RIZA-İ
İLÂHİ
Evliyânın meşhurlarından ve
Hanbelî mezhebinin büyük fıkıh âlimlerinden Abdullah-ı Ensârî (rahmetullahi
teâlâ aleyh) hazretleri şöyle buyurdular: "Allahü teâlâ, kendi rızâsını
istiyenlerin yardımcısıdır."
Şakîk-i Belhî hazretleri
anlattı: Abdülazîz bin Ebû Revvâd (rahmetullahi teâlâ aleyh)
hazretlerinin yirmi sene gözleri görmemişti. Onun için, bu kadar sene çoluk
çocuğunu göremedi. Bir gün oğlu kendi kendine düşünüp, bu duruma içerleyerek;
"Babacığım! Senin gözlerinin görmemesine çok üzülüyorum." deyince, Abdülazîz
hazretleri; "Oğlum! Ben Allahü teâlâdan gelene râzıyım." cevabını vermiştir.
Büyük velîlerinden Ahmed
bin Mesrûk (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri her halinde Allahü teâlânın
rızâsını düşünür, O'nun için olmayan sevgiyi öldürücü zehir bilirdi.
Talebelerine; "Bir kimse Allahü teâlâdan başkasına gönül verirse, O'ndan
başkasında neşe bulursa, bu neşeleri dertler ocağı olur. Kim, Allahü teâlânın
beğenmediği şeylere yakın olursa, bu yakınlıkların hepsi sıkıntıya dönüşür."
derdi.
Mısır evliyâsından Ali
Havâs Berlisî (rahmetullahi teâlâ aleyh) mescidleri süpürür ve helâları
temizlerdi. Süprüntü ve çöpleri yüklenip, münâsip yerlere kadar götürür,
bırakırdı. Bu işleri, her Cumâ günü Allah rızâsı için yapardı. Allahü teâlâ, Nil
Nehrinin hizmetini Ali Havâs'a ihsân etmişti. Nil Nehrinin taşması ve azalması,
toprakları sulaması, onun duâsı ile olurdu. Bütün bunları, Allahü teâlâya kalben
teveccüh etmek sûretiyle yapardı.
Büyük velî ve Hanbelî
mezhebî fıkıh âlimi Ali bin Muhammed bin Beşşâr (rahmetullahi teâlâ
aleyh) hazretlerine "Allahü teâlânın rızâsına nasıl kavuşulur?" diye sordular.
Cevaben "Gizli günah
işlediğin gibi, gizli tâatte (Allahü teâlânın beğendiği şeyler) bulunursun.
Nihâyet kalbin, ibadet ve tâatlere doğru meyleder. Bu hâl, Allahü teâlânın
rızâsını kazanmaya doğru gittiğinin alâmetidir." buyurdular.
Evliyânın büyüklerinden
Câfer bin Süleymân Dâbiî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri, Ebû İmrân
el-Cûnî'den naklederek de buyurdular ki: "Mûsâ aleyhisselâm, Allahü teâlâya
ilticâ edip; "Yâ Rabbî! Senin rızâna kavuşmanın alâmeti nedir?" dedi. Allahü
teâlâ buyurdu ki: "Sizin başınıza hayırlı olanlarınızı getirirsem, bu, rızâma
ermiş olmanızın alâmetidir. Sizin başınıza şerli olanları getirirsem, bu,
gazâbımın alâmetidir."
Evlîyanın büyüklerinden
Cüneyd-i Bağdâdî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerine "Allahü teâlânın
rızâsına nasıl kavuşulur?" diye sorulunca; cevaben "Dünyâya düşkün olmayı terket,
kavuşursun. Nefsin hevâsına uyma ulaşırsın." buyurdular.
Yine buyurdular ki: "Rızâ,
belâyı nîmet saymaktır."
Evliyânın büyüklerinden
Ebû Abdullah-ı Turuğbâdî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Allahü
teâlânın rızâsına kavuşmak için, O'nun beğendiği şeylerden başkasını vesîle
yapmayan kimselere müjdeler olsun! Çünkü O'na kavuşmak için, O'nun râzı olduğu
şeylerden başka bir vesile yoktur."
Büyük velîlerden Ebû Ali
Dekkâk (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Rızâ, gelen musîbetler
karşısında kayıtsız kalmak, vurdum duymaz olmak demek değildir. Rızâ; Allahü
teâlânın hükmüne, takdirine îtirâz etmeyip, boyun eğmektir."
Evliyânın meşhurlarından
Ebû Bekr Ayderûs (rahmetullahi teâlâ aleyh) Allahü teâlânın rızâsına
kavuşmak için en önemli sebeplerden biri olan seher vakti uyanık bulunup, zikir,
ibâdet ve tâatla meşgûl olmak husûsunda çok gayretliydi. Başkalarına çok zor
gelen bu husus ona kolaylaştırılmıştı.
Evliyânın
büyüklerinden Ebû Bekr-i Nessâc (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri,
Allahü teâlânın rızâsına ulaşmayı tek gâye edinmiş ve bu hususda buyurmuşdur ki:
"Suyu düşünmek susuzluğu gidermediği, âteşi düşünmek insanı ısıtmadığı gibi,
dâvâyı sâdece istemek de gâyeye ulaştırmaz. Çok gayret etmek ve çok çalışmak
lâzımdır. Bunun gibi Allahü teâlâya ulaştıran yolda bulunmak istiyorum demek de
matlûba eriştirmez. O'ndan ve O'nun için olan şeylerden başka her şeyden yüz
çevirmek ve O'ndan başka her şeyden uzak durmak, vaz geçmek lâzımdır. Yalnız
O'na kavuşturacak şeylere yönelmek lâzımdır ki, bu dâvâsında sâdık olduğu
anlaşılsın.
Bir kimse gönlünde, Allahü
teâlânın râzı olmadığı şeylere muhabbet besleyip Allahü teâlâya kavuşturan yolda
bulunmayı isterse, bu o kimsenin sâdık ve doğru olmadığını gösterir. Eğer sâdık
ve doğru ise, önce o şeyleri bırakması lâzımdır. Çünkü, ekilmiş yere ekin
ekilmez ve yazılmış kâğıda tekrar yazı yazılmaz."
Evliyânın meşhurlarından
Ebû Bekr bin Sa'dân (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri Allahü teâlânın
rızâsına ve sevgisine kavuşmak için; haramlardan, günahlardan ve bid'atlardan
mutlaka sakınmak lâzım olduğunu beyân etmiştir. Çünkü amelde ve îtikâddaki
bid'atin zulmeti, kalbe envâr-ı ilâhînin, Allahü teâlâdan gelen nurların
girmesine mâni olur. Buyurmuştur ki: "Kim, Allahü teâlâya kavuşmak isterse,
bid'attan, dalâletten, isyândan ve gafletten uzak dursun."
Büyük ve meşhûr velî Ebû
Câfer Haddâd el-Kebîr (rahmetullahi teâlâ aleyh) anlatır: "Mekke'de saçlarım
uzamıştı. Yanımda traş âletim de yoktu. Bir berberi gördüm. İyi bir insan
olduğunu tahmin ettim ve; "Beni Allahü teâlânın rızâsı için traş eder misin?"
diye sordum. "Evet." deyip, yanındaki müşterisini gönderdi. Beni oturtup traş
etti. Hem para almadı, hem de harçlık verdi. Ben de elime geçen ilk şeyi getirip
Müzeyyin ismindeki o berbere ikrâm etmeye niyet ettim. Mescidde bir adam yanıma
gelerek; "Basra'dan bir dostun gönderdi." deyip önüme bir kese bıraktı. İçinde
üç yüz dinar para vardı. Hemen kalkarak ahdimi yerine getirmek niyetiyle
Müzeyyin'in yanına vardım; "Al bunu! İhtiyaçların için kullanırsın." dedim.
Fakat kabûl etmeyip; "Ey mübârek insan! Hem bana geliyor, Allah rızâsı için beni
traş et diyorsun, sonra da gelip para veriyorsun, hiç böyle şey olur mu? Haydi
işine git, Allah senden râzı olsun." dedi.
Tasavvufta ilk defâ sofî
nâmıyla anılan meşhûr velî Ebû Hâşim Sofî (rahmetullahi teâlâ aleyh)
hazretleri buyurdular ki: "Allahü teâlâ, kullarının sâdece kendi rızâsını
isteyip, onunla hoşnûd olmaları, dünyâdan yüz çevirmeleri için, dünyâyı keder ve
üzüntü yeri yaptı."
İslâm âlimlerinin
büyüklerinden ve evliyâdan Ebû İshâk el-Fezârî (rahmetullahi teâlâ aleyh)
buyurdular ki: "Bâzı kimseler, insanlar tarafından medholunmayı seviyorlar.
Halbuki, Allahü teâlânın rızâsı yanında, insanların övmelerinin, hiç kıymeti
yoktur."
Şam'da yetişen büyük
velîlerden Ebû Süleymân Dârânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki:
"Başa gelen her şeye râzı olmak hâline kavuşanlar, irfan sâhipleri, âriflerdir.
Allahü teâlâ önce gelen peygamberlerden birine vahy ederek bildirdi ki: Cebrâil
aleyhisselâm yeryüzüne indiğinde ibâdet ile meşgûl olan bir kimseyi gördü.
Hoşuna gittiği için; "Yâ Rabbî! Bu kimse ne iyi." dedi. Allahü teâlâ da; "Ey
Cibrîl! Levh-i mahfûza bak." buyurdu. Cebrâil aleyhisselâm Levh-i mahfûzda o
kimsenin Cehennemlikler arasında yazılı olduğunu gördü. Allahü teâlâya; "Yâ
Rabbî! Bu işin hikmeti nedir?" diye sordu. Allahü teâlâ; "Ben yaptığım işlerden
kimseye karşı sorumlu değilim. Hiç kimse kullarım hakkındaki ilmime akıl
erdiremez." buyurdu. Cebrâil aleyhisselâm; "Yâ Rabbî! İzin verirsen o kimseye
gidip durumu bildireyim." dedi. İzin verilince, o kimsenin yanına gitti ve;
"Senin yaptığın ibâdetleri Allahü teâlâ kabûl etmedi. Levh-i mahfûzda senin
Cehennem ehli arasında olduğunu gördüm." deyince, o kimse düşüp bayıldı. Cebrâil
aleyhisselâm onun ayılmasını bekledi. Ayılınca şöyle mırıldanıyordu: "Ey benim
Allah'ım! Sana hamd ederim. Bütün hamd eden kulların sana Nasıl hamd ediyorsa
ben de öyle hamd ederim." Sonra Cebrâil aleyhisselâma dönerek; "O bizim
Rabbimizdir. Bütün ilmî kudretinin kemâli, rahmeti ve şefkati ile benim hakkımda
öyle uygun görmüş. O'na yine hamd ederim. O beni benden daha iyi bilir." dedi ve
secdeye kapandı. Secdede cenâb-ı Hakk'ı tesbih etmeye başladı. Bu durumu Cebrâil
aleyhisselâm Allahü teâlâya arz edip o şahıs hakkında üzüldüğünü bildirdi.
Cebrâil aleyhisselâma, Allahü teâlâ tarafından tekrar Levh-i mahfûza bakması
bildirildi. Bu defâ Levh-i mahfûzda o kimsenin cennetlik olduğu yazılıydı.
Cebrâil aleyhisselâm, cenâb-ı Hakk'tan hikmetini suâl ettiğinde; "Kullarım
işlerime akıl erdiremezler." buyurdu. Cebrâil aleyhisselâm bu durumu yine
bildirmek istedi ve izin verildi. O zâtın yanına gidip; "Müjdeler olsun sana!
Yerin Cennet oldu." dedi. O kimse bu sözlere hiç şaşmadı ve eski hâlini hiç
bozmadı. Eskisi gibi yine hamd ve cenâb-ı Hakk'ı tesbih etmeye devâm etti."
Mûsâ aleyhisselâm bir gün
yırtıcı hayvanların parçalayıp karnını deştiği bir adama rastladı ve onu tanıdı.
Başı üzerinde durarak dedi ki: "Yâ Rabbî! O sana itâatkâr idi. O hâlde bu hâl
nedir?" Allahü teâlâ ona vahyedip; "Ey Mûsâ! Bu kulum bana ameli ile
yükselemeyeceği bir derece istedi. Kendisini istediği dereceye ulaştırmak için
ona bu musîbeti verdim." buyurdular.
Yine buyurdular ki: "Bütün
işlerde, kulun niyeti Allahü teâlânın rızâsı olursa, o işin sonu mutlaka iyi
olur."
Tasavvuf büyüklerinden
Ebû Yâkûb Nehrecûrî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: Allahü
teâlânın rızâsına nasıl kavuşulur? Allahü teâlâya kavuşma yoluna nasıl girilir?
diye soran birine; "Âlimlerle berâber olur, câhillerden uzak durur, amel ve
zikre devâm edersen, Allahü teâlâya kavuşursun."
Yine buyurdular ki: Ebû
Yâkûb Nehrecûrî'ye, Allahü teâlânın rızâsına nasıl kavuşulur diye sordular. O
da; "Câhillerden uzak kalmak, âlimlerin sohbetinde bulunmak, ilmi ile amel edip,
Allahü teâlâyı anmaya devâm etmekle."
Endülüste'te ve Mısır'da
yetişmiş olan büyük velîlerden Mâlikî mezhebi fıkıh âlimi Ebü'l-Abbâs-ı Mürsî
(rahmetullahi teâlâ aleyh) sohbetlerinin birinde buyurdular ki: "Dünyâsını veya
âhiretini düzeltmek için değil de, yalnız Allahü teâlânın rızâsı için çalışan
kimseyi, Allahü teâlâ ıslâh edip düzeltir."
Bağdât'ın büyük velîlerinden
Ebü'l-Hüseyin Nûrî (rahmetullahi teâlâ aleyh) Bağdât'ta yaptığı
nasihatlarla insanların dünyâ ve âhirette saâdete kavuşmaları için çalıştı.
Sonra Mısır'a gitti. Mısır'a varınca, kendisinden nasîhat etmesini
istediklerinde; "Kim yaptığı işlerde Allahü teâlânın rızâsını gözetmezse,
hallerinde Allahü teâlâyı göremez. Kim Allahü teâlânın kendisini dâimâ bildiğini
ve gördüğünü düşünmezse, Allahü teâlâ da ona rahmet nazarıyla bakmaz."
buyurdular.
Evliyânın büyüklerinden
Fudayl bin İyâd (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin oğlu Ali, Kur'ân-ı
kerîmden bir sûreyi sonuna kadar okuyamaz ve dinleyemezdi. Biraz okuyunca veya
dinleyince âyet-i kerîmelerin tesiri ile düşüp bayılırdı. Sonuna kadar tahammül
edemezdi. Bir gün Fudayl bin İyâd hazretlerine bir kârî (Kur'ân-ı kerîm okuyan)
geldi. Onu oğlunun yanına gönderdi ve; "Oğluma Kur'ân-ı kerîm oku. Dinlemekten
çok hoşlanır. Zilzâl ve El-Kâriâ sûrelerini okuma, çünkü kıyâmet sözünü
dinlemeye tahammül edemez, takat getiremez." buyurdu. O kârî gitti. Unutarak,
El-Kâriâ sûresini okudu. Dördüncü âyet-i kerîmeye gelince, Fudayl'ın oğlu Ali;
"Allah!.." deyip düştü. Baktılar ki rûhunu teslim etmişti. Fudayl bin İyâd, oğlu
vefât edince tebessüm etti. Halbuki otuz yıldır hiç gülmemişti. "Ey Fudayl! Bu
gün gülünecek gün müdür?" diye sordular. Bunlara cevâb olarak; "Ben şu anda,
Peygamber efendimizin de tatmış olduğu evlâdın ölümü acısını tatmış bulunuyorum.
Anladım ki, Allahü teâlâ evlâdımın ölümüne râzıdır. Mâdem ki oğlumun ölümünde
Allahü teâlanın rızâsı vardır. Ben de Allahü teâlânın rızâsına râzı oldum. Onun
için güldüm." buyurdular.
Evliyânın büyüklerinden
Habîb-i Acemî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerine "Allahü teâlânın
rızâsı hangi şeydedir?" diye sordular. Cevaben "İçinde nifak tozu bulunmayan
kalpte." buyurdular.
Tâbiînden meşhûr fıkıh ve
hadîs âlimi Mesrûk bin el-Ecdâ (rahmetullahi teâlâ aleyh) her yaptığı işi
Allah rızâsı için yapar, hep âhireti düşünürdü. Bir gün bir zâtın işine yardım
eti. O zât da ona bir hizmetçi hediye etti. Mesrûk bin el-Ecdâ buna üzüldü.
Hizmetçiyi geri gönderdi ve işine yardım ettiğim zaman kalbindekini bilseydim,
işine hiç bakmazdım. Artık bundan sonra işinde sana yardımcı olmam.” buyurdular.
Hirat'ta yetişen âlim ve
büyük velîlerden Molla Câmî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerine bir
kimse gelerek; "Bana öyle bir şey öğretin ki, kalan ömrümde onu yaparak cenâb-ı
Hakk'ın rızâsını kazanayım." dedi. Molla Câmî; "Hocam Sâdüddîn-i Kaşgârî'ye de
aynı suâli sormuşlardı. Cevap olarak, mübârek elini sol göğsü üzerine götürüp,
kalbini işâret etti. Bununla meşgûl olun, kalbinizden kötü huyları çıkarıp,
yerine iyi ve beğenilen huyları yerleştirin demek istedi." buyurdular.
Hindistan'ın büyük
velîlerinden Muhammed Sâdık hazretleri, yüksek babaları İmâm-ı Rabbânî
müceddîd-i elf-i sânî Ahmed-i Fârûkî Serhendî (rahmetullahi teâlâ aleyh)
hazretlerinden ayrı kaldığı zamanlar, onlara bâzı mektuplar yazmışlardır. Bu
mektuplardan bir parça aşağıdadır:
"Canım Babacığım! Hiç bir
ânımın, Allahü teâlânın rızâsının hilâfına geçmemesinden başka arzum yoktur. Bu
da ele geçmiyor. Ancak o dergâhta hizmet edenlerin imdâd ve yardımı ile ele
geçer. Mısra:
"Kerîmler ile yapılan
işler kolaydır"
Allahü teâlâya hamd ve
şükürler olsun ki, hâlim şerefli teveccühünüzün bereketi ile, emrettiğiniz
şekilde istikâmettedir. Bunda, az bile olsa bir gevşeklik olmuyor. Hattâ günden
güne, artmakta ve yükselmekte olduğunu ümid ediyorum. Sabah, öğle ve ikindiden
sonra, sohbete oturup, hâfızdan Kur'ân-ı kerîm dinliyoruz. Ey gönüllerin
kıblesi! Bu fakîr, hemen hemen, her gece, hazretinizi rüyâda görmekle
şereflenmekteyim. Bundan daha çok ne yazayım. Köleniz."
Büyük velîlerden
Muhyiddîn-i Arabî (rahmetullahi teâlâ aleyh) her işini Allahü teâlânın
rızâsına kavuşmak için yapardı. Allahü teâlânın rızâsına ve mârifet-i İlâhiyyeye
kavuşmak için İslâmiyete tam uymak gerektiğini belirtirdi.
"İslâmiyetin emirlerinden
bir emri yapmayanın mârifeti sahîh değildir." buyururdu.
Tabiînden hadîs ve fıkıh
âlimi, velî Mutarrif bin Abdullah (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri,
Allahü teâlâya ve Resûlullah efendimize son derece tâzim edenlerdendi. Kötü
şeyler içerisinde onların ism-i şerîflerinin zikredilmesini uygun görmezdi.
Buyurdu ki: İçinizden bâzıları hayvanına (köpek ve merkebine... v.s) kızdığı
zaman; “Allah cezânı versin, seni şöyle yapsın böyle yapsın der. Halbuki bu
uygun değildir. Allahü teâlânın ism-i şerîfine tâzim ediniz. Hayvanın (köpek,
merkep... v.s) yanında O’nun mübârek ismini ağza almaktan korkunuz.”
Allahü teâlâya şöyle
yalvarırdı: “Allah’ım, ihlâs ile yapmış olduğum her amelim için senden af ve
mağfiret dilerim. Çünkü ben yalnız senin rızânı istiyorum.” O daima Allahü
teâlânın merhametine sığınır ve hakîki müminlerin hâli olan “Beyn’el-Havfi ver-recâ”
korku ile ümid arasında yaşar ve şöyle yalvarırdı: “Allah’ım bizden râzı olmasan
da affet. Çünkü efendi, kölesinden râzı olmasa da affeder.” Arafat’taki
duâsında; “Allah’ım benim yüzümden buradakilerin duâsını reddetme, kabul eyle”
diye yalvarırdı. Halbuki halk onu vesile ederek duâ eder duâları kabûl olurdu.
Tâbiînden ve hanım velîlerin
büyüklerinden Râbia-i Adviyye (rahmetullahi teâlâ aleyhâ) hazretlerine
"Bir kulun Allahü teâlânın takdirine râzı olup olmadığı nasıl bilinir?" diye
sordular. "Gelen nîmetlerden zevk aldığı gibi, gelen musîbetlerden de zevk
aldığı zaman." buyurdular.
Büyük ve meşhûr velîlerden
Sırrî-yi Sekatî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Çok istigfâr
etmek, alçak gönüllü olmak ve çok sadaka vermek, Allahü teâlânın kendilerini çok
sevdiği, velîlerinin ahlâkından olup, Allahü teâlânın rızâsına kavuşturur."
Rumeli'de yetişen büyük
velîlerden Sofyalı Bâlî Efendi (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerine
ait beyt;
Hûr-ı'nin düşme dâm-ı
zülfüne zâhid gibi
Geç hevâsından behiştin
maksad-ı Aksayı gör
Yâni; "Cennet hûrilerinin
zülfünün tuzağına düşme. Cennet'in nîmetlerine de bakma, asıl maksadı gör.
Allahü teâlânın rızâsını gözet." demektir.
Büyük velîlerden Süfyân-ı
Sevrî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Rızâ; Allahü teâlânın
takdir ettiğine şükrederek kabûl etmektir."
Tâbiînden, meşhûr hadîs
âlimi ve velî Hazret-i Tâvûs bin Keysân (rahmetullahi teâlâ aleyh) hac
seyahatlerinden birini şöyle anlatır: Hacca gitmiştim. Yanımda bir de çocuk
vardı. Binecek bir hayvanı ve yiyecek bir şeyi yoktu. “Ey çocuk, senin yiyeceğin
var mı?” dedim. Çocuk; “En iyi yiyecek takvâdır. Kerîmlerin evine giderken
yiyecek götürmek uygun değildir” dedi. İhram kuşandığımızda hepimiz “Lebbeyk”
dediğimiz halde, çocuk söylemiyordu. “Niçin söylemiyorsun” dedim. “Red cevâbını
duymamak için” dedi. Bu söz üzerine çok ağladım ve dedim ki: “Bu çocuk red
olunmaktan korkarsa, biz red olunur, kabûl edilmezsek hâlimiz nice olur.”
Mina’ya kurban kesmek için geldik. Kurbanlarımızı kestik, fakat çocuk kesmedi.
O; “Ey benim Allah'ım! Herkes kurban kesiyor. Benim kurban kesecek hiçbir malım
yok. Ancak, bu küçük vücûdumu senin rızân için kurban etmek istiyorum, kabûl
buyur Allah'ım?” diyerek ağlıyordu. Çocuk, Kelime-i şehâdet getirerek canını,
cânâna teslim etti. Annesi hâdiseyi öğrenince, çok üzülüp ağladı. Bir ses duydu:
“Ey hâtun! Senin çocuğun, benim rızâma kavuşmak için canını fedâ etmek istedi.
Kabûl ettim. Eğer istersen seninkini de kabûl ederim.” diyordu.
Kendilerine “Silsile-i
aliyye” denilen büyük âlim ve velîlerin on sekizincisi olan Ubeydullah-ı
Ahrâr (rahmetullahi teâlâ aleyh) bir sohbeti sırasında büyüklerin
hallerinden anlatarak şöyle buyurdular: "Sehl bin Abdullah Tüsterî hazretleri,
Allahü teâlânın rızâsına kavuşmak için öyle riyâzet yapıp, zikre dalmıştı ki,
bir gün ağzından ve burnundan kan geldi. Yere düşen her damla kanı "Allah"
yazıyordu. Bundan sonra hocası ona, tasavvufta her ân Allahü teâlâyı hatırlamak
ve kendisini gördüğünü düşünmek gibi mânâlara gelen "Yâd-ı daşt" makâmı üzere
olmasını emretti."
Büyük velîlerden Yûsuf
bin Hüseyin Râzî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: “Saâdete kavuşmak
istersen, edeble ilim öğren, edeble ilim öğrenen onunla iyi amel eder. İyi amel
eden, hikmet sâhibi olur. Hikmet elde edilince, insan zühd sâhibi olur. Zühd
sâhibi olunca, kalbinde, insanı Allahü teâlâdan uzaklaştıran şeylerin sevgisi
kaybolur. Bu sevgi kaybolunca, insan âhirete rağbet eder. Hep âhireti düşünen ve
ona hazırlanmakla uğraşan kimse, Allahü teâlânın rızâsına kavuşmuş demektir.”
Mısır’da yetişen büyük
velîlerden Zünnûn-i Mısrî (rahmetullahi teâlâ aleyh) anlatır: “Benî
İsrâilde yedi yüz sene Allahü teâlâya ibâdet eden bir âbid dâimâ: “Yâ Rabbî!
Senin rızânı isterim!” diyordu. O sırada peygamber olan Danyal aleyhisselâma
vahy geldi ki; “O âbide söyle, eğer göktekilerin ve yerdekilerin ibâdetini
yapsa, yeri Cehennem'dir!” Danyal aleyhisselâm bunu o âbide bildirdi. Bunu
duyunca sevindi ve; “Ey Rabbimin hükmü! Ne hoşsun! O’nun kazâsı hoş geldin!”
dedi. Sonra da; “Ey Allah'ın peygamberi! Yedi yüz yıl Hakk'ın rızâsını istedim.
O’nun mülkünde kendimi sivrisinekten aşağı kabûl ettim. Şimdi, Cehennem’in odunu
olmaya lâyık olduğumu ve O’nun rızâsının bunda bulunduğunu, yâni Cehennem'e
gideceğimi anladım. Artık O’nun rızâsı olan yeri ister oldum” dedi. Yine vahy
geldi ki: “Ey Danyal! O kuluma söyle, o benden râzı olunca, ben de ondan
râzıyım. Onu Cennet ve Cemâlime lâyık eyledim.” |