SABIR –
ŞÜKÜR - 1
Şam'da yetişen büyük
velîlerden Ebû Süleymân Dârânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki:
"En zor, ama en makbûl şey sabırdır. Sabır, iki kısımdır. Birincisi, Allahü
teâlânın yapmamızı emrettiği, fakat nefsimizin istemediği ibâdetleri yapmaya
devâm etmekte sabretmek, ikincisi ise, Allahü teâlânın yapmamızı yasak ettiği,
fakat nefsimizin hoşuna giden şeyleri yapmamaya devâm etmekteki sabırdır."
Büyük velîlerden Ebü'l-Hayr
el-Akta (rahmetullahi teâlâ aleyh) bir zaman talebelerine şöyle anlattı:
"Sakın Allahü teâlâdan sabır istemeyin. Lütfunu isteyin. Lütuf, sabır acılığını
tatmaktan iyidir. Çünkü sabır, bizim gibilere güç gelir." Bundan sonra hazret-i
Zekeriyyâ'nın kıssasını anlattı: "Zekeriyyâ aleyhisselâm yahûdîlerden kaçarken,
bir ağacın yanından geçti. Ağaç dile gelip, gel yâ Zekeriyyâ dedi. Zekeriyyâ
aleyhisselâm ağaca yaklaştı. Ağaç açıldı, içine saklandı. Sonra ağaç, onu arayan
düşmanlar geçerken dile gelerek, hazret-i Zekeriyyâ'nın kendi içinde saklı
olduğunu söyledi. Birisi gelip ağaca bakınca; "İşte Zekeriyyâ buradadır." dedi.
Testereyi çıkarıp ağaçla birlikte onu da biçtiler. Testere, hazret-i
Zekeriyyâ'nın başına geldiği zaman bir defâ; "Ah!" dedi. Bunun üzerine Hak teâlâ
ona; "Bir defâ ah dedin. Eğer ikinci defâ ah deseydin, izzetim ve celâlim hakkı
için seni Peygamberlik dîvânından silerdim." diye vahy gönderdi. Zekeriyyâ
aleyhisselâm hâline sabretti. Testereyle vücûdunu ikiye böldüler." buyurdular.
Evliyânın büyüklerinden
Abdullah bin Muhammed Mürteiş (rahmetulahi teâlâ aleyh) buyurdular ki:
"Bütün işlerin netîcesinin sıhhatli ve faydalı olabilmesi için iki şart vardır:
Sabır ve ihlâs."
Evliyânın büyüklerinden
Abdullah Harrâz (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Sabrın alâmeti
şikâyeti terk, musîbet ve sıkıntıları gizlemektir."
Abdülazîz Bekkine
(rahmetullahi teâlâ aleyh) bir gece, sohbetinde talebelerine dedi ki: "Bir gün
gelir danışacak hocalarınız da bulunmaz. Öyle bir günde seçeceğiniz insanda
arayacağınız vasıf nedir?"
Orada bulunanlar değişik
şeyler söylediler. Fakat bu cevapları yeterli bulmayan Abdülazîz Bekkine şöyle
söyledi: "O kimsenin sabrını kontrol edersiniz. İnsanlarda riyânın
karışamıyacağı, anlaşılabilir tek vasıf sabırdır. Sabır musîbet geldiği an (ilk
anda) hiç şikâyet edilmeden sîneye çekebilme hâlidir. Şâyet o kimse ilk anda
feverân eder de sonra sîneye çekerse, ona sabırlı değil tahammüllü insan denir."
Evliyânın büyüklerinden Gavs-ül-âzam
Seyyid Abdülkâdir Geylânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) çok sabırlı idi.
Talebelerinin suallerini kızmadan cevaplandırır, dersi geç anlayanlara sabırla
anlatırdı. Ubey isminde, anlatılanları zor kavrayan bir talebe vardı. Bir gün
ders sırasında İbn-üs-Semhal isminde bir zât gelmişti. Abdülkâdir Geylânî
hazretlerinin onun dersi geç anlamasına karşı gösterdiği tahammüle hayran kaldı.
O talebe dersini alıp çıktıktan sonra, gösterdiği sabra hayret ettiğini
söyleyince, Abdülkâdir Geylânî hazretleri; "Bir hafta daha yorulacağım, ondan
sonra vefât edeceğim." buyurdu. Dediği gibi bir hafta sonunda vefât etti.
Abdülkâdir Geylânî
hazretleri, sabır ve tahammüllerin karşılıksız kalmayacağına dâir buyurdular ki:
"Halinizden şikâyette bulunmayın. Sabredin, feryad etmeyin. Doğruluk üzere devâm
edin. İsteyin, istemekte bıkkınlık göstermeyin. İçinde bulunduğunuz istenmeyen
hâllerden dolayı ümitsizliğe düşmeyin. Dâimâ ümitli olun. Birbirinize düşman
değil, kardeş olun. Birbirinize buğz etmeyin.
Allahü teâlâya, rızâsı için
yapılan sabırlar ve tahammüller, aslâ karşılıksız kalmaz. Onun için bir ân olsun
sabrediniz, mutlaka, senelerce bu sabrın mükâfâtını görürsünüz. Ömrü boyunca
kahraman lakabıyla meşhûr olan, bu lakabı, bir ânlık cesâreti netîcesinde
kazanmıştır. Allahü tealâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen; "Şüphesiz ki, Allah
sabredenlerle berâberdir." buyuruyor (Bekara sûresi: 153)
Evliyânın büyüklerinden
Ahmed bin Hadraveyh (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri buyurdular ki:
"Sabır, fakru zarûrette kalanların azığı, rızâ ise âriflerin mertebesidir."
Ahmed Sârbân
(rahmetullahi teâlâ aleyh)
hazretlerinin, rivâyete göre çok huysuz ve geçimsiz bir hanımı vardı. Efendisini
görmeye gelenlere içeriden; "Siz bu heriften ne meded umuyor ve ne hayır
bekliyorsunuz. Sizin işiniz yok mu?" diyerek bağırırdı.
Birgün Şeyhin talebeleri hem
bu durumu düşünüyor hem de birbirleriyle şöyle konuşuyorlardı. "Acaba nasıl
oluyor da Şeyhimiz böyle bir hanımla yaşayabiliyor, bir arada geçinebiliyor?"
Onların bu düşüncelerini anlıyan Şeyh hazretleri şu cevâbı verdi: "Dostlarım!
Mesele sizin zannettiğiniz gibi değildir. Benim böyle bir kadına tahammül etmem,
nefsânî bir hevesten değildir. Bu bizim talebelerimize verdiğimiz bir derstir.
Maksat, çirkin huylu insanlarla da iyi geçinmektir. Sizin elinizdeyse nefsinizi
içinizden atın bana öyle gelin. İşte bu kadar."
Ahmed Sârbân hazretleri
ömrünün sonuna kadar o kadının yaptığı eziyetlere katlandı. H.952 yılında vefât
etti. Doğum yeri olan Hayrabolu'da adına yaptırılan türbenin hazîresine
defnedildi.
Ahmed Sârbân hazretlerinin
hanımı, beyinin kıymetini vefâtından sonra anladı. Şeyh hazretlerinin mezar
taşına bir yastık gibi başını koyarak gece-gündüz; "Ah ah! Yazık çok yazık ki,
ben senin kadrini, kıymetini bilemedim." diyerek ağlardı.
Evliyânın büyüklerinden
Ahmed Yekdest Cüryânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) ticâret için Cüryân'dan
Hindistan'a gidiyordu. Yolda çoluk-çocuğunun tâûn hastalığından vefât
ettiklerini haber aldı. Bu acı haberin etkisinde iken kervan eşkıyâ baskınına
uğradı. Şakîler kervandakilerin bütün mallarını aldılar. Ahmed Cüryânî'nin
mallarını aldıktan sonra sol elini bileğinden kestiler. Kendisine bu sebeple
Yekdest, tek elli denildi.
Ahmed Cüryânî bütün bu
sıkıntılara rağmen Rabbini zikrediyor ve sabrediyordu. Kervandakiler ondaki bu
hâllere şaşıp; "Çocukların öldü. Malın mülkün gitti. Kolun kesildi. Buna rağmen
sesin çıkmıyor!" dediklerinde, cevâben; "Ey kardeşlerim! Bize gelen bu belâ ve
sıkıntıların Allahü teâlânın takdîri ile olduğunu bilelim. Nitekim Allahü teâlâ
Hadîd sûresi yirmi ikinci âyetinde meâlen bunu bildirmekte ve; "Ne yerde ve ne
de nefislerinizde bir musîbet başa gelmez ki, biz onu yaratmazdan önce, o bir
kitapta (levh-il mahfûz) yazılmış olmasın. Şüphesiz bu, Allah'a göre kolaydır."
buyurmaktadır.
Bu îtibârla dünyânın esâsı
mihnet, sıkıntı üzere kurulmuştur. Sıkıntının ise sabretmekten başka reçetesi,
katlanmaktan başka kurtuluş yolu yoktur. Şu üç sabır çok sevgilidir. Bunlar;
tâatte, hakka kullukta, günah işlememekte, belâ ve mihnet ânında sabırdır."
buyurdu.
Ahmed Yekdest'e bu sabrı
sebebiyle o gece rüyâsında Serhend'e gitmesi tavsiye olundu. Bu mânevî işâret
üzerine Hindistan'ın Serhend şehrine geldi. Orada ikinci bin yılın yenileyicisi
büyük âlim İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin oğlu Muhammed Ma'sûm hazretlerini
tanıyıp ona talebe oldu. On bir sene hocasının yanından ayrılmayıp ona hizmetle
şereflendi. Hocasının sevgi ve iltifâtlarına kavuştu. Sohbetlerinin bereketi ile
tasavvuf yolunun bütün inceliklerini öğrendi. Bundan sonra insanlara doğru yolu
göstermek üzere Mekke'ye gönderildi. Mekke'de otuz dokuz sene bu vazîfeyi
gördükten sonra orada vefât etti.
Tâbiînin meşhurlarından ve
hâdîs âlimlerinden Ahnef bin Kays (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular
ki: "Bir söze sabretmeyen çok söz işitir."
İstanbul'un mânevî fâtihi,
büyük âlim, üstad, hekim ve velî Akşemseddîn (rahmetullahi teâlâ aleyh)
sohbetlerinde ve vâzlarında buyururdu ki: "Kişinin kadrinin ve kıymetinin
varlığı, mihnetlere, belâ ve musîbetlere sıkıntılara sabretmesiyle ortaya çıkar.
Bu mihnet, dünyâlığın olmaması veya eksilmesi, elden çıkması ile olur.
Sabredenlerin, sabırdaki sebatları sebebiyle iyilikleri; yâni sabır, tevekkül,
kanâat ve hilm, yumuşaklık gibi güzel hasletleri artar. Böylece olgunlaşan
insanın kalb aynasındaki kirler, cevherin hâlis hâle getirilmesi gibi
temizlenir. Belâ günlerinde, belâ geldiğinde Eyyûb aleyhisselâmın kulluğu iyi
bir kulluktur.
Meşhûr velîlerden ve akâid
imâmı Amr bin Osman Mekkî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki:
"Sabır, Allahü teâlâya dayanıp sebât etmek ve belâyı gönül hoşluğu ve rahatlığı
ile karşılamaktır."
Büyük velîlerden ve fıkıh
âlimi Ayn-ül-Kudât Hemedânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) bir
talebesine şöyle nasîhat etti: müşkil bir mesele olursa, ehlini buluncaya kadar
sabret. Nefsine uyarak sabrı elden bırakma! Zîrâ nefsin senin en büyük düşmanın
olup, sabretmene mâni olmaya çalışır. Sen her hâlükârda sabrı terketme!
Büyük velîlerden Bişr-i
Hâfî (rahmetullahi teâlâ aleyh) bir sohbetinde buyurdular ki: "Sabır
susmaktır. Susmak sabırdandır. Konuşan, susandan daha fazla verâ sâhibi olamaz.
Şu var ki, âlim kişi bir yerde konuşur bir yerde susar."
"Makâmların en yükseği,
ölünceye kadar fakirliğe sabretmektir."
"Sabır güzeldir. Bu ise,
insanlara şikâyette bulunmamaktır."
Bağdât'ın büyük velîlerinden
Câfer-i Huldî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Dünyâ ve
âhirette iyilik, sabır ile ele geçer."
Evliyânın büyüklerinden
Câfer bin Süleymân Dâbiî (rahmetullahi teâlâ aleyh) Sâbit el-Benânî'den
naklederek buyurdular ki: "Bize ulaştı ki, Allahü teâlâ Cebrâil aleyhisselâma;
"Filan kulumun ağzının tatlılığını al." buyurdu. Cebrâil aleyhisselâm o kulun
ağzının tadını aldı. O kimse şaşkın, mahzûn ve üzüntülü bir hâlde sabretti.
Allahü teâlâ Cebrâil aleyhisselâma buyurdu ki: "Ey Cebrâil! O kulumu imtihân
ettim. Onu sabırlı ve sâdık buldum. Ona fazlasıyla karşılık vereceğim."
Evliyânın büyüklerinden
Cüneyd-i Bağdâdî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri buyurdular ki:
"Sabır, yüzü ekşitmeden, acıyı yudum yudum içine sindirmektir."
Büyük velîlerden Ebû Ali
Dekkâk (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerine, "Sabır nedir?" denildi.
"Sabır, ismi gibidir. (sabır, ilaç olarak kullanılan tadı acı bir ağacın
adıdır.) Sabırlılar dünyâ ve âhiret izzetine konarak necât ve kurtuluşa erdiler.
Çünkü onlar Allahü teâlâdan O'nunla olma şerefine nâil olmuşlardır. Allahü teâlâ
bunun için; "Şüphe yok ki Allah sabredenlerle berâberdir." (Tûr sûresi: 4)
buyurmuştur.
Sabrın târifi ve sınırı
takdire îtirâz etmemektir. Şikâyet yollu olmaksızın başa gelen musîbetleri
açıklamak sabırsızlık olmaz. Allahü teâlâ, Eyyûb aleyhisselâm kıssasında; "Biz
onu sabırlı bulduk, o ne güzel bir kuldur." buyurmuştur. Halbuki O, Eyyûb
aleyhisselâmın; "Başıma bu dert geldi." (Enbiyâ sûresi: 83) dediğini haber
vermiştir. Bu ümmetin zayıfları (ruhsatla, izin verilen şeylerle amel ederek
sıkışık kalmasınlar ve) nefes alsınlar diye Allahü teâlâ, Eyyûb aleyhisselâmın;
"Başıma bu dert geldi." dediğini bildirmiş ve böyle şeyler söylemeyi haram
kılmamıştır." buyurdular.
Evliyânın büyüklerinden
Ebû Muhammed Cerîrî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerine, "Sabır nedir?"
dediler. O; "Kalbin nîmet ve mihneti, sükûnetle bir görmesidir. Zorlanarak
sabretmektense, mihnet yükünün ağırlığını kalbinde hissetmekle berâber
musîbetleri sükûnetle karşılamaktır." diye cevap verdi.
Nişâbur'da yetişen büyük
velîlerden Ebû Muhammed Râzî (rahmetullahi teâlâ aleyh) sohbetlerinde
buyurdular ki: "Sabrın alâmeti, şikâyeti terk edip, musîbeti ve sıkıntıları
gizlemektir."
Büyük velîlerden Ebû
Osman Hîrî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri buyurdular ki: "Sabırlı
kimseler, sıkıntılara katlanmayı huy edinenlerdir."
Büyük velîlerden Ebû
Osman Mağribî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Sabır Allahü
teâlânın emirlerini yerine getirirken sebâtlı olmak. O'ndan gelen musîbetleri
sükûnet içinde ve gönül hoşluğu ile karşılamaktır."
Âlim ve evliyânın
büyüklerinden Hakîm-i Tirmizî (rahmetullahi teâlâ aleyh) Hızır
aleyhisselâmla görüşürdü. Lâkin uzun bir zaman Hızır aleyhisselâmı görememişti.
Bir gün, temiz yeni elbiseler giymiş, sarığını sarmış câmiye giderken bir mesele
yüzünden kendisine kızan bir kadının evinin önünden geçiyordu. Kadın, çocuğunun
kirli elbiselerini yıkamış, leğen de pis su ile dolmuştu. Hakîm-i Tirmizî'yi
evinin önünden geçerken görünce, leğendeki suyu olduğu gibi üzerine attı. Her
tarafı necâset ve idrarlı su ile ıslandı. Bunun üzerine Hakîm-i Tirmizî
hazretleri hiçbir şey söylemediği gibi, başını kaldırıp bakmadı bile. Biraz
sonra Hızır aleyhisselâm geldi ve; "Sen bu hakâret ve kötülüğe katlanıp,
sabredip hiçbir şey söylemediğin için bizi gördün." buyurdu.
Sofiyye-i aliyye denilen
büyük velîlerden Hallâc-ı Mansûr (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerine
"Sabır nedir?" diye sorduklarında; "Sabır odur ki; iki elini ayağını keserler,
onu köprünün üzerine asarlar ve hattâ bundan daha acâib muâmeleler yaparlar da
bir kere âh etmez." buyurdular.
Evliyânın büyüklerinden
Hâris el-Muhâsibî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerine sabrı suâl
ettiler. O da: "Sabır, Allahü teâlâdan gelen her şeyi hoş ve iyi bir şekilde
karşılayıp, heyecan ve ümidsizliğe düşmemek, sıkıntılı ve meşakkatli zamanlarda
dayanıklı ve tahammüllü olmaktır." şeklinde cevap verdiler.
Evliyânın büyüklerinden
Hayr-ün-Nessâc (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Belâlara sabır,
yiğit kişilerin; Allah'tan gelen her şeye rızâ göstermek ise, kerem sâhiplerinin
(evliyânın) ahlâkıdır."
Evliyânın büyüklerinden
İbn-i Atâ (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Sabır, musîbetler
içindeyken bile edebe riâyet etmektir."
Tâbiînin tanınmışlarından ve
evliyânın büyüklerinden Ka'b-ül-Ahbâr (rahmetullahi teâlâ aleyh)
buyurdular ki: "Hanımının eziyet ve sıkıntı vermesine sabreden kimseye, Allahü
teâlâ, Eyyûb aleyhisselâma verilen sevaptan verir."
"İnsanlardan gelen
sıkıntılara sabretmeyen, onlara karşılık vermeyi terk etmeyen kimse sabırlı
sayılmaz." |