Şarlatanlıkları
ile seni susturmak ve utandırmak isterler.
Kibar ve efendi bir
topluluğun arasına girdiğin vakit sana yer göstermedikçe onların üst taraflarına
oturma ki onlardan sana üzüntü verecek bir şey gelmesin.
Bir cemâat içinde bulunduğun
zaman seni saygı ile öne geçirmedikçe kendiliğinden ileri safa geçme. Aynı
şekilde muâmele görmeden de mihrâba geçip imâm olma.
Herkese âid olan park ve
mesireliklere çıkma.
Zâlim sultan ve âmirlerin
yanlarında bulunma. Belki onlar senin yanında hak, doğru ve helâl olmayan bir iş
yaparlar, sen de onları bunlardan men edemezsin. Sükûtunu gören insanlar onların
söz ve hareketlerinin hak, doğru olduğunu sanırlar.
İlim meclislerinde hiddet ve
şiddet göstermekten sakın.
Beni de hayırlı duâdan
unutma. Bu nasihatımı kabul et. Onu ancak sana, senin ve bütün müslümanların
iyiliği için yapıyorum."
Kuzey Afrika'da yetişen
büyük velîlerden Ebü'l-Hasan-ı Şâzilî (rahmetullahi teâlâ aleyh)
hazretleri'nin talebeliğinde hocasına olan teslimiyeti tam ve mükemmel bir hâle
gelince, karşılaşacağı birçok sıkıntıları, hocası kendisine haber verdi. Şöyle
vasiyet etti: "Hak teâlâyı bir an unutup gaflette olma. Dilini halkın diline ve
kalbini halkın kalbine benzetmekten sakın, bütün uzuvların ile İslâmiyete uy.
İslâma uygun olmıyan şeylerden sakın. Farzları yerine getirmeye devâm et. İşte o
vakit Allahü teâlânın velîliği sende tamâm olur. Allahü teâlânın haklarını
yerine getirmekten başka hiçbir şeyi halka hatırlatma. İşte o zaman verâ ve
takvâya yâni haram ve şüphelilerden kaçmaya tam uymuş olursun.
Büyük İslâm âlimi Şeyh
Edebâlî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin feyz ve bereketleri, yol
göstermesi ile altı asırdan fazla devâm edecek olan cihan devletinin temellerini
atan Osman Gâzi, âlimlere ve evliyâya yakın olmanın ehemmiyetini de belirttiği
vasiyetnâmesinde kendisinden sonra gelecek oğluna dolayısıyla evlâtlarına
şunları vasiyet etti: "Allahü teâlânın emirlerine muhâlif bir iş işlemeyesin!
Bilmediğini, dînimizin ulemâsından sorup anlayasın! Sana itâat edenleri hoş
tutasın! Askerine inâmı, ihsânı eksik etmeyesin ki, insan ihsânın kulcağızıdır.
Zâlim olma! Âlemi adâletle şenlendir ve Allah için cihâdı terk etmeyerek beni
şâd et! Ulemâya riâyet eyle ki, şerîat işleri nizâm bulsun! Nerede bir ilim ehli
duyarsan, ona rağbet, ikbâl ve hilm göster! Askerine ve malına gurur getirip,
dînimizin âlimlerinden uzaklaşma! Bizim mesleğimiz Allah yoludur ve maksadımız
Allah'ın dînini yaymaktır. Yoksa, kuru kavga ve cihângirlik dâvâsı değildir.
Sana da bunlar yaraşır. Dâimâ herkese ihsânda bulun! Memleket işlerini noksansız
gör! Hepinizi Allahü teâlâya emânet ediyorum." Osmanlı sultanları, bu
vasiyetnâmeye candan sarıldı. Bu vasiyetnâme, devletin altı yüz sene hiç
değişmeyen anayasası oldu.
Altı asır, insanlara huzur
ve saâdet, onların eli, onların yardımı ile dağıtıldı. Allahü teâlâ, o büyük
devleti bu mübârek insanlara nasîb etti.
Şeyh Edebâlî hazretleri
buyurdular ki: "Toprağa bağlanınız, suyu isrâf etmeyiniz, mîrâsınızın sağlam
kalmasına dikkat ediniz, veriniz, elleriniz yumuk, kapalı kalmasın, ilim
sâhiplerini koruyunuz, ağaç dikiniz, ödünç aldığınızı fazlası ile iâde ediniz,
Kur'ân-ı kerîmi güçlü olmak için okuyunuz, bağınızı bahçenizi viran
bırakmayınız, Peygamber efendimizi çok iyi tanıyınız. Hadîs ezberleyiniz,
bildiklerini öğretenler unutulmazlar."
Meşhur tefsîr âlimi ve velî
Fahreddîn-i Râzî (rahmetullahi teâlâ aleyh) vefâtına yakın,
talebelerinden İbrâhim bin Ebû Bekr İsfehânî'ye şu nasîhatta bulundular: "Her
katı kalbi yumuşatan âhiret yolculuğu yaklaşmış ve dünyâ hayâtının sonunda
bulunan, Rabbinin rahmetini uman, Mevlâsının keremine güvenen bu kul Muhammed
bin Ömer bin Hasan Râzî der ki: Peygamberlerin, meleklerin en büyüklerinin
yaptıkları, bildiğim ve bilmediğim, lâyık olduğu hamdler ile Allahü teâlâya hamd
ederim. Allahü teâlânın rahmeti, Resûlullah efendimize, diğer Resûller, Nebîler
(aleyhimüsselâm), mukarreb melekler ve sâlih kimseler üzerine olsun.
İnsanlar derler ki: "İnsan
vefât ettiği zaman, ameli kesilir. Dünyâ ile alâkası kalmaz." Bu söz, iki yönden
sınırlandırılabilir. Birincisi, eğer vefât eden kimse dünyâda insanlara faydalı
şeyler bırakmış ise, bu ona duâ yapılmasına vesîle olur. Şartlarına uygun duâ,
Allahü teâlânın katında makbûldür. İkincisi, evlâda âid olan husustur. Sâlih
evlâd da ölen anası-babası için faydalı olur.
Biliniz ki ben, ilim
âşığıydım, doğru olsun yanlış olsun, bir şeyin ne olup olmadığını öğrenmek için
pekçok şey öğrendim. Vallahi kelâm, akâid ilmi ile ilgili, doğru yanlış bütün
itikâtları, filozofların görüşlerini çok tedkîk ettim. Ancak Kur'ân-ı kerîmde
bulduğum faydaya eşit olanını hiçbirisinde görmedim. Çünkü Kur'ân-ı kerîm,
Allahü teâlanın yüce kudretini ve azametini teslîm ve kabûl etmeye teşvîk
ediyor, îtirâz ve karşı çıkmaktan, derin mücâdele ve münâzaradan men ediyor.
Çünkü beşer aklı, derin ve anlaşılması zor meseleler arasında boğulup
gitmektedir. Bu sebeple dînimizin bildirdiklerini aynen kabûl edip, üzerinde
konuşmamak en sâlim yoldur.
Ey âlemlerin Rabbi!
Mahlûkâtın, senin Ekrem-ül-ekremin, merhametlilerin en merhametlisi olduğunda
ittifak etmektedir. Yâ Rabbî! Bu zayıf kuluna müsâmaha eyle. Dilimi sürçmekten
muhâfaza buyur, bana yardım et. Hatâ ve kusûrlarımı setreyle, ört. Kitâbım
Kur'ân-ı kerîm, yolum Resûlullah efendimize, sünnet-i seniyyeye uymaktır. Yâ
Rabbî! Senin hakkında hüsn-i zan sâhibiyim. Rahmetin hakkında çok ümitliyim.
Çünkü sen:
"Kulum beni zannettiği gibi
bulur." buyurdun. Yâ Rabbî! Ben hiçbir şey getirmesem de, sen ganîsin, kerîmsin,
ümîdimi boşa çıkarma. Duâmı geri çevirme. Beni ölümden önce ve sonra azâbından
kurtar. Ölüm sırasında can çekişirken bana kolaylık ver. Çünkü sen
erhamürrâhimînsin.
Kitaplarıma gelince, onlarda
çok şeyler yazdım. Onları mütâlaa edip okuyan, ihsân ederek iyi duâ ile beni
ansın. Eğer böyle bir duâda bulunmazsa, hiç olmazsa hakkımda kötü sözde
bulunmasın. Benim meseleleri geniş yazmaktan maksadım, mevzuu genişletmek,
derinlemesine ele almak, zihinleri açmaktır. Bütün bunlarda, Allahü teâlâya
güvenip, dayandım."
Daha birçok şeyleri vasiyet
eden İmâm-ı Râzî hazretleri, sonra şunları söyledi: "Talebelerime ve üzerinde
hakkım olanlara şunu vasiyet ediyorum: Ben vefât edince, benim ölümümü her
tarafa yaymasınlar. Dînin emirlerine uygun olarak defnetsinler. Beni
defnettikleri zaman, okuyabildikleri kadar bana Kur'ân-ı kerîm okusunlar. Sonra;
yâ Rabbî! Sana fakîr ve muhtaç birisi geldi, ona lütuf ve ihsânda bulun,
desinler." sözleriyle vasiyetini bitirdi.
Doğu Anadolu'da yetişen
büyük velîlerden Seyyid Fehim-i Arvâsî (rahmetullahi teâlâ aleyh) ömrünün
son günlerine doğru rahatsızlığı fazlalaştı. Bir Cumâ günü hasta haliyle câmiye
gitti. O gün halîfesi ve oğlu Seyyid Muhammed Emin Efendi beliğ ve hazîn bir
hutbe okudu. Câminin arkasındaki çeşmeye kadar saflar bağlamış olan cemâat bu
hutbenin tesiriyle mahzûn olup, ağladı. Seyyid Fehim hazretleri Cumâ namazını
oturarak kıldı. Sonra da Seyyid Abdülhakîm Efendi, Seyyid Muhammed Emîn Efendi,
Halîfe Derviş ve Halîfe Ali adlı dört halîfesini huzûruna dâvet buyurarak
vasiyetlerini şöyle bildirdi:
"...Muhammed Emin yerime
ikâme edilmiştir. Yâni benim vazîfemi yürütecektir. İnce kalplidir. Bize karşı
sevgisi çok kuvvetli olduğu için benden sonra fazla yaşayacağını zannetmiyorum.
Ondan sonra Seyyid Abdülhakîm mutlak olarak yerime ikâme buyrulmuştur. Kendisi,
Arvas'ta olsun, Başkale'de olsun, İstanbul'da olsun ona itâat ediniz. Onun
rızâsı benim rızâmdır. Ona muhâlefet bana muhâlefettir." buyurarak Seyyid
Abdülhakîm Efendinin zamanla İstanbul'a geleceğini işâret etti. Dört
halîfesinden başka bâzı talebelerinin de bulunduğu sırada vasiyetine devâm
ederek buyurdu ki: "Kitaplarımı Arvas Kütüphânesine vakfettim. Benim bildiğim
kimseye borcum yoktur. İhtiyâten îlân edin. Şâyet alacaklılar çıkarsa, ne kadar
iddiâ ederlerse, Muhammed Emin tereddütsüz versin. İlmin ve Nakşibendiyye
yolunun yayılmasına ihtimâm gösteriniz. Seyyidim ve senedim Seyyid Büzürk (Seyyid
Tâhâ-yı Hakkârî) hazretlerinin, her sene asgarî bir defâ Van'a gidip halkı irşâd
için fakîre olan emirlerini yerine getiriniz. Hüseyin'in annesinin genç olmasına
rağmen çocuklarını bırakıp gideceğine kâni değilim. Bununla berâber himâye etmek
lâzımdır." buyurdu. O sırada on yaşında olan Hüseyin Efendi orada oynuyordu. Bir
ara; "Can fedâ babacığım. Misâfir çoktur. Dışarıda hep sizi bekliyorlar. Niye
yatıyorsunuz. Kalkın misâfire bakın." deyince, çocuğun sözlerine tebessüm
ederek; "Bu çocuk sâlihtir." buyurdular.
Vasiyetine devâm ederek;
"Benden sonra çok fitne çıkacak, kadınlardan hayâ perdesi kalkıp, çarşı
pazarlarda dolaşacaklar. İslâm, Abdülhamîd Hanla kâimdir." buyurdu. Bir ara
Seyyid Abdülhakîm Efendiye dönerek; "Cenâb-ı Hak sizi muhâfaza edecektir."
buyurdu ve İbrâhim aleyhisselâmın ateşte yanmadığı kıssasını anlattı. "Nakşibendiyye
yolunun yayılması için elimden geldiğince, kıl kadar ayrılmamak üzere hizmet
ettim. İnşâallah mes'ûl değilim. Tam tedkîk etmeden fetvâ vermeyiniz.
Ruhsatlarla yetinmeyiniz. İmkân oldukça azîmetleri esas kabûl ediniz."
buyurduktan sonra bir müddet kimseyi yanlarına kabûl buyurmadılar. Allahü
teâlâyı anmakla ve ibâdetle meşgûl oldular. Bir ara karpuz istediler. Fakat o
mevsimde Müküs'de karpuz yoktu. Çatak'a gidip getirdiler. Fakat karpuzu yemeden
vefât ettiler.
Anadolu'da yetişen evliyâdan
Fethullah-ı Verkânisî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hastalığı sırasında oğlu
Alâeddîn'e âlim ve sâlihlerle bulunmasını tavsiye etti. Ayrıca sadaka vermesini
emretti. Çünkü sadaka, hastalıklarının şifâsı olacaktı. Ayrıca her sene bir
kendisi bir de hocasının rûhu için kurban kesilmesini vasiyet etti.
Evliyânın büyüklerinden
Fudayl bin İyâd (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin iki kızı vardı.
Vefâtı yaklaşınca hanımına şöyle vasiyet etti: "Vefâtımdan sonra iki kızımı al
ve Ebû Kubeys Tepesine çık. Ellerini açarak şöyle niyazda bulun: Yâ Rabbî!
Fudayl bana vasiyetinde dedi ki: "Ben hayatta iken bu iki emânete gücümün
yettiği kadar baktım. Ama ben ölüp de kabre girdikten sonra bu emânetleri sana
iâde ettim."
Fudayl bin İyâd hazretleri
vefât edip, defn işleri tamamlandıktan sonra, hanımı vasiyeti yerine getirmek
üzere bildirilen yere kızlarını götürdü ve bildirdiği gibi duâ edip çok ağladı.
Bu sırada Yemen hükümdârı, yanında iki delikanlı oğlu ile beraber oradan
geçiyordu. Hanımların ağlayıp sızladıklarını görünce, yanlarına gidip; "Bu hal
nedir!" diye sordu. Hanım hâdiseyi anlatınca, Yemen hükümdârı dedi ki: "Bu
kızları, her biri için bin altın mehir ile oğullarıma nikâhlıyalım." Fudayl bin
İyâd'ın hanımı; "Râzıyım." dedi. Kızların ve oğulların da rızâsı alındı. Hep
berâber Yemen'e gittiler. İleri gelenler toplandı ve nikâhları kıyıldı, düğün
yapıldı. |