CİLD       ALFABE       KONU       KABR-İ ŞERİFLER

ALFABE - CİLD                      1.   2.   3.   4.   5.   6.
     
 

RÜYA - 7

Konya'nın büyük velîlerinden Sadreddîn-i Konevî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri anlatır: 1255 senesi Şevvâl ayının on yedisine rastlayan Cumartesi gecesi, rüyâmda hocam Muhyiddîn-i Arabî hazretlerini gördüm. Aramızdaki uzun konuşmalardan sonra, ona, cenâb-ı Hakk'ın Esmâ-i Hüsnâsı ile ilgili kalbime doğan bilgileri arz ettim. O da; "Çok doğru, pek güzel!" deyince, ona; "Efendim! Hakîkatte güzel olan sizsiniz. Çünkü bu ilimleri bana siz öğrettiniz. Siz olmasaydınız, bu ilimleri bana kim öğretirdi?" dedim. Mübârek ellerini öptüm ve; "Efendim! Bütün mahlûkâtı, her şeyi unutup Allahü teâlâyı dâimî olarak hatırımda tutabilmem için bu fakîre duâ ve himmetlerinizi istirhâm ediyorum." diye yalvardım. O da, benim bu arzuma kavuşacağımı müjdeledi ve uyandım."

Sadreddîn-i Konevî hazretleri, bundan sonra çok büyük mânevî derecelere yükseldiğini, mânevî âlemlerin kendisine seyrettirildiğini, hiçbir zaman Allahü teâlâyı hatırından çıkarmadığını, bir an bile unutmadığını Nefehât isimli eserinde bildirdi.

Sadreddîn-i Konevî hazretleri bir gün, Allahü teâlâya yalvarıp; "Yâ Rabbî! Sana lâyıkı ile ibâdet, kulluk yapamadım ve seni hakkıyla tanıyamadım. Senin lutf ve ihsânına güveniyorum. Cennet'teki makâmımı görmek arzu ediyorum." dedi. O gece bir rüyâ gördü. Rüyâsında kıyâmet kopmuş ve insanlar kabirlerinden kalkıyordu. Bu durumu kendisi şöyle anlatır: "Beni de Rabbimin huzûruna götürdüler. Allahü teâlâ meleklere emredip; "Alın Cennet'e götürün." buyurdu. Beni alıp Cennet'e götürdüler. Orada türlü türlü köşkler ve bahçeler vardı. Onları seyrettim. Bir bahçe vardı ki, onun meyvesi miskti. O esnâda bir elma mikdârı misk almak istedim ve aldım. İşte o esnâda rüyâdan uyandım. Uyandığımda sağ elimde bir avuç misk duruyordu. O miskin kokusu da her tarafı kaplamıştı. Bu miskin kokusu hocam Şeyh Muhyiddîn-i Arabî hazretlerinin bana hediye ettiği hırka-i şerîfe sirâyet etti." buyurdu. Sadreddîn-i Konevî hazretleri vefât ettiklerinde kefenine bu miskten konulmuştur.

Türbesine hizmet edenlerden biri rivâyet etti: "Zamânın devlet erkânından yüksek rütbeli bir subay türbeyi ziyârete geldi. Câmide namazı kıldıktan sonra, Sadreddîn-i Konevî'nin nefsini terbiye etmek için yaptırdığı çilehânesini ziyâret etmek istedi. Kapısını açtık. Yalnız bir kişinin namaz kılabileceği büyüklükteki, feyz, bereket, huzûr ve saâdet mekânı olan çilehâneye girdi. Uzun bir secdeden sonra cenâb-ı Hakk'a yalvarmaya başladı. Daha sonra kabr-i şerîfin yanına Sadreddîn-i Konevî'nin huzûruna gelip, Allahü teâlâya, onu vesîle ederek uzun bir duâ etti. Biz de âmin dedik. Duâ bitince bize dönerek; "Bizler, ellerimizdeki silâhlar ve diğer askerî güçlerimizle, memleketimizin görünürdeki bekçileriyiz. Fakat huzûrunda bulunduğumuz Sadreddîn-i Konevî ve onun emsâli olan büyükler, bu memleketin hakîkî kumandanlarıdır. Allahü teâlânın yardımı ve bunların mânevî destekleri olmadıkça, bizim görünürdeki güç ve kuvvetimizin hiçbir tesiri olamaz. Onun için biz, bir memlekete vardığımız zaman, önce o memleketin mânevî kumandanlarını ziyâret ederiz." dedi.

Konevî Câmiine devamlı gelenlerden biri anlatır: "Sadreddîn-i Konevî'yi iki defâ rüyâmda gördüm. İlk gördüğüm gecenin gündüzünde, bir iş yüzünden birçok kimsenin kalblerini kırmış, onları çok üzmüştüm. Rüyâmda heybetli bir şekilde görünüp bana buyurdu ki: "Kimseyi üzme, kimsenin kalbini kırma, kalb kırmaktan çok sakın." Bu ihtar bana çok tesir etti. Bundan sonra kimsenin kalbini kırmamaya, herkesle iyi geçinmeye çalıştım.

İkinci rüyâm da şöyle oldu: İlk rüyâmdan sonra artık devamlı onun kabrinin bulunduğu câmiye gitmeye başladım. Câminin ve türbenin tâmiratı, bakımı ve temizliği ile uğraşıyordum. Bir gece rüyâmda bana güler yüzle görünüp; "Hizmetlerinden memnunum. Allahü teâlâ bu hizmetlerini karşılıksız bırakmaz." buyurdu. Bu ikinci rüyâdan sonra Sadreddîn-i Konevî'ye karşı sevgi ve muhabbetim daha da arttı. Bütün günümü, câmi ve türbenin işleriyle geçirmeye başladım.

Evliyânın büyüklerinden Safiyyüddîn Erdebilî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri, talebelerinden Mevlânâ Behâüddîn gençliğinde ilim tahsîl ederken, tasavvuf ehline karşı olanlarla arkadaşlık ettiği için onların tesiriyle, tasavvuf ehline karşı îtikâdı, inancı iyi değildi. Onların sünnet-i seniyye üzerine bulunduklarına inanmazdı. Bir ara rüyâsında şöyle gördü: Bir bahçedeki havuzun etrâfında tasavvuf ehli toplanmıştı. Bu esnâda birden "Resûlullah efendimiz geliyor." diye bir ses işitildi. Herkes Peygamber efendimizi karşılamaya hazırlandı. Mevlânâ Behâüddîn bir fırsatını bulup Peygamber efendimize yaklaşıp; "Yâ Resûlallah! Senelerdir içimde bir tereddüdüm var. Bu gördüğünüz çeşit çeşit insandan hangisi hak üzeredir. Her birisi bir sûret ve kılık, kıyâfette gelmiş. Biz onların hangisinin hak üzere olduğunu ayıramıyoruz." dedi. Peygamber efendimiz, orada bulunan bütün toplulukları gözden geçirdi. Bu sırada Safiyyüddîn Erdebilî ve talebelerinden bâzılarını gördü. Mübârek yüzünü Mevlânâ Behâüddîn'e çevirip; "İşte bunlar hak üzere, sünnet ve şerîat üzeredir." buyurdu. Peygamber efendimizden bunları duyunca, tasavvuf ehli hakkındaki îtikâdı düzeldi. Ertesi gün hemen tövbe edip Safiyyüddîn Erdebilî'nin talebelerinin ileri gelenlerinden oldu.

Hindistan'da yetişen büyük âlim ve velîlerden Senâullah-i Sebnehlî (rahmetullahi teâlâ aleyh) bir gece rüyâsında Peygamber efendimizi gördü. Peygamber efendimiz ona, günlük olarak bir rubiyye (Hind lirası) tâyin buyurdu ve ona çok iltifât eyledi. Bu rüyâdan birkaç gün sonra, zenginlerden birisi Senâullah hazretlerine gelip, ihtiyaçlarını karşılamak üzere kendisine her gün bir rubiyye vereceğini söyledi.

Hanefî mezhebi fıkıh âlimlerinin büyüklerinden Serûcî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hakkında şöyle anlatılır: Serûcî hazretleri hacca gittiğinde, Mekke-i mükerremede Allahü teâlâdan bir dilekte bulunmuştu ve bunu da hiç kimseye söylememişti. Bundan bir müddet sonra kendisine bir kimse gelerek dedi ki: "Rüyâmda Resûlullah efendimizi gördüm. Sana, "Yanında (cebinde para olarak) ne varsa hepsini bana ver! Buna alâmet (işâret) istersen o da Mekke-i mükerremede, Allahü teâlâdan şu dilekte bulunmandır" diye söylememi emir buyurdular" dedi. O kimsenin sözlerini hayretle dinleyen Serûcî hazretleri; "Peki." dedi ve derhâl yanında bulunan yüz dînâr altın ve bin gümüşü çıkarıp o kimseye verdi. Sonra da; "Şâyet yanımda bundan daha fazla birşey bulunsaydı. Onu da mutlakâ sana verirdim. Çünkü bu emri Resûlullah efendimizden naklettiğine dâir bildirdiğin işâret mutlaka doğrudur" buyurdular.

Anadolu'da yetişen büyük velîlerden Seyyid Abdülhakîm (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin oğlu Ahmed Arvâsî Efendi şöyle anlatmıştır: "Babamın hâli güzel, yolu istikâmet idi. Bu bakımdan rüyâları sâdıktı. Meselâ ben 1952'de Konya'nın Beyşehir kazâsı Doğanbey nâhiyesine ilkokul öğretmeni olarak tâyin olunmuştum. Vâsıta çok azdı. Erzurum'a gitmek için bir kamyona bindim. Kamyon telefon direkleri ile yüklüydü. Şoför mahallinde, şoför, oğlu ve ben vardım. Van Erciş yolundan Erzurum'a gidecekti. O sabah arabaya binmeden, babam beni bir kenara çekti ve; "Her ne kadar bizim rüyâlara îtibâr edilmese de, baba şefkati zorlaması ile bu gece gördüğüm rüyâyı sana anlatmak zorundayım. Bindiğin bu araba, rüyâda Erciş'i geçtikten sonra, ilk tahta köprüye girince, köprü çöktü, araba düşerken, köprünün ortasındaki direklerden biri üzerine takılıp kaldı. Onun için sen oraya yaklaştığında arabayı durdur ve in!" Ben de peki dedim. Hâdise aynen cereyân etti. Köprü başına gelince, şoföre bir dakika dur, ihtiyâcım var, siz karşıya geçin, ben gelirim dedim. İndim. Gerçekten araba köprünün üstüne varınca, köprü büyük bir gürültü ile çöktü ve rüyâda görüldüğü gibi bir direk tarafından muvâzenede kaldı. Sallanıp duruyordu. Direkleri indirip köprü yapıldı. Karşıya geçildi ve direkleri tekrar arabaya koyup yola devâm ettik. Şoför bana; "Sen kazâ olacağını nereden bildin de indin?" deyince, babamın rüyâsını ve vasiyetini anlattım. Hayret etti ve bana çok hürmet ve îtibâr eyledi."

Horasan'ın meşhûr velîlerinden Seyyid Ali Hemedânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) şöyle anlatır: Bir hac seferi için Hıtlan vilâyetinin Alişah köyünden yola çıkmıştım. Yolculuğum sırasında yanımda bulunan şeyleri muhtaçlara dağıtırdım. Bir müddet yol aldıktan sonra, çok az param kalmıştı. Bir yerde konaklamıştık. Bu sırada birisi gelip, bana iki bin dinar verdi ve kabûl etmemi istedi. Sonra parayı Peygamber efendimizin mânevî işâretiyle bana getirdiğini söyledi. Bunun üzerine kabûl edip aldım. Sonra ona Peygamber efendimiz sana ne sûretle işâret buyurdu diye sordum. Dedi ki: "Bu dirhemleri hacca gitmek niyetiyle saklamıştım. Bir gece rüyâmda Peygamber efendimizi gördüm. Bana; "Bu dirhemleri sakla benim evlâdımdan birisi hacca giderken falanca yerde konaklayacaktır. Dirhemleri ona ver." buyurdu. Resûlullah efendimiz böyle buyurunca; "Yâ Resûlallah! O torununuzun ismi nedir?" diye sordum. "Ali Hemedânî'dir." buyurdu. İşte o zamandan bu güne kadar bir sene geçti. Bu bir sene içerisinde dâimâ oraya gelecek birini bekledim, tâkib ettim. İşte şimdi zât-ı âlinizle müşerref oldum." dedi.

Bu dirhemleri alıp Bağdât'a kadar yanımda taşıdım. Fakat o sene bir hâdise yüzünden hacca gidemedim. Bağdat'tan geri döndüm. Üç deveye çeşitli yiyecekler ve su ile, iki deveye de öteki eşyâları yükledim. Kervandakiler beni yanımda üzeri yiyecek yüklü develerle görünce şaşırdılar. "Bu seyyid az yerdi, yanında fazla şey bulunmazdı. Neden böyle yanına çok azık aldı." dediler. Halbuki on dört günde ancak bir yiyecek bulunan yere varabiliyorduk. Kervanla birlikte birkaç gün yol aldıktan sonra, kervan yolu şaşırdı. Kervandakilerin azıkları tamâmen tükendi. Benden yiyecek istediler. Ben de onlara yiyecek içecek verdim. Bunları yiyerek bir müddet sonra yiyecek bulunan mâmur bir beldeye ulaşabildik. Böylece Şam'a ulaştık. Ben yanımdaki dirhemleri muhtaçlara vermek için gâyet iktisatlı bir şekilde harcıyordum. Bu sırada biz Şam'da iken sıkıntıya sebeb olan başka bir hâdise meydana geldi. Yanımdaki dirhemler de iyice azalmıştı. Nihayet imkân bulup Şam'dan Mekke'ye gittim, hac ibâdetimi yapıp memleketim Hıtlan'a döndüm.

Hac dönüşünden sonra ziyâretine gidenlere bir sohbeti sırasında şöyle buyurmuştur: "Buradan ayrılıp dönünceye kadar on ay müddetle ikâmet ettiğim, konakladığım her yerde Allahü telâ kalbime; "Git insanları irşâd et, rehberlik yap." diye ilhâm etti."

Büyük velîlerden Mevlânâ hazretlerinin babası Sultân-ül-Ulemâ Behâeddîn Veled (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri'nin, ileri gelen talebelerinden Seyyid Burhâneddîn anlatır: "Rüyâmda hocam Sultân-ül-ulemâ'nın türbesinden yeşil bir nur yükselmeye başladı. Genişledi, genişledi, bulunduğum yere kadar geldi. O nûrun önüne bir engel çıkmadan bütün Konya'yı kuşattı. Bu hâdise karşısında bayılıp düştüm. Sabahleyin rüyâyı tâbir ettirdim. Sultân-ül-ulemâ'nın neslinden çok muhterem kimselerin meydana geleceğini müjdelediler."

Behâeddîn Veled'in çok sevdiği talebelerinden biri anlattı: Rüyâmda, Sultân-ül-ulemâ'nın mübârek başını, Arş'a kadar yükselmiş gördüm. Ona; "Efendim! Hâliniz nasıldır?" dedim; "Oğlum Celâleddîn-i Rûmî'nin ilim ve amel nûruyla bu derece yükseklere ulaştım. Oğlumun mertebesine, bütün velîler ve melekler gıbta ediyorlar. Ondan çok memnunum." dedi.

Şam'da yetişen Şâfiî mezhebi âlimlerinden ve evliyânın büyükleriden Muhammed Sumâdî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin ile ilgili olarak, Necmüddîn-i Gazzî şöyle anlatır: "Bir zaman şiddetli hasta olmuştum. Bu hastalığım esnâsında, bir gece rüyâmda Resûlullah efendimizi gördüm. Geniş bir halkanın başında oturmuşlar, Allahü teâlâyı zikrediyorlardı. Peygamber efendimizin bir tarafında Muhammed Sumâdî hazretleri, diğer tarafında da Sumâdî'nin oğlu Müslim vardı. Halkanın diğer kısmında da Sumâdî'nin diğer talebeleri vardı. Zikir bittikten sonra Sumâdî, Resûlullah efendimize, talebelerinden suâl etti. Kendisinden sonra yerine kimin geçeceğini anlamak istiyordu. Peygamber efendimiz onun bu suâline; "Yâ Şeyh Muhammed! Onlar içinde senin yerine geçmeye en lâyık olan oğlun Müslim'dir." buyurdu. Ben, bu rüyânın heyecânıyla uyandım. Hastalığım da geçmişti. Böyle bir rüyâ gördüğümü Sumâdî'ye bildirdim. O da bana haber gönderip; "Muhterem Necmeddîn Efendi, Rüyân bana ulaştı. Allahü teâlâya yemîn ederim ki, rüyâ haktır. Fakat bir de bana anlatmanı istiyorum." dedi. Kendisiyle görüştüğümüzde, gördüğüm rüyâyı bir de kendim anlattım. Bana dedi ki: "Vallahi rüyân doğrudur, gerçektir." Bu rüyâyı görmemden az bir zaman geçmişti ki, Muhammed Sumâdî vefât etti ve yerine oğlu Müslim geçerek talebelere ders vermeye başladı."

Necmüddîn-i Gazzî, Ebû Müslim Muhammed Sumâdî'nin  komşusu olan Şeyh Sâlih Ali Lü'lüî'nin şöyle anlattığını haber veriyor: "Bir müşkil meselem vardı. Bunun hallolması için Resûlullah efendimizi vesîle ederek Allahü teâlâya yalvardım. O gece rüyâmda Resûlullah efendimizi gördüm. Bana buyurdu ki: "Komşun Şeyh Ebû Müslim Sumâdî'ye git! Bu yükü ona yükle. Yâni müşkilini o halletsin." Sabah olunca erkenden Muhammed Sumâdî'ye gittim. Ben daha henüz birşey söylemeden; "Ben gaybi bilmem. Ben gaybi bilmem. Ama bana ihtiyâcını söyleyebilirsin." dedi. Ben, onun benim hâlimi kerâmet olarak anlayıp, böyle söylediğini anladım. İhtiyâcımı bildirdim. O ihtiyâcım, onun vesîlesiyle halloldu."

Büyük velîlerden Süfyân-ı Sevrî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin vefâtından sonra kendisini rüyâda görenler, sordular ki: "Efendim, mezar daracık bir yerdir. Hem karanlık hem de yalnızlıktır. Buna sabretmeniz nasıl mümkün oluyor?" Cevâbında; "Benim mezarım Allahü teâlânın izni ile çok genişledi ve Cennet bahçelerinden bir bahçe oldu. O bahçede Cennet kuşları ötüşüyorlar." buyurdu.

Dostlarından biri kendisini rüyâda görüp, "Allahü teâlâ sana nasıl muâmele eyledi?" diye sordu. Cevâbında; "Allahü teâlâ bana öyle ihsânda bulundu ki, iki adımda Cennet'e vardım." buyurdu. Diğer bir kimse, Süfyân-ı Sevri hazretlerini Cennet'te nûrdan kanatlarla uçtuğunu gördü. "Bu dereceye nasıl kavuştun?" diye sordu. "Dînin emirlerine uymakta çok hassas davranmakla." buyurdu.

Horasan'ın büyük velîlerinden Sülemî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri'nin bildirdiğine göre, Ebû Ali Şebevî, Resûlullahı rüyâsında görüp; "Yâ Resûlallah! "Benim saçlarımı Hûd sûresi ağarttı." sözünün sizden rivâyet edildiği doğru mudur? Bu doğru ise, buna sebeb olan, bu sûrenin hangi kısmıdır? Peygamberlerin kıssaları mı? Yoksa geçmiş milletlerin mahvolmaları mı?" diye sordu. Resûlullah cevâbında; "Bunların hiç biri değil. Sâdece, Allahü teâlânın "Emrolunduğun gibi dosdoğru ol!" emri beni ihtiyarlattı, saçlarımı ağarttı." buyurdu.

Irak'ta yetişen büyük velîlerinden Şeyh Mustafa bin Ebû Bekr (rahmetullahi teâlâ aleyh) ile ilgili olarak Şeyh Muhammed Ali şöyle anlatır: Bir gece rüyâmda şöyle gördüm. Günâhlarımdan dolayı muhâkeme için huzûr-ı ilâhîde durmuştum. Etrâfıma bakındığımda Peygamber efendi miz, Îsâ ve Yûnus aleyhimüsselâmı gördüm. Onlarla berâber muhâkeme meclisinde Şeyh Mustafa Efendi de vardı. Hakkımda Cehennemlik diye hükmolundu. Bu esnâda peygamberlerden biri bana; "Bu zât Şeyh Mustafa'dır. Iraklıdır. Ondan ricâ et, Allahü teâlâdan senin affını, bağışlanmanı istesin." dedi. Ricâm üzerine Mustafa Efendi, beni affetmesi için Allahü teâlâya yalvardı. Allahü teâlâ günahlarımı affedince, Mustafa Efendiden beni talebeliğe kabûl etmesini ricâ ettim. O da kabûl etti. Uyandığımda terden sırılsıklam olmuştum. Sabah olunca, hemen Şeyh Mustafa Efendinin huzûruna koştum. Bana büyük bir yakınlık göstererek, talebeliğe kabûl etti.

Mısır'ın meşhur velîlerinden Şeyh Safvetî (rahmetullahi teâlâ aleyh) zamânında Harem-i şerîfte Şeyh Mustafa Çelebi isminde bir zât vardı. Bu zât bir gece rüyâsında Peygamber efendimizi gördü. Peygamber efendimiz ona bir kâğıt verip; "Bunu Mısır'da Gülşenîzâde Şeyh Safvetî'ye ver. Bizi ziyârete gelsin." buyurdu. Bu rüyâ üzerine hemen Mısır'a gidip onu buldu. Rüyâsını anlattı. Bu müjde üzerine bambaşka bir hâle girdi. Sonra da hazırlanıp hacca gitti.

Büyük velîlerden Ebû Bekr-i Şiblî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin vefâtından sonra kendisini rüyâda gördüler. Münker ve Nekir'in suâline karşı ne yaptın? diye sordular. Şöyle cevap verdi: "Geldiler, Rabbin kimdir dediler. Benim Rabbim O'dur ki, size ve bütün meleklere Âdem aleyhisselâma secde edin diye emir verdi. Ben o zaman, Âdem aleyhisselâmın arkasında idim. Size bakıyordum." dedim. Bu cevap, bütün Âdemoğullarını kurtarır deyip gittiler.