CİLD       ALFABE       KONU       KABR-İ ŞERİFLER

ALFABE - CİLD                      1.   2.   3.   4.   5.   6.
     
 

RÜYA - 2

Anadolu'da yaşayan büyük velîlerden Hacım Sultan (rahmetullahi teâlâ aleyh) Susuz'a vardıktan bir müddet sonra rüyâsında Peygamber efendimizi gördü. Hacım Sultan Peygamber efendimizin elini öptü. Peygamber efendimiz ona; "Ey ciğerpârem Hacım! Senin makâmın burasıdır. Burada karar eyle. Senin ömrün burada geçer. Allahü teâlâdan râzı ol. O'na tevekkül eyle." buyurdu ve bâzı nasîhatlarda bulundu. Hacım Sultan uykudan uyanınca, Allahü teâlâya şükretti.

Büyük velîlerden İbn-i Hafîf (rahmetullahi teâlâ aleyh) rüyâlarından birini şöyle anlatır: Bir gece rüyâmda Peygamber efendimizi gördüm. Yanıma geldiler ve mübârek ayağının ucuyla beni uyandırdılar. Kendisine bakınca; "Bir kimse Allahü teâlâya giden yolu öğrenir, sonra bu yoldan ayrılırsa, Allahü teâlâ bu kişiyi, âlemde hiçbir kimseye vermediği bir azap ile cezâlandırır." buyurdular.

Evliyânın büyüklerinden ve kendilerine “Silsile-i aliyye” denilen âlim ve velîlerin meşhûrlarından Mazhar-ı Cân-ı Cânân (rahmetullahi teâlâ aleyh) şöyle anlatmıştır: "Bir defâ cihânın süsü ve kâinâtın serveri olan Peygamber efendimizi rüyâda görmekle şereflendim. Yanyana uzanmış yatıyorduk. O kadar yakındık ki, mübârek nefesi yüzüme geliyordu. Bu esnâda susadım. Serhend büyüğünün oğulları, yâni İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin evlâdı da orada idiler. Resûlullah, onlardan birine su getirmesini emir buyurdu. Fakîr; "Yâ Resûlallah, onlar benim pîrimin evlâdıdır." diye arzettim. "Onlar bizim sözümüzü tutarlar." buyurdu. Onlardan bir azîz, kalkıp su getirdi. Kana kana içtim. Sonra; "Yâ Resûlallah, hazretiniz Müceddîd-i elf-i sânî hakkında ne buyurursunuz?" diye arzettim. "Ümmetimde onun bir benzeri yoktur." buyurdu. "Yâ Resûlallah! İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin Mektûbât'ı, mübârek nazarlarınızdan geçti mi?" dedim. Buyurdu ki: "Eğer ondan hatırladığın bir yer varsa oku!" Ben de, İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin bâzı mektuplarında geçen ve Allahü teâlâ için; "O, verâ-ül-verâ sonra yine verâ-ül-verâ'dır, yâni Allahü teâlâ ötelerin ötesidir. Akıl neyi düşünür ve neyi tasavvur ederse O değildir" buyurduğunu okudum. Resûlullah efendimiz bunu çok beğendi ve; "Tekrar oku!" buyurunca, tekrar okudum. Bu ifâdeleri çok güzel buldu. Bu hâl epey bir müddet devâm etti. Sabah olunca büyüklerden bir zât erkenden gelip bana; "Ben bu gece rüyâmda sizin bir rüyâ gördüğünüzü gördüm. O rüyâyı bana anlat!" deyince, anlattım. Çok beğenip, hayret etti. Ben gördüğüm bu rüyâda, Resûlullah efendimizin mübârek nefesinin ve sohbetinin bereketiyle kendimi tamâmen nûr ve huzur içinde buldum. Uyanık iken ele geçen şeylerden daha çok bereketli olan bu rüyânın bereketiyle günlerce acıkmadım ve susamadım."

Bursa velîlerinden Miskâlî Efendi (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerini sevenlerden Mustafa Efendi adında bir zât şöyle anlatmıştır: "Bir gün damda uyuyordum. Rüyâmda Miskâlî Efendi ayağı ile bana dokunup; "Kalk buradan bire gâfil!" dedi. Hemen uyandım rüyânın tesiriyle yerimden fırlayıp kalktım. O anda tavanda bulunan büyük bir taş parçalanıp, bir parçası tam başımı koyduğum yere düştü. Sonra huzûruna gittiğimde kulağıma yavaşça; "Yatacaktın değil mi?" dedi."

Anadolu evliyâsından Baba Haydar Semerkandî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin zamânında, pâdişâh Kânûnî Sultan Süleymân, bir gece rüyâsında ak sakallı, nûr yüzlü bir ihtiyârın sırtını sıvazladığını gördü. İhtiyâr kendisine: "Efendimiz, Eyüp'teki Baba Haydar sizi kulübesinde bekliyor. Onu ziyâret ediniz." dedi. Pâdişâh uyanınca bu sıcak sesi mânâlândırmaya çalıştı. Kimdi bu Baba Haydar? Devamlı Eyüb'e gitmesine rağmen, Baba Haydar diye birisinden bahsedildiğini hiç duymamıştı. Pâdişâhı ayağına dâvet eden bu zât kimdi? Kânûnî bunları düşünürken Şeyhülislâm huzûra girdi. Pâdişâhı düşünceli görünce; "Bir derdiniz mi var Sultânım?" diye sordu. Pâdişâh da; "Hayrolsun inşâallah. Bu gece rüyâda yaşlı bir zât bana; "Eyüp'te Baba Haydar sizi bekliyor." dedi. Buna bir mânâ veremedim. Bu dâvete, sen ne dersin?" dedi. Şeyhülislâm; "Hayırdır inşâallah Pâdişâhım! Eyüp'te hiç bu isimde kimsenin bulunduğunu bilmiyorum. Baba Haydar kim acabâ? Sizinle Baba Haydar'ı arayıp bir ziyâret etsek iyi olur." dedi. Kânûnî bir süre sonra rüyâsını unuttu. Akşam yatınca, yine o ak sakallı ihtiyârı rüyâsında gördü ve yine:

"Baba Haydar sizi kulübesinde bekliyor Pâdişâhım!" dedi. Sabah Pâdişâh, rüyâsını Şeyhülislâma anlatınca, o da; "Bu ziyâret artık mecbûr oldu Pâdişâhım!" dedi. Pâdişâh buna rağmen o gün de Baba Haydar'ın ziyâretine gidemedi. Gece yatınca rüyâsında üçüncü defâ yaşlı zâtı gördü. Pâdişâha dargın dargın bakıp, kırık bir sesle sâdece:

"Baba Haydar sizi bekliyor." dedi. Sabah olunca, Sultan lalasını yanına çağırıp; "Tez davran. Eyüp'ten dâvet aldık gidiyoruz." dedi. Her ikisi kıyâfet değiştirip, Eyüb'e gittiler. Öğle ezânı okunduğu sıra Eyüb'e vardılar ve namaz kıldıktan sonra cemâatten bâzı kişilere:

"Biz uzaktan geldik. Baba Haydar isimli birini arıyoruz. Acaba tanıyor musunuz?" diye sordular. Koca câmide Baba Haydar'ı tanıyan çıkmadı. Sokakta bulunan dükkan sahiplerine de sordular. Onlar da tanımıyordu. Bu sırada küçük bir çocuk:

"Siz şu tepede oturan ve kimseyle konuşmayan amcayı mı arıyorsunuz?" diye sordu. Sultan da gayr-i ihtiyârî; "Evet, onu arıyoruz." deyince, çocuk kendisini tâkib etmelerini istedi. Epeyce gittikten sonra, yapayalnız köhne bir kulübeyi işâret ederek; "O amca bu kulübede yaşar. Ama kimseyle konuşmaz, kimseyi de kulübeye almaz." dedi. Pâdişâh ve lalası yavaşça kulübeye yaklaşıp, kulübenin önünde tereddüd içinde beklerken içeriden titrek ince bir ses:

"Buyurunuz Pâdişâhım!" diyerek dâvet etti. Pâdişâh selâm vererek içeri girdi. Baba Haydar bir postekinin üzerinde oturuyordu. Binlerce sinek her yanını kaplamış onu gizliyordu. Geceleri rüyâsına giren zâtı merak eden Pâdişâh, büyük bir dikkatle Baba Haydar'ın yüzüne bakıyordu. Fakat sineklerden yüzünü seçemiyordu. Bir müddet duran Sultan dayanamayarak; "Hazret! Şu sinekleri kovalasan da yüzünü bir görsek." dedi. Baba Haydar; "Sultânım! Siz Peygamber efendimizin vekîlisiniz. Şu gücünüzü gösterin de sinekleri siz kovalayın." buyurunca, Sultan hemen harekete geçti. Ne kadar uğraştı ise sinekleri kovalayamadı. Baba Haydar hazretleri kalkıp, pencereyi açtı ve odaya doğru dönüp; "Haydi bakalım!" deyince, bütün sinekler emir almışçasına odayı hemen boşalttı. Pâdişâh o anda karşısında nûr yüzlü güleç bir ihtiyar zâtın durduğunu gördü. Elini öpmek istedi ise de Baba Haydar elini çekti. Pâdişâh ona:

"Efendim! Benden ne dilerseniz dileyin." dedi. "Senin sağlığından başka hiçbir şey istemem." deyince, Sultan postekinin altına, altın dolu bir kese bırakmak istedi. Bunu fark eden Baba Haydar, eliyle keseyi iterek:

"Mâdem çok istiyorsan, şuraya bir mescid inşâ ettir. Çünkü öyle zannediyorum ki bana komşular gelecek. Eyüp Câmii uzak. Onlar için buraya bir mescit yaptır da gece gündüz ibâdet etsinler." dedi. Pâdişâh bu isteği hemen yerine getirdi. Câmi kısa zamanda tamamlandı. Câminin açılışında Kânûnî Sultan Süleymân da hazır bulundu ve Baba Haydar'ın yanına giderek:

"Efendi hazretleri buyurunuz. Artık mescid sizindir. Orada sizin için de husûsî yer yaptırılmıştır." dedi.

Baba Haydar, Sultana; "Ben ölünceye kadar mekânım şu gördüğün kulübedir. Öldüğüm zaman bu kulübenin bulunduğu yere gömülmek isterim. Benim başımın ucunda mescid olduktan sonra, üzerime sakın türbe yaptırmayın. Bir mezar taşı bana yeter. Bu bizim sana vasiyetimiz olsun." dedi. Pâdişâhın bütün ısrarlarına rağmen, mescidde kendisi için hazırlanan odada oturmadı. Baba Haydar, vefât edinceye kadar bu câmide imâmlık yaptı ve insanlara vâz u nasîhatleri ile doğru yolu anlattı.

Kendilerine “Silsile-i aliyye” denilen büyük âlim ve velîlerin beşincisi olan Sultân-ül-Ârifîn Bâyezîd-i Bistâmî (rahmetullahi teâlâ aleyh) vefât ettikten sonra, büyüklerden biri kendisini rüyâda görüp; "Allahü teâlâ sana ne muâmele eyledi." diye sordu. Buyurdular ki: "Beni toprağa koydukları zaman bir ses duydum ki; "Ey Bâyezîd! Bizim için ne getirdin?" diyordu. "Yâ Rabbî! Sana lâyık hiç bir iyi amel yapamadım. Huzûruna lâyık hiçbir şey getiremedim, ama şirk de getirmedim." dedim.

Hazret-i Bâyezîd, vefât ettikten sonra, büyük zâtlardan birisi kendisini rüyâda görüp sordu. "Münker ve Nekir sana nasıl muâmele eyledi?" Cevâbında; "O iki mübârek melek gelip; "Rabbin kimdir?" diye sorunca, onlara dedim ki: "Bunu sormakla sizin maksadınız hâsıl olmaz. Siz bana O'nu soracağınıza, beni O'na sorun. Eğer O, beni, kulu olarak kabûl ederse ne âlâ. Mâzallah O, beni kulu olarak kabûl etmezse, ben, yüz defâ; "O, benim Rabbimdir." desem ne faydası olur?" buyurdu.

Evliyânın büyüklerinden Ebû Bekr Kettânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri şöyle anlatıyor: "Bir kere rüyâmda çok güzel bir genç gördüm. "Sen kimsin?" diye sordum. "Takvâyım." dedi. "Nerede ikâmet edersin?" deyince; "Dertlilerin kalbinde." dedi. Sonra diğer tarafa baktığımda, çirkin, siyah bir kocakarı gördüm. "Sen kimsin?" dedim. "Ben kahkaha, zevk ve keyifim." dedi. "Nerede ikâmet edersin?" deyince; "Çok gülenlerin kalbinde." dedi. Uyandıktan sonra hiç bir zaman kahkaha ile gülmemeye niyet ettim."

Evliyânın meşhurlarından Ebû Bekr Verrâk (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerini vefâtından sonra rüyâda gördüler. Benzi sararmış bir hâlde hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Sebebini sorduklarında; "Gömülü bulunduğum şu kabristana defnedilen cenâzelerden, onda biri bile mümin olarak ölmemiş." buyurdu. "Öldükten sonra sana nasıl muâmele edildi?" diye sorduklarında: "Elime bir sevap ve günah defteri verildi. Bunu okurken, bilmediğim bir günahtan dolayı, amel defteri baştan başa simsiyah oldu. Geriye kalan kısmını okuyamadım. O sırada bir nidâ geldi ve; "Dünyâda iken lütuf ve ihsânımız olarak bu günâhını gizlemiştik, burada açıklamak bize yakışmaz, affettik." buyruldu.

Cezâyir'de yetişen büyük velîlerden Ebü'l-Abbâs Müstegânimî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin annesi Fâtıma Hanım anlatır: Hâmile iken "Bir gece rüyâmda âlemlerin efendisi olan Peygamber efendimizi görmekle şereflendim. Mübârek ellerinde bir demet nergis çiçeği vardı. Tebessüm ederek çiçek demetini bana attılar. Ben de onu büyük bir hayâ ve edep içerisinde yakaladım ve uyandım. Büyük bir sevinç içerisinde rüyâmı zevcime, kocama anlattım. O da buna çok sevinip; "Bu rüyân, Allahü teâlânın bizlere sâlih bir erkek evlâd ihsân edeceğine alâmettir." diye tâbir etti. Yedi ay sonra bir oğlum dünyâya geldi. Allahü teâlâ bizi, rüyâmdaki müjdeye kavuşturmuştu."

Kuzey Afrika'da yetişen büyük velîlerden Ebü'l-Hasan-ı Şâzilî (rahmetullahi teâlâ aleyh) Resûlullah efendimizi sallallahü aleyhi ve sellem rüyâda gördü. Peygamber efendimiz ona; "Yâ Ali! Elbiselerini kirden temizle ki, her nefesinde Allahü teâlânın imdâdına mazhâr olasın." buyurdu. "Yâ Resûlallah! Benim elbisem hangisidir?" dedim. Buyurdu ki: "Allahü teâlâ sana beş hil'at giydirmiştir. Muhabbet, tevhîd, mârifet, îmân ve İslâm hil'atlarıdır. Allahü teâlâya muhabbet edene, sevene her şey kolay olur. Allahü teâlâyı tanıyanın gözünde dünyâdan bir şey kalmaz. Allahü teâlâyı vahdâniyetle bilen, O'na hiçbir şeyi ortak koşmaz. Allahü teâlâya inanan, her şeyde emin olur. İslâmla sıfatlanan, Hak teâlâya âsî olmaz. Eğer âsî olursa, af diler. Af dilerse, kabûl edilir. Ebü'l-Hasan der ki: Bu îzâhtan, Allahü teâlanın Kur'ân-ı kerîmde meâlen; "Ve elbiseni temizle." âyetinin mânâsını anladım."

Ebü'l-Hasan-ı Şâzilî hazretleri anlatır: "Bir gece rüyâmda hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîk'ı gördüm. Bana; "Dünyâ sevgisinin kalpten çıktığının alâmeti nedir, biliyor musun?" diye sordu. Bilmediğimi söyleyince; "Dünyâ sevgisinin kalpten çıktığının alâmeti; bulunca vermek, olmayınca kalben rahat olmaktır." buyurdu.

Osmanlı âlimlerinin en meşhûrlarından ve büyük velî Ebüssü'ûd Efendi (rahmetullahi teâlâ aleyh) Şeyhülislâm olmasıyla ilgili bir rüyâsını şöyle anlatmıştır: "Henüz daha medresede talebe iken, bir gece rüyâmda Zeyrek Câmiine girdim. Câmi çok kalabalık idi. "Bu topluluk nedir?" dedim. "Resûl-i ekrem efendimizin dîvân-ı seâdetleridir, toplantılarıdır" denildi. Hürmetle bir köşede durdum. Önümde de, o devrin müftîsi İbn-i Kemâl Paşa oturuyordu. Peygamber efendimiz mihrâbda bulunuyordu. Sağ ve solunda Eshâb-ı kirâm efendilerimiz edeble ayakta duruyorlardı. Resûlullah efendimizin huzûrunda da bir zât vardı. Kıyâfetinden onu Arab zannetmiştim. Peygamber efendimiz ile dizdize denilecek bir hâlde oturuyor ve konuşuyordu. Acabâ bu zât kimdir ki, Eshâb-ı kirâm efendilerimiz ayakta oldukları hâlde, o, Resûlullah'ın huzûrunda oturuyor? diyerek hayret ettim. Konuşmalarını dinledim; Peygamber efendimiz Arabca konuşuyorlar, o zât ise Farsça söylüyordu. Peygamber efendimiz ona; "Yâ Mevlânâ Câmî, ben Arabca konuşuyorum, sen de Arabca konuş" buyurunca, Arab zannettiğim o zâtın Mevlânâ Abdürrahmân Câmî olduğunu anladım. Mevlânâ Câmî, Peygamberimize; "Yâ Resûlallah! Bir hatâmdan dolayı sizden özür dilemiştim. Acabâ özrüm makbûl olmadı mı?" dedi. Peygamber efendimiz; "Ne yolla îtirâz etmiştin?" buyurunca, şöyle dedi: "Sizi methetmek için yazdığım bir kasîdemde; "Onun sırrına eremiyorum, O Arabdır, ben ise Acemim..." demiştim" dedi. Peygamber efendimiz; "Beis yok, Farsça konuşman da makbûldür" buyurdu. Sonra Peygamberimiz, Mevlânâ Câmî'ye hitâben; "Şu oturan kimseyi bilir misin?" diyerek İbn-i Kemâl Paşayı gösterdiler. Mevlânâ Câmî; "Bilmem yâ Resûlallah" dedi. Peygamber efendimiz; "O, İbn-i Kemâl Paşadır ve hâlen ümmetimin müftîsidir." buyurdu. Sonra da beni göstererek; "Ya onun arkasında oturan şu kimseyi bilir misin?" buyurdu. Mevlânâ Câmî yine; "Hayır Yâ Resûlallah" dedi. Peygamber efendimiz; "O, Ebüssü'ûd bin Yavsî'dir. O da ümmetimin müftîsi olsa gerektir." buyurdu. Bu sâdık rüyâdan tam otuz yıl sonra, bu âcize fetvâ işleri vazifesi verildi.

Osmanlıların kuruluş devrinde Bursa'da yaşamış büyük velî Emîr Sultan (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin talebelerinden birisi anlatır: Bir gece rüyâmda şöyle gördüm: Bursa'nın uzak kasabalarından birkaç kişi: "Bursa'da bir evliyâ var. Allahü teâlânın izniyle ne hâcetin varsa verirmiş." diye yola çıktılar. Ben de yatakta yatıyordum. Onların dediklerini duyunca, aralarına katılarak, biz de duâsını alalım diye birlikte Bursa'ya gittik. Dergâha girip Emîr Sultan'ı görünce bayılmışım. Aklım başıma gelince, ayağa kalkacak tâkati bulamadım. Emekliye emekliye Sultan hazretlerinin yanına vardım. "Sultânım, beni talebeliğe kabûl edin!" dedim. "Kâbûl eyledik!" diyerek mübârek elleri ile sırtımı sığadılar. Heyecanla uyandım. Rüyâmı anneme anlattım ve tâbir etmesini istedim. Annem; "Sen hemen o büyük velînin yanına koş, himmetine kavuşarak duâsını al." dedi. Hemen yola çıktım. Bir grup insanın, rüyâmdaki gibi; "Gidip Emîr Sultan'ı ziyâret edelim. Onun duâsını alalım." diye yürüdüklerini gördüm. Aralarına katılarak, rüyâmdaki gibi, sırayla dergâha girip huzûrlarına çıktık. Emîr Sultan'ın mübârek nazarlarına kavuşunca, aklım başımdan gitti. Düşüp bayıldım. Aklım başıma gelince, ayağa kalkamayıp, emekliyerek ayak uçlarına kadar gittim. "Bizi talebeliğe kabûl buyurun Sultânım." deyince; "Biz seni talebeliğe kabûl edeli kırk yıl oldu." buyurdular.