ÖLÜM - 4
Tâbiîn devrinde Kûfe’de
yetişen büyük âlim ve velîlerden Rebî bin Haysem (rahmetullahi teâlâ
aleyh) buyurdular ki: “İnsanın beklediklerinde, ölümden daha hayırlısı
yoktur.”
Tâbiînin, zâhid, âbid ve
müttekilerinden ve velî Sâbit bin Eslem el-Benânî (rahmetullahi teâlâ
aleyh) buyurdular ki: "Bir kimsenin, ölümü çok hatırlaması, amellerinde
kendisini gösterir."
"Bir saat, bir an, bir
miktar ölümü hatırlıyan kimseye ne mutlu."
"Yirmi dört saat olan gece
ve gündüzde hiçbir an yoktur ki, Azrâil aleyhisselâm her ruh sâhibine uğrıyarak,
başında beklemesin. Eğer o kimsenin rûhunu almakla emrolunursa alır,
emrolunmazsa gider."
Tebe-i tâbiînin
büyüklerinden, fıkıh, hadîs âlimi ve velîlerden Süfyân bin Uyeyne (rahmetullahi
teâlâ aleyh) hazretleri, birine yazdığı mektupta; "Kardeşim, Allahü teâlâyı
hatırlamaktan ve ölüme hazırlanmaktan gâfil kimselerden uzak dur. Biz öyle
insanlara yetiştik ki, onların ölüm korkusundan aklı dağılmış gibiydi."
Evliyânın büyüklerinden
Şakîk-i Belhî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: “Ölüme şimdiden
hazırlanmanız lâzımdır. Çünkü, bir geldi mi geri gönderemezsiniz.”
Mekke-i mükerremenin büyük
âlim ve velîlerinden Vüheyb bin Verd (rahmetullahi teâlâ aleyh)
hazretlerine bir gün “Ölümden bahseder misiniz?” diye sordular. Onlara; “Bir
insan vefât edince, dünyâda onun amelini yazmakla vazifeli iki melek onunla
berâber olur. O kimsenin amelleri iyi ise, o melekler kendisine derler ki:
“Allahü teâlâ sana büyük hayırlar versin. Biz senin yanında bulunmakla çok
rahatız. Dünyâda hayırlı ameller işledin. Şimdi de hayırlı şeylere kavuştun."
Sonra melekler bunun rûhunu semâvât ehli ile tanıştırırlar. Onlar da onu tebrik
edip; “Allahü teâlâ, kavuşmuş olduğun bu nîmetleri mübârek etsin.” derler.
Dünyâda hep kötülük işleyen
kimse de vefât edince, dünyâda iken onun amellerini yazan iki melek yine onunla
berâber olur. Fakat o, kötü amellerinin karşılığı olarak azâb görmekte
olduğundan, onun yanında olmakla rahatsız olurlar ve derler ki: “Sen, burada
dünyâda yaptığın kötülüklerin karşılığını görüyorsun.” Sonra melekler onu kötü
amelli kimse diye tanıtırlar. Diğerleri de bundan tiksinirler. Oraya hep kötülük
işliyerek gelmiş olan kimse, bu karşılaştığı hâle çok üzülür, yaptığı
kötülüklere çok pişman olur. Tekrar dünyâya gelip sâlih ameller işlemek ister.
Lâkin, artık bu pişmanlık ona fayda vermez.” buyurdu.
Büyük velîlerden Yahyâ
bin Muâz-ı Râzî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: “Ölümü bir tabağa
koyup çarşıda satsalardı, âhiret ehli, başka bir şeye bakmayıp onu satın
alırdı.”
Tebe-i tâbiînin
büyüklerinden, hadîs, fıkıh ve kırâat âlimi, velî Yûsuf bin Esbât (rahmetullahi
teâlâ aleyh) hazretlerine sordular ki: “Hemen ölmeyi arzu eder misin?”
cevâbında; “Hayır daha yaşamak isterim. Belki bir gün günahlarıma çok pişman
olmak ve sâlih ameller işleyip iyiler arasına katılmak nasîb olur” buyurdular.
ÖLÜME
HAZIRLANIN!
Yûsuf bin Esbât
var ki, Allah adamlarından,
Çok fazla korkuyordu, âhiret
azâbından.
Haramlardan kaçmaya, ederdi
fazla gayret,
Gece gündüz Rabbine, yapardı
çok ibâdet.
Nefsî arzularını, getirmezdi
yerine,
Hiç iltifat etmezdi, dünyâ
lezzetlerine.
Yalnız iki gömlekle,
geçirmişti ömrünü,
Birini yıkasaydı, giyerdi
öbürünü.
Derdi ki: "Âhiretin, sonsuz
olan nîmeti,
Yanında, bu dünyânın hiç
olur mu kıymeti?
Dünyâ çöplük gibidir, değmez
talep etmeye,
İsteyen, derdini de,
hazırlansın çekmeye."
Birine nasîhatte, buyurdu:
"Kork Allah'tan,
Her günahı ateş bil, hiç
ayrılma takvâdan.
Herkesin tadacağı, çâre
bulamadığı,
Ölüm için şimdiden, iyi yap
hazırlığı
Aksi halde üzülür, eyvâh
edersin, fakat,
O gün sana kimseden, erişmez
bir menfaat."
Bir gün de nasîhatte,
buyurdu ki: "Ey gençler,
Fırsatı nîmet bilin, bu ömür
çabuk geçer.
Bir hastalık gelmeden, nîmet
bilin sıhhati,
Çok yapın bu gençlikte,
ibâdet ve tâati.
İstifâde edin ki, bugün
gençliğinizden,
Zîrâ yarın o dahi, gidecek
elinizden."
Derdi ki: "İyi insan, güler
yüzlü olur hep,
Süslemiştir o kulu, tevâzu
ve edep.
O, arkadaşlarına, aslâ etmez
îtirâz,
Ve katiyyen kimsenin, aybını
araştırmaz.
Bir kusur görse bile, derhal
kapar gözünü,
Özür dileyenlerin, kabul
eder özrünü.
Kendi kusurlarını, düşünür
ince ince,
Bunların affı için, tövbe
eder gün gece.
Öyle kaplamıştır ki, bu
günah derdi onu,
Düşünemez gayrinin, ayıp ve
kusurunu.
O, devamlı bakarak, hatâ ve
kusuruna,
Der ki: "Nasıl çıkarım, ben
Hakk'ın huzûruna?"
"Allah korkusu ile, ağlar
inler ve titrer,
Âhiret hesabını, o kendine
dert eder.
Konuşmaktan ziyâde, susar o,
daha fazla,
Sonu pişmanlık olan, işleri
yapmaz aslâ
O, her bir âzâsını, korur
günah yapmaktan,
Zîrâ çok korkmaktadır,
Cehennem'de yanmaktan.
Rabbinin rızâsına, uygun
yapar her işi,
Çekinir fiyakadan, terk eder
gösterişi.
Aldanmaz bu dünyânın, geçici
zevklerine,
Zîrâ müştak olmuştur, Cennet
nîmetlerine.
Ölümü hatırından, çıkarmaz
hiçbir zaman,
Ebedî yolculuğa, hazırlanır
durmadan.
O, dünyâda yolcu ve garip
kimse gibidir,
Bilir ki dünyâ fâni, âhiret
ebedîdir.
Derdi ki: "Ne kadar çok,
muhtaç isen Rabbine,
O kadar ibâdet ve kulluk yap
kendisine.
Kudreti de ne kadar, çok ise
seninkinden,
Sen dahi o kadar çok, kork
titre kendisinden.
Ve Rabbin ne kadar çok,
yakınsa sana şâyet,
Sen dahi o nisbette,
kendisinden hayâ et."
Tâbiîn devrinin büyük hadîs,
kırâat, fıkıh imâmlarından ve velî A'meş (rahmetullahi teâlâ aleyh)
buyurdular ki: "Bir cenâze olduğunda, bizi öyle hüzün kaplar ki, kime tâziyede
bulunacağımızı tanıyamaz hâle gelirdik."
Tâbiînden, meşhûr hadîs
hâfızlarından ve velî Mekhûl eş-Şâmî (rahmetullahi teâlâ aleyh) bir
cenâze görünce; “Siz sabahleyin gidiyorsanız, biz de akşamleyin geleceğiz. Şu
cenâze açık bir öğüt ve ibret alınacak bir şey. Fakat, gaflet çok. Öncekiler
geçip gidecekler, fakat arkadakiler hiç aldırış etmezler.” buyurmuştu.
Konya'ya gelen büyük
velîlerden Şems-i Tebrîzî (rahmetullahi teâlâ aleyh) her nerede bir
cenâze görse; "Âh! Bu cenâzenin yerinde ben olsaydım. Onun yerine beni
defnetselerdi." derdi. Bunu işitenler; "Niçin böyle söylüyorsun?" dediklerinde,
onlara; "Âşık olanlar mâşuklarına bir an önce kavuşmak isterler. Maksatlarına en
kısa zamanda ulaşmaları makbûl değil midir?" diye cevap verirdi.
Büyük velîlerden Ebû Bekr-i
Şiblî (rahmetullahi teâlâ aleyh) henüz vefât etmeden, bir çok insan cenâze
namazını kılmak için geldiler. Firâsetle buyurdu ki: "Ne şaşılacak şeydir ki,
ölülerden bir grup, yaşıyan bir kimsenin cenâze namazını kılmaya geldiler."
Konya'nın büyük velîlerinden
Ulu Ârif Çelebi (rahmetullahi teâlâ aleyh) bir gün dedesi Mevlânâ'nın
türbesini ziyâret ettikten sonra, talebe ve dostlarıyla birlikte orada cenâze
namazı kılınan musallâ taşının yanına geldiler. Ârif, cübbesini çıkararak
musallâ taşının üzerine koydu. "Gâib er kişi niyetine, cenâze namazına buyurun!"
diyerek, cenâze namazı kıldırdı. Sonra da; "Dostlarım! Gâzan Hân vefât etti.
Onun cenâze namazını kıldık." dedi. Dostları ve talebeleri, o târihi bir yere
kaydettiler. Tebrîz'den gelen tüccarlara sordular. Onlardan, Gâzan Hânın
kaydettikleri târihte vefât ettiğini öğrenince, Ârif Çelebi'nin büyüklüğünü bir
kere daha anladılar. |