ÖLÜM - 1
Anadolu velîlerinden
Himmet Efendi (rahmetullahi teâlâ aleyh) bir vâzı sırasında İnsanların
günahlardan sakınması gerektiğini anlatırken de şu beyti okudu:
Mâsiyet yükünü aldın
boynuna,
Hiç ölüm korkusu gelmez
aynına
Felek birkaç arşın bezi
eğnine
Yakasız don biçti haberin
var mı?
Hindistan'da yetişen en
büyük velî, âlim müceddid ve müctehid İmâm-ı Rabbânî (rahmetullahi teâlâ
aleyh) buyurdular ki: Ölmek, felâket değildir. Öldükten sonra, başına
gelecekleri bilmemek felâkettir.
Hindistan'da yetişen büyük
velîlerden Mevlânâ Muhammed Sıddîk Keşmî (rahmetullahi teâlâ aleyh) ölüm
hakkında buyurdular ki: Mısra':
"O ölüm ki, ona yaşama
derim."
Gerçekten sonsuz hayat,
ölüme bağlıdır. Ölüm, ebedî hayatın süsleyicisi, donatıcısıdır. Hayır, belki
âb-ı hayâttır, yâni hayat bahşeden, hiç öldürmeyen sudur. Ölüm, dostluğun
kuvvetlendiricisidir. Ölüm, mâsivâ binâsını ateşe vericidir. Ölüm, üzüntü
perdelerinin yakıcısıdır. Ölüm, hakikâtın aynasıdır. Ölüm, görünmeyen güzelin
yüzünden perdeyi kaldırıcıdır. Gönlümün, gelmesinden hoşlandığı, beklediği şey
ölümdür. Dağınıklıkları toplayan ölümdür. Ölüm seveni sevdiğine kavuşturucudur.
Resûlullah efendimiz; "Ölüm, sevgiliyi sevgiliye kavuşturan bir köprüdür."
buyurmuştur.
Tâbiînden ve hanım velîlerin
büyüklerinden Râbia-i Adviyye (rahmetullahi teâlâ aleyhâ)
hazretlerine "Ölümü arzu ediyor musun?" diye sordular. Cevaben buyurdular ki:
"İnsanlardan birine karşı bir kabahat işlemiş olsam, o insanla karşılaşmaktan
utanırım. Halbuki Allahü teâlâya karşı olan kabahatlerimiz o kadar çok ki,
huzûruna varmayı (ölümü) nasıl arzu ederim?"
Büyük velîlerden Süfyân-ı
Sevrî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Ölüm her an
gelebilir. Yarına kadar yaşayabileceğini zanneden bir kimse ölüm için hazırlıklı
değildir. Allahü teâlâya yapılan ibâdetler, ölümü hatırlamaya işârettir. Günah
ve kusur olan işler de, ölümü unutmuş olmanın alâmetidir."
Süfyân-ı Sevrî hazretleri,
talebelerinden birisi sefere çıkacak olsa, ona; "Eğer gittiğiniz yerlerde,
satılık bir ölüm görürseniz onu benim için satın alınız." buyururdu. Vefâtı
yaklaştığında çok ağlıyordu. "Ölmeyi çok arzû ediyordum, lâkin şimdi ölümümün
nasıl olacağını bilemediğim için çok korkuyorum. Bu sefere çıkmak gâyet güçtür.
Başka seferlere çıkmak gibi, bir âsâ ve bir su kabı yetmiyor." deyince, dostları
kendisine; "Cennet'i beğeniyor musunuz?" diye sordular. Bunlara cevâben; "Siz ne
söylüyorsunuz? Benim gibi birine, hiç Cennet'i verirler mi?" buyurdular.
Velî ve hadîs âlimi
Abdurrahmân bin Mehdî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerine “Ölümü istiyen
kimse hakkında sorulunca” buyurdular ki: "Dînine zarar geleceği korkusundan,
ölümü istemekte bir mahzûr yoktur. Fakat, yoksulluk, ihtiyaç, eziyet ve buna
benzer şeylerden, dolayı ölüm temenni edilmez."
Büyük velîlerden ve hadîs
âlimi Abdüla'lâ Kureşî (rahmetullahi teâlâ aleyh) ölümü çok hatırlar ve
titrerdi. Buyururdu ki: "İki şey var ki beni dünyâ zevklerine dalmaktan
alıkoyuyor. Bunlar ölümü hatırlamak ve Allahü teâlânın dâima huzurunda
bulunmaktır."
Yine; "Hiçbir ferd yoktur
ki, ölüm meleği günde iki defâ kapısını çalmasın." buyurmuştur.
Anadolu evliyâsından
Abdürrezzâk Ali Efendi (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyururdu ki: "Ölüm,
ölmeden önce ölünüz, sırrına eren âşıklara rahmet, devlet, seâdet, izzettir."
Evliyânın büyüklerinden
Adiyy bin Müsâfir (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: Ölüm haktır,
öldükten sonra dirilmek haktır. Münker ve Nekir'in suâl sormaları haktır. Allahü
teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen; "Allah, îmân edenleri hem dünyâda, hem âhirette
(kabirde) sâbit söz olan şehâdet kelimesi ile tesbit eder. Tevhîde bağlı kılar.
Allah zâlimleri (kâfirleri) şaşırtır ve Allah dilediğini yapar." buyruluyor.
(İbrâhim sûresi: 27)
Basra velîlerinden Alâ
bin Ziyâd (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin sık sık söylediği
sözlerinden biri: "Herkes, kendinin ölmek üzere olduğunu ve bu sırada Rabbinden
günâhlarının af ve mağfiret edilmesini istediğini, Rabbinin de affettiğini
düşünmeli, sonra ibâdet ve tâattan geri durmamalıdır."
Türkistan'da yetişen büyük
velîlerden Ahmed Yesevî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hikmet denilen şiirler
yazmıştır. Bu şiirler; Dîvân-ı Hikmet'te toplanmıştır. Bu manzumelerin
konularından birisi şudur: Dünyânın geçici olduğu, buradaki lezzetlere zevklere,
mal, mevki, görünüş ve gösterişlere aldanmamak gerektiği, ölümün varlığı ve her
nefsin ölümü tadacağını da bâzı şiirlerinde işler.
Ey dostlarım, ölsem, ben,
bilmem hâlim nice olur;
Kabre girerek yatsam, bilmem
hâlim nice olur.
Götürüp lahde koysalar,
arkaya bakmadan dönseler
Suâllerimi sorsalar, bilmem
hâlim nice olur.
Girse karış adlı yılan,
dolansa tene o zaman
Kalmaz bütün bir üstühan,
bilmem hâlim nice olur.
Olsa kıyâmetin günü, hâzır
olur cümleleri
Kıldığın ameller hani,
bilmem hâlim nice olur.
.
ÖLÜM VAR
Ahmed Kuddûsî
(rahmetullahi teâlâ aleyh)
Cem' eyleme bu cîfe-i
murdârı ölüm var,
Kenz etme sakın
dirhem-ü-dînarı ölüm var
Şeddâd ile Nemrûd'u ölüm
neyledi fikr et,
Mahv oldu kamu asker-ü
câhları ölüm var.
Kârun ile Fir'avn'ı düşün
var ise aklın,
Kurtaramadı kenzleri anları
ölüm var,
Zikr eylese çok ölümü insan
uyanır hemân,
Der nefsine hiç işleme
evzârı ölüm var.
Kuddûs-i miskîn sözünü tut,
sana der ki,
Hak isteyelim neydelim
ağyârı ölüm var.
Kuddûsî Divânı'ndan
SON NEFES
Hazret-i
Ali Bekkâ, insanlara örnektir,
Bekkâ ismi, lügatta, "Çok
ağlayan" demektir.
Bir hâdise üstüne, pekçok
ağladığından,
Ona "Bekkâ" lakabı,
verilmişti o zaman.
Şöyle ki, sâlihlerden, bir
yâren'i var idi,
Hâller ve kerâmetler sâhibi
bir velîydi.
Onun ile Bağdat'tan,
yolculuğa çıktılar,
Bir yıllık mesâfeyi, bir
saatte aldılar.
Sonra o arkadaşı, dedi: "Ben
falan yerde,
Öleceğim falan gün ve falan
saatlerde.
İstediğim odur ki, tam o
vefât ânımda,
Sen de hazır olasın, o gün
benim yanımda."
O gün ve o saatte, gitti
onun yanına,
Hakîkaten gördü ki, az
kalmış vefâtına.
Lâkin dikkat etti ki, o son
anda mâlesef
"Küfür sözler" söylüyor,
üzülüp etti esef.
.
Îmânla ölsün diye, çok
uğraştı ise de,
Muvaffak olamadı, kâfir öldü
yine de.
İşte bu hâdiseden, tâ
ölünceye kadar,
Ömrü hep ağlamakla, geçmiş
idi bu karar.
Alıp cenâzesini, vardı bir
kiliseye,
Gördü bir topluluğu, merak
etti "Ne diye?"
Dediler ki: "Bu gece, bizim
bir ruhbanımız,
Öldü, lâkin bir şeye, çok
sıkıldı canımız,
Tam öleceği anda, çıktı
kendi dîninden,
"İslâm dîni" üzere, vefât
etti âniden."
Dedi: "Bu getirdiğim, cenâze
de, mâlesef,
Ölürken îmân ile, olamadı
müşerref.
Alın bu cenâzeyi, onu da
verin bana,
Kefenleyip gömeyim, İslâm
mezarlığına."
Aldı o cenâzeyi, yıkadı,
kefenledi,
İslâm mezarlığına, götürüp
defn eyledi.
Biri, ömrü boyunca, yaşadı
dalâlette,
Sonunda îmân edip, kavuştu
hidâyete.
Biri de, uzun yıllar, mümin
idi ve fakat,
En sonunda mâzallah, îmânsız
etti vefât.
Gerçi bu, istisnâdır, asıl
olan her insan,
Nasıl yaşıyor ise, öyle ölür
çok zaman.
Yâ Rabbî, sen bizleri,
ayırma bu îmândan,
Kaydırma kalbimizi, o küfre
hiç bir zaman.
Evliyânın büyüklerinden
Ali Müttekî el-Hindî (rahmetullahi teâlâ aleyh) H.974 senesinde Mekke-i
mükerremeye gitti. Sıhhati yerinde idi. Kendisini ziyârete gelenlere buyurdu ki:
"Şöyle bir kimse düşünün: Ölümü tatmış, ölümden sonraki şeyleri, başa
gelecekleri görmüş, sonra Allahü teâlâ tekrar onu ikinci defâ dünyâya göndermeyi
dilemiş ve göndermiş. Böyle bir kimse hiç ölümden gâfil olur mu? Ölümü hiç
unutur mu? İşte bu fakîr de o kimse gibi ölümden gâfil ve unutmuş değilim." Bir
süre sonra rahatsızlanan Ali Müttekî yanındakilere; "Ölüm ânında bende görülen
sekerât, şuuru kaybetme ve şiddetli haller, kutubluğumun îcâbıdır. Bu haller,
derecenin yükseltilmesi içindir. Şâyet vefât ânımda bende sekerât ve şiddet
halleri görürseniz, hakkımdaki iyi îtikâdınız, inancınız azalmasın. Şehâdet
parmağımızı zikr hareketine muvâfık olarak hareket ettiğini gördüğünüz zaman
biliniz ki, rûhumuz henüz bedenimizdedir. Hareket kesilince rûhumuzun
kabzolunduğunu biliniz." Buyurdu. Vefâtına yakın buyurduğu gibi onda cezbe,
kendinden geçme halleri, hareketlerinde ve davranışlarında değişiklikler
görüldü. Başı Abdülhak-ı Dehlevî'nin dizinde idi. Abdülhak Dehlevî'ye şâirin
şiirini oku dedi. O hangi şiiri istediğini anlayıp;
Gözlerim hiç görmedi aslâ
senden güzeli
Ne güneşi, ne ayı, ne periyi
ne hûrîyi.
beytini okudu. Bu sırada Ali
Müttekî'yi bir hâl kapladı. Yüksek sesle; "Oku oku!" buyurdu. Abdülhak Dehlevî
birkaç defâ okudu. Ondan sevgi ve ilâhî muhabbet sözleri geliyordu. Vefâtı
yaklaştığı vakit, yalnız şehâdet parmağı zikreder şekilde hareket ediyordu.
Vücudunun diğer organlarında his ve hareket yoktu. H.975 senesi bir seher vakti
vefât etti. Mekke'deki Cennet-ül-Muallâ kabristanına defnedildi. |