NEFİS - 4
Irak'ta yetişen evliyâdan
Bekâ bin Batû (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Nefsine karşı
Allahü teâlâdan yardım istemeyen kimse, nefsine yenilip mağlûb olur."
Anadolu velîlerinden Seyyid
Burhâneddîn Muhakkık Tirmizî (rahmetullahi teâlâ aleyh) devamlı
Allahü teâlâya ibâdet ve tâat ile meşgûl olur, bir an O'ndan gâfil bulunmazdı.
Dâimâ riyâzet ve mücâhede eder, nefsin arzularını yapmaz, nefsin istemediği, ona
zor gelen şeyleri yapardı. On beş gün ağzına lokma koymadığı zamanlar olurdu.
"Karnınız aç olsun! Bunun için de çok oruç tutunuz! Çünkü oruç, hikmet
hazînelerinin anahtarıdır. Oruç tutmak, kalp gözünün açılmasına, kalbin rikkate
gelmesine sebeb olur. Ayrıca oruçlunun duâsı, Allahü teâlâ indinde makbûldür."
buyururdu. Nefsinin isteklerini yapmamak için, kapıda köpekler için hazırlanan
yemek artıklarının yanına gider, nefsine karşı; "Ey nefs, bana istediklerini
yaptırıp, emrin altına almak mı istiyorsun? Arzunun yerine gelmesini istiyorsan,
önce yemek artıklarını yemen lâzım. Ya ye veya beni bu hâlimle kabûl et!"
diyerek nefsiyle mücâdele ederdi. Böylece nefsinin isteklerini hiç yapmaz, onu
rûhuna köle ederdi.
Buyurdular ki: "Bedeniniz
mezara girmeden, nefsinizin şerrinden emin olmayın."
Evliyânın büyüklerinden
Ebû Abdullah Dîneverî (rahmetullahi teâlâ aleyh) nefsi gözetmeyi bildirir;
"Nefsini hayırlı işlerle meşgul eyle. Aksi halde o seni kötü şeylerle meşgul
eder." derdi.
Büyük velîlerden Ebû
Abdullah Nibâcî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri buyurdular ki: Kim
nefsinin isteklerine kavuşmak için acele ederse, iyiliklere kavuşma yollarını
keser. Kim nefsinin her istediğini yer ve bunların peşine düşerse, o kimsenin
başına çeşitli belâlar gelir.
Çeştiyye yolu büyüklerinden
Ebû Ahmed Ebdâl Çeştî hazretleri, Ebû İshâk Şâmî (rahmetullahi teâlâ
aleyh) hazretleri'nin meclis ve sohbetlerinde kısa zamanda evliyâlık makâmına
kavuştu. Nefsini terbiye etmek için riyâzet etti, nefse ağır gelen, nefsin
istemediği şeyleri yapmak ile meşgûl oldu. Gönlünde dünyâ düşüncelerinin
bulunmamasına çok gayret ederdi. İnsanların işlerine karışmaz, kendi hâlinde
bulunurdu. Nefsin, Allahü teâlâya düşman olduğunu, her isteğinin kendi zararına
olduğunu ve ona muhâlefet etmekten, Allahü teâlânın râzı olduğunu bilir, ona
göre hareket ederdi. Nefsine muhâlefet için, günlerce yemek yemediği olurdu. Her
yemekte de, sâdece üç lokma yerdi.
Büyük velîlerden Ebû Ali
Dekkâk (rahmetullahi teâlâ aleyh) anlatır: Bir gün Merv'deyken bizi
sevdiğini söyleyen biri yanıma geldi ve; "Uzak bir mesâfeden geldim. Sana
ulaşmak için uzun yollar katettim. Maksadım seninle görüşmekti." dedi. Bunun
üzerine ona; "Nefsinden sefer edebilseydin, uzak kalsaydın, bir adım atman bile
kâfiydi." dedim.
"Hürriyet nedir?" diye soran
birisine; "Eğer nefsinin arzularına boyun eğmiş, nefsin dünyâya meyletmişse,
malın kölesisin." buyurdular.
Evliyânın büyüklerinden
Ebû Bekr Vâsıtî (rahmetullahi teâlâ aleyh) insanları Allahü teâlânın emir ve
yasaklarını yerine getirmeye teşvik ederdi. Bu hususta; "Yüzünü nefsine
döndüren, sırtını dîne döndürmüş olur. Yüzünü dîne döndüren sırtını nefsine
döndürmüş olur. Nefsinin istediği işlere değil, nefse aykırı olan işlere gönül
ver." buyurur ve; "En büyük ibâdet, vaktini boş yere harcamamaktır." derdi.
Büyük velîlerden Ebû Hafs
Haddâd en-Nişâbûrî (rahmetullahi teâlâ aleyh) şöyle buyurmuştur: "Her zaman
nefsini suçlamayıp, ona muhâlefet etmeyen aldanmıştır. Nefsine rızâ gözüyle
bakan mahvolmuştur."
Kelâm, fıkıh, tefsîr, hadîs
âlimlerinden ve evliyânın büyüklerinden Ebû Hamza Bağdâdî (rahmetullahi
teâlâ aleyh) hazretleri vâz ve nasîhatlarından birisinde buyurdular ki: "Allahü
teâlâ meâlen; "Câhillerden yüz çevir." (A'râf sûresi: 199) buyuruyor. Nefs,
câhillerin en câhilidir. O halde ondan daha fazla yüz çevirmelidir."
Derin âlim ve büyük velî
Ebû Hamza Horasânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) insanlara dünyâ ve âhirette
kurtuluşun yolunu göstermek için ettiği sohbetlerinde buyurdular ki: "Nefsinden
sıkılan kimsenin gönlü, yüce Mevlâsına bağlanmakla ünsiyet, yakınlık ve huzur
bulur."
Tasavvufta ilk defâ sofî
nâmıyla anılan meşhûr velî Ebû Hâşim Sofî (rahmetullahi teâlâ aleyh)
buyurdular ki: "Kişinin nefsini güzel edeb ile süslemesi, ehlini terbiye etmeye
sebebdir."
Büyük velî ve Mâlikî mezhebi
fıkıh âlimi Ebû Midyen Mağribî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerine
bir gün, "Allahü teâlânın emirlerine tam teslim olmanın alâmeti nedir?" diye
suâl edildi. Cevâbında; "Nefsi, Allahü teâlânın hükümlerinin îfâ edildiği
meydana göndermek, ona devamlı Rabbimizin râzı olduğu şeyleri yaptırmak, bu
hususta çekeceği elem ve sıkıntılarda ona şefkat göstermemektir." buyurdular.
Yine buyurdular ki: "Nefsini
tanıyan kimse, insanların övmelerine aldırmaz."
"Nefs, ihlâs sâhibini doğru
yoldan kaydıramaz."
Muhyiddîn-i Arabî Fütûhât-ı
Mekkiyye isimli kıymetli eserinde şöyle anlatıyor: İnsanlardan birçoğu,
bereketlenmek için Ebû Midyen hazretlerine ellerini sürerlerdi ve ellerini
öperlerdi. Kendisine suâl edildi ki: "Efendim! Bu hal karşısında hiç nefsinize
bir düşünce gelir mi?" Cevâbında buyurdu ki: "Hacer-ül-Esved'e bu zamâna kadar,
nebîler, resûller ve velîler el sürüp, onu öptüler. Ona, onu taş olmaktan
çıkaracak bir düşünce gelir mi?" Gelmez. İşte ben de bu hükümdeyim. Bana da öyle
bir düşünce gelmez."
Evliyânın büyüklerinden
Ebû Muhammed Cerîrî (rahmetullahi teâlâ aleyh) nefis hakkında buyurdular ki:
"Nefsine aldanan, şehevî duygularına esir olur. Hevâî arzûlarının zindanına
kapatılır ve o kulun kalbi faydalı işlerden zevk alamaz. Kur'ân-ı kerîmi her gün
hatm etse bile, ilâhî kelâmı okumaktaki esas tadı bulamaz. Bunun çâresi, nefsin
esâretinden kurtulmayı candan arzu etmektir."
Evliyânın meşhurlarından ve
Tâbiînin büyüklerinden Ebû Müslim Havlânî (rahmetullahi teâlâ aleyh)
sözleriyle ve yaşayışı ile insanlar için üstün örnek bir zâttı. Bir sohbetinde
huzûrunda bulunanlara, "Ne dersiniz ben bir kimseye ikram ettiğim, istediğini
verdiğim halde o yarın Allahü teâlânın indinde beni kötüler. Fakat ben o kimseye
zorluk göstersem, iş yaptırsam, sıkıntıya soksam yarın o Allahü teâlâ indinde
beni metheder, över, benden memnun olduğunu söyler." dedi. Dinleyenler şaşarak
bu kimdir? diye sorduklarında; "Vallahi o benim nefsimdir." diye cevap verdiler.
Büyük velîlerden Ebû
Osman Hîrî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Nefsine âit bir şeyi
güzel gören kimse ayıplarını ve kusurlarını görmez. Her hususta nefsini itham
edenlerden başkası, kendi kusurlarını göremez."
Yine buyurdu ki: "Kim
sözüyle ve işiyle sünneti nefsine hâkim kılarsa, sünnete uyarsa hikmetle
konuşmuş ve yapmış olur. Kim nefsine ve arzusuna göre iş yaparsa ve konuşursa
bid'at işlemiş olur."
Büyük velîlerden Ebû
Osman Mağribî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Nefsini recâ ve
ümid ile meşgul eden tembelleşir, amelsiz kalır. Kendini havf korku ile meşgul
eden ümitsizliğe düşer. Bu sebeple insan hem recâ hem havf ile meşgul
olmalıdır."
Büyük velîlerden Ebû Saîd
bin el-Arabî (rahmetullahi teâlâ aleyh) nefsin ve dünyâ sevgisinin
zararlarından sakındırırdı. Bu hususta da; "Nefsin ile meşgûl olman, seni Allahü
teâlâya ibâdetten alıkoyar. Dünyâya olan merâkın da, âhiret merâkından
uzaklaştırır." buyurdu.
Türkistan'da yetişen büyük
velîlerden Ebû Saîd Ebü'l-Hayr (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki:
"Allah bâkî ve kâfidir. O'ndan başkası boştur. O'ndan gayri her şeyden nefsini
uzak eyle!"
Bağdât'ın büyük velîlerinden
Ebû Saîd-i Harrâz (rahmetullahi teâlâ aleyh) verâ yâni
şüphelilerden sakınmakta ve riyâzette nefsine muhalefet etmekte gâyet ileriydi.
Nefsi şöyle târif ederdi: O, durgun bir suya benzer. Dıştan bakılınca temiz
gibidir. Ama biraz tahrik edilip dalgalandırılınca dibinde saklı pek çok
mikropların olduğu görülür. Nefsin durumunu anlamak için onu imtihan etmelidir.
Hem de mihnet, meşakkatle ve boş arzularına muhâlefet ederek imtihan etmelidir.
Herkes nefsine bakmalı, mihnet ve meşakkat ânında ne gibi bir şekil alıyor.
Yersiz ve boş arzularını yenebilmek için direnmesini biliyor mu? Görmeli ve
bilmelidir.
Nefsin içinde gizli hallere
vâkıf olmayan kimse ne cesâretle Rabbini tanıdığını iddiâ etmeye kalkar. Çünkü
önce nefsi bilmek gerekir. Tâ ki bundan sonra o nefsi yaratan bilinsin.
Cezâyir'de yetişen büyük
velîlerden Ebü'l-Abbâs Müstegânimî (rahmetullahi teâlâ aleyh) evliyânın
önde gelenlerinden Şeyh Muhammed Bûzidî'nin sohbetlerinde kemâle gelip,
olgunlaştı. O hocasıyla olan görüşmesini şöyle anlatır: "Bir gün dükkanımıza
Şeyh Muhammed Bûzidî hazretleri gelmişti. Bir ara bana; "Senin yılanlardan
korkmadığını duydum. Eline alıp onları tutarmışsın." dedi. Ben de; "Evet efendim
doğrudur." dedim. Yine o; "Pekâlâ! Şimdi bir yılan bul getir de huzûrumuzda ona
dokun görelim." dedi. Ben de; "Kolay." dedim ve oradan ayrıldım. Şehir dışında
bir yerden küçük bir yılan yakalayıp önüne koydum. Elimde onu evirip çevirmeye
başladım. Muhammed Bûzidî dikkatle benim hareketlerime bakıyordu. Sonra bana;
"Pekâlâ bundan büyüğünü getirebilir misin?" dedi. Ben de; "Büyüğü küçüğü benim
için birdir." dedim. O zaman bana; "Ben sana büyük bir yılan söylesem acaba onu
tutabilir, onunla başa çıkabilir misin? Onu tutup, zararından korunabilirsen,
sana gerçekten hakîm derim." dedi. Ben hayretler içinde; "O nerede?" dedim.
Bunun üzerine; "O, senin nefsindir. Onun zehrinin şiddeti yılanın zehrinden daha
çoktur. İşte bu yılanı tutarsan, onu hâkimiyetin altına alırsan, sen o zaman
yetişmiş sayılırsın." dedi ve şöyle ilâve etti: "Evlâdım şimdi âdetin olan
şeyleri bu söylediğim şey için yap. Şayet yapabilirsen." buyurdu. Sonra oradan
ayrıldım. Nefsi ve nefs yılanının zehrinden daha şiddetli olan zehrin ne
olduğunu düşünüyordum. Daha sonra gidip Şeyh Muhammed Bûzidî'ye talebe oldum.
Onun yardımıyla yılandan daha zararlı ve şiddetli zehiri olan nefsimin
kötülüklerinden korundum. Riyâzet, nefsimin istediği şeyleri yapmamakla onu
ıslah etmeye çalıştım."
Evliyânın önde gelenlerinden
Ebü'l-Fadl Ahmedî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerine Kur'ân-ı
kerîmde; "Zulmedenlere meyletmeyin. Size ateş dokunur (Cehennem'de yanarsınız)."
(Hûd sûresi: 113) meâlindeki âyet-i kerîme okundu ve; "Buradaki meyletmeye,
nefse meyletme de girer mi?" diye soruldu. O; "Evet, zulüm de nefsin
sıfatlarındandır." buyurdular.
Bağdât'ın büyük velîlerinden
Ebü'l-Hüseyin Nûrî (rahmetullahi teâlâ aleyh) Allahü teâlâya kavuşturan
yolda ilerliyebilmek için, nefs engelini aşmak lâzım olduğunu düşünüp, kendi
nefsine şöyle derdi: "Ey nefsim! Senelerdir, hevâ ve hevesine uygun olarak
yiyip-içtin, yatıp uyudun, gezip-gördün, dilediğin gibi yaşayıp, her arzunu
tatmin ettin. Ama bundan sonra hevâ, boş faydasız şeylerin hepsini terkedip, hep
ibâdet ile meşgûl olacaksın ve bu zamâna kadar, hevâ ve hevesine uyarak,
yaptığın şeylerin ve arzu ettiklerinin hiç birisine kavuşamıyacaksın. Bunları
yaparken, sabredip tahammül gösterebilirsen çok büyük saâdete kavuşursun. Eğer
tahammül edemeyip helâk olursan hiç değilse bu yolda ölürsün."
Osmanlıların kuruluş devrinde
Bursa'da yaşamış büyük velî Emîr Sultan (rahmetullahi teâlâ aleyh)
devamlı olarak sazdan örülmüş hasır üzerinde oturur ve mübârek dudakları devamlı
hareket ederdi. Şu şiiri sık sık söylerdi:
Eğer gönlün benimle olursa,
Yemen'de olsan bile
yanımdasın.
Eğer gönlün benimle değilse,
Yanımda olsan bile
uzaktasın.
Dinle bak Hak ne hoş
söyledi.
Zebur'unda Dâvûd'a buyurdu.
Düşman ol önce nefs
belâsına,
Ondan, bana uymakla
kurtulasın.
Gel şimdi sen de düşman ol
nefsine,
Zâyi eyle onu her ne
dilerse,
Eğer bu işte atarsan riyâyı,
Kendine rehber kıl evliyâyı.
Eğer anlarsan budur sana ol,
Nefsinin şerrinden halâs ol,
Nefsinin murâdından uzak
dur.
Düşersen eğer şeytana uzak
dur.
Büyük velîlerden Fâris
bin Îsâ Bağdâdî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri "Nefsine biraz
istirahat ver, ona bu kadar yüklenme" diyen dostlarına: "Allahü teâlâya
kavuşacağım yolu kesemem." buyurdular.
Hindistan'da yetişen
Çeştiyye evliyâsının büyüklerinden Ferîdüddîn Genc-i Şeker (rahmetullahi
teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Nefsi firenlemek, Allahü teâlâya yaklaşmak
demektir."
İstanbul'u, Fâtih Sultan
Mehmed Hanın fethedeceğini müjdeleyen büyük velî Hacı Bayram-ı Velî (rahmetullahi
teâlâ aleyh) Âşık Yûnus'la aynı asırda yaşamış ve onun söylediği gibi şiirler
söylemiştir. Tasavvuf yolunda nefsi tanımanın ve itâat altına almanın şart
olduğunu bildiren Hacı Bayram-ı Velî hazretleri bu hususta şu şiiri söylemiştir:
Bilmek istersen seni,
Cân içinde ara cânı.
Geç cânından bul ânı,
Sen seni bil, sen seni.
Kim bildi ef'âlini,
Ol bildi sıfâtını,
Anda gördü zâtını,
Sen seni bil, sen seni.
.
Görünen sıfâtındır,
O'nu gören zâtındır,
Gayri ne hâcetindir,
Sen seni bil, sen seni.
Kim ki hayrete vardı,
Nûra müstagrak oldu,
Tevhîd-i zâtı buldu,
Sen seni bil, sen seni.
Bayram özünü bildi,
Bileni anda buldu,
Bulan ol kendi oldu,
Sen seni bil, sen seni.
|