|
RÜYA - 5
Osmanlılar zamânında
Anadolu'da yetişen evliyânın büyüklerinden, tefsîr, hadîs ve Hanefî mezhebi
fıkıh âlimi Behâeddînzâde (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri ile
ilgili olarak, Şakâyık-ı Nu'mâniyye isimli meşhûr eserin sâhibi olan ve
Taşköprüzâde diye tanınan Ahmed bin Mustafa Efendi İstanbul'da Sahn-ı Semân
medreselerinden birinde müderrislik yapmakta iken, başından geçen bir hâdiseyi
şöyle anlatır:
"Fâtih medreselerinde
müderris idim. Bir gece, gecenin üçtebiri geçtikten sonra teheccüd namazını
kıldım. Bundan sonra uyumuşum. Rüyâmda kendimi Medîne-i münevverede Resûlullah
efendimizin huzûrunda gördüm. Başıma bir taç giydirdi. Bu rüyânın tesiri ve
heyecânı ile büyük bir sevinç içerisinde yattığım yerden doğruldum. Abdest alıp,
âdetim üzere Kâdı Beydâvî hazretlerinin tefsîrini mütâlaaya başladım. Bu mübârek
ve saâdet dolu gecenin sabahında gördüğüm rüyâyı hiç kimseye anlatmadım. Sabah
namazından sonra Behâeddînzâde bir haberci göndermiş. Gelen haberci selâm
verdikten sonra dedi ki:
"Behâeddînzâde Efendi size
selâm ediyor. İnşâallah pek yakın bir zamanda zât-ı âlileri kâdılık makâmına
getirilecektir. Bu gece gördüğü rüyânın tâbiri budur dedi." Hâlbuki rüyâyı
kimseye anlatmamıştım. Behâeddînzâde Muhyiddîn Efendi, gayb âleminden keşf yolu
ile rüyâmı anlamıştı. Bu vak'adan kısa bir zaman sonra kendisini ziyârete
gittim. Gördüğüm rüyâyı ve kendisi tarafından gelen habercinin naklettiği tâbiri
anlattım. Rüyâmın tâbirinin aynen öyle olduğunu bildirip, yakın zamanda kâdı
olacağımı müjdeledi. Bu sohbet esnâsında, kâdılığı taleb etmediğimi,
mesûliyetinden korktuğumu söyledim. Bunun üzerine:
"Kâdılık mesleğini taleb
etme. Bu mesleğe istekli ve hırslı olmak uygun değildir. Ama talep ve rağbet
etmediğin hâlde bu vazîfe verilirse, o zaman da reddetmeyip kabûl etmen
gerekir." buyurdu. Bu çok güzel ve tesirli sözler gönlüme rahatlık verdi. Aradan
çok zaman geçmemişti ki, bana Bursa kâdılığı verildi. Behâeddînzâde'nin
sözlerini hatırlayıp, bu vazîfeyi kabûl ettim."
Anadolu'da yetişen
velîlerden Bekr Sıdkı Visâli (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin
hocası Sâmi Niyâzî Uşşâkî Efendi, talebelerine sık sık; "Akşam ne rüyâ gördün?"
diye sorardı. Bir gün Bekr Sıdkı Efendiye sorunca; "Efendim rüyâmda bir
meydanlıkta at koşusu vardı. Her at üzerinde bir kişi vardı. Ben ise birbiri
üzerine binmiş dört atın en üstündekine binmiştim. Atlar koşuya başladıktan
sonra, benim bindiğim atlar en öne geçti ve hedefe en önce vardım. Orada bizlere
bakan kalabalık, Bekr Efendi kazandı, diye bana iltifât ettiler." diye anlattı.
Sâmi Niyâzî Uşşâkî de; "Oğlum Bekr! Sen dört ilme kavuşacaksın. Birinci at
şerîat, ikinci at tarîkat, üçüncü at hakîkat, dördüncü at ise mârifet ilmine
işârettir." buyurdu.
Allahü teâlânın emirlerine
ve Peygamber efendimizin sünnetine titizlikle uyan, haram ve şüphelilerden
şiddetle kaçınan Bişr-i Hâfî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri bir
gece rüyâsında Peygamber efendimizi gördü. Peygamber efendimiz ona; "Allahü
teâlânın seni neden üstün kıldığını biliyor musun?" buyurdu. O; "Hayır
bilmiyorum yâ Resûlallah!" diye karşılık verdi. Hazret-i Peygamber şöyle
buyurdu: "Sünnetime tâbi olman, sâlihlere hizmet etmen, din kardeşlerine nasîhat
etmen, Ehl-i beytimi ve Eshâbımı sevmen sebebiyle bu dereceye kavuştun."
buyurdu.
Bişr-i Hâfî hazretleri bütün
ömrünü ilim öğrenmekle ve öğretmekle geçirdi. Şüphelilerden son derece
sakınırdı. Konuştuğu zaman etrâfa ilim, ahlâk, hikmet kokuları yayılırdı.
Tasavvuf yolunda büyük makâmlara erişmişti. H.227 senesi Rebîülevvel ayında
Bağdât'ta vefât etti. Vefât ettiğinde cenâzesini sabah evden çıkardılar. Fakat
çok kalabalık olduğundan kabristana gece varabildiler. Kendisini rüyâda görüp; "Allahü
teâlâ sana ne muâmele etti?" diye sorduklarında; "Benim cenâzemde bulunanı ve
kıyâmete kadar beni seveni affeyledi." buyurdu.
Tanınmış büyük evlîyadan
Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hakkında, Emîr Ahmed
şöyle anlatır: "Mevlânâ'nın ismini ve vasıflarını işiterek ona âşık
olmuştum. Memleketim Diyarbakır'dan Konya'ya gitmeme, annem ve babam müsâde
etmiyorlardı. Her geçen gün ona olan kavuşma arzum artıyor fakat nasıl
gideceğimi bilemiyordum. Bir gece iki rekat namaz kılıp, Allahü teâlânın sevgili
kullarını vesîle ederek çok duâ ve niyâzlarda bulundum. Sonra En'âm sûre-i
şerîfini okuyarak uyudum. Rüyâmda Mevlânâ hazretlerini gördüm. Sîmâsı bana
anlatılanlara aynen uyuyordu. Bizim eve gelmişti. Onu görünce koşarak huzûruna
yaklaştım ve hürmetle ellerinden öptüm. Beni kucaklayıp alnımdan öptü. Eline
aldığı bir makas ile alnım üzerinden bir mikdâr saçımı keserek; "Bu, Mesnevî
âlimi olacak." buyurdu. Uyandığımda, saçlarım ve makas yastık üzerinde
duruyordu. Bu rüyânın tesiri altında idim. Annem ve babam, ısrârlarıma
dayanamıyarak izin verdiler. Doğruca Konya'ya gittim ve Mevlânâ'ya talebe
olmakla şereflendim. Mesnevî üzerinde çalışmamı emir buyurdular. Kısa zamanda
Mesnevî hakkında sorulan her soruyu cevaplandıracak hâle geldim."
Büyük velîlerden Ebû Ali
Dekkâk (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Bir defâ Merv şehrinde,
biraz hasta oldum. Nişâbur'a dönmeye niyet ettim. Bu düşünceler içerisinde
uyuyakalmışım. Rüyâmda bir kimse bana, (Bu memleketten ayrılman imkânsız.
Sohbetlerin, cinlerden bir cemâatin çok hoşuna gitti. Onlar, senin ders verdiğin
meclisine devâm ediyorlar. Onların istifâde etmelerinin kesilmemesi için, burada
bulunman icâb etmektedir.) dedi." Bunun üzerine orada kaldım.
Evliyânın büyüklerinden
Ebû Ali Müştevlî (rahmetullahi teâlâ aleyh) bir gece rüyâsında Peygamber
efendimizi gördü. Buyurdular ki: "Yâ Ebâ Ali! Seni, dervişleri sever ve onlara
meyleder görürüm." Ebû Ali "Öyledir yâ Resûlallah!" dedi. "Seni, dervişlerin
mühim işlerini yerine getirmek üzere vekil kıldım." buyurdular. Ebû Ali (rahmetullahi
aleyh), bu vazîfeyi îfâ ederken, uygunsuz bir iş yapmaktan ve yapamıyacağı bir
işle karşılaşmaktan korkup; "Yâ Resûlallah! Ben bu vazîfeye lâyık mıyım? Bu iş
için lâzım olan günâhtan korunma ve kifâyet, yeterlilik şartı bende mevcut
mudur?" dedi. Peygamber efendimiz; "Günahtan korunma ve kifâyet şartıyle..."
buyurdu. Ebû Ali; "Peki efendim." deyip sustu. Bundan sonra Allahü teâlâ, Ebû
Ali'ye mal varlığı ihsân etti. Bu malı ile dervişlerin ihtiyâçlarını karşıladı.
Arzularını, isteklerini yerine getirdi. Hiçbirinin bir sıkıntısı olmaması için
çok gayret ederdi. Onun bu hâli açığa çıktıktan sonra, dervişler kendisine
gelerek ihtiyâçlarını, sıkıntılarını arzederlerdi. Bâzıları onun hakkında;
"Dervişlik, bir şeye mâlik olmamak, başkalarının ihtiyaçlarını temin etmek için
de olsa, zenginlikten iyidir" dediler. Abdullah-i Ensârî, "O, bu işi
kendiliğinden istemedi. Bilakis, Peygamber efendimiz tarafından
vazîfelendirildi. Sakın gaflete düşmeyesiniz ve aldanmıyasınız" buyurdu.
Büyük velî ve Mâlikî mezhebi
fıkıh âlimi Ebû Midyen Mağribî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin
vefâtından sonra rüyâda görülüp; "Allahü teâlâ sana ne muâmele eyledi?" diye
soruldu. Cevâbında buyurdular ki: "Allahü teâlâ beni huzûrunda durdurup; "Yâ
Şuayb! Sağındakiler nedir?" buyurdu. "Yâ Rabbî! Senin ihsânındır." dedim.
"Solundakiler nedir?" buyurdu. "Yâ Rabbî! Bunlar senin takdîrindir ve benim
hatâlarımdır. Affını dilerim." dedim. "İyiliklerini çok arttırdım, hatâlarını da
mağfiret ettim, sana ve seni sevenlere müjdeler olsun." buyurdu.
Evliyâdan bir zât, rüyâsında
bir kimse gördü. O kimse evliyâdan olan bu zâta dedi ki: "Ebû Midyen
hazretleri'ne şöyle söyle: İlmi yay! Yarın yüksek kimselerle birlikte bulun,
kimseye aldırma! Sen zürriyetlerin babası olan Âdem aleyhisselâmın
durumundasın." Bu zât, ertesi gün rüyâsını Ebû Midyen hazretlerine anlattı.
Rüyâyı dinledikten sonra buyurdu ki: "Ben buralardan ayrılıp, tenhâda yalnız
kalmak, kendi başıma bulunmak istiyordum. Her şeyden uzaklaşmak niyetindeydim.
Senin bu rüyân ise, benim bu niyetime mâni oluyor. Meclis kurup, insanlara ilim
öğretmemi emrediyor. "Yarın yüksek kimselerle berâber bulunacaksın." sözü, "Allahü
teâlâyı zikredenlerin, O'nun hatırlandığı, emirlerinin anlatıldığı yerin Cennet
bahçelerine benzetildiği." hadîs-i şerîfine işârettir. "Yüksek kimseler", Cennet
ehlinin "İlliyyîn" denilen yüksek tabakasına işârettir. "Zürriyetlerin babası
olan Âdem aleyhisselâmın durumundasın." sözü şuna işârettir ki, Âdem
aleyhisselâma, nikâh (izdivac) verildi ve nikâh yapması emrolundu. Fakat bu
nikâhdan meydana gelecek zürriyetin hepsinin mümin ve itâatkâr olması kuvveti
ona verilmedi." İnsanları hidâyete kavuşturmak kuvveti yalnız Allahü teâlâya
mahsustur. İşte bunun gibi, bize de ilim verildi ve onu yaymak, öğretmek
emredildi. Fakat, bu ilim öğrettiklerimizin hepsinin muvaffak olmaları, hepsinin
bize tâbi olmaları kudreti bize verilmedi."
Bağdât'ın büyük velîlerinden
Ebû Saîd-i Harrâz (rahmetullahi teâlâ aleyh) kendinden önce vefât eden
oğlunu bir gün rüyâsında gördü. Ona; "Yavrucuğum! Allahü teâlâ sana nasıl
muâmele yaptı?" dedi. Oğlu; "Beni Cennet'ine koyarak ağırladı." dedi.
"Yavrucuğum! Bana nasîhat et." dedi. Bunun üzerine oğlu; "Babacığım! Allahü
teâlâya karşı kötü kalpli olma. Allahü teâlâ ile arana, bir gömlek bile koyma!"
dedi. Ebû Saîd, bundan sonra yaşadığı süre içinde üzerindeki gömlekten başka
gömlek giymedi.
Şam'da yetişen büyük
velîlerden Ebû Süleymân Dârânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri Hac
vazîfesini yerine getirmek üzere Mekke-i mükerremeye gitmek için yola çıktı.
Yolda, Iraklı bir gençle arkadaş oldu. Yolculuk esnâsında Iraklı genç devamlı
Kur'ân-ı kerîm okuyor, durdukları yerlerde vakit namazı hâricinde nâfile namaz
kılıyor, gündüzleri oruç tutuyordu. Nihâyet Mekke-i mükerremeye ulaştılar. Genç,
Ebû Süleymân Dârânî hazretlerinden ayrılmak istedi. Ebû Süleymân Dârânî o gence;
"Benim sende gördüğüm hâllere seni sevk eden nedir?" diye sordu. Genç dedi ki:
"Ey Ebû Süleymân! Beni böyle yapmamdan dolayı kınama. Çünkü ben rüyâmda altın ve
gümüşten yapılmış birçok şerefeleri olan bir köşk gördüm. İki şerefenin arasında
şimdiye kadar hiç görmediğim güzellikte hûriler vardı. Bu hûrilerin tebessüm
etmesi sırasında dişlerinden yayılan nûr etrâfı aydınlatıyordu. O hûrilerden
biri bana dedi ki: "Ey genç! Allahü teâlânın rızâsına kavuşmak için çok çalış ki
bana kavuşasın." Sonra uykudan uyandım. Bu rüyâ, benim senin gördüğün hâllere
kavuşmamın sebebidir." dedi. Ebû Süleymân Dârânî o gençten duâ istedi. Genç ona
duâ ederek ayrıldı. Ebû Süleymân Dârânî kendi nefsini kınayarak; "Ey nefsim!
Uyan ve bu gencin bildirdiği işaretlere ve müjdelere kulak ver. Bir hûriye
kavuşmak için bu şekilde çalışılırsa, bu hûrinin Rabbine kavuşmak için nasıl
çalışmak gerekir?" diye nefsini azarladı.
Allahü teâlânın sâlih
kimselere böyle rüyâlar ve hâller ihsân etmesi, ona bâzı sırları açmak, saf ve
temiz kalplerini iyi hâllere sevk etmek, onları güzel amellere teşvik etmek
içindir. Çünkü sâlih rüyâ, peygamberlikten bir parçadır.
Sâlih zâtlardan birisi bir
gece rüyâsında hazret-i Ebû Süleymân Dârânî'yi nûrdan kanatlarla uçuyor gördü.
"Hayırdır inşâallah! Bu ne hâldir?" dedi. Ebû Süleymân Dârânî rahmetullahi
aleyh; "Şimdi cezâevinden kurtuldum, serbest oldum." buyurdu. Rüyâyı gören zât
sabah uyandığında, hazret-i Ebû Süleymân Dârânî'yi ziyârete gitti, vefât
ettiğini öğrenince rüyâsının yorumunu anladı.
Vefâtından sonra kendisini
rüyâda görüp; "Allahü teâlâ size nasıl muâmele eyledi?" dediklerinde, "Rahmet ve
inâyetle fakat, insanlar tarafından parmakla gösterilmem bana çok zarar verdi."
buyurdu.
Mısır'da yetişen evliyânın
büyüklerinden ve kelâm âlimi Ebü'l-Abbâs el-Mülessem (rahmetullahi teâlâ
aleyh) hazretleri hakkında Talhâ isminde bir zâtın hanımı anlatır: "Bir gün
efendim bana, yarın eve Ebü'l-Abbâs hazretlerinin geleceğini, bunun için yemek
hazırlamamı söyledi. O günlerde hâmile idim. Bir iş yapmaya mecâlim yoktu. Canım
sıkıldı ve yine bana iş çıktı diye üzüldüm. O gece rüyâmda, ateşten bir kuyu
gördüm. Dün Ebü'l-Abbâs hazretleri hakkında düşündüğüm uygunsuz şeyler
sebebiyle, o kuyuya atılmak üzere iken uyandım. Önceki düşüncelerime pişman
oldum ve bundan sonra kendisine çok muhabbet ettim."
Mısır'da yetişen büyük
velîlerden İbn-i Fârid (rahmetullahi teâlâ aleyh) hakkında rivâyet edilir
ki: İbn-i Fârid vefâtından sonra rüyâda görülüp, niçin dîvanında
Resûlullah efendimizi medh etmediği kendisine sorulunca, şu mânâdaki beyti
söylemiştir: "Medh edenler ne kadar çok medh ederlerse etsinler, Resûlullah
efendimiz hakkında her medhi eksik görüyorum. Hem Allahü teâlâ, O'nu lâyık
olduğu şekilde medh etti. Bu medh karşısında, insanların medh etmesinin ne
kıymeti olur?" demiştir. |
|