ÖMÜR –
VAKİT
SON NEFES
BELLİ OLMAZ
Abdullah bin Menâzil,
ulemâdan, büyük zat,
Nişâbur'da yetişip, orada
etti vefât.
O, bir gün vâz ederken,
buyurdu ki: (Ey insan!
Hazırlan son nefese, deme
daha var zaman.
O "son nefes" dediğin, gelir
bu gün, ya yârın,
Şimdi ne hazırlarsan, işte
o, senin kârın.
Her nefesi alırken, âgâh ol,
etme gaflet,
Her birinin, son nefes
olduğunu kabûl et.
Her namazı kılarken, de ki:
"Hiç belli olmaz,
Bu, benim kılacağım, belki
de en son namaz."
Her yemek yediğinde, de ki:
"Bu, son yemeğim,
Öbür öğüne kadar, belki
gelir ecelim."
Her gece abdest alıp,
girerken yatağına,
De ki: "Belki ölürüm ve
çıkamam yarına.")
Nasîhat istemişti,
kendisinden bir mü'min.
Buyurdu: (Öfkelenme,
dünyalık bir şey için.
İnsan öfkelenince, örtülür
aklı o an,
Şeytan onun boynuna "bir
yular" takar heman.
O, kendi aklı ile, edemez
hiç hareket,
Zîrâ onun aklını, örtmüştür
öfke, hiddet.
"Şeytanın oyuncağı", olur
artık o kişi,
Onun emrine göre, yapar o,
her bir işi.
Peygamber efendimiz, buyurdu
ki bu bâbda:
"Hemence oturunuz,
kızdıysanız ayakta.
Eğer oturmakla da, sâkin
olmaz iseniz,
Bir mikdar yatınız ki, zâil
olsun öfkeniz.")
Suriye'de yetişen evliyâdan
Ahmed Haznevî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Ömrünü beyhûde
yere geçiren kimse Allah'ın muhabbetinden bir nasibi olmadığı için ağlasın."
Büyük velîlerinden Ahmed
bin Mesrûk (rahmetullahi teâlâ aleyh) ömrünü boş yere tüketenleri görünce
üzülürdü. Bunlara nasihat olarak; "Ömür çok değerli sermayedir. Ne yazık ki
insanoğlunun çoğu bu sermayeyi boş yere tüketir. Gençlik yıllarımda dinçtim.
Zorluklar beni yıldırmazdı. Ama artık ihtiyarlık devremi yaşıyorum. Geçmişte
boşa geçirdiğim zamanlarıma üzülüyor, o günleri arıyor, ama bulamıyorum." derdi.
Amasya'da yetişen velîlerden
Ali Hâfız Efendi (rahmetullahi teâlâ aleyh) sohbetlerinde
buyururdu ki: "Ömür geçiyor. Gâfil olmayın. Ömrü, Allahü teâlânın zikri ile
kıymetlendirin."
Hocasından nakille buyururdu
ki: "Ölümden korkuyor ve hazırlığımız yok diyorsak ne duruyoruz? Ne yapacaksak
bir ân önce yapalım. Yarın, vakit, fırsat elverir mi, bunu bilmiyoruz. Giden
günler sermâye-i ömürden gidiyor. Sonra bu sermâye âniden tükenir de haberimiz
bile olmaz!"
Mısır evliyâsından Ali
bin Şihâb (rahmetullahi teâlâ aleyh) bir yere oturup, oyun ve boş şeylerle
vakit geçiren köylüleri görünce; "Yavrularım, ömür çok kısadır. Oyun ve eğlence
zamanı değildir. Yakında yaptıklarınıza pişman olursunuz." diye nasîhat ederdi.
Evliyânın büyüklerinden
Bündâr bin Hüseyin Şirâzî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri'nin
söylediği bir şiir:
Zamânın belâ ve musîbetleri,
beni terbiye etmiştir.
Nasîhat, ancak akıllı olan
içindir.
Ben acıyı, tatlıyı, hepsini
tattım.
Yiğidin hayâtı çilelidir.
Bütün çile ve nîmetlerden,
Olmuştur benim mutlaka
nasîbim.
Hindistan'da yetişen
çeştiyye yolunun büyük velîlerinden Nasîruddîn Mahmûd Çırağ-ı Dehli (rahmetullahi
teâlâ aleyh) hazretleri, "Hayâtımız iki önemli şeye dayanır. Bunlar: Allahü
teâlânın ve Peygamber efendimizin emirlerini yapmak, O'nların yasak
ettiklerinden kaçmaktır." buyururdu.
Evliyânın meşhûrlarından ve
büyük İslâm âlimi Muhammed Ma'sûm Fârûkî (rahmetullahi teâlâ aleyh)
buyurdular ki: "Ömrün en kıymetli zamânı gençlik zamânıdır. En kıymetli şey ise
mârifetullahdır. Gençliğini en kötü şey olan hevâ ve heves peşinde harcayıp,
mârifetullahı, ömrün en kötü zamânı olan ihtiyârlık zamânına bırakanlara
yazıklar olsun!"
"Kıymetli ömrünü bu fânî ve
denî, alçak olan dünyâ için sarf eden kâbiliyetli gençlere çok yazık! Onlar
gençliklerini dünyâ için harcamakla, aldatıcı bir kahpeye âşık olmuşlar,
kıymetli cevherleri saksı parçaları ile değişmişlerdir!"
Yine buyurdular ki: "İnsanın
ömrü çok azdır. Sonsuz olan âhiret hayâtında, insanın karşılaşacağı şeyler,
dünyâda yaşadığı hâle bağlıdır. Aklı başında olan, ileriyi görebilen bir kimse,
dünyâdaki kısa hayâtında, âhirette iyi ve rahat yaşamağa sebeb olan şeyleri
yapar. Âhiret yolcusuna lâzım olan şeyleri hazırlar."
"Bir kimse âhirete
yönelirse, Allahü teâlâ keremiyle, onun dünyâ ve âhiret ihtiyaçlarını giderir."
Seyyid Emîr külâl
(rahmetullahi teâlâ
aleyh)
Şiir:
"Ey ömrünü câhillikle
rüzgâra veren!
Sen ömrünün kıymetini nasıl
bilirsin?
Yarın toprak altında yalnız
kalınca,
Tövbe edeyim dersin, ama
yapamazsın!"
Büyük velîlerden Süfyân-ı
Sevrî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Ey insan! Senin bütün
sermâyen, dünyâdaki bir kaç günlük ömründür. Bu günler mutlaka gelip geçecek,
hattâ birçoğu geçti. O halde hiç olmazsa geride kalanlarının kıymetini bil."
Tanınmış velîlerden Üveys
Medenî (rahmetullahi teâlâ aleyh)
Gelip geçdi ömrüm çabuk, bir
yel esip geçmiş gibi,
hele, bana şöyle gelir,
gözüm yumup, açmış gibi.
İşbu söze Hak tanıkdır,
canlar, gövdeye konukdur,
birgün ola, çıka, gide,
kafesden kuş uçmuş gibi.
Meşhûr Hanbelî hadîs
âlimlerinden, velî Yünûnî (rahmetullahi teâlâ aleyh)
Dünyâ geçicidir, burda
kalınmaz,
ne kadar mal olsa, murâd
alınmaz,
gâfil olma sakın, geri
dönülmez!
Yürü dünyâ yürü, sonun
virãndır,
bin yılından sonra, âhır
zamândır.
Hâlıkın dururken, mahlûka
tapma,
şeytâna uyup da, yolundan
sapma,
harâmlara dalıp, dînini
yıkma!
Yürü dünyâ yürü, sonun
virândır,
bin yılından sonra, âhır
zamândır!
Azık topladın mı yola
çıkmağa?
Işık edindin mi
aydınlanmağa?
İki melek gelir süâl
sormağa.
Yürü dünyâ yürü, sonun
virândır,
bin yılından sonra, âhır
zamândır!
Tâbiîn devri âlim ve
evliyâsından Abdullah bin Ebû Huzeyl el-Anezî (rahmetullahi teâlâ aleyh)
vaktin büyük nîmet olduğunu bilir ve zamanın boşa geçirilmesini istemezdi. Ebû
Ferve anlatır:
Abdullah bin Hüzeyl ile
oturuyorduk. Birisi gelip insanların kendi aralarında konuştuğu şeylerden
söyledi. Bunun üzerine Abdullah bin Huzeyl; "Ey Allah'ın kulu biz bunları
konuşarak vaktimizi öldürmek için yaratılmadık." diyerek onu susturdu.
Medhedilmekten hoşlanmaz
şöhretten kaçardı. Bir gün bulunduğu yerde imâm olmasını teklif ettiler. Kabûl
etmedi. Sebebini sorduklarında; "Buradan geçen birisi bu adam hayırlı ve
muhterem bir zât da, onun için imâm yapmışlar diye düşünür." dedi.
Evliyânın meşhurlarından
Abdullah bin Menâzil (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Sâhib
olduğun zamanların en üstünü, nefsinin istek ve arzularından kurtulduğun ve halk
için kötü düşünmediğin vakittir."
Evliyânın büyüklerinden
Ahmed bin Harb (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Bir kimsenin,
evlenip kırk yaşına geldiği, saçına ak düştüğü, hacca gidip Beytullah'ı ziyâret
ettiği halde, hâlâ aklını başına toplamaması, vakitlerini oyun ve günah olan
şeylerle geçirmesi ne kadar çirkindir."
Suriye'de yetişen evliyâdan
Ahmed Haznevî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Zaman fırsatı,
bir ganîmettir. Kişi sıhhatini ve boş vaktini kendine ganîmet bilmelidir. Öyle
ise ömrünü faydasız şeylere harcaması lâyık değildir. Ömrün hepsinin Allahü
teâlânın rızâsının olduğu şeylere sarf edilmesi daha lâyıktır. Beş vakit namazı
cemâatle kılmalı; teheccüd, gece namazını terk etmemeli, seher vakitlerinde
istiğfâra, tövbeye devâm etmelidir. Tavşan uykusu gibi uyuyarak, ibâdetlerden
geri kalmamalı, dünyâ nîmetlerinin lezzetine aldanmamalıdır. Ölüm ve âhiret
hallerini anıp göz önünde bulundurmalıdır. Hattâ vakitlerin devamlı olarak
Allahü teâlânın ismini anarak geçirilmesi vâciptir. Parlak olan İslâm dînine
uygun olan her şey alış-veriş de olsa, kişinin yaptığı ameller zikir sayılır.
Öyle ise yapılan bütün işlerin zikir olması için bütün davranışlarda İslâmiyetin
hükümlerine uyulması gerekir. Çünkü zikir gafleti kovmaktan ibârettir. Bütün
fiillerde Allahü teâlânın emirlerine ve yasaklarına riâyet edildiğinde gafletin
etkisinden kurtuluş mümkün olup, Allahü teâlâya devamlı zikrin sevâbı hâsıl
olur.
Hülâsâ; Allahü teâlânın
yoluna tâlib olan kimsenin dünyâdan yüz çevirip, kalbi ile âhiret işine
yönelmesi, zarûret mikdârı dünyâ işleriyle uğraşması diğer bütün vakitlerini
âhiret işlerine safretmesi gerekir.
Tâbiînin meşhurlarından ve
hâdîs âlimlerinden Ahnef bin Kays (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerine
"Ey Ahnef bin Kays! Sen çok yavaşsın." denildi. Buyurdular ki: "Fakat üç şeyde
acele ediyorum. Namaz vakti geldiğinde, hemen vaktinde kılarım. Cenâzem var ise,
zamânında defnederim. Kızımı dengi isteyince, onunla evlendiririm."
Evlîyanın büyüklerinden
Cüneyd-i Bağdâdî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Allahü teâlâ her
şeyi kıymetli yaratmıştır, ama bir şeyi en kıymetli yaratmıştır. O da vakittir.
Vakit zâyi olursa tekrar elde edilmesi mümkün değildir. Bunun için en kıymetli
şey vakittir."
Büyük velîlerden Bişr-i
Hâfî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri, vaktin kıymeti ile ilgili olarak
buyurdu ki: "Dün öldü, bugün can çekişiyor, yarın doğmadı. Öyle ise şu anı
değerlendirmek için amele sarıl."
Hindistan'da yetişen
çeştiyye yolunun büyük velîlerinden Nasîruddîn Mahmûd Çırağ-ı Dehli (rahmetullahi
teâlâ aleyh) hazretleri bir sohbetlerinde şöyle buyurdular: "Mübtedî yâni işe
yeni başlayan, vakit sâhibidir. Vakit sâhibi, içinde bulunduğu vakti bir daha ya
bulurum, ya bulamam deyip, vaktini fırsat bilip, değerlendiren, onu farzları
yerine getirdikten sonra, Kur'ân-ı kerîm okumak, nâfile namaz kılmak, Allahü
teâlâyı anıp hatırlamakla geçiren kimsedir. İşte, tasavvuf yolunda ilerleyen
kimse böyle vakitlerini muhâfaza ve mâmur ederse, hal sâhibi olması umulur.
Mânevî ilimlere ve hallere böyle gayretler, çalışmalar netîcesinde kavuşulur."
Büyük velîlerden Ebû Ali
Dekkâk (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerine vakitten soruldu. O zaman;
"Vakit, içinde bulunduğun haldir. Eğer sen dünyâda isen (yâni zihnin ve kalbin
dünyevî düşüncelerle dolu ise) vaktin dünyâdır. Eğer âhirette isen vaktin
âhirettir. Eğer neşeliysen vaktin neşedir. Hüzünlüysen, vaktin hüzündür."
buyurdular.
Büyük velîlerden Ebû Saîd
bin el-Arabî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerine en iyi vakit ne
zamandır? denildi. Cevaben; "Bütün vakitler, Allahü teâlânındır. En iyi vakit,
Allahü teâlânın râzı olduğu vakittir." buyurdular.
Türkistan'da yetişen büyük
velîlerden Ebû Saîd Ebü'l-Hayr (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki:
"Vakit, iki nefes arasındadır. Biri geçti biri henüz gelmedi. O halde dün gitti,
yarın nerede. Gün bugündür. Vakit keskin bir kılıçtır."
Bağdât'ın büyük velîlerinden
Ebû Saîd-i Harrâz (rahmetullahi teâlâ aleyh) kendisinden nasîhat isteyen
birine buyurdular ki: "Aziz ve kıymetli olan vaktini, en aziz ve en değerli olan
şeyden başkası ile meşgûl etme. Kulun en kıymetli şeyi, geçmiş ile gelecek
arasında bulunan haldeki meşgûliyettir. Yâni vakti ve hâli muhâfazadır. Çünkü
Peygamber efendimiz; "Benim Allah ile öyle bir vaktim vardır ki, ne mukarreb bir
melek, ne de mürsel bir peygamber benimle birlikte o vaktin içine sığmaz (Allahü
teâlânın en kıymetli varlıklarını dahi vakit içinde iken düşünemem. O vakit
içine sâdece bir ben, bir de Hak sığar başkası sığmaz)." buyurmuştur. Yâni izzet
ve celâl sâhibi olan Allahü teâlâ ile öyle bir ânım ve zamanım vardır ki, o
vakit içinde benim gönlümden on sekiz bin âlemden hiçbir şey geçmez. Benim
gözümde bunların hiç bir önemi olmaz. Bundan dolayıdır ki, "(Mîrâc gecesi
yeryüzünün ve göklerin mülkü ile alâkalı zînetini O'na arz ettiklerinde) dönüp
de hiçbir şeye bakmadı. Muhammed'in (aleyhisselâm) gözü oradan ne kaydı, ne de
onu aştı." meâlindeki Necm sûresi on yedinci âyetinden anlaşılan budur. Zîrâ o
aziz idi. Azîz olanı azizden başkası ile meşgûl etmezler."
Hindistan'da yetişen en
büyük velî, âlim müceddid ve müctehid İmâm-ı Rabbânî (rahmetullahi teâlâ
aleyh) buyurdular ki: Vakit çok kıymetlidir. Kıymetli şeyler için kullanmak
lâzımdır. İşlerin en kıymetlisi sâhibine hizmet etmektir. Yâni Allahü teâlâya
ibâdet ve tâat etmektir.
Evliyânın meşhûrlarından ve
büyük İslâm âlimi Muhammed Ma'sûm Fârûkî (rahmetullahi teâlâ aleyh)
buyurdular ki: "Vakitleri zikr ve tefekkür ile mâmûr etmek lâzımdır. Vakti en
mühim işler ile geçirmelidir. Yalnızken ve başkaları ile birlikte iken takvâ ve
havf (korku) üzere olmalı ve ölüm ânını düşünüp, tefekkürü terk etmemelidir."
"Allahü teâlânın rızâsını
kazanmak için can atarak gayret göstermek, vakti zikr ve tefekkür ile geçirmek
lâzımdır. Gecelerin karanlığını istiğfâr ile aydınlatmalı (geceleri çok tövbe
etmeli) ve bu az vakitte (dünyâ hayâtında) âhiret azığını hazırlamalıdır.
Yine buyurdular ki: "Seher
vakitlerinde ağlamayı ve istigfâr etmeyi ganîmet bilip, en büyük iş olarak
addetmelidir."
"Seher vaktinde uyanık
olmayı mümkün olduğu kadar elden bırakmamalı ve ağlayarak namaz kılıp istigfâr
etmeyi ganîmet bilmelidir."
İstanbul'da medfûn bulunan
en büyük üç evliyâdan biri olan Seyyid Murâd-ı Münzâvî (rahmetullahi
teâlâ aleyh) buyurdular ki: Vakti ganîmet bilmek lâzımdır. Vaktin kıymetini
bilmemenin âfetlerinden biri nefse hoşgelen isteklerdir. Bütün ayıplar ve
kabahatler hevâda toplanır. Fısk, şirk ve küfür gibi. Vaktin kıymetini
bilmemenin âfetlerinden biri de lehv ve la'b yâni boş faydasız iştir. Lehv ve
la'b öyle bir şeydir ki, kişiyi maksadından alıkor. Kişi lehv ve la'b olan
işlerle meşgûl olarak asıl maksadından geri kalır. O halde asıl maksadın dışında
kalan her iş lehv ve la'bdır. Biri de abes, lüzumsuz işdir. Abes, insanı
maksadından alıkoymaz fakat faydası yoktur. Abesle meşgûl olmak, kişiyi lehv ve
la'ba sürükler.
Tâbiîn devrinde Kûfe'de
yetişen müctehid imamların büyüklerinden Saîd bin Cübeyr (rahmetullahi
teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Dünyâ hayatından kaybettiğim hiçbir şeye üzülmem.
Yalnız secde edemeden geçirdiğim vakitlerime üzülürüm."
Tâbiînin büyüklerinden,
meşhûr bir âlim ve velî Şa'bî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki:
"İnsanlar uzun zaman dinle yaşayacak, sonunda din gidecek. Sonra uzun zaman
hayâya sarılacaklar, bir nevi utanma duygusu ile yaşıyacaklar, o da yok olacak,
sonra onları bir rağbet ve istek yaşatacak, bir müddet de bu devam edecek. Sonra
bu da, öbürleri gibi gidecek. Zannederim, bundan sonra gelecek zamanlar,
birbirinden daha zor olacak."
Tebe-i tâbiînin âlim ve
velîlerinden Zâhid İsfehânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri, Saîd
bin Gaffâr’a hitâben buyurdular ki: “Ey Saîd, en kıymetli vaktin olan şu ânını,
en kıymetli şeyle değerlendir.”
Dostlarına; “Bu zaman
fazîleti arama zamânı değil, bilakis kurtuluşu arama zamânıdır.” buyurdular. |