CİLD       ALFABE       KONU       KABR-İ ŞERİFLER

ALFABE - CİLD                      1.   2.   3.   4.   5.   6.
     
 

ÖLÜM - 1

Anadolu velîlerinden Himmet Efendi (rahmetullahi teâlâ aleyh) bir vâzı sırasında İnsanların günahlardan sakınması gerektiğini anlatırken de şu beyti okudu:

 

Mâsiyet yükünü aldın boynuna,

Hiç ölüm korkusu gelmez aynına

Felek birkaç arşın bezi eğnine

Yakasız don biçti haberin var mı?

 

Hindistan'da yetişen en büyük velî, âlim müceddid ve müctehid İmâm-ı Rabbânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: Ölmek, felâket değildir. Öldükten sonra, başına gelecekleri bilmemek felâkettir.

Hindistan'da yetişen büyük velîlerden Mevlânâ Muhammed Sıddîk Keşmî (rahmetullahi teâlâ aleyh) ölüm hakkında buyurdular ki: Mısra':

"O ölüm ki, ona yaşama derim."

Gerçekten sonsuz hayat, ölüme bağlıdır. Ölüm, ebedî hayatın süsleyicisi, donatıcısıdır. Hayır, belki âb-ı hayâttır, yâni hayat bahşeden, hiç öldürmeyen sudur. Ölüm, dostluğun kuvvetlendiricisidir. Ölüm, mâsivâ binâsını ateşe vericidir. Ölüm, üzüntü perdelerinin yakıcısıdır. Ölüm, hakikâtın aynasıdır. Ölüm, görünmeyen güzelin yüzünden perdeyi kaldırıcıdır. Gönlümün, gelmesinden hoşlandığı, beklediği şey ölümdür. Dağınıklıkları toplayan ölümdür. Ölüm seveni sevdiğine kavuşturucudur. Resûlullah efendimiz; "Ölüm, sevgiliyi sevgiliye kavuşturan bir köprüdür." buyurmuştur.

Tâbiînden ve hanım velîlerin büyüklerinden Râbia-i Adviyye (rahmetullahi teâlâ aleyhâ) hazretlerine "Ölümü arzu ediyor musun?" diye sordular. Cevaben buyurdular ki: "İnsanlardan birine karşı bir kabahat işlemiş olsam, o insanla karşılaşmaktan utanırım. Halbuki Allahü teâlâya karşı olan kabahatlerimiz o kadar çok ki, huzûruna varmayı (ölümü) nasıl arzu ederim?"

Büyük velîlerden Süfyân-ı Sevrî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Ölüm her an gelebilir. Yarına kadar yaşayabileceğini zanneden bir kimse ölüm için hazırlıklı değildir. Allahü teâlâya yapılan ibâdetler, ölümü hatırlamaya işârettir. Günah ve kusur olan işler de, ölümü unutmuş olmanın alâmetidir."

Süfyân-ı Sevrî hazretleri, talebelerinden birisi sefere çıkacak olsa, ona; "Eğer gittiğiniz yerlerde, satılık bir ölüm görürseniz onu benim için satın alınız." buyururdu. Vefâtı yaklaştığında çok ağlıyordu. "Ölmeyi çok arzû ediyordum, lâkin şimdi ölümümün nasıl olacağını bilemediğim için çok korkuyorum. Bu sefere çıkmak gâyet güçtür. Başka seferlere çıkmak gibi, bir âsâ ve bir su kabı yetmiyor." deyince, dostları kendisine; "Cennet'i beğeniyor musunuz?" diye sordular. Bunlara cevâben; "Siz ne söylüyorsunuz? Benim gibi birine, hiç Cennet'i verirler mi?" buyurdular.

Velî ve hadîs âlimi Abdurrahmân bin Mehdî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerine “Ölümü istiyen kimse hakkında sorulunca” buyurdular ki: "Dînine zarar geleceği korkusundan, ölümü istemekte bir mahzûr yoktur. Fakat, yoksulluk, ihtiyaç, eziyet ve buna benzer şeylerden, dolayı ölüm temenni edilmez."

Büyük velîlerden ve hadîs âlimi Abdüla'lâ Kureşî (rahmetullahi teâlâ aleyh) ölümü çok hatırlar ve titrerdi. Buyururdu ki: "İki şey var ki beni dünyâ zevklerine dalmaktan alıkoyuyor. Bunlar ölümü hatırlamak ve Allahü teâlânın dâima huzurunda bulunmaktır."

Yine; "Hiçbir ferd yoktur ki, ölüm meleği günde iki defâ kapısını çalmasın." buyurmuştur.

Anadolu evliyâsından Abdürrezzâk Ali Efendi (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyururdu ki: "Ölüm, ölmeden önce ölünüz, sırrına eren âşıklara rahmet, devlet, seâdet, izzettir."

Evliyânın büyüklerinden Adiyy bin Müsâfir (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: Ölüm haktır, öldükten sonra dirilmek haktır. Münker ve Nekir'in suâl sormaları haktır. Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen; "Allah, îmân edenleri hem dünyâda, hem âhirette (kabirde) sâbit söz olan şehâdet kelimesi ile tesbit eder. Tevhîde bağlı kılar. Allah zâlimleri (kâfirleri) şaşırtır ve Allah dilediğini yapar." buyruluyor. (İbrâhim sûresi: 27)

Basra velîlerinden Alâ bin Ziyâd (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin sık sık söylediği sözlerinden biri: "Herkes, kendinin ölmek üzere olduğunu ve bu sırada Rabbinden günâhlarının af ve mağfiret edilmesini istediğini, Rabbinin de affettiğini düşünmeli, sonra ibâdet ve tâattan geri durmamalıdır."

Türkistan'da yetişen büyük velîlerden Ahmed Yesevî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hikmet denilen şiirler yazmıştır. Bu şiirler; Dîvân-ı Hikmet'te toplanmıştır. Bu manzumelerin konularından birisi şudur: Dünyânın geçici olduğu, buradaki lezzetlere zevklere, mal, mevki, görünüş ve gösterişlere aldanmamak gerektiği, ölümün varlığı ve her nefsin ölümü tadacağını da bâzı şiirlerinde işler.

 

Ey dostlarım, ölsem, ben, bilmem hâlim nice olur;

Kabre girerek yatsam, bilmem hâlim nice olur.

 

Götürüp lahde koysalar, arkaya bakmadan dönseler

Suâllerimi sorsalar, bilmem hâlim nice olur.

 

Girse karış adlı yılan, dolansa tene o zaman

Kalmaz bütün bir üstühan, bilmem hâlim nice olur.

 

Olsa kıyâmetin günü, hâzır olur cümleleri

Kıldığın ameller hani, bilmem hâlim nice olur.

 

 

.

ÖLÜM VAR

Ahmed Kuddûsî (rahmetullahi teâlâ aleyh)

 

Cem' eyleme bu cîfe-i murdârı ölüm var,

Kenz etme sakın dirhem-ü-dînarı ölüm var

 

Şeddâd ile Nemrûd'u ölüm neyledi fikr et,

Mahv oldu kamu asker-ü câhları ölüm var.

 

Kârun ile Fir'avn'ı düşün var ise aklın,

Kurtaramadı kenzleri anları ölüm var,

 

Zikr eylese çok ölümü insan uyanır hemân,

Der nefsine hiç işleme evzârı ölüm var.

 

Kuddûs-i miskîn sözünü tut, sana der ki,

Hak isteyelim neydelim ağyârı ölüm var.

 

 

Kuddûsî Divânı'ndan

 

SON  NEFES

 

Hazret-i Ali Bekkâ, insanlara örnektir,

Bekkâ ismi, lügatta, "Çok ağlayan" demektir.

 

Bir hâdise üstüne, pekçok ağladığından,

Ona "Bekkâ" lakabı, verilmişti o zaman.

 

Şöyle ki, sâlihlerden, bir yâren'i var idi,

Hâller ve kerâmetler sâhibi bir velîydi.

 

Onun ile Bağdat'tan, yolculuğa çıktılar,

Bir yıllık mesâfeyi, bir saatte aldılar.

 

Sonra o arkadaşı, dedi: "Ben falan yerde,

Öleceğim falan gün ve falan saatlerde.

 

İstediğim odur ki, tam o vefât ânımda,

Sen de hazır olasın, o gün benim yanımda."

 

O gün ve o saatte, gitti onun yanına,

Hakîkaten gördü ki, az kalmış vefâtına.

 

Lâkin dikkat etti ki, o son anda mâlesef

"Küfür sözler" söylüyor, üzülüp etti esef.

.

Îmânla ölsün diye, çok uğraştı ise de,

Muvaffak olamadı, kâfir öldü yine de.

 

İşte bu hâdiseden, tâ ölünceye kadar,

Ömrü hep ağlamakla, geçmiş idi bu karar.

 

Alıp cenâzesini, vardı bir kiliseye,

Gördü bir topluluğu, merak etti "Ne diye?"

 

Dediler ki: "Bu gece, bizim bir ruhbanımız,

Öldü, lâkin bir şeye, çok sıkıldı canımız,

 

Tam öleceği anda, çıktı kendi dîninden,

"İslâm dîni" üzere, vefât etti âniden."

 

Dedi: "Bu getirdiğim, cenâze de, mâlesef,

Ölürken îmân ile, olamadı müşerref.

 

Alın bu cenâzeyi, onu da verin bana,

Kefenleyip gömeyim, İslâm mezarlığına."

 

Aldı o cenâzeyi, yıkadı, kefenledi,

 İslâm mezarlığına, götürüp defn eyledi.

 

Biri, ömrü boyunca, yaşadı dalâlette,

Sonunda îmân edip, kavuştu hidâyete.

 

Biri de, uzun yıllar, mümin idi ve fakat,

En sonunda mâzallah, îmânsız etti vefât.

 

Gerçi bu, istisnâdır, asıl olan her insan,

Nasıl yaşıyor ise, öyle ölür çok zaman.

 

Yâ Rabbî, sen bizleri, ayırma bu îmândan,

Kaydırma kalbimizi, o küfre hiç bir zaman.

 

Evliyânın büyüklerinden Ali Müttekî el-Hindî (rahmetullahi teâlâ aleyh) H.974 senesinde Mekke-i mükerremeye gitti. Sıhhati yerinde idi. Kendisini ziyârete gelenlere buyurdu ki: "Şöyle bir kimse düşünün: Ölümü tatmış, ölümden sonraki şeyleri, başa gelecekleri görmüş, sonra Allahü teâlâ tekrar onu ikinci defâ dünyâya göndermeyi dilemiş ve göndermiş. Böyle bir kimse hiç ölümden gâfil olur mu? Ölümü hiç unutur mu? İşte bu fakîr de o kimse gibi ölümden gâfil ve unutmuş değilim." Bir süre sonra rahatsızlanan Ali Müttekî yanındakilere; "Ölüm ânında bende görülen sekerât, şuuru kaybetme ve şiddetli haller, kutubluğumun îcâbıdır. Bu haller, derecenin yükseltilmesi içindir. Şâyet vefât ânımda bende sekerât ve şiddet halleri görürseniz, hakkımdaki iyi îtikâdınız, inancınız azalmasın. Şehâdet parmağımızı zikr hareketine muvâfık olarak hareket ettiğini gördüğünüz zaman biliniz ki, rûhumuz henüz bedenimizdedir. Hareket kesilince rûhumuzun kabzolunduğunu biliniz." Buyurdu. Vefâtına yakın buyurduğu gibi onda cezbe, kendinden geçme halleri, hareketlerinde ve davranışlarında değişiklikler görüldü. Başı Abdülhak-ı Dehlevî'nin dizinde idi. Abdülhak Dehlevî'ye şâirin şiirini oku dedi. O hangi şiiri istediğini anlayıp;

 

Gözlerim hiç görmedi aslâ senden güzeli

Ne güneşi, ne ayı, ne periyi ne hûrîyi.

 

beytini okudu. Bu sırada Ali Müttekî'yi bir hâl kapladı. Yüksek sesle; "Oku oku!" buyurdu. Abdülhak Dehlevî birkaç defâ okudu. Ondan sevgi ve ilâhî muhabbet sözleri geliyordu. Vefâtı yaklaştığı vakit, yalnız şehâdet parmağı zikreder şekilde hareket ediyordu. Vücudunun diğer organlarında his ve hareket yoktu. H.975 senesi bir seher vakti vefât etti. Mekke'deki Cennet-ül-Muallâ kabristanına defnedildi.