CİLD       ALFABE       KONU       KABR-İ ŞERİFLER

ALFABE - CİLD                      1.   2.   3.   4.   5.   6.
     
 

PEYGAMBERİMİZ - 3

Mevlevî büyüklerinden, meşhûr şâir Şeyh Gâlib Dede (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri'nin Peygamber efendimiz için yazdığı bir şiiri:

 

Hutben okunur minber-i iklim-i bekâda

Hükmün tutulur mahkeme-i rûz-i cezâda

 

Gülbank-i kudûmün çekilir arş-ı Hüdâda

Esmâ-i şerîfin anılır arz u semâda

 

Sen Ahmed ü Mahmûd ü Muhammedsin efendim.

Haktan bize Sultân-ı müeyyedsin efendim.

 

Meşhûr Kafkas kahramânı, âlim ve velî Şeyh Şâmil (rahmetullahi teâlâ aleyh) büyük bir îtinâ ile bütün şartlarına âzamî titizliği göstererek haccını yaptıktan sonra, ömrünü O'nun sünnet-i seniyyesini yaymak için uğraştığı, bu uğurda ölümü göze aldığı, sevgili, muhterem, mübârek Peygamberi, iki cihânın efendisi Muhammed aleyhisselâmın huzûr-ı şerîflerine gitmek için, nûrlu Medîne yollarına düştü. Her an aşkıyla yandığı efendisine yaklaşıyor, şimdiye kadar içinde kopan fırtınalar her geçen sâniye daha da şiddetleniyordu. Medîne-i münevvere görünmeye başladığında oldukça heyecanlanan Şeyh Şâmil, toprağa kapanarak, hocası Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretlerinin şu şiirini terennüm etmeye başladı.

"Server-i âlem sana âşık olup da, yanarım!

Her nerede olsam o güzel cemâlin ararım.

 

Kâbe kavseyn tahtının sultânı sen, ben hiçim.

Misâfirinim dememi saygısızlık sayarım.

 

Her şey cihânda senin şerefine yaratıldı,

Rahmetin bana da yağsa, o ân olur bahârım.

 

Acıyıp bir bakınca, ölü kalbler dirilttin,

Sonsuz merhametine, sığınıp, kapın çaldım.

 

İyilik kaynağısın dermanlar deryâsısın!

Bir damla lütfet bana, derde devâsız kaldım.

 

Herkes gelir Mekke'ye, Kâbe, Safâ, Merve'ye,

Ben ise senin için, dağlar tepeler aştım.

 

Saâdet tâcı giydirildi, rüyâda başıma,

Ayağın toprağı serpildi yüzüme sanarım.

 

Ey Câmî hazretleri, sevgilimin bülbülü!

Şiirlerin arasından, şu beyti seçtim aldım:

 

"Dili aşağı sarkık, uyuz köpekler gibi,

Bir damlacık umarak, ihsân deryâna vardım."

.

Ey günahlılar sığınağı, sana sığınmaya geldim!

Çok kabahatler işledim, sana yalvarmaya geldim!

 

Karanlık yerlere saptım, bataklıklara saplandım,

Doğru yolu aydınlatan, ışık kaynağına geldim.

 

Çıkacak bir canım kaldı, ey bütün canların cânı!

Uygun olur mu söylemek, cânımı fedâya geldim.

 

Derdlilere tabîbsin, ben ise gönül hastası,

Kalb yarama devâ için, kapını çalmağa geldim.

 

Cömerdlerin kapısına, bir şey götürmek hatâdır.

Basmakla şeref verdiğin, toprağı öpmeğe geldim.

 

Günahlarım çok, dağ gibi, yüzüm kara, katran gibi,

Bu yükden ve siyâhlıkdan, tamâm kurtulmağa geldim.

 

Temizler elbet hepsini, ihsân deryândan bir damla,

Gerçi yüzüm gibi kara, amel defterimle geldim.

 

Kapına yüz sürebilsem, ey cânımdan azîz cânân

Su ile olmayan işler, hâsıl olur o topraktan."

 

Tâbiîn devrinde yetişen büyük âlim ve velî Vehb bin Münebbih (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Çok kitap okudum. Onlardan şunu öğrendim: Allahü teâlâ Muhammed aleyhisselâma çok yüksek akıl vermiştir. İnsanların akılları O'nunkinin yanında, yeryüzündeki bütün kumla rın yanında, küçücük bir kum tânesi kadar kalır."

Peygamber efendimiz zamânında yaşamış büyük velî Veysel Karânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerine Peygamber efendimiz tarafından hediye edilen Hırka-i şerîf, Van civârında İrisân Beylerine kadar gelmiş ve 1618 senesinde, Osmanlı pâdişâhlarından Sultan İkinci Osman Hana getirilip hediye edilmiştir. Sultan Abdülmecîd Han, bu Hırka-i şerîf için Fâtih civârında Hırka-i Şerîf Câmisini yaptırmıştır. Günümüzde bu hırka, her sene Ramazan ayında camekân içinde halkın ziyâretine açık tutulmaktadır.

Büyük velîlerden Zeynelâbidîn Muhammed (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri ile ilgili olarak, İbrâhim Ubeydî şöyle anlatır: “Üstad Muhammed Alevî ile Muhammed Zeynelâbidîn bir yerde konuşuyorlardı. Konuşmalarından bir şey anlamadım. Zeynelâbidîn, Muhammed Alevî’ye Peygamber efendimizden bahsetti ve; “Vallahi O şimdi kabrinde, bizim bilmediğimiz bir şekilde diridir. Sizin de Muhammed aleyhisselâm katında üstün bir yeriniz var” buyurdu ve oradan ayrıldı.”

Muhammed Zeynelâbidîn, bir sene, haccı edâdan sonra, Medîne-i münevvereye gidip, Resûlullah’ın kabr-i şerîfini ziyârette bulundu. Ziyâretini tamamlayınca, vedâ için tam bir edeb içinde kabr-i şerîfe dönmüş iken birden karşısında Resûlullah efendimizin, hazret-i Ebû Bekr’in ve hazret-i Ömer’in mübârek cemâllerini gördü. Edeble başını önüne eğdi ve öyle kaldı. O sırada bir kısım talebeleri gelip kâfilenin hareket ettiğini ve gitmek arzu ettiklerini söylediler. Huzurda iken onların bu acele edişlerine taaccüb edip, keşf hâliyle onlara; “Siz beni çağırıyorsunuz. Hâlbuki şimdi karşımda Resûlullah efendimizin mübârek cemâli, bulutun altında ayın kayboluşu gibi kaybolup gidiyor. Hazret-i Ebû Bekr'in ve Ömer’in mübârek cemâlleri de kaybolup gittiler.” dedi.

Hindistan evliyâsından Abdülulâ (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinde Peygamber efendimizin sevgisi çok fazla idi. Ramazân-ı şerîf ayının başında talebelerinden biri Kasîde-i Bürde'den bir bölüm okudu. Bunun üzerine öyle ağladı ki, konuşmaya tâkati kalmadı.

Mevlid hakkında soran birisine; "Bu zamanda insanlar vakitlerini oyun, eğlence ve günahlar içerisinde geçiriyorlar. Biz de, onların kalblerinde Resûlullah efendimizin sevgisi hâsıl olsun istiyoruz. Çünkü Resûlullah efendimizi sevmek, îmânın aslıdır. Biz bu maksatla mevlid cemiyetleri yapıyoruz. Nitekim din büyükleri de mevlidi güzel görmüşlerdir." buyurdu.

Son devir Türkistan velîlerinden Halîfe Kızılayak (rahmetullahi teâlâ aleyh) zamanında mevlid kandilleri ayrı bir güzellikte ihyâ edilirdi. O gün de her yerden insanlar akın akın gelirlerdi. Herkes toplandıktan sonra Halîfe-i Kızılayak'ın odasında ve kendisinin oturduğu yerde başının üzerinde yüksekte bir yerde duvara yapışık duran özel sandukada bulunan Sakal-ı şerîf ile Şâh-ı Nakşibend hazretlerine âit hırka-i şerîf başlar üzerinde getirilirdi. Emânetler, özel olarak yapılmış ve baş hizâsında bulunan mevkiine konulurdu. Örtüler edeple ve salevât-ı şerîfe okunarak açılırdı. Sonra belli bir tertîb içerisinde nâtlar okunur, Kur'ân-ı kerîm kırâat edilir ve konuşmalar yapılırdı. En sonunda Hırka-i şerîf oraya gelenlerin arasında dolaştırılır, edep ve ihlâsla öpüp koklanırdı. Daha sonra şerbet ikrâm edilir, duâ ile meclise son verilirdi. Kandile, vâli ve kâdı gibi bâzı devlet adamları da katılırdı.

Süleymân Çelebi (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri Mevlid'ine Arabî olarak bir önsöz yazarak, şöyle buyurmaktadır: "Rahmân ve Rahîm olan Allahü teâlânın ismiyle başlarım. Muhammed aleyhisselâmı bütün yaratılmışların sebebi, en şereflisi ve en azîzi yapan, makâm-ı Mahmûd ile şefâat hakkını vererek O'nu bütün Peygamberlerden üstün kılan, ismini O'nun ismiyle yanyana yazarak, hasedci şeytanın burnunu sürtüp, O'nun şânını yücelten Allahü teâlâya hamd-ü-senâlar olsun. Muhammed aleyhisselâm, Allahü teâlânın indinde çok makbûldür. Allahü teâlânın melekleri O'nun yardımcılarıdır. Ağaçlar, toprak ve taşlar, O'nunla konuştular. O'nu sevenler dünyâda ve âhirette sevilip kurtulurlar. O'na düşman olanlar kovulup, Cehennem'e atılırlar. Bizi Muhammed aleyhisselâmın ümmeti yapmakla şereflendiren Allahü teâlâya hamd ederim. Şerîki ve benzeri olmayan, mekândan münezzeh bulunan Allahü teâlânın bir olduğuna şehâdet ederim. O, herkesin kendisine muhtâc olduğu, ibâdet ettiği ve yöneldiği Allahü teâlâdır. O, şânı yüce, kullarını merhametle bağışlayandır. Güzel ahlâk ve cömertlik gibi pekçok meziyetleri ortaya çıkaran, vâdedilen kıyâmet gününde, her tarafta şefâati kabûl edilir bir şefâatçi olan Muhammed aleyhisselâmın, Allahü teâlanın kulu, resûlü ve habîbi olduğuna şehâdet ederim. Allahü teâlâ, O'na seçilmişlerin en üstünleri olan temiz âline ve Eshâb-ı kirâmına sonsuz rahmet etsin."