SOHBET - 7
Tâbiîn devrinde Kûfe’de
yetişen büyük âlim ve velîlerden Rebî bin Haysem (rahmetullahi teâlâ
aleyh) buyurdular ki: “Dünyâ ehlinden bir kimsenin hüznü, müslümanın hüznünden
daha fazla olamaz. Çünkü mümin, hayatta lâzım olacak nafakasını kazanmak
hususunda, dünyâ ehlinin çektiği hüzün ve meşakkatlara katlanmaktadır. Bir de
onun, dünyâ ehlinden fazla olarak âhiretini kazanmak hüzün ve kederi vardır.”
Tâbiînden velî ve büyük bir
fakîh (İslâm Hukûku âlimi) Recâ bin Hayve (rahmetullahi teâlâ aleyh)
buyurdular ki: “İslâm, insanı îmân nîmetiyle süsler. İnsanın; îmânını,
takvâsıyla; takvâsını, ilmiyle; ilmini, hilmi, yumuşaklığı ile; hilmini de rıfk,
tatlılık ile süslemesi ne kadar güzeldir.”
Recâ bin Hayve hazretleri,
bir gün Abdülmelik bin Mervân’ın yanında bulunuyordu. Orada, birisinden kötü bir
şekilde bahsedildi. Abdülmelik; “Vallahi! Allahü teâlâ nasîb ederse, elime
geçtiğinde, ben ona yapacağımı biliyorum” dedi. Bir gün o şahsı yakalamış, ona
cezâ vermek üzere kalkmıştı. Bu sırada, orada bulunan Recâ bin Hayve; “Ey
müminlerin emîri! Allahü teâlâ, sana istediğin şeyi nasîb etti (Sen böyle arzu
etmiştin. Allahü teâlâ da sana, istediğin gibi fırsatı verdi). Öyleyse, sen de
Allahü teâlânın sevdiği bir şey olan, affı yap. Bu söz üzerine, Halîfe
Abdülmelik bin Mervân, o şahsı hemen affetti ve ona ihsânlarda bulundu.
Bağdât velîlerinden
Rüveym bin Ahmed (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Sırrını muhâfaza
etmek, kalbini kötülüklerden korumak ve farzları edâ etmek, Allah'a yakın
olanların vasıflarındandır."
"Üns; Allahü teâlâdan başka
her şeyden uzaklaşıp, Allahü teâlâ ile olmaktır."
Hindistan'ın büyük
velîlerinden Şeyh Sadreddîn bin Behâeddîn Zekeriyyâ (rahmetullahi teâlâ
aleyh) hazretlerinin güzel sözlerini talebelerinden Hâce Ziyâüddîn Künûz-ül-Fevâid
adlı eserinde topladı. Şeyh hazretleri bu eserde talebelerinden birine şöyle
vasiyet ettiği yazılıdır: "Peygamber efendimizin bildirdiği hadîs-i kudsîde
buyruldu ki: "Lâ ilâhe illallah kal'amdır. Bunu okuyan, kal'ama girmiş olur.
Kal'ama giren de, azâbımdan kurtulur." Kal'aya girmek üç türlüdür. Zâhir, bâtın
ve hakîkat ile girmek. Zâhir kal'asına giren, havf ve recâ ile Allahü teâlânın
gadabından korkup, rahmetini umarak Allah'tan başkasını yok etmelidir. Zîrâ
bütün âlem, düşman veya dost olsa, Allahü teâlânın hükmü, irâdesi olmadan hiçbir
kimse, hiçbir fayda ve zarar, iyilik ve kötülük yapamaz. Nitekim, Allahü teâlâ,
En'âm sûresi on yedinci âyet-i kerîmesinde meâlen; "Eğer Allah sana bir belâ,
dert dokundurursa, onu O'ndan başka açacak (giderecek) kimse yoktur. Sana bir
hayır dokundurursa (verirse), onu devâm ettirmeye ve her şeye O kâdirdir"
buyurdular.
Bâtınî kal'a ise, ölümden
önce bu fânî sarayda (dünyâda olan her şey), devamlı ve bâkî değildir ve yokluk
kalemi onun üzerinden geçmiştir. Nitekim Hak teâlâ, er-Rahmân sûresi 26. âyet-i
kerîmesinde meâlen; "Yeryüzünde olan her şey fânîdir" buyurdu. O hâlde dünyâdaki
şeylerin varlığına ve yokluğuna bakmamalı, bâtınına, özüne bakmalıdır.
Hakîkat kal'ası şudur ki:
Cennet isteği, Cehennem korkusu kalbe gelmemeli, Hak'tan başkasına kalbde yer
vermemelidir. Nitekim Kamer sûresi 54 ve 55. âyet-i kerîmelerde meâlen;
"Şüphesiz takvâ sâhipleri Cennetlerde aydınlıklar içindedirler. Rızâ gösterilen
bir yerde... Kudretine nihâyet olmayan bir Melik'in (her şeye hâkim bulunan
Allahü teâlânın) huzûrundadırlar" buyruldu. Oraya kavuşunca, Cennet
kendiliğinden kazanılmış olur. Cehennem ondan kaçar.
Tâbiîn devrinde Kûfe'de
yetişen müctehid imamların büyüklerinden Saîd bin Cübeyr (rahmetullahi
teâlâ aleyh) hazretlerinin bildirdiği hadîs-i şerîflerden bâzıları: "Ağızlarınız
Kur'ân-ı kerîm'in yollarıdır. Onları misvak ile temizleyiniz."
"Müslüman bir kadın,
hamileliği boyunca, doğum yaptığı esnada ve çocuğunu emzirdiği sürece, Allah
yolunda cihad edenler gibidir. Bu esnâda vefât ederse şehîd sevâbı alır."
Tâbiîn devrinde Medîne'de
yetişen yedi büyük âlimden biri olan Saîd bin Müseyyib (rahmetullahi
teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Hangi şerif, hangi âlim, hangi fâzıl olursa olsun,
mutlaka bir aybı vardır. Ama öyleleri vardır ki, ayıplarını anlatmak doğru
olmaz. Bir kimsenin fazilet tarafı, eksik tarafından çok olursa, eksiği fazileti
için bağışlanır."
Büyük velîlerden Sehl bin
Abdullah Tüsterî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Eğer Mûsâ ve Îsâ
aleyhimesselâmın ümmetinde, İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe gibi bir zât bulunsaydı,
bunlar yahûdîliğe ve hıristiyanlığa dönmezdi."
Yine buyurdular ki: "Allahü
teâlâdan başka yardımcı, Resûlullah efendimizden başka delil, takvâdan başka
azık, sabırdan başka amel yoktur."
"Allahü teâlâ ruhları
yaratıp; "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" kelâmına, evet dediğimi, ayrıca
annemin karnında bulunduğum zamanki hâlimi hatırlıyorum."
Selâhaddîn Uşâkî
(rahmetullahi teâlâ aleyh) ait bir şiir:
Nice bir meyledesin bezm-i
belâya nice bir.
Nakd-i ömrün versin bâd-ı
hevâya nice bir.
Nefsin arzularına uydun
ulaştın ey dil!
Uğradın varta-ı uzmâ-yı
cefâya nice bir.
Çek elin fânî cihândan yürü
insaf eyle gel,
Bu kadar gaflet-ü-rağbet bu
fenâya nice bir.
Şems-i ikbâlin erişmekte
gurûba gözün aç.
Hâb-ı Gaflette sarılmaklık
gıtâya nice bir.
Gelmedin kendine bir ibret
alıp âlemden,
Bu kadar dâiye bî katre-i
mâye nice bir.
Hâb-ı gafletten uyanmaz mı
gözün bîçâre,
İntibah ermedi bir azm-i
bakâya nice bir.
Ey Salâhî yürü sen Hak
kulluğuna meşgûl ol,
Nice bir kul olasın nefsi
hevâya nice bir.
Hindistan'ın büyük
velîlerinden Semnânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) Şihâbüddîn Devletâbâdî'ye
yazdığı bir mektubunda buyurdular ki: "Azîz, olgun ve âlim kardeşim, Kâdı
Şihâbüddîn! Allahü teâlâ kalbinizi yakîn nûrları ile ışıklandırsın. Bu derviş
Eşref'in fakîrâne duâları kabûl buyrulsun. Bâzı sözleri ihtivâ eden mektubunuz
geldi.
Allahü teâlâdan ilâhî bir
inâyet, nihâyetsiz bir himâye ile ve bu büyüklerin iltifât ve teveccühleri ile,
tasavvuf pınarından bir yudum, kalbe âit çeşmelerden bir içim tadan kimseye
müjdeler olsun. Bunu en yüce bir devlet, en yüksek bir saâdet bilmelidir. Zirâ
ezelî bir inâyet, yardım olmazsa, bu şerefe kavuşulamaz. Bu, Allahü teâlânın
büyük bir ihsânıdır. Bu bir yudumun derecesi, İmâm-ı Gazâlî hazretlerinin şu
sözünden bir parça anlaşılabilir. O buyuruyor ki: "Bu ilimden nasîbi olmayanın
âkıbetinin kötü olmasından, yâni îmânsız gitmesinden korkarım. Nasîbin en azı;
hakîkat ehlini tasdîk ve tasavvuf ehlinin büyüklüğünü teslim etmektir." Gizli
şirk denizinin korkunç felâketlerinden kurtulmak, bu akîdenin yardımı olmaksızın
ele geçmez. Çeştiyye büyüklerinin yapageldikleri zikirlere devâm ediniz.
İnşâallah böylece ilerlemek nasîb olur.
Bu mektubumu size getiren
Şeyh Radî'nin, Sultan İbrâhim ile görülecek bir işi vardır. İyi ahlâkınızdan
dolayı ona yardım edeceğinizi ümîd ederiz. "Bir müminin kalbini sevindirmek
deniz gibi, diğer ibâdetler ise damla gibidir" ve "Allah yolunda ayakları
tozlananın cesedini, Allahü teâlâ Cehennem'e haram kılar" müjdeleri gereğince,
elinizden gelen yardımı yapacağınızı ümîd ederiz.
Zaman zaman kıymetli
vakitlerinizi alan baş ağrıtıcı mektuplar yazıyorum, kusûrumu bağışlayınız."
Evliyânın büyüklerinden
Semnûn Muhib (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin ömrü, hep muhabbetten,
sevgiden konuşmak, Allahü teâlânın rızâsını kazanmaya dâvet etmekle geçti.
Sözlerinin tatlılığı gönülleri alır, dinleyenlere ferahlık verir, hayranlık
bırakırdı. Peygamber efendimizin; "Allahü teâlâ refîktir. Yumuşaklığı sever,
sertlik edenlere vermediği şeyleri ve başka hiçbir şeye vermediğini yumuşak
davranana ihsân eder." emrine uyup, öyle hareket ederek yaşadı.
Hindistan'da yetişen büyük
âlim ve velîlerden Senâullah-i Sebnehlî (rahmetullahi teâlâ aleyh)
buyurdular ki: "İmâm-ı Rabbânî Müceddîd-i elf-i sânî hazretlerinin mübârek
sînelerinden, büyükler yolunun feyz ve nûrları, coşkun bir sel misâli öyle
akmakta idi ki, onu sevenlerdeki bütün karartı ve lekeleri, kalbden silip
götürürdü."
Cezâyir'de yetişen, hadîs,
kelâm, mantık ve kırâat âlimi Senûsî (rahmetullahi teâlâ aleyh) vâz ve
nasîhatlerinde hep âlimlerden anlatır, onların sözlerini naklederdi. Kendinden
hiçbir şey söylemezdi. Sohbetleri çok bereketliydi. Vâzlarında herkesin arzu
ettiği öyle güzel meseleleri anlatırdı ki, sohbette bulunan herkes; "Sâdece
benim için konuşuyor. Yalnız benim arzu ettiğim şeyleri anlatıyor." derdi.
Sohbeti o kadar tesirliydi ki, sohbette bulunan herkes murâkabe hâline dalar ve
kendisini âhiret düşüncesi kaplardı. Onun vâz meclisi hiç boş kalmazdı. Herkese
hâline göre konuşur, o kimsenin istidâdı ne ise, o nisbette anlatırdı. Sohbet
olmadığı zaman, dudakları devamlı Allahü teâlânın zikri ile hareket ederdi.
"Hakîkî kulluk; tam bir gönül kırıklığı içinde, boynu bükük olarak ve emirlere
tam itâat edip, yasak edilenlerden kaçınmaktır." buyururdu.
Her hâli İslâmiyete ve
sevgili Peygamberimizin sünnet-i seniyyesine uygun olan, Hindistan'ın büyük
velîlerinden Muhammed Seyfeddîn-i Fârûkî (rahmetullahi teâlâ aleyh)
sohbeti sırasında buyurdular ki: "Sonsuz nîmetlerin sâhibi Allahü teâlâya hamd
olsun. Peygamberlerin efendisine salât ve selâm olsun. Allahü teâlâ hepimizi
dâimâ kendisiyle bulundursun ve mâsivâ ile meşgûl olmaktan bizleri korusun.
Beyt:
Allah sevgisinden başka ne
varsa,
Hepsi câna zehirdir, şeker
dahî olsa.
Allahü teâlâ sonsuz
ihsânıyla kendi rızâsına uygun yaşamamızı nasîb eylesin. Çok eski bir düşman
olan bu alçak dünyâ, ister dostu, ister düşmanı olsun hiç kimseyi kendi hâline
bırakmaz ve hiç kimseye acımaz. En sonunda herkesi aldatarak vefâsızca ebediyyen
terk eder. Akıllı o kimsedir ki, şu birkaç günlük ömründe Allahü teâlâya kulluk
ederek, O'nun vâd ettiği sonsuz saâdet yolunu tutar.
Beyt:
Saâdet topu ortaya kondu,
Topu kapan yok, erlere
n'oldu?
Bütün hareketlerde, yemede,
uyumada, konuşmada, ahkâm-ı İslâmiyyeye tam uymalı, bilhassa bu zamanda,
giyinmede dikkatli olmalıdır. Erkeklere ipek elbise giymek haramdır. Âdet hâlini
almış olan bu tehlikeye düşmemek için çok uyanık olmalıdır. Allahü teâlâdan
başka hiçbir şeyin aslâ kalbinize gelmemesi için zikre çok devâm ediniz. Bu hâle
bu yolun büyükleri "kalbin fâni olması" demişlerdir. |