ÖLÇÜ - 3
Evliyânın büyüklerinden
Fudayl bin İyâd (rahmetullahi teâlâ aleyh) bir gün sevdiklerine şu hikmetli
sözleri söyledi: "Azarlaması çok olanın arkadaşı az olur. Kim fâcir, zâlim
kimseye yardım ederse, onu günahlara karşı kamçılamış olur. Kim alçak kişiden
meded umarsa, kendisine ihânet etmiş olur. Kim ilmiyle âmil olmayandan ilim
öğrenmek isterse, câhilliğini arttırmış olur. Kim ahmak adama ilim öğretmeye
çalışırsa, şüphesiz ömrünü faydasız bir şeyle geçirmiş olur. Kim nanköre iyilik
ederse, nîmeti zâyi etmiş olur." buyurdu.
Fudayl bin İyâd
hazretlerinin yanında birisinden sitâyişle bahsettiler; "O zât ağzına helva
koymaz." dediler. Bunun üzerine Fudayl hazretleri; "Helva yemeyi bırakmak bir
mürüvvet mi sanki? Siz onun akrabâsını gözetip gözetmediğine, öfkesini yenip
yenmediğine, komşularına, dul kalmış kadınlara ve yetimlere karşı nasıl
davrandığına bakınız. Din kardeşleri ile arkadaşlarına karşı huy ve edebi nedir?
İşte hükmünüzü verirken asıl bunlara dikkat edin." buyurdu.
Fıkıh, hadîs ve tasavvuf
âlimlerinden Hamdûn-ı Kassâr (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki:
Kendinde bulunduğu zaman gizli kalmasını istediğin bir şeyi, başka birinde
görürsen ifşâ etme."
Yine buyurdular ki: "Söz
öyle olmalı ki, tekrar etmeye lüzum kalmamalı, tesirini hemen göstermelidir."
"Dostlar arasındaki ülfetin,
yakınlığın kalkması, dünyâ sevgisindendir."
Muînüddîn-i Çeştî’nin
talebelerinden Hamîdüddîn Nâgûrî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyuruyor ki:
Yüzünü yüce makâma çevirenler, Allahü teâlâya yönelenler üç sınıftır. Fâtır
sûresi 32. âyetinde meâlen; "Kullarımızdan seçtiklerimizin kimi nefislerine
zulmedicidir, kimi kötülüğü ve iyiliği müsâvî gidendir, kimi de Allah'ın izniyle
iyiliklerde ileri geçenlerdir." buyruldu. Yâni özürlüler, şükürlüler ve fânîler.
Özürlüler, hastalar, Allah'a îmân ve tevhîdi ikrâr ettikten sonra, huzûra hâzır
olarak gelmemiş, gelmişse geç ve yavaş gelmişlerdir. Acele edin hitâbından
gâfillerdir. Şükürlüler, îmân ve ikrârla berâber gelmişlerdir. Fânîler, "Ben
sizin Rabbiniz değil miyim?" hitâbını hatırında tutup, cevâbında; "Evet
dediler." hitâbını unutmayanlardır. Bu âlemde dâvetten önce ezelî hitâb hükmüne,
Hakkın cevâbına icâbet etmiş, başlangıçta nihâyetteki sırlara tâlib olmuşlardır.
Bunlardan çokları, gizli gitmişlerdir. Kimse onların nâmını ve nişânını
bilmemiştir. Birkaç kişi bilmişlerse, Resûl-i ekrem efendimizin bildirmesi ile
bilmişlerdir. Yoksa onların nâmını ve nişânını kimse bilemezdi. Bilinenlerden
biri Emîr-ül-müminîn hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîk'tır. Biri, Emîr-ül-müminîn Ali
Mürtezâ'dır ki, bâliğ olmadan önce dâveti kabûle elverişliydi. Biri de Üveys-i
Karnî idi. Eğer Resûl-i ekrem bildirmeseydi, onun ismi hiçbir kitapta bulunmaz,
nişânı hiçbir deftere yazılmazdı. Biri de Selmân-ı Fârisî'dir.
Evliyânın büyüklerinden
Hâris el-Muhâsibî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Gayretini,
başkasının ayıplarını aramakta değil, kendi nefsini ıslâh etmek için harca."
"Allahü teâlânın senin için
murâd ettiğine, dilediğine râzı ol. Abdullah bin Mes'ûd şöyle buyurur: Allahü
teâlânın senin hakkında yaptığı taksimine râzı ol. Böylece, insanların en
zengini olursun. Allahü teâlânın haram kıldığı şeylerden uzaklaş, onları yapma.
Böylece, günahlardan en çok sakınan bir kimse olursun. Allahü teâlânın
emirlerini yerine getir. İnsanların en âbidi olursun. Hâlini Allahü teâlâya arz
et. Sâdece O'ndan yardım iste. Hâlini insanlara şikâyet etme."
Yine buyurdular ki: "İlim
sâhipleri, Allahü teâlâdan daha çok korkar. Zühd, insanın kalbini dünyâ
sıkıntılarından uzak tutar. Allahü teâlânın yüceliğini ve büyüklüğünü tanımak,
tövbe etmeyi temin eder."
Tâbiînin ve bu devirdeki
evliyânın en büyüklerinden Hasan-ı Basrî (rahmetullahi teâlâ aleyh)
buyurdular ki: "Allahü teâlâya ve kullarına karşı edepli olmayan kimsenin ilmine
îtibâr edilmez. Belâ ve musîbetlere, insanlardan gelen sıkıntılara günahlardan
sakınıp, farzları yerine getirmeyenin dindarlığı mûteber değildir. Haramlardan
ve şüphelilerden sakınmayanın Allahü teâlâ katında bir mertebesi ve yakınlığı
yoktur."
Evliyânın büyüklerinden
Hâtim-i Esam (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Ey kul! Allahü
teâlâya isyân ettikleri için insanlara buğzettiğin halde, kendin Allahü teâlâya
isyân edince, kendi nefsine buğzetmeyişin sende insâfın olmayışındandır."
Bir kimse Hâtim-i Esam
hazretlerinden nasîhat istedi. Bu kimseye nasîhat olarak şöyle buyurdu: "Eğer
dost istersen Allahü teâlâ kâfi, yol arkadaşı istersen Kirâmen kâtibîn melekleri
yeter. Eğer arkadaş istersen, Kur'ân-ı kerîm yeter. Eğer iş istersen, Allahü
teâlâya ibâdet etmek yeter. Eğer vâz, nasîhat istersen, ölüm yeter. Eğer bu
söylediklerimi kabullenmemiş isen sana Cehennem yeter." buyurdu.
Meşhur velîlerden
Huzeyfetü'l-Mer'âşî (rahmetullahi teâlâ aleyh) Mûsâ bin el-Muallî'ye
buyurdular ki: "Yâ Mûsâ! Eğer sende üç haslet, güzel huy varsa, Allahü teâlânın
yarattığı her hayırda nasîbin vardır. Amellerini Allahü teâlânın rızâsına
kavuşmak için yapmak, kendin için sevdiğini kardeşin için de sevmek,
yiyeceklerin helâlinden olmasına dikkat etmek."
Evliyânın büyüklerinden
İbn-i Atâ rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Kullara ve yaratılmış
olan şeylere bakıldığında, Allahü teâlânın varlığı bilinir."
"Kim nefsine sünnetleri
uygularsa, Allahü teâlâ onun kalbini mârifetle nurlandırır."
Yine buyurdular ki: "En iyi
iş yapılmış, en iyi ilim söylenmiştir. Bu sebeple, şimdiye kadar yapılmamış bir
işi yapma, söylenmedik sözü söyleme."
Evliyânın büyüklerinden
İbn-i Atâullah İskenderî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki:
"İki işten, nefsine ağır geleni yap! Çünkü, hak olan iş, nefse ağır gelir.
Vâcibleri yapmakta gevşek davranıp, nâfile hayrâtı yapmaya çalışmak, nefsin
isteklerine uymak alâmetlerindendir."
Yine buyurdular ki:
"Gönlünde günahlar ve dünyâ sevgisi olanın, kalbi nasıl parlar? Yahut, nefsi
emmârenin arzularına göre hareket eden, Allahü teâlânın rızâsını nasıl kazanır?
Gaflet ve günahlardan temizlenmeden, Allahü teâlânın huzûruna girmeyi nasıl
ister? Çirkin işlerinden tövbe etmeyen, ince sırları anlamayı nasıl umar?"
"Kendinde bulunan gizli
ayıbları araştırman, bilmediğin gâip şeyleri araştırmandan daha iyidir."
"Amelinin semeresini dünyâda
görmek, âhirette makbûl olmaya işârettir.
Allahü teâlâ katındaki
kadrini, değerini bilmek istersen, seni hangi işlerde bulundurduğuna dikkat et!"
"İhtiyâcı olmadığı hâlde bir
kimseye tâati nasîb eden Allahü teâlânın, bedene ve bâtına âit nîmetlerde hiç
eksiklik yapmayacağını bilmek lâzımdır."
"Eğer adâletle muâmele
olunursan, küçük günahlardan bile helâk olursun. Allahü teâlâ ihsân ile muâmele
ederse, büyük günâhın da olsa kurtulursun."
"O'nun yolunda kötülük üzere
olduğun hâlde, sana ihsânları devâm ediyorsa, bunların istidrâc, yâni seni
felâkete götüren şeyler olmasından kork. A'râf sûresi 182. âyet-i kerîmesi,
meâlen; "Onları, bilemiyecekleri yönden azar azar helâke yaklaştırırız." bunu
haber vermektedir."
"İki iş arasında
durakladığın, iki şey arasını ayıramadığın zaman, hangisinin nefse daha ağır
geldiğine dikkat et ve onu yap. Çünkü nefse ağır gelen, ancak doğru, hak
olandır."
"Boynu büken, ihtiyaç
duyuran kusur, büyüklük ve kibir veren ibâdetten iyidir."
"Mahbûbundan, sevdiğinden
karşılık bekleyen ve ondan maksadını, dileğini isteyen sâdık bir seven değildir.
Çünkü muhib, seven, elinde olanı sevgilisi için verendir, sevdiğinde olanı almak
isteyen değil."
Tâbiînden, meşhur hadîs
âlimi ve veli İbn-i Muhayrız (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki:
Peygamberimizin Eshâbından Fudale İbn-i Ubeyd ile görüştüm. Nasihat istedim:
"Eğer bu üç haslet sende bulunursa Allahü teâlâ bu hasletlerle sana iyilikler
ihsân eder. Bu üç haslet, bilmediğini öğren, dinlemesini bil, kendini ziyâret
etmeyeni ziyâret et" buyurdu.
Tâbiînin meşhûr âlimlerinden
ve evliyânın büyüklerinden İbrâhim bin Edhem (rahmetullahi teâlâ aleyh)
buyurdular ki: "Öbür dünyâda terâzide en ağır amel, burada bedene en zor
gelenidir."
Hindistan'da yetişen en
büyük velî, âlim müceddid ve müctehid İmâm-ı Rabbânî (rahmetullahi teâlâ
aleyh) buyurdular ki: Mübahları gelişi güzel kullanan, şüpheli şeyleri yapmağa
başlar. Şüphelileri yapmak da harama yol açar.
Tâbiînin tanınmışlarından ve
evliyânın büyüklerinden Ka'b-ül-Ahbâr (rahmetullahi teâlâ aleyh)
buyurdular ki: "Allahü teâlâ, yersiz güleni, bir ideâli, maksadı olmadan yola
çıkanı sevmez."
Yine buyurdular ki:
"İdârecinin iyi olmasıyla halk da iyi, kötü olmasıyla, onlar da kötü olurlar."
Tâbiînin büyüklerinden,
Medîne-i münevveredeki yedi büyük âlimden biri Kâsım bin Muhammed (rahmetullahi
teâlâ aleyh) öleceğini anlayınca oğluna; "Beni üzerimde bulunanlarla
kefenleyin." dedi. O sırada üzerinde gömlek, peştemal ve cübbe vardı. Oğlu;
"Babacığım bunu iki katına çıkarsak olmaz mı?" diye sorduğunda, "Dedem Ebû Bekr
de böyle üç parça bir kefene sarılmıştı. Bizim için ölçü onlardır. Bu kadarı
kâfi, sonra dirilerin yeni giyeceklere ölülerden daha çok ihtiyacı var."
buyurdular.
|