|
TALEBE (F
- İ)
Doğu Anadolu'da yetişen
büyük velîlerden Seyyid Fehim-i Arvâsî (rahmetullahi teâlâ aleyh)
Cezire'de ilim tahsîli ile meşgûl olduğu sırada, amcaoğlu Seyyid Sıbgatullah
Efendi de Cezire'ye gelip, Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretlerinin talebelerinden
Şeyh Sâlih Sibkî hazretlerinden ilim öğrendi. Cezire dönüşünde Van'a uğradı.
Van'da bulunduğu günlerde büyük velî Seyyid Tâhâ-yı Hakkârî hazretleri de
Nehrî'den Van'a gelmişti. Seyyid Tâhâ hazretlerinin en seçkin eshâbından olan
amcası Seyyid Muhammed Efendi, Seyyid Sıbgatullah Efendiye, Seyyid Tâhâ-yı
Hakkârî hazretlerine talebe olmasını tavsiye etti. Seyyid Tâhâ'ya talebe olan
Seyyid Sıbgatullah, onun hizmetinde ve sohbetinde bulunarak, tasavvuf yolunda
ilerledi. Kısa zamanda olgunlaşarak insanlara İslâmiyetin emir ve yasaklarını
anlatmak husûsunda icâzet, diploma ve hilâfet aldı. Van vâlisi ve halkı Van'da
kalmasını ısrarla istediler. Fakat o; "Nehri'ye gidiyorum. Seyid Tâhâ hazretleri
uygun görürlerse burada kalırım." buyurdu. Van'da kalmak istediğini Seyyid Tâhâ
hazretlerine arzedince, buyurdu ki: "Yok Molla Sıbgatullah! Van halkı
dûn-himmettir (eksik, kısa himmetlidir). Van'ın fethi benim ve senin elinde
olmaz. Mükâşefe âleminden mâlûmata göre sizin sülâlenizden, yâni Arvâsî
hanedânından, ilim ve irfânı ile tanınmış, Allah bilir ama onun [Seyyid Fehimi
kasdediyor] vâsıtasıyla, Van'ın irşâdı geçici olarak mümkündür. O zâtın hayatta
olup olmadığını bilmiyorum." buyurdu. Seyyid Sıbgatullah Arvâsî hazretleri; "O
zât amcamın oğludur. Cezire'de ilim tahsîli ile meşgûl, ilim ve irfânla
meşhûrdur." dedi. Seyyid Tâhâ; "Bir başka gelişinde o zâtı muhakkak bana getir."
diye emir buyurdu.
Seyyid Sıbgatullah
hazretleri, hocasını ikinci defâ ziyârete gelişinde, genç yaştaki Seyyid Fehim
Arvâsî'yi de Nehri'ye getirdi. Seyyid Tâhâ hazretlerinin huzûruna gidip
sohbetiyle şereflendiler. Kalma zamânı bitip ayrılacakları sırada, Seyyid
Sıbgatullah ve yanındakiler Seyyid Tâhâ hazretlerinin elini öpüp izin aldıktan
sonra, sıra Seyyid Fehime gelince, Seyyid Sıbgatullah geride kaldığını görüp,
Seyyid Tâhâ hazretlerinden onun için de izin istedi. Fakat Seyyid Tâhâ
hazretleri, Seyyid Fehim'in kalmasını münâsip gördü ve; "O burada kalsın."
buyurdu. Seyyid Tâhâ'nın hizmetinde kalan Seyyid Fehim, kısa sürede kemâle
geldi. Seyyid Tâhâ hazretleri onun hakkında; "Başkalarının altı ayda aldığı
mesâfeyi, Seyyid Fehim yirmi dört saatte aldı." buyurdu.
Seyyid Tâhâ hazretleri bir
gün Câmi-i Şerîfin duvarına dayanarak Seyyid Fehim hazretlerine işâret ederek
yanına çağırdı. O da yanına gelince; "Çok zekîsin, ilme istekli ve
kâbiliyetlisin. Muhakkak Mutavvel kitabını okumalısın." buyurdu. Seyyid Fehim
hazretleri; "Kitabım yok. Bizim taraflarda Mutavvel okunmaz." diye arz edince,
kendi kitabını hediye etti. Muş'un Bulanık kazâsının Âbirî köyünde Molla Resûl
Sibkî ismindeki büyük âlime gidip okumasını tavsiye buyurdu. Huzûrundan
ayrılırken; "Sen zekî ve tedkik edici bir ilim tâlibisin. Suâllerine hocalar
tatmin edici cevap veremezler ve rahatsız olurlar. Derslerin tâkibi esnâsında
bir zorlukla karşılaşırsan, onları rahatsız etme. Elini göğsüne koy ve beni
hatırla. İnşâallah derhal müşkilini hallederim." buyurdu.
Hocasının elini öpüp duâsını
alan Seyyid Fehim Arvâsî, Mutavvel okumak üzere zamânın Doğu Anadolu'daki en
büyük âlimlerinden olan Molla Resûl Sibkî'nin huzûruna vardı. Molla Resûl; "Ben
Arvas âilesinden birisine ders okutmak arzusundaydım. Çünkü, Arvas'ta Molla
Resûl Zekî'den okudum. O âileden gelen bu zâtta zekâ eseri göremiyorum. Hayret o
âilenin fertleri çok zekî olurlardı." dedi. Seyyid Fehim Arvâsî, Molla Resûl'den
ders almaya başladı. Fakat Seyyid Tâhâ hazretlerinin tavsiyesine uyarak ders
esnâsında suâl sormamaya dikkat ediyordu. Hattâ Molla Resûl, Seyyid Fehim'in
talebelerinden Molla Hâlid'e; "Senin hocan suâl sormuyor. Zekâsız mıdır, yoksa
utanıyor mu?" diye sordu. Molla Hâlid de; "Evet ben başlangıçtan beri bu zâtın
yanında okuyordum. Bir zaman hocalarına çok suâl sorar, hocalar ona cevap
vermekten âciz kalırlardı. Fakat Nehri'den döndükten sonra ne hikmetse suâl
sormayı terk etti. İlim öğrenmedeki kâbiliyetine gelince: "Kusura bakmayın,
bendeniz onun sizden yüksek olduğunu tahmin ederim." diye arz etti.
Bir gün Molla Resûl'den
Mutavvel'i okurken hocasına; "Burayı anlayamadım." dedi. Molla Resûl tekrar
anlattı. Fakat Seyyid Fehim-i Arvâsî yine anlayamadığını söyledi. Molla Resûl
cümleyi birkaç defa okuduktan sonra; "Bugün yoruldum, yarın anlatırım." dedi.
Ertesi gün okudu fakat yine açıklayamadı. O gece Molla Resûl de, Seyyid Fehim de
düşündüler. Üçüncü gün aynı yere gelince, Molla Resûl oradaki inceliği yine
açıklayamadı. O sırada Seyyid Fehim hocası Seyyid Tâhâ hazretlerinin; "Ders
okurken anlayamadığın yer olursa, beni hatırla." sözünü hatırladı. Molla Resûl
dersi mütâlaa etmekle meşgûlken, Seyyid Fehim gözlerini kapayıp, mürşidi Seyyid
Tâhâ hazretlerini gözünün önüne getirdi. Seyyid Tâhâ elinde bir kitab ile
göründü. Kitabı Seyyid Fehim'in önüne açtı. Mutavvel'in o sayfasıydı. O
satırları açık olarak okudu. Seyyid Fehim merakla dikkat ediyordu. O cümlenin
arasında bir atıf vavı (ve harfi) fazla okudu. Seyyid Tâhâ hazretleri
kaybolunca, Seyyid Fehim gözlerini açtı. Molla Resûl'ün o satırları okuyup
düşünmekte olduğunu gördü. Molla Resûl'den izin isteyip, hocasından duyduğu gibi
bir (ve) ekleyerek okudu. Molla Resûl bunu işitince; "Mânâ şimdi anlaşıldı."
dedi. İkisi de iyice anlamıştı. Molla Resûl; "Bu satırları yirmi senedir okudum,
anlattım. Fakat hep anlamadan anlatırdım. Şimdi iyi anladım. Söyle bakalım bunu
doğru okumak senin işin değil. Ben senelerce bunu anlayamadım. Sen nasıl
anladın? Bu (ve)yi okudun, mânâ düzeldi." dedi. Seyyid Fehim, mürşidi Seyyid
Tâhâ hazretlerini hatırlayıp yardım istediğini söyledi. Mürşidinden nasıl
öğrendiğini anlattı. Molla Resûl; "Îmândan sonra küfür yoktur." diyerek kitabı
kapattı. Seyyid Fehim ile birlikte Nehrî'nin yolunu tuttular. Onlar yolda iken
Seyyid Tâhâ hazretleri; "Hazret-i Seyyid Fehim güzel bir hediye ile geliyor."
buyurdu. Kısa bir müddet sonra Seyyid Fehim'le birlikte gelen Molla Resûl de
Seyyid Tâhâ hazretlerinin sohbetine kavuşup, talebelerinden oldu. Onun huzûrunda
mânevî olgunluğa erişip, zâhirî ilimlerde olduğu gibi, tasavvuf ilminde de
yetişti. Seyyid Tâhâ hazretleri Molla Resûl'e hilâfet vererek insanlara
İslâmiyetin emir ve yasaklarını anlatmakla vazîfelendirdi.
Hocası ve mürşidi Seyyid
Tâhâ hazretlerinin huzûruna tekrar dönen Seyyid Fehim, onun hizmet ve
sohbetlerinde bulundu. Seyyid Tâhâ hazretlerine olan muhabbet ve bağlılığı
sebebiyle onun yattığı odanın dış tarafında pencereye yüzünü döner ve sabahlara
kadar ayakta durup, onun güneş gibi nûr saçan feyizlerinden istifâdeye
çalışırdı. Hattâ bir defâsında bununla yetinmeyip, soğuk bir gecede şiddetli kar
yağarken, kapının dışında uzandı. Mübârek başını kapının eşiğine koyarak yattı.
Şiddetli yağan kar, mübârek vücûdunu örttü. Fakat muhabbetle yanan kalbi ile kar
altında çeşit çeşit feyz ve bereketlere kavuştu. Seyyid Tâhâ hazretleri teheccüd
namazını kılmak için mescide gitmek üzere kapıyı açtı. Ayağını kapıdan dışarı
atınca, Seyyid Fehim'in sırtına bastı. Seyyid Fehim hemen ayağa kalkıp edeple
mürşidinin karşısında durdu. Seyyid Tâhâ hazretleri; "Yeter Molla Fehim. Benim
kanâatime göre bugün ilimde bir ummânsınız. Seyyid Şerîf Cürcânî hazretlerinden
sonra ilimde seyyidlerin yüzünü siz güldürdünüz. Bu ilmi bu kadar yere
sermeyiniz." buyurdu. Seyyid Fehim hazretleri ise; "Bu ilimden bütün istifâdem,
hazretinizin bir nazarıyla olana yetişememiştir. Bendeniz menfaatimi arıyorum."
diye cevap verdi. Bunun üzerine Seyyid Tâhâ hazretleri onu kucakladı, gecenin
karanlığında cihânı aydınlatacak mânevî nûrları ihsân etti. Elini tutarak
berâber mescide gittiler.
Seyyid Tâhâ hazretlerinin
hizmet ve sohbetinde tasavvuf yolunun en yüksek derecelerine kavuşan Seyyid
Fehim (kuddise sirruh) , büyük bir velî oldu. Mutlak hilâfetle şereflenme zamânı
gelince, üstadı Seyyid Tâhâ onu huzûruna çağırdı ve insanlara İslâmiyetin emir
ve yasaklarını anlatmak, onların dünyâ ve âhirette saâdete, kurtuluşa
kavuşmalarına vesîle olmakla vazîfelendirdi. Fakat Seyyid Fehim; "Bu bir ağır
yüktür. Ben bunu kaldıramam. Hem de buna lâyık değilim." deyip çekingen
davrandı. Seyyid Tâhâ hazretleri; "Bu bir emr-i ihtiyârî, isteğe bağlı bir iş
değil, emr-i zarûrî olup, mecbûrî iştir." buyurdu. Memleketi olan Arvas'a
gitmesini emretti. Yola çıkacağı zaman tekrar huzûruna çağırdı, kitapların
içindeki mektuplarını kendisine göstererek; "Bu ihlâs ve muhabbet sizin değil
midir? Neden imtinâ ediyorsunuz. Yemin ederim ki sizin hilâfetiniz, Resûl-i
ekrem sallallahü aleyhi ve sellem efendimiz tarafından tasdik buyrulmuş ve bütün
sâdât-ı kirâm büyükler tasdik buyurmuş, ben de tasdik etmek zorundayım. Siz de
kabûl etmek mecbûriyetindesiniz." buyurdu.
Evliyânın büyüklerinden
Fudayl bin İyâd (rahmetullahi teâlâ aleyh) ilim öğrenmeye teşvik eder,
niyetin hâlis olmasının önemini belirtir, bu hususta; "İlim tahsîli doğru bir
niyet ve temiz bir gâye ile olursa, bundan daha yüksek amel olmaz. Fakat çokları
ilmi, gereğini yapmak için tahsîl etmiyor. Bilakis ilmi dünyâlık elde etmek için
bir ağ gibi kullanıyor." buyurdular.
Evliyânın büyüklerinden ve
Şâfiî mezhebî fıkıh âlimi Muhammed Gamrî (rahmetullahi teâlâ aleyh)
kendisine talebe olmak isteyeni, kendi başına sormadan iş yapmıyacağına dâir söz
aldıktan sonra talebeliğe kabûl ederdi. Bundan sonra talebe her işinde, her
hareketinde tamâmen hocasına tâbi olurdu. Kendi istek ve arzuları kalmaz,
hocasının dediklerine uygun yaşardı.
Hindistan'ın büyük
velîlerinden Hâce Osman Hârûnî hazretleri, Hâce Hacı Şerîf Zendenî (rahmetullahi
teâlâ aleyh) hazretlerinden edep ve ilim öğrendi. Osman Hârûnî, ilk defâ
hocasının huzûruna gelip tövbe edince, hocası ona; "Şu dört şeyi terk etmelisin:
1) Dünyâyı ve dünyâ ehlini, 2) Arzularını ve hırslarını, 3) Nefsin neyi
hatırlayıp isterse onu, 4) Allahü teâlâyı zikretmek için, gece uykuyu. Netice
olarak Allahü teâlâdan başka her şeyi terk etmelisin. Herkesi kendinden iyi bil
ki, hepsinden iyi olasın. Tevâzu sâhibi ve alçak gönüllü ol ki, evliyâlık
makâmına ulaşasın. Böyle olmayanın bizim yolumuzla ilgisi yoktur." buyurdu.
Evliyânın büyüklerinden,
kendilerine "Silsile-i aliyye" denilen büyük âlim ve velîlerin yirmi birincisi
olan Hâcegî Muhammed Emkenegî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hakkında Mevlânâ
Hâlid-i Bağdâdî hazretleri bir mektûbunda şöyle buyurmuştur: "Hâcegî
Emkenegî kuddise sirruh Hak âşıklarını hakîkî mahbûba kavuşturmak için
sıkıntılara katlanarak ve zâhiren kırıklık içerisinde senelerce rehberlik yaptı.
Bir gün talebelerinin bir kısmı ile dikenlik bir yerden geçiyorlardı. Bir
talebesinin ayakları yalın idi. Hemen her adımda bir diken batıyordu. İçinden
gizlice âh çekiyor ve ayağını da hocasının İzinden ayırmıyor, tâkib ediyordu.
Hocası Emkenegî hazretleri onun bu hâli üzerine iltifât edip; "Kardeşim ayağa
elem dikeni batmadıkça, murâd gülü açılmaz." buyurdu. Bu söz üzerine talebenin
gönlü pek ziyâde hoşnûd oldu..."
Konya'da yetişen
velîlerinden Hacı Veyiszâde Mustafa Efendi (rahmetullahi teâlâ aleyh)
zamanında bir gün Konya'nın yakın köylerinden fakir bir genç okumak için
Konya'ya gelip İmâm-Hatip Okuluna kaydoldu. Konya'ya gelirken annesi bir miktar
yiyecek koymuştu. Okulun açıldığı ilk gün Kâdı İzzeddîn Câmiinde akşam namazı
kılan genç, mahzun mahzun duruyordu. Bunu fark eden bir zât onun yanına yaklaşıp
kim olduğunu, ne için geldiğini sordu. Genç; "Okumak için geldim. İmâm-Hatîbe
kaydoldum. Fakat yatacak yerim yok." dedi. O zât, o genci yanına alarak hemen
arka mahallede bulunan ve imâmı olmadığı için aylardır kapalı duran mahalle
mescidine götürdü. Mescidin küçük bir imâm evi vardı. O zât; "İstersen burada
kalabilirsin. Senden sâdece burada imâmlık yapmanı istiyorum." dedi. O genç
kabûl etti.
Kısa süre sonra köyünden
getirdiği yiyecekler bitti. Birkaç gün aç kalınca, köye gitmek için hazırlandı.
Tam bu sırada yaşlı bir zât kapıyı çaldı. Mescidin İmâm-Hatip okuluna giden,
imâmının kendisi olup olmadığını sordu. O da evet cevâbını verince; "Al yavrum
bunu sana Hacı Veyiszâde Hoca gönderdi. Selamı vardır. Dersine devâm etmeni,
ye'se kapılmamanı, maddî endişeden uzak olmanı, sana yeterince yardımda
bulunacağını söyledi." dedi ve oradan ayrılı.
Genç merakla avucunu açınca
elinde fazla miktarda paraları gördü. Bu para ona bir aydan fazla yeterdi. Her
ay o zât gelip para verirdi. Genç kendisine para gönderen şahsı tanımak istedi.
Hacı Veyiszâde'nin Azîziye Câmiinde imâmlık yaptığını öğrenince, elini öpmek ve
teşekkür etmek için câmiye gitti. Duâdan sonra odasına gitmekte olan Hacı
Veyiszâde gencin yanında durdu. Genç gayri ihtiyârî ayağa kalkarak, hemen elini
öptü. Hoca Efendi kulağına eğilerek; "Derslerine devâm et. Sıkıntıya düşmekten
korkma." dedikten sonra odasına gitti. Gence yardımları uzun süre devâm etti.
Türkistan evliyâsının
büyüklerinden Hakîm Süleymân Ata (rahmetullahi teâlâ aleyh) daha küçük
bir çocukken hocaların huzûruna vardı. Kur'ân-ı kerîm dersleri almaya başladı.
Kur'ân-ı kerîmi boynuna asmaz, eliyle başı üstünde tutarak hürmetle taşırdı.
Allahü teâlânın kelâmı olan Kur'ân-ı kerîme çok hürmet gösteren bu küçücük
çocuk, okutulduğu mektebe sırtını da dönmezdi. Yüzünü mektebe, arkasını eve
dönmüş olarak eve kadar giderdi. Bir gün Ahmed Yesevî hazretleri, onun bu hâlini
gördü. Çok hoşuna gitti. Hocasının ve annesinin rızâsıyla Süleymân'ı Kur'ân-ı
kerîm öğretmek için yanına aldı. On beş yaşına gelince, Ahmed Yesevî
hazretlerine tam talebe oldu.
Bir gün Hızır aleyhisselâm,
Hoca Ahmed Yesevî hazretlerinin yanına geldi. Ahmed Yesevî hazretleri,
aralarında Süleymân'ın da bulunduğu birkaç çocuğu odun getirmeleri için
gönderdi. Odunları toplayıp dönecekleri sırada, yağmur yağmaya başladı.
Odunların hepsi ıslandı. Yalnız elbisesiyle odunları örttüğü için Süleymân'ın
getirdiği odunlar kuru kaldı. O kuru odunlarla, diğerleri de tutuştu. Hızır
aleyhisselâm, odunların niçin ıslanmadığını sordu, o da, elbisesiyle örttüğünü
söyledi. Bu cevap Hızır aleyhisselâmın çok hoşuna gitti. Süleymân'a; "Bundan
sonra adın Hakîm olsun!" dedi. Sonra ona hayır duâda bulundu. Hakîm Süleymân'ın
içi, birden nûra gark oldu. Hızır aleyhisselâm, onun feyzinden diğer insanların
da istifâde etmesini emir buyurunca, hikmetler (manzûmeler) söylemeye başladı.
Ahmed Yesevî hazretlerinden duyduklarını, şiirlerle diğer insanlara aktardı.
Fıkıh, hadîs ve tasavvuf
âlimlerinden Hamdûn-ı Kassâr (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki:
"İçinden çıkamadığınız mevzûlarda, âlimlere gidip sorunuz. Onlardan istifâde
edebilmeniz için; kendinizi hiç kabûl edip, câhil olduğunuzu söyleyerek,
samîmiyet, tertemiz bir kalb ve edeb ile gitmeniz lâzımdır."
Talebeleri sıdk ve ihlâs
kazanmaya çalışırlar, farzlara çok dikkat ederlerdi, İbâdetleri, hayrâtı,
sünnetleri, nâfile ibâdetleri çok yaparlardı. Riyâya, gösterişe yakalanmaktan
çok korktukları için ibâdetlerini gizlerler, görünmesinden korkarlardı. Herkese
tatlı söyleyerek, güler yüzlü davranıp, iyilik ederlerdi. Dünyâya düşkün
değillerdi.
Harrân'da yetişen evliyânın
büyüklerinden, âriflerin ileri gelenlerinden Hayât bin Kays el-Harrânî (rahmetullahi
teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Sâdık talebenin alâmeti şudur: Bir ân bile, Rabbini
zikretmekten, O'nu hatırlamaktan ayrılmamalı ve O'nun hakkını gözeterek, farz ve
sünnetlere devâm etmeli, dünyânın geçici zevklerinin sevgisini kalbe sokmayıp
atmalı ve kalbinde dâimâ cenâb-ı Hakk'ın sevgisini bulundurmalıdır"
"Haramlardan sakın ve
dünyâya düşkün olma. Zühde, ibâdet etmek niyetiyle sarılmalı, yoksa kendisinin
zühd sâhibi olduğunu gösterip, dünyâlıklara kavuşmak için onu vesîle
etmemelidir."
Evliyânın büyüklerinden ve
Şafiî mezhebi fıkıh âlimi İbn-i Kavvâm (rahmetullahi teâlâ aleyh) şöyle
anlatır: "Edeb ve tasavvuf yolunu öğrenmeye başladığımız zaman, beni bir takım
hâller kapladı. Bunları hocama haber verince, beni konuşmaktan men ediyordu.
Yanında bir kamçı vardı. Bana; "Bu mevzuda konuştuğun zaman, seni bu kamçı ile
döverim." buyurdu. Hocam bana, devamlı hayırlı amel işlemeyi emrediyor ve; "Sahib
olduğun bu hâllerin hiç birine rağbet etme." diyordu. Hocamın yanında bulunduğum
müddetçe buyurduğu gibi davrandım. Bâzı geceler hocamın yanında kalıyordum. Âmâ
bir annem vardı ve benden başka hizmet edecek kimsesi yoktu. Bir akşam hocamdan,
annemin yanına gitmek için izin istedim. Bana izin verdi ve; "Bu gece, sana
hayret verici bir iş olacak. Sakın ondan korkma." buyurdu. Yolda giderken birden
semâ tarafından bir ses duydum. Başımı kaldırdım, baktığımda, zincir şeklinde
bir nûr vardı. Bu nûr sırtıma dokundu. Sırtımda soğukluğunu hissettim. Sonra
hocamın yanına dönerek, olup biteni anlattım. Hocam; "Elhamdülillah!" dedi ve
beni alnımdan öptü. Sonra; "Yavrum, senin üzerindeki nîmet tamâm oldu. Bu nûr
silsilesinin ne olduğunu biliyor musun?" buyurdu. Ben "Hayır!" cevâbını verdim.
Bunun üzerine; "Bu nurdan zincir, Resûlullah efendimizin sünnetidir." buyurdu.
Bu hâdiseden sonra hocam, daha önce bana yasakladığı hâllerle ilgili hususta
konuşmama izin verdi."
İbrâhim bin Ebû Tâhir
Betâihî şöyle anlatır: "Babam Şam'da vefât ettiği zaman, talebeleri bana; "Sen,
Seyyid Ahmed hazretlerinden icâzet, diploma getirmeden babanın yerine
geçemezsin." dediler. Bunun üzerine, Seyyid Ahmed'den icâzet almak için Betâih'e
gitmek üzere yola çıktım. Bâlis, yolumun üzerindeydi. Bâlis'e geldiğimde, Ebû
Bekr bin Kavvâm'ı ziyâret ettim. Bana izzet ve ikrâmda bulundu ve nereden
geldiğimi ve niçin Betâih'e gideceğimi sordu. Sonra; "Oradaki Seyyid Ahmed'den
icâzeti kolayca alırsın." dedi. Ben tekrar yola koyuldum. Betâih'e vardığım
zaman, Seyyid Ahmed'in huzûruna çıktım. Durumu anlattım. Bana zorluk çıkarmadan,
icâzetnâme ile bir de seccâde verdi. Şam'a geri dönerken, yolda kalbim İbn-i
Kavvâm'ın sevgisi ile doldu. Kendi kendime; "Gidip Ebû Bekr bin Kavvâm'a talebe
olayım." diye düşünerek, icâzetnâmemi nehire attım ve doğruca onun dergâhına
çıktım. Bir süre dersini dinledim. Bir ara bana dönerek; "Yâ İbrâhim, sen benim
talebemsin." Buyurdu. Orada bulunanlar sebebini sordular. O da; "Yüzüne bakın."
Deyince, hepsi benim yüzüme baktılar. "Ne görüyorsunuz?" diye sorunca; "İki
gözünün arasında hilâlden bir nûr görüyoruz." dediler. Bunun üzerine o; "O nûr,
benim talebelerimin işâretidir." buyurdu. Bundan sonra ona bağlı bir talebe
oldum ve ondan ders aldım.
Mısır'da yetişen büyük
velîlerden Seyyid İbrâhim Desûkî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerine;
Hoca hakkı soruldukta; "Talebe, hocasından müsâade almadan konuşmamalıdır. Eğer
hocası orada hazır değilse, manevî olarak ondan izin istemelidir. Zîrâ her
bakımdan rehberi olan hocası, talebesinin bu gibi şeylere riâyet ettiğini
gördüğünde onu çok sever, kısa zamanda hedefe ulaştırır." buyurdu.
Bir talebesi kendisinden
nasîhat istedi. O zaman; "Uygun olmayan yerlere gitmekten çok sakın, oralara
girip çıkanlara da dikkat et. Müslüman kardeşinden yersiz bir şey görürsen, ona
iyi muâmele etmeye gayret et, iyi geçin. Onun durumuna düşmekten pek sakın.
Senin en iyi, en yakın dostun; özü, sözü doğru olandır. O böyle kaldığı
müddetçe, onu koru." buyurdular.
"Allahü teâlâya muhabbet
edip, muhabbete vesîle olursan, yerdekiler ve göktekiler de sana muhabbet eder.
Allahü teâlâya itâat et ki, yerdekiler ve göktekiler de sana muhabbet etsin.
Allahü teâlâya itâat et ki, insanlar ve cinler de sana itâat etsin. Cenab-ı
Hakk'a muhabbet ve itâat edene, Allahü teâlâ ikrâmlarda, ihsânlarda bulunur.
Denizler onun için donup, sular ona yol olur. Hava emrine âmâde olur." buyurdu.
Ömrünün sonlarına doğru,
talebelerinin büyüklerinden birine; "Ezher Câmiinde ders vermekle meşgûl bulunan
kardeşim Mûsâ Desûkî'ye git. Selâmımı söyle ve zâhirinden önce bâtınını, kalbini
temizlesin. Gurûr, kibir, hased, ucb gibi bütün kötü huylardan kalbini muhafaza
etsin." buyurdu. Talebe derhâl yola çıkıp, hocasının emrini kardeşine ulaştırdı.
Kardeşi o anda ders veriyordu. Dersini yarıda bırakıp, süratle İbrâhim Desûkî
hazretlerine gitti. Fakat ağabeyinin, seccade üzerinde Allahü teâlânın rahmetine
kavuştuğunu gördü.
Seyyid İbrâhim Burhâneddîn
Desûkî hazretleri, talebesi olmak isteyen birine; "Ey oğlum, tövbe etmek
istersen, bu hususta lâübâli olma. Tövbeyi oyuncak sanma, yalnız dil ile "Tövbe
ettim yâ Rabbî!" demek yetmez, hem dil ile tövbe etmeli, hem de haramları ve
yasak olan şeyleri yapmamalıdır. Tövbe nasıl olur bilir misin? Kulun, kalbini
Allah'dan başka bir şey ile meşgûl etmemesi, tövbe etmesi ile olur. Bu hâsıl
olursa, tövbe makbuldür." buyurdu.
"Ey talebelerim! Bizim
yolumuzun esâsı, zarûrî olan ile yetinmektir. Sonsuz saâdeti arzu ediyorsanız,
Allahü teâlâdan başkasına muhtac olmamayı beğeniniz.
Yine talebelerine; "Hak
teâlâ neyi emir buyurmuşsa onu işlemenizi, neden nehy etmişse yasak etmişse
ondan kaçınmanızı istiyorum."
"İlim, kulluğun gerçek
mânâsını anlamak ve Hakk'a tam kulluk etmek içindir."
"Gıybet; yalancıların
meyvesi, fâsıkların ziyâfeti, kadınların sakızıdır." buyurdu.
Seyyid İbrâhim Burhâneddîn
Desûkî hazretleri son günlerinde talebelerine; "Ey evlatlarım! Ömrünüz her
geçen gün azalmakta, eceliniz yaklaşmaktadır. Bir gün bu üzerinde yaşadığınız
dünyâ dürülecek, kıyâmet kopacaktır. Hergün amel defterinizi hayırlı işlerle
doldurmaya bakınız. Böyle yapanlara müjdeler olsun. Amel defterlerini,
yasaklardan kaçmayarak günahlarla dolduranlara da yazıklar olsun. Vakitlerinizi
isrâf etmeyiniz. Zamanlarınızı boşa geçirmeyip değerlendiriniz. Yoksa pişmân
olursunuz. Duânızın kabûl olmasını istiyorsanız, helâlden yiyiniz ve müslüman
kardeşlerinizin hakkında yersiz söz etmekten dilinizi tutunuz." nasîhati oldu.
Hindistan'da yetişen en
büyük velî, âlim müceddid ve müctehid İmâm-ı Rabbânî (rahmetullahi teâlâ
aleyh) hazretlerinin akrabâlarından biri şöyle anlatmıştır: "Ben, İmâm-ı Rabbânî
hazretlerinin talebelerinden olmayı arzu ediyordum. Fakat çeşitli mâniler
sebebiyle, bir türlü hizmetine girmek nasîb olmamıştı. Bir gece karar verip;
"Yarın gidip hâlimi arzedip, beni de talebeleri arasına kabûl etmesini
isteyeyim" diye düşündüm. O gece rüyâmda kendimi derin bir deniz kenarında
gördüm. İmâm-ı Rabbânî hazretleri ise karşı sâhildeydi. Huzûruna kavuşmak
istiyordum. Bana; "Çabuk gel, çabuk gel! Geç kaldın." buyurdu. Bu sözlerini
işitince kalbim zikretmeye başladı. Uykudan uyandım, kalbim artık zikrediyordu.
"İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin yolu böyledir. Daha ben sohbette bulunmadan kalbim
zikre başladı. Ya bir de sohbetinde bulunsam nasıl olur?" dedim. Sabahleyin
İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin huzûruna gidip, gördüğüm rüyâyı bana olan teveccüh
ve tasarruflarını anlatarak hâlimi arzettim. Kalbimin zikretmeye başladığını
söyledim. Bana; "Yolumuz tam budur. Buna devâm et" buyurdular."
Büyük velîlerden İzzeddîn
Türkmânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) bir zaman talebelerine; "Hak yolun
yolcusu olmak isteyen, kalbiyle hocasına bağlanmalı. Hocası ve derviş
arkadaşlarından başkasıyla konuşmamalı, hallerini hocasından başkasına
anlatmamalı." buyurdular.
Anadolu'da yetişen büyük
velîlerden İsmâil Hakkı Bursevî (rahmetullahi teâlâ aleyh) şöyle
buyurdular: "Mâlûm ola ki, Muhammed aleyhisselâmın yoluna girene farz olan,
Allahü teâlâdan başka olan şeyleri kalbinden çıkarmaktır. Meselâ; bir kimse bir
iş için sefere çıktığında, önce vatanını, hısım ve akrabâsını terk edip yola
devâm eder. Eğer kalbinde vatanının, hısım ve akrabâsının sevgisi var ve fazla
ise sefere rahat rahat gidemez. Belki yola da çıkamaz. Bir peygamber gazâya
çıkarken, bir işle uğraşan kimseyi gazâya götürmedi. Meşhûr sözdür ki; "Bir evde
iki sarıklı olmaz!" Çünkü herbiri bir tarafa çeker. Evin huzûrunun bozulmasına
sebeb olur. Nefs ve şeytan kalbe vesvese verince, insanın zâhiri de bozulur ve
kötü işler yapmaya başlar. Namazın fâidesine inancı az olan kimse, kaç rekat
kıldığını şaşırır. Ekseriyâ dînî meselelerde yanılır. Çünkü kalbi elinde
değildir. Böyle kimselerin zâhirleri de harabdır. Onun için sûretten hakîkate
istidlâl et. Arkadaşlarından ayrılma, yoksa yolda kalırsın veya dalâlete
saparsın! Topluluktan ayrılan helâk olur. Tek olarak yola çıkma. Çünkü şeytan
arkadaşın olur. Yolun başlangıcında olanlar âmâ gibidir önünü göremez. Her an
bir tehlike ile karşı karşıyadır. Kendisine yol gösterecek birine ihtiyâcı
olduğu gibi, tasavvuf yoluna yeni girenin de yol göstericiye o kadar ihtiyâcı
vardır.
Kâmil bir hocanın elinde
terbiye olunan bir insan, kısa bir süre içerisinde maksadına kavuşur. Bunun
misâli dağlardaki meyvalar ile bahçelerdeki meyvalardır. Yâni dağlardaki
ağaçların meyvaları terbiye ve bakım görmedikleri için geç olgunlaşır ve tatlı
olmazlar. Fakat bostanlarda bahçıvanların bakımıyla yetişen ağaçların meyvaları
hem kısa zamanda olgunlaşır hem de çok lezzetli olur." |
|