PEYGAMBERİMİZ - 3
Mevlevî büyüklerinden,
meşhûr şâir Şeyh Gâlib Dede (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri'nin
Peygamber efendimiz için yazdığı bir şiiri:
Hutben okunur minber-i
iklim-i bekâda
Hükmün tutulur mahkeme-i rûz-i
cezâda
Gülbank-i kudûmün çekilir
arş-ı Hüdâda
Esmâ-i şerîfin anılır arz u
semâda
Sen Ahmed ü Mahmûd ü
Muhammedsin efendim.
Haktan bize Sultân-ı
müeyyedsin efendim.
Meşhûr Kafkas kahramânı,
âlim ve velî Şeyh Şâmil (rahmetullahi teâlâ aleyh) büyük bir îtinâ ile
bütün şartlarına âzamî titizliği göstererek haccını yaptıktan sonra, ömrünü
O'nun sünnet-i seniyyesini yaymak için uğraştığı, bu uğurda ölümü göze aldığı,
sevgili, muhterem, mübârek Peygamberi, iki cihânın efendisi Muhammed
aleyhisselâmın huzûr-ı şerîflerine gitmek için, nûrlu Medîne yollarına düştü.
Her an aşkıyla yandığı efendisine yaklaşıyor, şimdiye kadar içinde kopan
fırtınalar her geçen sâniye daha da şiddetleniyordu. Medîne-i münevvere
görünmeye başladığında oldukça heyecanlanan Şeyh Şâmil, toprağa kapanarak,
hocası Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretlerinin şu şiirini terennüm etmeye başladı.
"Server-i âlem sana âşık
olup da, yanarım!
Her nerede olsam o güzel
cemâlin ararım.
Kâbe kavseyn tahtının
sultânı sen, ben hiçim.
Misâfirinim dememi
saygısızlık sayarım.
Her şey cihânda senin
şerefine yaratıldı,
Rahmetin bana da yağsa, o ân
olur bahârım.
Acıyıp bir bakınca, ölü
kalbler dirilttin,
Sonsuz merhametine, sığınıp,
kapın çaldım.
İyilik kaynağısın dermanlar
deryâsısın!
Bir damla lütfet bana, derde
devâsız kaldım.
Herkes gelir Mekke'ye, Kâbe,
Safâ, Merve'ye,
Ben ise senin için, dağlar
tepeler aştım.
Saâdet tâcı giydirildi,
rüyâda başıma,
Ayağın toprağı serpildi
yüzüme sanarım.
Ey Câmî hazretleri,
sevgilimin bülbülü!
Şiirlerin arasından, şu
beyti seçtim aldım:
"Dili aşağı sarkık, uyuz
köpekler gibi,
Bir damlacık umarak, ihsân
deryâna vardım."
.
Ey günahlılar sığınağı, sana
sığınmaya geldim!
Çok kabahatler işledim, sana
yalvarmaya geldim!
Karanlık yerlere saptım,
bataklıklara saplandım,
Doğru yolu aydınlatan, ışık
kaynağına geldim.
Çıkacak bir canım kaldı, ey
bütün canların cânı!
Uygun olur mu söylemek,
cânımı fedâya geldim.
Derdlilere tabîbsin, ben ise
gönül hastası,
Kalb yarama devâ için,
kapını çalmağa geldim.
Cömerdlerin kapısına, bir
şey götürmek hatâdır.
Basmakla şeref verdiğin,
toprağı öpmeğe geldim.
Günahlarım çok, dağ gibi,
yüzüm kara, katran gibi,
Bu yükden ve siyâhlıkdan,
tamâm kurtulmağa geldim.
Temizler elbet hepsini,
ihsân deryândan bir damla,
Gerçi yüzüm gibi kara, amel
defterimle geldim.
Kapına yüz sürebilsem, ey
cânımdan azîz cânân
Su ile olmayan işler, hâsıl
olur o topraktan."
Tâbiîn devrinde yetişen
büyük âlim ve velî Vehb bin Münebbih (rahmetullahi teâlâ aleyh)
buyurdular ki: "Çok kitap okudum. Onlardan şunu öğrendim: Allahü teâlâ Muhammed
aleyhisselâma çok yüksek akıl vermiştir. İnsanların akılları O'nunkinin yanında,
yeryüzündeki bütün kumla rın yanında, küçücük bir kum tânesi kadar kalır."
Peygamber efendimiz
zamânında yaşamış büyük velî Veysel Karânî (rahmetullahi teâlâ aleyh)
hazretlerine Peygamber efendimiz tarafından hediye edilen Hırka-i şerîf, Van
civârında İrisân Beylerine kadar gelmiş ve 1618 senesinde, Osmanlı
pâdişâhlarından Sultan İkinci Osman Hana getirilip hediye edilmiştir. Sultan
Abdülmecîd Han, bu Hırka-i şerîf için Fâtih civârında Hırka-i Şerîf Câmisini
yaptırmıştır. Günümüzde bu hırka, her sene Ramazan ayında camekân içinde halkın
ziyâretine açık tutulmaktadır.
Büyük velîlerden
Zeynelâbidîn Muhammed (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri ile ilgili
olarak, İbrâhim Ubeydî şöyle anlatır: “Üstad Muhammed Alevî ile Muhammed
Zeynelâbidîn bir yerde konuşuyorlardı. Konuşmalarından bir şey anlamadım.
Zeynelâbidîn, Muhammed Alevî’ye Peygamber efendimizden bahsetti ve; “Vallahi O
şimdi kabrinde, bizim bilmediğimiz bir şekilde diridir. Sizin de Muhammed
aleyhisselâm katında üstün bir yeriniz var” buyurdu ve oradan ayrıldı.”
Muhammed Zeynelâbidîn, bir
sene, haccı edâdan sonra, Medîne-i münevvereye gidip, Resûlullah’ın kabr-i
şerîfini ziyârette bulundu. Ziyâretini tamamlayınca, vedâ için tam bir edeb
içinde kabr-i şerîfe dönmüş iken birden karşısında Resûlullah efendimizin,
hazret-i Ebû Bekr’in ve hazret-i Ömer’in mübârek cemâllerini gördü. Edeble
başını önüne eğdi ve öyle kaldı. O sırada bir kısım talebeleri gelip kâfilenin
hareket ettiğini ve gitmek arzu ettiklerini söylediler. Huzurda iken onların bu
acele edişlerine taaccüb edip, keşf hâliyle onlara; “Siz beni çağırıyorsunuz.
Hâlbuki şimdi karşımda Resûlullah efendimizin mübârek cemâli, bulutun altında
ayın kayboluşu gibi kaybolup gidiyor. Hazret-i Ebû Bekr'in ve Ömer’in mübârek
cemâlleri de kaybolup gittiler.” dedi.
Hindistan evliyâsından
Abdülulâ (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinde Peygamber efendimizin
sevgisi çok fazla idi. Ramazân-ı şerîf ayının başında talebelerinden biri
Kasîde-i Bürde'den bir bölüm okudu. Bunun üzerine öyle ağladı ki, konuşmaya
tâkati kalmadı.
Mevlid hakkında soran
birisine; "Bu zamanda insanlar vakitlerini oyun, eğlence ve günahlar içerisinde
geçiriyorlar. Biz de, onların kalblerinde Resûlullah efendimizin sevgisi hâsıl
olsun istiyoruz. Çünkü Resûlullah efendimizi sevmek, îmânın aslıdır. Biz bu
maksatla mevlid cemiyetleri yapıyoruz. Nitekim din büyükleri de mevlidi güzel
görmüşlerdir." buyurdu.
Son devir Türkistan
velîlerinden Halîfe Kızılayak (rahmetullahi teâlâ aleyh) zamanında mevlid
kandilleri ayrı bir güzellikte ihyâ edilirdi. O gün de her yerden insanlar akın
akın gelirlerdi. Herkes toplandıktan sonra Halîfe-i Kızılayak'ın odasında ve
kendisinin oturduğu yerde başının üzerinde yüksekte bir yerde duvara yapışık
duran özel sandukada bulunan Sakal-ı şerîf ile Şâh-ı Nakşibend hazretlerine âit
hırka-i şerîf başlar üzerinde getirilirdi. Emânetler, özel olarak yapılmış ve
baş hizâsında bulunan mevkiine konulurdu. Örtüler edeple ve salevât-ı şerîfe
okunarak açılırdı. Sonra belli bir tertîb içerisinde nâtlar okunur, Kur'ân-ı
kerîm kırâat edilir ve konuşmalar yapılırdı. En sonunda Hırka-i şerîf oraya
gelenlerin arasında dolaştırılır, edep ve ihlâsla öpüp koklanırdı. Daha sonra
şerbet ikrâm edilir, duâ ile meclise son verilirdi. Kandile, vâli ve kâdı gibi
bâzı devlet adamları da katılırdı.
Süleymân Çelebi
(rahmetullahi teâlâ
aleyh) hazretleri Mevlid'ine Arabî olarak bir önsöz yazarak, şöyle
buyurmaktadır: "Rahmân ve Rahîm olan Allahü teâlânın ismiyle başlarım. Muhammed
aleyhisselâmı bütün yaratılmışların sebebi, en şereflisi ve en azîzi yapan,
makâm-ı Mahmûd ile şefâat hakkını vererek O'nu bütün Peygamberlerden üstün
kılan, ismini O'nun ismiyle yanyana yazarak, hasedci şeytanın burnunu sürtüp,
O'nun şânını yücelten Allahü teâlâya hamd-ü-senâlar olsun. Muhammed aleyhisselâm,
Allahü teâlânın indinde çok makbûldür. Allahü teâlânın melekleri O'nun
yardımcılarıdır. Ağaçlar, toprak ve taşlar, O'nunla konuştular. O'nu sevenler
dünyâda ve âhirette sevilip kurtulurlar. O'na düşman olanlar kovulup, Cehennem'e
atılırlar. Bizi Muhammed aleyhisselâmın ümmeti yapmakla şereflendiren Allahü
teâlâya hamd ederim. Şerîki ve benzeri olmayan, mekândan münezzeh bulunan Allahü
teâlânın bir olduğuna şehâdet ederim. O, herkesin kendisine muhtâc olduğu,
ibâdet ettiği ve yöneldiği Allahü teâlâdır. O, şânı yüce, kullarını merhametle
bağışlayandır. Güzel ahlâk ve cömertlik gibi pekçok meziyetleri ortaya çıkaran,
vâdedilen kıyâmet gününde, her tarafta şefâati kabûl edilir bir şefâatçi olan
Muhammed aleyhisselâmın, Allahü teâlanın kulu, resûlü ve habîbi olduğuna şehâdet
ederim. Allahü teâlâ, O'na seçilmişlerin en üstünleri olan temiz âline ve Eshâb-ı
kirâmına sonsuz rahmet etsin." |