|
TALEBE (K
- L)
Türkistan'da yetişen büyük
velîlerden Kâdı Muhammed Zâhid hazretlerinin, Ubeydullah-ı Ahrâr (rahmetullahi
teâlâ aleyh) hazretlerine talebe olması şöyle oldu: Memleketi olan Semerkand'da
kalıp ilim tahsîl ettikten sonra daha fazla ilim öğrenmek için Şeyh Nîmetullah
adında bir ilim talebesiyle Semerkand'dan Hirat'a gitmek üzere yola çıktı.
Şadman köyüne vardıkları zaman havanın sıcak olması sebebiyle orada bir müddet
kaldılar. Onlar buradayken, Ubeydullah-ı Ahrâr hazretleri köyü teşrif ettiler.
Bir ikindi vakti Ubeydullah-ı Ahrâr hazretlerinin ziyâretine gittiler.
Ubeydullah-ı Ahrâr hazretleri ona; "Sen nerelisin?" diye sorunca, Muhammed Zâhid;
"Semerkandlıyım." dedi. Daha sonra Ubeydullah-ı Ahrâr hazretleri sohbete
başladı. Çok güzel konuşuyordu. Konuşması sırasında Muhammed Zâhid'in kalbinden
ve hâtırından geçenleri bir bir saydı. Hirat'a gitmek üzere yola çıkışının
sebebini söyledi. Bunun üzerine Muhammed Zâhid'in kalbine Ubeydullah-ı Ahrâr
hazretlerine karşı sevgi ve bağlılık hisleri kuvvetlendi. Kalbi ona tutuldu.
Ubeydullah-ı Ahrâr hazretleri ona; "Eğer maksadın ilim öğrenmekse o iş burada
daha kolaydır." buyurdu. Fakat Muhammed Zâhid'in Hirat'a gitme arzusu devâm
ediyordu. Ubeydullah-ı Ahrâr hazretleri onun kalbinden geçen bu düşünceyi de
keşf edip yanına doğru yaklaştı ve; "Hirat'a gitmekten maksadınız nedir? Söyle
bana ilim mi öğrenmek, yoksa tasavvufta mı yetişmek istiyorsunuz?" buyurdu.
Muhammed Zâhid, Ubeydullah-ı Ahrâr hazretlerinin heybetinden dehşete kapıldı ve
sustu. Yanındaki yol arkadaşı; "Onun asıl maksadı Hirat'a gidip tasavvuf yoluna
girmektir. İlim öğrenmeye gidiyorum demesi bu maksadını gizlemek içindir." diye
cevap verdi. Ubeydullah-ı Ahrâr hazretleri tebessüm etti ve; "Eğer böyle ise çok
iyi ve güzeldir." buyurdu. Sonra alıp bahçesine götürdü. İnsanların gözünden
kayboluncaya kadar birlikte yürüdüler. Sonra durup Muhammed Zâhid'in elini
tuttu. Elini tutar tutmaz kendinde büyük değişiklik hisseden Muhammed Zâhid
bayıldı. Ayıldığı zaman Ubeydullah-ı Ahrâr hazretleri; "Herhalde sen benim
yazımı okuyabilirsin." buyurdu. Cebinden bir kâğıt çıkarıp okuduktan sonra
katladı ve Muhammed Zâhid'e verdi. Bu kâğıtta şöyle yazılıydı: "Bunu iyi
muhâfaza et. Bunda ibâdetin hakîkati, itâat, huşû ve Allahü teâlânın azameti
karşısında insanın âcizliği yazılıdır. Bu saâdet Allahü teâlânın muhabbetiyle ve
onun resûlü Seyyidü'l-evvelîn vel-âhirîne tâbi olmakla ele geçer. Bunun için din
ilimlerine vâris olan âlimlerin sohbetlerinde bulun. Onlardan faydalı ilim
öğren. Tâ ki Resûlullah efendimize tâbi olmak sûretiyle mârifet-i ilâhiyyeye
kavuşasın. Kötü din adamlarından uzak dur. Çünkü onlar dîni dünyâ malı toplamak
ve maka-ma, mevkiye kavuşmak için âlet ederler. Helâl haram ayırmadan buldu-ğunu
yiyen ve dîne uygun olmayan işler yapan câhil ve sapık tarîkatçı-lardan uzak
dur. Yine Ehl-i sünnet îtikâdına uymayan sapık kimselerden de uzak ol." Mektubu
verdikten sonra Fâtiha-i şerîfe okudu. Muhammed Zâhid'e Hirat'a gitmek üzere
izin verdi. Mevlânâ Sa'düddîn Kaşgârî'ye vermesi için bir de mektup verdi.
Mektupta Muhammed Zâhid'e yardımcı olunması ve korunması yazılıydı. Bu
hareketleri gören Muhammed Zâhid'in kalbini Ubeydullah-ı Ahrâr hazretlerine
karşı muhabbet ve bağlılık kapladı. Fakat bir türlü Hirat'a gitme azminden de
vaz geçemedi. Mektubu alıp yola çıktı. Yolda ilerledikçe bindiği hayvan
yavaşladı. Bu sebeple Muhammed Zâhid yol almaktan âciz kaldı. Buhârâ'ya 36 km
kadar mesâfe kaldığı sırada Muhammed Zâhid şiddetli bir göz ağrısına tutuldu.
Günlerce orada kaldı. İyileşince yola çıktı. Bu sefer de Humma hastalığına
tutuldu. O zaman eğer yola devâm ederse helâk olacağını anladı. Gitmekten vaz
geçti. Ubeydullah-ı Ahrâr hazretlerinin huzûruna dönüp sohbet ve hizmetinde
bulunmaya karar verdi. Geri döndü. Taşkent'e vardığı zaman kitapları ile binek
hayvanını bir arkadaşına emânet bıraktı. Bu sırada Taşkent'te bulunan bir şeyhin
talebelerinden biriyle karşılaştı. Ona; "Gel berâberce senin hocanı ziyârete
gidelim." dedi. O kimse Muhammed Zâhid'e; "Binek hayvanın ve kitapların nerede?"
diye sorunca; "Bir arkadaşıma emânet bıraktım." dedi. O kimse; "Git onları
getir. Benim eve bırak sonra berâberce ziyârete gideriz." dedi. Muhammed Zâhid
hayvanını ve kitaplarını almak için giderken birisi ona gelip; "Hayvanın ve
eşyâların kayboldu." dedi. Muhammed Zâhid hayret edip düşünceli olarak giderken;
"Herhalde ziyâretine gitmediğim için Ubeydullah-ı Ahrâr hazretleri bana kırıldı.
Bu sebeple bineğim ve eşyâlarım kayboldu." diye kalbinden geçirdi. Bineğini ve
eşyâlarını aramaktan vaz geçip her şeyden önce Ubeydullah-ı Ahrâr hazretlerini
ziyâret etmeye karar verdi. Tam bu sırada birisi gelip; "Binek hayvanın ve
eşyâların bulundu." dedi. Binek hayvanını ve eşyâlarını emânet bıraktığı kimse
gelip; "Ey Muhammed! Senin binek hayvanını emânet aldığımda onu bir yere
bağladım. Biraz sonra gözden kayboldu. Aramaya başladım fakat bulamadım. Üzgün
üzgün geri dönüyordum, bir de ne göreyim, hayvan sokak ortasında insanlar
arasında üzerindeki eşyâ ile beraber duruyor. Hayret ettim. O kadar kalabalık
arasında ona kimse dokunmamıştı." Muhammed Zâhid binek hayvanını ve eşyalarını
alıp Semerkant'a Ubeydullah-ı Ahrâr hazretlerinin huzûruna gitti. Huzûra
varınca, Muhammed Zâhid'e bakıp tebessüm etti ve; "Hoş geldin." buyurdular.
Büyük velîlerden Kâsım
Çelebi (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin talebelerinden biri Allahü
teâlânın en sevgili kullarından sayılan bir kutup görmek arzu ederdi. Kâsım
Çelebi onun bu arzusunu anlayınca talebeyi bir iş sebebiyle Bursa'ya gönderdi.
Talebe, deniz yoluyla giderken fırtına çıktı. Nasıl olduğunu anlamadan kendisini
bir adanın ortasında buldu. Adada yalnız başına dolaşmaya başladı. Netîcede
çimenlik bir yere oturdu. Etrafta kimsecikler yoktu. Akşama kadar oralarda
kaldı. Akşam olunca adanın herbir tarafından yedi kişinin kendisine doğru
geldiğini gördü. Bir ara aralarında bâzı şeyler konuştular. İçlerinden birinin
yüzü örtülüydü. Sonra cemâat hâlinde akşam namazını edâ ettiler. Yüzü örtülüleri
imâm olmuştu. Daha sonra herbiri geri dönüp geldikleri tarafa gitmek için yola
koyuldular. Talebe, onların yanından ayrıldıklarını görünce feryâd etti. Bunun
üzerine yüzü örtülü olan, o talebeye dönüp; "Oğlum! Niçin hocan ile kanâat
etmeyip başka kimse ararsın. İçinden kutup görme arzusunu çıkar." dedi. Talebe
şaşkınlıkla; "Peki efendim." deyip tövbe etti. Yüzü örtülü olana dikkatlice
baktığında onun kendi hocası Kâsım Çelebi olduğunu anladı. Kâsım Çelebi
talebesine tebessümle; "Sen arkadan gelirsin. Bizim acele işimiz var." buyurdu
ve ayrıldı. O talebe kırk gün sonra İstanbul'a döndü. Dergâha geldiğinde
hocasının vefât ettiğini gördü.
Çin, Hindistan, İran ve
Anadolu'da İslâmiyetin yayılmasında büyük hizmeti geçen âlim ve mücâhid velî
olan Ebû İshâk Kâzerûnî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri
talebelerine nasîhat ederek, buyurdular ki: "Ey kardeşlerim! Size dört nasîhatım
vardır. Mutlaka tutunuz. Yerime kimi vekil kıldı isem ona hürmetkâr olup, itâat
ediniz. Kur'ân-ı kerîm öğrenip, okumaya devâm ederek emir ve yasaklarını
gözetiniz. Bir misâfir geldiğinde evinizde ağırlayıp, hemen ne var ise
hazırlayıp ikrâm ve hizmet ediniz. Birbirinizle dost olunuz. Birbirinizle
muhabbetli olunuz. Sakın düşmanlık edip nifâka sürüklenmeyiniz. Birbirinizden
uzak düşer parçalanırsınız."
"Bu iki parmağımın yanyana
durması gibi îmân ve muhabbet birliktedir. Allahü teâlânın rızâsı için her ikisi
de mutlaka lâzımdır. Muhabbetin şartlarına son derece dikkat ediniz. Din
kardeşlerinizi seviniz. Yakındayken de, gıyâbında da seviniz, sevişiniz."
"Alahü teâlânın emirlerini
yerine getirip yasaklarından sakınmayı ganîmet biliniz."
Büyük velî, fıkıh, tefsîr,
hadîs ve kelâm âlimi Kuşeyrî hazretleri, İsferâînî (rahmetullahi teâlâ
aleyh) hazretleri'nin derslerinde not tutmaz, sâdece dinlerdi. Bir gün hocası
ona "Niçin yazmıyorsun? İyice öğrenmek için yazmak lâzım." deyince, Kuşeyrî, o
âna kadar hocasının anlattığı derslerin hepsini tekrâr etti. Bunun üzerine
hocası; artık derse girmesine lüzum kalmadığını, bundan sonra kitapları
kendisinin mütâlaa etmesini ve anlayamadığı yer olursa sormasını söyledi.
Kuşeyrî, İbn-i Fûrek ve Ebû İshâk İsferâînî'nin usûllerini iyice kavradıktan
sonra, meşhûr kelâm âlimlerinden Ebû Bekr el-Bâkıllânî'nin kitaplarını mütâlaa
etti. Kuşeyrî'nin aklî ilimleri tahsil etmeye düşkün olması, kelâm ve akâid
ilimlerini bütün incelikleriyle öğrenmesini sağladı. Bütün bu ilimleri okurken,
aynı zamanda hocası Ebû Ali Dekkak'ın sohbetlerine de devâm ediyordu. Bu arada
hocası Ebû Ali Dekkak'ın kızı, ilim, edeb sâhibi ve zamanın en çok ibâdet
edenlerinden olan Fâtıma hâtunla evlendi. Kuşeyrî'nin Fâtıma hanımından altı
erkek ve bir kız olmak üzere yedi çocuğu olmuştur.
Üsküp'de yaşamış büyük
velîlerden Lütfullah Üskübî hazretleri, Abdullah-i İlâhî (rahmetullahi
teâlâ aleyh) hazretleri'nin hizmetine girişini şöyle anlatır: "Abdullah-ı İlâhî,
mıknatıs gibi beni kendine çekti. Kalbim ona tutuldu. Bir gün arkadaşlarımla
öğle namazını kılmak için Zeyrek Câmiine gittik. Namaz vaktini beklerken,
hatırıma Abdullah-i İlâhî'nin velîlik derecesini ve kerâmet göstermedeki gücünü
imtihân etmek geldi. Bu düşüncede bir köşede otururken, kıble tarafından bir el
göründü. Fakat elin sâhibi görünmüyordu. Bu el, beni ileri çekti. Bir saf ileri
geçtim. Aynı şekilde üç defâ çekti, ben de üç saf ileri geçtim. Sonra namaz
vakti geldi, sünnetler kılındı. İkâmet getirildiğinde, Abdullah-i İlâhî
odasından çıkıp bize öğle namazını kıldırdı. Namazdan sonra, onun elini öpmek
için ileri vardım. Baktım ki, hocanın elleri, beni namazdan önce ileri çeken
eldi. Bu hâdiseden Abdullah-i İlâhî'nin büyük bir velî olduğunu anladım. Beni
ileri çekmesinden de, tasavvuf yolunda bu zavallıyı yüksek derecelere
çıkaracağını anladım. Abdullah-ı İlâhî'yi imtihân etmeye kalkıştığım için özür
dileyip, ellerini öptüm. Bana; "Bizi bir kere imtihân etmen kâfi gelmedi mi? Üç
defâ imtihân ettin. Buna ne lüzûm vardı?" dedi. O anda çok utandım. Çok özürler
dileyerek beni talebe olarak kabûl etmesi için yalvardım. Bu yalvarmalarım
karşısında bana; "Bize hizmet etmek, talebe olmak çok zor iştir. Sen buna tâkat
getiremezsin. Önce seni bir deneyelim. Talebeler için kullanılan boşalmış
testileri eline alıp su getirebilir misin? Eğer bu işi yapabilirsen, seni kabûl
edelim." dedi. Ben, hemen üzerimdeki elbisemi çıkardım. Testileri elime alıp
zâviyeye su getirdim. Benim candan ve samîmî olarak bu işteki isteğimi görünce
talebeliğe kabûl etti. Uzun zaman hizmetinde bulundum. Her emrini canla başla
yerine getirdim. Hocama olan hizmet ve sevgim sebebiyle yüksek derecelere,
mânevî hâllere kavuştum." |
|