NEFİS - 2
Evliyânın büyüklerinden
Hâris el-Muhâsibî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: Nefsini hesâba
çeken muhâsebe ehlinin belli hasletleri vardır. Bunları tecrübe ve tatbik
edince, Allahü teâlânın ihsânıyla şerefli makamlara ulaşmışlardır. Her şey güçlü
bir azimle ve nefsânî arzuları tamâmen terk etmekle elde edilir. Çünkü azmi
sağlam olanların nefsin hevâ ve hevesine karşı durmaları basitleşir. O halde
kuvvetli bir azimle şu hususlara uy:
1) Doğru ve yalan yere yemin
etme.
2) Yalan söylemekten sakın.
3) Zulüm bile yapmış olsa
hiç bir kimseye lânet etme.
4) Vefâkâr olmak imkânı
bulduğun müddetçe ahdinden dönme.
5) Ne sözle ne de hareketle
hiçkimseye bedduâ etme. Yaptığın iyilik için mükâfât, karşılık bekleme. Allahü
teâlânın rızâsı için tahammüllü ol.
6) Kâfir olsun, müşrik veya
münâfık olsun, hiçbir kimsenin aleyhinde şâhidlik yapma. Halka karşı merhametli
ol. Allahü teâlânın gazabından uzak kalmak için en uygun yol budur.
7) Ne içinden ne de dışından
aslâ günah işlemeye yönelme, âzâlarının tamâmını günahtan uzak tut.
8) Hiç kimseyi incitme.
İster az ister çok olsun veya ihtiyacın olsun yâhud da olmasın hiçbir halde
kendi yükünü kimseye yükleme.
9) İnsanlardan hiçbir şey
bekleme ve sâhib oldukları hiçbir şeye göz dikme.
10) Dünyâ ve âhirette makam
ve izzet yüksekliği, Allahü teâlânın dilemesine, vermesine bağlıdır. Bu bakımdan
kendini karşılaştığın hiçbir insandan daha üstün görme.
Evliyânın büyüklerinden ve
Mâlikî mezhebi fıkıh âlimi Ahmed-i Zerrûk (rahmetullahi teâlâ aleyh)
buyurdular ki: "Nefsin hastalıklarını tedâvî eden şeylerin aslı beştir: 1) Az
yemek, mîdeyi fazla doldurmamak, 2) Başa gelen işlerden Allahü teâlâya sığınmak,
3) Fitne yerlerinden kaçmak, 4) Devâmlı istiğfâr ve Resûlullah efendimize salat
ve selâm okumak, 5) Allahü teâlânın emirlerini yerine getirmeye, rızâsını
kazanmaya çağıran kimse ile berâber olmak."
Zamânımızdaki insanlar şu
beş şeye tutulmuşlardır: 1) Cehâleti, ilme tercih etmek, 2) İşlerde kızmak, 3)
Mânevî perdelerin hemen açılmasını istemek, 4) Bid'ati (dinde sonradan ortaya
çıkan şeyleri), sünnet-i seniyyeye tercih etmek, 5) Nefsin arzu ve isteklerine
göre hareket etmek.
Meşhûr velîlerden ve akâid
imâmı Amr bin Osman Mekkî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "İlim
iticidir. Allah korkusu sevkedicidir. Nefs ise itâatsizdir, serkeştir. Murâdını
eksiksiz eline geçirmen için, nefs atını ilim siyâsetiyle idâre et. Korku ile
tehdîd ederek sür."
Tanınmış büyük evlîyadan
Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin oğlu
Sultân Veled anlatır: "Ben beş yaşında idim. Bir gün babamın, talebelerine şöyle
dediğini duydum: "Ben yedi yaşımda iken, nefsim tamâmiyle rûhuma tâbi oldu.
Nefsî isteklerimden kurtuldum." Bunu dinleyen talebelerden biri; "Efendim! Biz,
sizi devamlı nefsinizle mücâhede eder hâlde görüyoruz. Bu sözünüzü nasıl anlamak
icâbeder?" dedi. Bu suâle; "Nefs, yaratıkların içinde en ahmak olanıdır. Hep
kendi zararını ister. Onun yakasını bırakmağa gelmez. Çünkü en büyük düşman
nefstir. Büyüklerimiz, ölünceye kadar nefsle mücâdele etmiştir. Biz de öyle
yaparız." cevâbını verdi.
Mevlânâ Celâleddîn Muhammed
Rûmî hazretleri buyurdular ki; "Nefsi mağlûb etmek için, onu rahatsız etmelidir.
İstediği şeyi vermemelidir. En tesirlisi, gündüzleri oruç tutmak, geceleri az
uyuyup namaz kılmaktır."
Evliyânın büyüklerinden
Cüneyd-i Bağdâdî (rahmetullahi teâlâ aleyh) bir gece uyandı. Uyumak istiyor,
uyuyamıyordu. Oturmak istiyor, oturamıyordu. Bir zaman sonra kapıyı açıp dışarı
çıkınca; birinin üzerine bir aba örtüp, büzüldüğünü gördü. Cüneyd-i Bağdâdî'yi
görünce başını kaldırdı ve; "Ey efendim! Bu kadar bekletilir mi?" dedi. Cüneyd-i
Bağdâdî; "Gece geç vakitte geldiniz." buyurdu. O kimse; "Kalplere hareket veren
Allahü teâlâdan, sizin kalbiniz bana teveccüh etsin diye taleb ettim." dedi.
Cüneyd-i Bağdâdî; "Ne istiyorsunuz?" diye sordu. O kimse; "Nefsin hastalığına
ilaç yok mudur?" deyince, Cüneyd-i Bağdâdî; "Nefsin ilacı, isteklerine muhâlefet
etmektir." buyurdu. Bunun üzerine o kimse, kendi kendine; "Ey ahmak nefsim! Bunu
ben sana kaç defâ söyledim. Ama sen Cüneyd'den duymayınca inanmadın." dedi.
Cüneyd-i Bağdâdî hazretleri
bir gün Câfer Huldî hazretlerine bir dirhem verdi ve bir mikdâr incir almasını
söyledi. O da alıp geldi ve önüne koydu. Cüneyd-i Bağdâdî ondan bir tâne alıp
orucunu açmak için ağzına götürdü. O sırada ağlamaya başladı, inciri ağzından
çıkarıp attı. Su ile de ağzını iyice çalkaladı. Câfer Huldî; "Niçin böyle
yaptınız?" dediğinde; "Otuz seneden beri hep incir yemek istedim. O zamandan
beri de hiç yemedim. Bugün nefsim ağır bastı ve ondan yemek istedim. Ağzıma
aldığım zaman gizliden bir ses bana şöyle dedi: "Allah için yemesini bıraktığın
şeyi yemeye utanmıyor musun?" Bunun üzerine onu ağzımdan çıkarıp attım. Onu
yemeyi sözde durmamak kabûl ettim. Bu da bir hıyânettir. Hâin olan kimse de,
Allah katında sevilen biri olamaz." buyurdu.
Çok ibâdet ve tâatta
bulunan, Allahü teâlâyı hatırlamaktan bir an gâfil olmayan Ebû Ali Rodbârî
(rahmetullahi teâlâ aleyh) nefsinin isteklerine karşı çıkar, riyâzet ve
mücâhedede bulunurdu. Bu hususta buyurdu ki: "Kalp, rûh ve nefs dışarıdan gelen
kötü tesirlerden emin olunca, kalpten hikmet, nefsten hizmet ve ruhtan mükâşefe
yâni gizli sırların açılması zuhur eder. Bu üç şeyden sonra da Allahü teâlânın
sıfatlarının tecellilerini görme, mânevî sırlarını mütâlaa etme ve O'na âit
hakîkatleri anlamak nasîb olur. Söylediklerinizin alâmeti nedir? denilecek
olursa deriz ki; sağa sola bakmamak, Allahü teâlâyı hatırlamaya mâni olan
şeylerden kaçınmaktır. Nefsine bir defâ olsun lâyık olduğundan fazla kıymet
vererek bakan kimse, kâinâttaki eşyânın hiçbirine ibret nazarıyla bakamaz."
Yine buyurdular ki: "Dünyâyı
kazanmakta nefsler için zillet, âhireti kazanmakta ise nefsler için izzet
vardır. Acaba niçin insanlar, bâkî olan âhireti istemekteki izzetin yerine, fânî
olan dünyâyı isteyerek zilleti seçerler?"
Büyük velîlerden Ebû Ali
Sekafî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Bir kimsenin,
nefsinin istek ve arzuları gâlip gelirse, aklı gizli kalır."
Evliyânın büyüklerinden
Ebû Bekr Kettânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Nefsin arzuları,
şeytanın taktığı bir yulardır. Kim, şeytanın o yularına takılırsa, doğruca onun
yanına gider ve ona köle olur."
Yine buyurdular ki: Altmış
yaşındaki bir kimse nefsini hesâba çekmişti. Bunu gün olarak hesapladı yirmi bir
bin beş yüz gün çıktı. Bu gün sayısını görünce feryad etti. Düşüp bayıldı.
Ayılınca âh yazık bana Rabbime gideceğim. Eğer her gün bir günah işlemiş olsam
bu hesâba sığmaz günahlarla hâlim nice olur? dedi. Sonra eyvâh, dünyâya daldım!
Âhiretimi harâb ettim! Çok ihsân edici Rabbime karşı, isyânkâr oldum. Sonra da
harâbe gibi olan bu dünyâdan saâdet yeri olan âhirete gitmekten kaçınıyorum.
Kıyâmette hesap günü amelsiz, sevapsız bir halde nasıl hesap vereceğim! dedi."
İran'da yaşayan büyük
velîlerden Ebû Bekr Tamistânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) bir sohbetinde
buyurdular ki: "Nefis, bir ateş gibidir. Yanar durur. Bir yandan söndürülse de
başka taraftan parlar. Nefis hep böyledir. Bir taraftan yola getirilse, öbür
yandan kötü iz yine görünür. Nefse uymaktan kurtulmak, dünyâ nîmetlerinin en
büyüğüdür. Çünkü nefis, Allahü teâlâ ile kul arasındaki perdelerin en büyüğüdür.
"İnsanın nefsi ölmeden kalbi
hayat bulmaz. Hakîkat, nefsin ölümünden ibârettir."
Evliyânın meşhurlarından
Ebû Bekr Verrâk (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Nefsine âşık
olan, kibirli, kıskanç, aşağı ve hakîr olur."
Yine buyurdu ki: "İnsana
nefsin hâkim oluşunun temeli, arzulara, isteklere uymaktır. Arzu ve heveslere
uyma gâlip gelince kalbi kararır. Kalp kararınca can sıkılır, can sıkılınca huy
kötüleşir."
Türkistan'da yetişen büyük
velîlerden Ebû Saîd Ebü'l-Hayr (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri şu
rubâîyi söylemiştir:
"Nefsine uymak doğru
değildir elbet,
Bas nefse ayağını, himmeti
yükselt.
Ey dost, Allah yolunda çok
eyle gayret,
Yılanla ol da, nefsinle etme
sohbet."
Bağdât'ın büyük velîlerinden
Ebû Saîd-i Harrâz (rahmetullahi teâlâ aleyh) çölde yolculuk yapıyordu.
Açlık son haddine varmıştı. Allahü teâlâdan yiyecek istemesi için nefsi onu
sıkıştırdı. Fakat Ebû Saîd-i Harrâz kendi kendine; "Yemek istemek tevekkül
ehlinin işi değildir." dedi. Nefsi yemekten ümidini kesince ona başka bir tuzak
kurdu ve; "Allah'tan yemek istemiyorsun, bâri sabır iste." dedi. Ebû Saîd-i
Harrâz, nefsin bu isteğine uyarak sabır istemeye karar verdi. Fakat Allahü teâlâ
sevdiği kulu Ebû Saîd-i Harrâz'a imdâd eyledi. Gâibden gelen bir ses ona; "Şu
dostumuz, bizim kendisine, yakın olduğumuzu söylüyor. Bize yönelen bir kimseyi
zâyi etmeyeceğimizi bildiği halde kendi âcizliğini ve zayıflığını ileri sürerek
bizden gıda ve sabır istiyor. O, ne bizim onu gördüğümüzü, ne de onun bizi
gördüğünü zannediyor, Ey Harrâz! Yemek istemekle bizimle arana bir perde koymuş
oldun. Zîrâ yemek, bizden ayrı bir şeydir. Sabır istemekle de aynı şekilde
bizden perdelenmiş oldun. Çünkü sabır da bizden başka bir şeydir. Bizden bizi
iste, rızkı ve sabrı değil." dedi. Düşündüklerine pişmân olup Allahü teâlâya duâ
ve niyâzda bulundular.
Şam'da yetişen büyük
velîlerden Ebû Süleymân Dârânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki:
"Nefsimin güzel gördüğü hiçbir işi güzel görmedim."
Yine buyurdu ki: "En
fazîletli amel, nefsin istediğinin zıddını yapmaktır."
Âlim ve evliyânın
büyüklerinden Hakîm-i Tirmizî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki:
"Nefsin, sende mevcud olduğu hâlde, sen Allahü teâlâyı tanımak istiyorsun.
Halbuki senin nefsin, daha kendisini dahi tanımış değildir, Rabbini nasıl
tanıyacak?"
Kendisine nefsin
kötülüğünden sorulduğunda o; "Şeytanın insana, gâfil olduğu bir zamanda yaptığı
zarar, yüz aç kurdun, bir koyun sürüsüne yaptığı zarardan daha fazladır. İnsanın
nefsinin kendisine yaptığı zarar da, yüz şeytanın yaptığı zarardan fazladır."
buyurdular.
Evliyânın büyüklerinden
İbn-i Atâ (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Nefis, yaratılışı îcâbı
edepsizdir, halbuki kul sürekli olarak edebe riâyet etmekle memurdur. Nefsin
tabiatı îcâbı muhâlefet meydanında at oynatır, kul gayreti ile nefsin kötü
arzularına ulaşmasını engeller. Nefsini dolu dizgin salıveren, şer ve kötü
işlerde onun ortağı olur."
Evliyânın büyüklerinden
İbn-i Atâullah İskenderî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular
ki: "Her fırsat ve boş zamanlarda amel yapıp tâat üzere olmak, seni, nefsin
hîlelerinden alıkoyar."
"Her günah, dalgınlık ve
şehvetin aslı, nefsini beğenmektir. Her tâat uyanıklık ve iffetin esası, nefsini
beğenmemektir."
Büyük velîlerden İbn-i
Hafîf (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Nefsin kırılması, Allahü
teâlânın dînine hizmet etmek ile olur."
Yine buyurdular ki: "Sâlih
bir insana en zararlı şey, nefsine kolaylık göstermesidir."
Hindistan'da yetişen en
büyük velî, âlim müceddid ve müctehid İmâm-ı Rabbânî (rahmetullahi teâlâ
aleyh) buyurdular ki: Büyükleri sevmek, saâdetin sermâyesidir. Muhabbete
müdâhane, gevşeklik sığmaz. Nefs bir kötülük deposudur. Kendini iyi sanarak Cehl-i
mürekkeb olmuştur.
Nefse, günahlardan kaçmak,
ibâdet yapmaktan daha güç gelir. Onun için günahtan kaçmak daha sevaptır. Küfür,
nefs-i emmârenin isteklerinden hâsıl olur.
Yine buyurdular ki: Nefse
kolay ve tatlı gelen şeyi saâdet zan etmemeli, nefse güç ve acı gelenleri de
şekâvet ve felâket sanmamalıdır.
Birkaç günlük zamânı büyük
nîmet bilerek, Allahü teâlânın beğendiği şeyleri yapmağa çalışmalıdır.
|