CİLD       ALFABE       KONU       KABR-İ ŞERİFLER

ALFABE - CİLD                      1.   2.   3.   4.   5.   6.
     
 

SOHBET - 7

Tâbiîn devrinde Kûfe’de yetişen büyük âlim ve velîlerden Rebî bin Haysem (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: “Dünyâ ehlinden bir kimsenin hüznü, müslümanın hüznünden daha fazla olamaz. Çünkü mümin, hayatta lâzım olacak nafakasını kazanmak hususunda, dünyâ ehlinin çektiği hüzün ve meşakkatlara katlanmaktadır. Bir de onun, dünyâ ehlinden fazla olarak âhiretini kazanmak hüzün ve kederi vardır.”

Tâbiînden velî ve büyük bir fakîh (İslâm Hukûku âlimi) Recâ bin Hayve (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: “İslâm, insanı îmân nîmetiyle süsler. İnsanın; îmânını, takvâsıyla; takvâsını, ilmiyle; ilmini, hilmi, yumuşaklığı ile; hilmini de rıfk, tatlılık ile süslemesi ne kadar güzeldir.”

Recâ bin Hayve hazretleri, bir gün Abdülmelik bin Mervân’ın yanında bulunuyordu. Orada, birisinden kötü bir şekilde bahsedildi. Abdülmelik; “Vallahi! Allahü teâlâ nasîb ederse, elime geçtiğinde, ben ona yapacağımı biliyorum” dedi. Bir gün o şahsı yakalamış, ona cezâ vermek üzere kalkmıştı. Bu sırada, orada bulunan Recâ bin Hayve; “Ey müminlerin emîri! Allahü teâlâ, sana istediğin şeyi nasîb etti (Sen böyle arzu etmiştin. Allahü teâlâ da sana, istediğin gibi fırsatı verdi). Öyleyse, sen de Allahü teâlânın sevdiği bir şey olan, affı yap. Bu söz üzerine, Halîfe Abdülmelik bin Mervân, o şahsı hemen affetti ve ona ihsânlarda bulundu.

Bağdât velîlerinden Rüveym bin Ahmed (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Sırrını muhâfaza etmek, kalbini kötülüklerden korumak ve farzları edâ etmek, Allah'a yakın olanların vasıflarındandır."

"Üns; Allahü teâlâdan başka her şeyden uzaklaşıp, Allahü teâlâ ile olmaktır."

Hindistan'ın büyük velîlerinden Şeyh Sadreddîn bin Behâeddîn Zekeriyyâ (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin güzel sözlerini talebelerinden Hâce Ziyâüddîn Künûz-ül-Fevâid adlı eserinde topladı. Şeyh hazretleri bu eserde talebelerinden birine şöyle vasiyet ettiği yazılıdır: "Peygamber efendimizin bildirdiği hadîs-i kudsîde buyruldu ki: "Lâ ilâhe illallah kal'amdır. Bunu okuyan, kal'ama girmiş olur. Kal'ama giren de, azâbımdan kurtulur." Kal'aya girmek üç türlüdür. Zâhir, bâtın ve hakîkat ile girmek. Zâhir kal'asına giren, havf ve recâ ile Allahü teâlânın gadabından korkup, rahmetini umarak Allah'tan başkasını yok etmelidir. Zîrâ bütün âlem, düşman veya dost olsa, Allahü teâlânın hükmü, irâdesi olmadan hiçbir kimse, hiçbir fayda ve zarar, iyilik ve kötülük yapamaz. Nitekim, Allahü teâlâ, En'âm sûresi on yedinci âyet-i kerîmesinde meâlen; "Eğer Allah sana bir belâ, dert dokundurursa, onu O'ndan başka açacak (giderecek) kimse yoktur. Sana bir hayır dokundurursa (verirse), onu devâm ettirmeye ve her şeye O kâdirdir" buyurdular.

Bâtınî kal'a ise, ölümden önce bu fânî sarayda (dünyâda olan her şey), devamlı ve bâkî değildir ve yokluk kalemi onun üzerinden geçmiştir. Nitekim Hak teâlâ, er-Rahmân sûresi 26. âyet-i kerîmesinde meâlen; "Yeryüzünde olan her şey fânîdir" buyurdu. O hâlde dünyâdaki şeylerin varlığına ve yokluğuna bakmamalı, bâtınına, özüne bakmalıdır.

Hakîkat kal'ası şudur ki: Cennet isteği, Cehennem korkusu kalbe gelmemeli, Hak'tan başkasına kalbde yer vermemelidir. Nitekim Kamer sûresi 54 ve 55. âyet-i kerîmelerde meâlen; "Şüphesiz takvâ sâhipleri Cennetlerde aydınlıklar içindedirler. Rızâ gösterilen bir yerde... Kudretine nihâyet olmayan bir Melik'in (her şeye hâkim bulunan Allahü teâlânın) huzûrundadırlar" buyruldu. Oraya kavuşunca, Cennet kendiliğinden kazanılmış olur. Cehennem ondan kaçar.

Tâbiîn devrinde Kûfe'de yetişen müctehid imamların büyüklerinden Saîd bin Cübeyr (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin bildirdiği hadîs-i şerîflerden bâzıları: "Ağızlarınız Kur'ân-ı kerîm'in yollarıdır. Onları misvak ile temizleyiniz."

"Müslüman bir kadın, hamileliği boyunca, doğum yaptığı esnada ve çocuğunu emzirdiği sürece, Allah yolunda cihad edenler gibidir. Bu esnâda vefât ederse şehîd sevâbı alır."

Tâbiîn devrinde Medîne'de yetişen yedi büyük âlimden biri olan Saîd bin Müseyyib (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Hangi şerif, hangi âlim, hangi fâzıl olursa olsun, mutlaka bir aybı vardır. Ama öyleleri vardır ki, ayıplarını anlatmak doğru olmaz. Bir kimsenin fazilet tarafı, eksik tarafından çok olursa, eksiği fazileti için bağışlanır."

Büyük velîlerden Sehl bin Abdullah Tüsterî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Eğer Mûsâ ve Îsâ aleyhimesselâmın ümmetinde, İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe gibi bir zât bulunsaydı, bunlar yahûdîliğe ve hıristiyanlığa dönmezdi."

Yine buyurdular ki: "Allahü teâlâdan başka yardımcı, Resûlullah efendimizden başka delil, takvâdan başka azık, sabırdan başka amel yoktur."

"Allahü teâlâ ruhları yaratıp; "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" kelâmına, evet dediğimi, ayrıca annemin karnında bulunduğum zamanki hâlimi hatırlıyorum."

Selâhaddîn Uşâkî (rahmetullahi teâlâ aleyh) ait bir şiir:

 

Nice bir meyledesin bezm-i belâya nice bir.

 Nakd-i ömrün versin bâd-ı hevâya nice bir.

 

Nefsin arzularına uydun ulaştın ey dil!

Uğradın varta-ı uzmâ-yı cefâya nice bir.

 

Çek elin fânî cihândan yürü insaf eyle gel,

Bu kadar gaflet-ü-rağbet bu fenâya nice bir.

 

Şems-i ikbâlin erişmekte gurûba gözün aç.

Hâb-ı Gaflette sarılmaklık gıtâya nice bir.

 

Gelmedin kendine bir ibret alıp âlemden,

Bu kadar dâiye bî katre-i mâye nice bir.

 

Hâb-ı gafletten uyanmaz mı gözün bîçâre,

İntibah ermedi bir azm-i bakâya nice bir.

 

Ey Salâhî yürü sen Hak kulluğuna meşgûl ol,

Nice bir kul olasın nefsi hevâya nice bir.

 

Hindistan'ın büyük velîlerinden Semnânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) Şihâbüddîn Devletâbâdî'ye yazdığı bir mektubunda buyurdular ki: "Azîz, olgun ve âlim kardeşim, Kâdı Şihâbüddîn! Allahü teâlâ kalbinizi yakîn nûrları ile ışıklandırsın. Bu derviş Eşref'in fakîrâne duâları kabûl buyrulsun. Bâzı sözleri ihtivâ eden mektubunuz geldi.

Allahü teâlâdan ilâhî bir inâyet, nihâyetsiz bir himâye ile ve bu büyüklerin iltifât ve teveccühleri ile, tasavvuf pınarından bir yudum, kalbe âit çeşmelerden bir içim tadan kimseye müjdeler olsun. Bunu en yüce bir devlet, en yüksek bir saâdet bilmelidir. Zirâ ezelî bir inâyet, yardım olmazsa, bu şerefe kavuşulamaz. Bu, Allahü teâlânın büyük bir ihsânıdır. Bu bir yudumun derecesi, İmâm-ı Gazâlî hazretlerinin şu sözünden bir parça anlaşılabilir. O buyuruyor ki: "Bu ilimden nasîbi olmayanın âkıbetinin kötü olmasından, yâni îmânsız gitmesinden korkarım. Nasîbin en azı; hakîkat ehlini tasdîk ve tasavvuf ehlinin büyüklüğünü teslim etmektir." Gizli şirk denizinin korkunç felâketlerinden kurtulmak, bu akîdenin yardımı olmaksızın ele geçmez. Çeştiyye büyüklerinin yapageldikleri zikirlere devâm ediniz. İnşâallah böylece ilerlemek nasîb olur.

Bu mektubumu size getiren Şeyh Radî'nin, Sultan İbrâhim ile görülecek bir işi vardır. İyi ahlâkınızdan dolayı ona yardım edeceğinizi ümîd ederiz. "Bir müminin kalbini sevindirmek deniz gibi, diğer ibâdetler ise damla gibidir" ve "Allah yolunda ayakları tozlananın cesedini, Allahü teâlâ Cehennem'e haram kılar" müjdeleri gereğince, elinizden gelen yardımı yapacağınızı ümîd ederiz.

Zaman zaman kıymetli vakitlerinizi alan baş ağrıtıcı mektuplar yazıyorum, kusûrumu bağışlayınız."

Evliyânın büyüklerinden Semnûn Muhib (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin ömrü, hep muhabbetten, sevgiden konuşmak, Allahü teâlânın rızâsını kazanmaya dâvet etmekle geçti. Sözlerinin tatlılığı gönülleri alır, dinleyenlere ferahlık verir, hayranlık bırakırdı. Peygamber efendimizin; "Allahü teâlâ refîktir. Yumuşaklığı sever, sertlik edenlere vermediği şeyleri ve başka hiçbir şeye vermediğini yumuşak davranana ihsân eder." emrine uyup, öyle hareket ederek yaşadı.

Hindistan'da yetişen büyük âlim ve velîlerden Senâullah-i Sebnehlî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "İmâm-ı Rabbânî Müceddîd-i elf-i sânî hazretlerinin mübârek sînelerinden, büyükler yolunun feyz ve nûrları, coşkun bir sel misâli öyle akmakta idi ki, onu sevenlerdeki bütün karartı ve lekeleri, kalbden silip götürürdü."

Cezâyir'de yetişen, hadîs, kelâm, mantık ve kırâat âlimi Senûsî (rahmetullahi teâlâ aleyh) vâz ve nasîhatlerinde hep âlimlerden anlatır, onların sözlerini naklederdi. Kendinden hiçbir şey söylemezdi. Sohbetleri çok bereketliydi. Vâzlarında herkesin arzu ettiği öyle güzel meseleleri anlatırdı ki, sohbette bulunan herkes; "Sâdece benim için konuşuyor. Yalnız benim arzu ettiğim şeyleri anlatıyor." derdi. Sohbeti o kadar tesirliydi ki, sohbette bulunan herkes murâkabe hâline dalar ve kendisini âhiret düşüncesi kaplardı. Onun vâz meclisi hiç boş kalmazdı. Herkese hâline göre konuşur, o kimsenin istidâdı ne ise, o nisbette anlatırdı. Sohbet olmadığı zaman, dudakları devamlı Allahü teâlânın zikri ile hareket ederdi. "Hakîkî kulluk; tam bir gönül kırıklığı içinde, boynu bükük olarak ve emirlere tam itâat edip, yasak edilenlerden kaçınmaktır." buyururdu.

Her hâli İslâmiyete ve sevgili Peygamberimizin sünnet-i seniyyesine uygun olan, Hindistan'ın büyük velîlerinden Muhammed Seyfeddîn-i Fârûkî (rahmetullahi teâlâ aleyh) sohbeti sırasında buyurdular ki: "Sonsuz nîmetlerin sâhibi Allahü teâlâya hamd olsun. Peygamberlerin efendisine salât ve selâm olsun. Allahü teâlâ hepimizi dâimâ kendisiyle bulundursun ve mâsivâ ile meşgûl olmaktan bizleri korusun.

Beyt:

Allah sevgisinden başka ne varsa,

Hepsi câna zehirdir, şeker dahî olsa.

 

Allahü teâlâ sonsuz ihsânıyla kendi rızâsına uygun yaşamamızı nasîb eylesin. Çok eski bir düşman olan bu alçak dünyâ, ister dostu, ister düşmanı olsun hiç kimseyi kendi hâline bırakmaz ve hiç kimseye acımaz. En sonunda herkesi aldatarak vefâsızca ebediyyen terk eder. Akıllı o kimsedir ki, şu birkaç günlük ömründe Allahü teâlâya kulluk ederek, O'nun vâd ettiği sonsuz saâdet yolunu tutar.

Beyt:

Saâdet topu ortaya kondu,

Topu kapan yok, erlere n'oldu?

 

Bütün hareketlerde, yemede, uyumada, konuşmada, ahkâm-ı İslâmiyyeye tam uymalı, bilhassa bu zamanda, giyinmede dikkatli olmalıdır. Erkeklere ipek elbise giymek haramdır. Âdet hâlini almış olan bu tehlikeye düşmemek için çok uyanık olmalıdır. Allahü teâlâdan başka hiçbir şeyin aslâ kalbinize gelmemesi için zikre çok devâm ediniz. Bu hâle bu yolun büyükleri "kalbin fâni olması" demişlerdir.