CİLD       ALFABE       KONU       KABR-İ ŞERİFLER

ALFABE - CİLD                      1.   2.   3.   4.   5.   6.
     
 

NEFİS - 4

Irak'ta yetişen evliyâdan Bekâ bin Batû (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Nefsine karşı Allahü teâlâdan yardım istemeyen kimse, nefsine yenilip mağlûb olur."

Anadolu velîlerinden Seyyid Burhâneddîn Muhakkık Tirmizî (rahmetullahi teâlâ aleyh) devamlı Allahü teâlâya ibâdet ve tâat ile meşgûl olur, bir an O'ndan gâfil bulunmazdı. Dâimâ riyâzet ve mücâhede eder, nefsin arzularını yapmaz, nefsin istemediği, ona zor gelen şeyleri yapardı. On beş gün ağzına lokma koymadığı zamanlar olurdu. "Karnınız aç olsun! Bunun için de çok oruç tutunuz! Çünkü oruç, hikmet hazînelerinin anahtarıdır. Oruç tutmak, kalp gözünün açılmasına, kalbin rikkate gelmesine sebeb olur. Ayrıca oruçlunun duâsı, Allahü teâlâ indinde makbûldür." buyururdu. Nefsinin isteklerini yapmamak için, kapıda köpekler için hazırlanan yemek artıklarının yanına gider, nefsine karşı; "Ey nefs, bana istediklerini yaptırıp, emrin altına almak mı istiyorsun? Arzunun yerine gelmesini istiyorsan, önce yemek artıklarını yemen lâzım. Ya ye veya beni bu hâlimle kabûl et!" diyerek nefsiyle mücâdele ederdi. Böylece nefsinin isteklerini hiç yapmaz, onu rûhuna köle ederdi.

Buyurdular ki: "Bedeniniz mezara girmeden, nefsinizin şerrinden emin olmayın."

Evliyânın büyüklerinden Ebû Abdullah Dîneverî (rahmetullahi teâlâ aleyh) nefsi gözetmeyi bildirir; "Nefsini hayırlı işlerle meşgul eyle. Aksi halde o seni kötü şeylerle meşgul eder." derdi.

Büyük velîlerden Ebû Abdullah Nibâcî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri buyurdular ki: Kim nefsinin isteklerine kavuşmak için acele ederse, iyiliklere kavuşma yollarını keser. Kim nefsinin her istediğini yer ve bunların peşine düşerse, o kimsenin başına çeşitli belâlar gelir.

Çeştiyye yolu büyüklerinden Ebû Ahmed Ebdâl Çeştî hazretleri, Ebû İshâk Şâmî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri'nin meclis ve sohbetlerinde kısa zamanda evliyâlık makâmına kavuştu. Nefsini terbiye etmek için riyâzet etti, nefse ağır gelen, nefsin istemediği şeyleri yapmak ile meşgûl oldu. Gönlünde dünyâ düşüncelerinin bulunmamasına çok gayret ederdi. İnsanların işlerine karışmaz, kendi hâlinde bulunurdu. Nefsin, Allahü teâlâya düşman olduğunu, her isteğinin kendi zararına olduğunu ve ona muhâlefet etmekten, Allahü teâlânın râzı olduğunu bilir, ona göre hareket ederdi. Nefsine muhâlefet için, günlerce yemek yemediği olurdu. Her yemekte de, sâdece üç lokma yerdi.

Büyük velîlerden Ebû Ali Dekkâk (rahmetullahi teâlâ aleyh) anlatır: Bir gün Merv'deyken bizi sevdiğini söyleyen biri yanıma geldi ve; "Uzak bir mesâfeden geldim. Sana ulaşmak için uzun yollar katettim. Maksadım seninle görüşmekti." dedi. Bunun üzerine ona; "Nefsinden sefer edebilseydin, uzak kalsaydın, bir adım atman bile kâfiydi." dedim.

"Hürriyet nedir?" diye soran birisine; "Eğer nefsinin arzularına boyun eğmiş, nefsin dünyâya meyletmişse, malın kölesisin." buyurdular.

Evliyânın büyüklerinden Ebû Bekr Vâsıtî (rahmetullahi teâlâ aleyh) insanları Allahü teâlânın emir ve yasaklarını yerine getirmeye teşvik ederdi. Bu hususta; "Yüzünü nefsine döndüren, sırtını dîne döndürmüş olur. Yüzünü dîne döndüren sırtını nefsine döndürmüş olur. Nefsinin istediği işlere değil, nefse aykırı olan işlere gönül ver." buyurur ve; "En büyük ibâdet, vaktini boş yere harcamamaktır." derdi.

Büyük velîlerden Ebû Hafs Haddâd en-Nişâbûrî (rahmetullahi teâlâ aleyh) şöyle buyurmuştur: "Her zaman nefsini suçlamayıp, ona muhâlefet etmeyen aldanmıştır. Nefsine rızâ gözüyle bakan mahvolmuştur."

Kelâm, fıkıh, tefsîr, hadîs âlimlerinden ve evliyânın büyüklerinden Ebû Hamza Bağdâdî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri vâz ve nasîhatlarından birisinde buyurdular ki: "Allahü teâlâ meâlen; "Câhillerden yüz çevir." (A'râf sûresi: 199) buyuruyor. Nefs, câhillerin en câhilidir. O halde ondan daha fazla yüz çevirmelidir."

Derin âlim ve büyük velî Ebû Hamza Horasânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) insanlara dünyâ ve âhirette kurtuluşun yolunu göstermek için ettiği sohbetlerinde buyurdular ki: "Nefsinden sıkılan kimsenin gönlü, yüce Mevlâsına bağlanmakla ünsiyet, yakınlık ve huzur bulur."

Tasavvufta ilk defâ sofî nâmıyla anılan meşhûr velî Ebû Hâşim Sofî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Kişinin nefsini güzel edeb ile süslemesi, ehlini terbiye etmeye sebebdir."

Büyük velî ve Mâlikî mezhebi fıkıh âlimi Ebû Midyen Mağribî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerine bir gün, "Allahü teâlânın emirlerine tam teslim olmanın alâmeti nedir?" diye suâl edildi. Cevâbında; "Nefsi, Allahü teâlânın hükümlerinin îfâ edildiği meydana göndermek, ona devamlı  Rabbimizin râzı olduğu şeyleri yaptırmak, bu hususta çekeceği elem ve sıkıntılarda ona şefkat göstermemektir." buyurdular.

Yine buyurdular ki: "Nefsini tanıyan kimse, insanların övmelerine aldırmaz."

"Nefs, ihlâs sâhibini doğru yoldan kaydıramaz."

Muhyiddîn-i Arabî Fütûhât-ı Mekkiyye isimli kıymetli eserinde şöyle anlatıyor: İnsanlardan birçoğu, bereketlenmek için Ebû Midyen hazretlerine ellerini sürerlerdi ve ellerini öperlerdi. Kendisine suâl edildi ki: "Efendim! Bu hal karşısında hiç nefsinize bir düşünce gelir mi?" Cevâbında buyurdu ki: "Hacer-ül-Esved'e bu zamâna kadar, nebîler, resûller ve velîler el sürüp, onu öptüler. Ona, onu taş olmaktan çıkaracak bir düşünce gelir mi?" Gelmez. İşte ben de bu hükümdeyim. Bana da öyle bir düşünce gelmez."

Evliyânın büyüklerinden Ebû Muhammed Cerîrî (rahmetullahi teâlâ aleyh) nefis hakkında buyurdular ki: "Nefsine aldanan, şehevî duygularına esir olur. Hevâî arzûlarının zindanına kapatılır ve o kulun kalbi faydalı işlerden zevk alamaz. Kur'ân-ı kerîmi her gün hatm etse bile, ilâhî kelâmı okumaktaki esas tadı bulamaz. Bunun çâresi, nefsin esâretinden kurtulmayı candan arzu etmektir."

Evliyânın meşhurlarından ve Tâbiînin büyüklerinden Ebû Müslim Havlânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) sözleriyle ve yaşayışı ile insanlar için üstün örnek bir zâttı. Bir sohbetinde huzûrunda bulunanlara, "Ne dersiniz ben bir kimseye ikram ettiğim, istediğini verdiğim halde o yarın Allahü teâlânın indinde beni kötüler. Fakat ben o kimseye zorluk göstersem, iş yaptırsam, sıkıntıya soksam yarın o Allahü teâlâ indinde beni metheder, över, benden memnun olduğunu söyler." dedi. Dinleyenler şaşarak bu kimdir? diye sorduklarında; "Vallahi o benim nefsimdir." diye cevap verdiler.

Büyük velîlerden Ebû Osman Hîrî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Nefsine âit bir şeyi güzel gören kimse ayıplarını ve kusurlarını görmez. Her hususta nefsini itham edenlerden başkası, kendi kusurlarını göremez."

Yine buyurdu ki: "Kim sözüyle ve işiyle sünneti nefsine hâkim kılarsa, sünnete uyarsa hikmetle konuşmuş ve yapmış olur. Kim nefsine ve arzusuna göre iş yaparsa ve konuşursa bid'at işlemiş olur."

Büyük velîlerden Ebû Osman Mağribî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Nefsini recâ ve ümid ile meşgul eden tembelleşir, amelsiz kalır. Kendini havf korku ile meşgul eden ümitsizliğe düşer. Bu sebeple insan hem recâ hem havf ile meşgul olmalıdır."

Büyük velîlerden Ebû Saîd bin el-Arabî (rahmetullahi teâlâ aleyh) nefsin ve dünyâ sevgisinin zararlarından sakındırırdı. Bu hususta da; "Nefsin ile meşgûl olman, seni Allahü teâlâya ibâdetten alıkoyar. Dünyâya olan merâkın da, âhiret merâkından uzaklaştırır." buyurdu.

Türkistan'da yetişen büyük velîlerden Ebû Saîd Ebü'l-Hayr (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Allah bâkî ve kâfidir. O'ndan başkası boştur. O'ndan gayri her şeyden nefsini uzak eyle!"

Bağdât'ın büyük velîlerinden Ebû Saîd-i Harrâz (rahmetullahi teâlâ aleyh) verâ yâni şüphelilerden sakınmakta ve riyâzette nefsine muhalefet etmekte gâyet ileriydi. Nefsi şöyle târif ederdi: O, durgun bir suya benzer. Dıştan bakılınca temiz gibidir. Ama biraz tahrik edilip dalgalandırılınca dibinde saklı pek çok mikropların olduğu görülür. Nefsin durumunu anlamak için onu imtihan etmelidir. Hem de mihnet, meşakkatle ve boş arzularına muhâlefet ederek imtihan etmelidir. Herkes nefsine bakmalı, mihnet ve meşakkat ânında ne gibi bir şekil alıyor. Yersiz ve boş arzularını yenebilmek için direnmesini biliyor mu? Görmeli ve bilmelidir.

Nefsin içinde gizli hallere vâkıf olmayan kimse ne cesâretle Rabbini tanıdığını iddiâ etmeye kalkar. Çünkü önce nefsi bilmek gerekir. Tâ ki bundan sonra o nefsi yaratan bilinsin.

Cezâyir'de yetişen büyük velîlerden Ebü'l-Abbâs Müstegânimî (rahmetullahi teâlâ aleyh) evliyânın önde gelenlerinden Şeyh Muhammed Bûzidî'nin sohbetlerinde kemâle gelip, olgunlaştı. O hocasıyla olan görüşmesini şöyle anlatır: "Bir gün dükkanımıza Şeyh Muhammed Bûzidî hazretleri gelmişti. Bir ara bana; "Senin yılanlardan korkmadığını duydum. Eline alıp onları tutarmışsın." dedi. Ben de; "Evet efendim doğrudur." dedim. Yine o; "Pekâlâ! Şimdi bir yılan bul getir de huzûrumuzda ona dokun görelim." dedi. Ben de; "Kolay." dedim ve oradan ayrıldım. Şehir dışında bir yerden küçük bir yılan yakalayıp önüne koydum. Elimde onu evirip çevirmeye başladım. Muhammed Bûzidî dikkatle benim hareketlerime bakıyordu. Sonra bana; "Pekâlâ bundan büyüğünü getirebilir misin?" dedi. Ben de; "Büyüğü küçüğü benim için birdir." dedim. O zaman bana; "Ben sana büyük bir yılan söylesem acaba onu tutabilir, onunla başa çıkabilir misin? Onu tutup, zararından korunabilirsen, sana gerçekten hakîm derim." dedi. Ben hayretler içinde; "O nerede?" dedim. Bunun üzerine; "O, senin nefsindir. Onun zehrinin şiddeti yılanın zehrinden daha çoktur. İşte bu yılanı tutarsan, onu hâkimiyetin altına alırsan, sen o zaman yetişmiş sayılırsın." dedi ve şöyle ilâve etti: "Evlâdım şimdi âdetin olan şeyleri bu söylediğim şey için yap. Şayet yapabilirsen." buyurdu. Sonra oradan ayrıldım. Nefsi ve nefs yılanının zehrinden daha şiddetli olan zehrin ne olduğunu düşünüyordum. Daha sonra gidip Şeyh Muhammed Bûzidî'ye talebe oldum. Onun yardımıyla yılandan daha zararlı ve şiddetli zehiri olan nefsimin kötülüklerinden korundum. Riyâzet, nefsimin istediği şeyleri yapmamakla onu ıslah etmeye çalıştım."

Evliyânın önde gelenlerinden Ebü'l-Fadl Ahmedî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerine Kur'ân-ı kerîmde; "Zulmedenlere meyletmeyin. Size ateş dokunur (Cehennem'de yanarsınız)." (Hûd sûresi: 113) meâlindeki âyet-i kerîme okundu ve; "Buradaki meyletmeye, nefse meyletme de girer mi?" diye soruldu. O; "Evet, zulüm de nefsin sıfatlarındandır."  buyurdular.

Bağdât'ın büyük velîlerinden Ebü'l-Hüseyin Nûrî (rahmetullahi teâlâ aleyh) Allahü teâlâya kavuşturan yolda ilerliyebilmek için, nefs engelini aşmak lâzım olduğunu düşünüp, kendi nefsine şöyle derdi: "Ey nefsim! Senelerdir, hevâ ve hevesine uygun olarak yiyip-içtin, yatıp uyudun, gezip-gördün, dilediğin gibi yaşayıp, her arzunu tatmin ettin. Ama bundan sonra hevâ, boş faydasız şeylerin hepsini terkedip, hep ibâdet ile meşgûl olacaksın ve bu zamâna kadar, hevâ ve hevesine uyarak, yaptığın şeylerin ve arzu ettiklerinin hiç birisine kavuşamıyacaksın. Bunları yaparken, sabredip tahammül gösterebilirsen çok büyük saâdete kavuşursun. Eğer tahammül edemeyip helâk olursan hiç değilse bu yolda ölürsün."

Osmanlıların kuruluş devrinde Bursa'da yaşamış büyük velî Emîr Sultan (rahmetullahi teâlâ aleyh) devamlı olarak sazdan örülmüş hasır üzerinde oturur ve mübârek dudakları devamlı hareket ederdi. Şu şiiri sık sık söylerdi:

 

Eğer gönlün benimle olursa,

Yemen'de olsan bile yanımdasın.

Eğer gönlün benimle değilse,

Yanımda olsan bile uzaktasın.

 

Dinle bak Hak ne hoş söyledi.

Zebur'unda Dâvûd'a buyurdu.

Düşman ol önce nefs belâsına,

Ondan, bana uymakla kurtulasın.

 

Gel şimdi sen de düşman ol nefsine,

Zâyi eyle onu her ne dilerse,

Eğer bu işte atarsan riyâyı,

Kendine rehber kıl evliyâyı.

 

Eğer anlarsan budur sana ol,

Nefsinin şerrinden halâs ol,

Nefsinin murâdından uzak dur.

Düşersen eğer şeytana uzak dur.

 

Büyük velîlerden Fâris bin Îsâ Bağdâdî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri "Nefsine biraz istirahat ver, ona bu kadar yüklenme" diyen dostlarına: "Allahü teâlâya kavuşacağım yolu kesemem." buyurdular.

Hindistan'da yetişen Çeştiyye evliyâsının büyüklerinden Ferîdüddîn Genc-i Şeker (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Nefsi firenlemek, Allahü teâlâya yaklaşmak demektir."

İstanbul'u, Fâtih Sultan Mehmed Hanın fethedeceğini müjdeleyen büyük velî Hacı Bayram-ı Velî (rahmetullahi teâlâ aleyh) Âşık Yûnus'la aynı asırda yaşamış ve onun söylediği gibi şiirler söylemiştir. Tasavvuf yolunda nefsi tanımanın ve itâat altına almanın şart olduğunu bildiren Hacı Bayram-ı Velî hazretleri bu hususta şu şiiri söylemiştir:

 

Bilmek istersen seni,

Cân içinde ara cânı.

Geç cânından bul ânı,

Sen seni bil, sen seni.

 

Kim bildi ef'âlini,

Ol bildi sıfâtını,

Anda gördü zâtını,

Sen seni bil, sen seni.

.

Görünen sıfâtındır,

O'nu gören zâtındır,

Gayri ne hâcetindir,

Sen seni bil, sen seni.

 

Kim ki hayrete vardı,

Nûra müstagrak oldu,

Tevhîd-i zâtı buldu,

Sen seni bil, sen seni.

 

Bayram özünü bildi,

Bileni anda buldu,

Bulan ol kendi oldu,

Sen seni bil, sen seni.