CİLD       ALFABE       KONU       KABR-İ ŞERİFLER

ALFABE - CİLD                      1.   2.   3.   4.   5.   6.
     
 

NASÎHAT - 12

Tâbiîn devrinde Kûfe’de yetişen büyük âlim ve velîlerden Rebî bin Haysem (rahmetullahi teâlâ aleyh) bir arkadaşına yazdığı bir mektubunda şöyle diyordu: “Ey kardeşim! Kendine nasihat eden yine kendin olsun. Bir noksanın olduğu zaman, kardeşlerinin seni uyarmalarını bekleme! Bu güzel haslet, artık kendisine vedâ edilen bir şey oldu. Vesselâm.”

Hindistan’ın büyük velîlerinden Şeyh Rükneddîn Ebü’l-Feth (rahmetullahi teâlâ aleyh) talebelerinden birine yazdığı mektubunda şöyle buyurdular: “Bir gün Emîr-ül-Müminîn hazret-i Ali; “Ben hiç kimseye aslâ iyilik ve kötülük etmedim” buyurdu. Oradakiler bu söze hayret ettiler ve; “Ey Emîr-ül-müminîn, belki sizden hiç kimseye karşı bir kötülük meydana gelmiş değil, ama iyilik için ne buyurursunuz?” dediler. Buyurdu ki: “Allahü teâlâ, Câsiye sûresi 15. âyetinde meâlen; “Sâlih (iyi) amel eden kendine, kötülük eden de kendine etmiş olur” buyurdu. O hâlde benden meydana gelen her iyilik ve kötülük, aslında benim içindir ve banadır, başkasına değil.” Bu sebebledir ki büyükler; “Bu, kişinin iyiliği için yeter” demişlerdir. Beyt:

Mâdem bildin her şeyin faydası kendindedir,

O hâlde hep iyilik etmek daha iyidir. 

Akıllı olana, dünyâ ve âhiret işlerinde bu kadar nasîhat yeter.”

Bağdât velîlerinden Rüveym bin Ahmed (rahmetullahi teâlâ aleyh)  buyurdular ki: "Allahü teâlâ rızâsını tâatte, gazabını mâsiyette (O'na isyân etmede) saklamıştır."

"Allahü teâlâdan râzı olmak demek, O'ndan gelen bütün belâ ve elemlerden zevk almaktır."

"Allahü teâlâ, söz ve amel kuvvetini verdikten sonra, senden konuşma kuvvetini alsa, ameli bıraksa hiç üzülme! Çünkü bu senin için bir nîmettir. Zîrâ konuşmada âfet ve ziyan çok olur. Maksat, Allahü teâlânın istediği iş ve ibâdetleri yapmaktır. Eğer ameli alıp, sende konuşmayı bırakırsa, bağırarak ağla ki, senin için büyük bir musîbettir. Eğer ikisini birden alırsa; senin için derd, kötülük ve büyük bir yaradır."

Tâbiîn devrinde Kûfe'de yetişen müctehid imamların büyüklerinden Saîd bin Cübeyr (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Vâz ve nasihatı, her bakımdan kusursuz olan kimselerin yapması lâzım gelirse, kimsenin birşey anlatmaması icabederdi". Kimsenin yüzüne karşı kusurunu söylemez, nasihatı umûmî yapardı.

Tâbiînin büyük âlim ve evliyâsından Seleme bin Dînâr (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Ey oğul, Allahü teâlâdan korkmayan, ayıbdan sakınmayan, ihtiyarlığında sâlih amel işlemeyen kimseye uyma."

Yine buyurdular ki: "Allahü teâlânın rızâsı için bir kimseyi seviyorsan, dünyâlık konusunda, onunla münâsebetlerini (ilişkini) azalt."

"Rabbinin devamlı üzerine nîmetler gönderdiğini görüp duruyorken, hâlâ niçin O'na isyân eder, yasaklarından kaçınmazsın."

Anadolu velîlerinden Seyyid Ahmed-i Kebîr er-Rufâî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin hocalarından Abdülmelik Harnûtî ona şöyle vasiyet etmiştir: "Ey Ahmed! Başkalarına iltifât edip gezen, hedefine varamaz ve hakîkate kavuşamaz. Şüphelerden kurtulmayanın, dünyâ düşüncelerinin ve nefsinin arzuları peşinde olanın, felâha, kurtuluşa kavuşması düşünülemez. Bir kimse kendi kusûrunu ve noksanını bilmiyorsa, onun bütün zamânı da noksan geçer." Hocasının bu nasîhatlerine iyice sarıldı. Başka bir nasîhatında da; "Hakîkî âlimleri, evliyâyı tanıyamamak çok kötü bir haldir. Tabîbin hasta olması ne kadar fenâ! Akıllı kimsenin câhil kalması ne kötüdür!" demiştir.

 

UYKU GİRMEZ GÖZÜME

 

Sırrî-yi Sekatî’nin, hastalığı ânında,

Cüneyd-i Bağdâdî de, bulunurdu yanında,

 

Son hastalığı idi, Sırrî-yi Sekatî’nin,

Ağlamaya başladı, Cüneyd de bunun için.

 

Onun firak ateşi, hüzün kattı hüznüne,

Damladı göz yaşları, üstâdının yüzüne.

 

Kendini toparlayıp, dedi ki: “Ey üstâdım,

Nasîhat buyurun ki, ona var ihtiyâcım.”

 

Buyurdu: “Kötülerle, oturup etme sohbet,

İyilerle beraber, bulunmaya gayret et!

 

Güçlü insan olarak, bilirim ki ben şunu,

Nefsine hâkim olup, yapmaz bir arzûsunu.

 

Bir kimse ki nefsini, etmemiştir terbiye,

Onun, hiç bir sözünden, fayda gelmez gayriye.

 

Allah'tan çok korkanın, şudur ki alâmeti,

Uyku girmez gözüne, düşünür âhireti.

 

Yemek ile içmekten, kesilmiştir o hattâ,

Yürüyen ölü gibi, bulunur bu hayatta.

 

Mahcûb ve edeblidir, önündedir başı hep,

Âhirete mâildir, dünyâyı etmez talep,

 

Bir müslüman, kendine, bir şeyi eylese arz,

Peki der, kabûl eder, aslâ etmez îtirâz.

 

Öyle çok sarmıştır ki, onu Allah korkusu

Bu korkuyla gözüne, girmez gece uykusu.

 

Rahatını kaçıran, bu korkudur tek sebep,

Hâlim ne olacak? diye, göz yaşları döker hep.

 

Buyurdu ki: “Ey gençler, aman dikkat ediniz,

Tükenir bir gün elbet, sizin de gençliğiniz.

 

Bizim gibi tâkattan, düşmeden henüz daha,

Gençliği fırsat bilip, kulluk edin Allah'a.

 

Çünkü gencin yaptığı, ibâdetin sevâbı,

Öyle çok fazladır ki, olmaz haddi hesâbı

 

İhtiyarlık gelince, azalır güç ve kuvvet,

Fazla sevap alamaz, yapsa da çok ibâdet.”

 

Buyurdu: “Ey insanlar, şudur ki ahmak insan,

Kendi yaratanına, durmadan eder isyân.

 

Yine de hiç görmeyip, kendinin günahını,

Araştırır durmadan, başkasının aybını.

 

Kendi her gün işler de, türlü çeşit kabâhat,

Lâkin hiç esef etmez, dolaşır gâyet rahat.

 

Yine de kendisini, namzet görür Cennet'e,

Bilmez ki bu hâl onu, sürükler felâkete.”

 

Buyurdu: “Şu kimsedir, ahlâkı iyi olan,

Etrâfında olanlar, zarar görmez hiç ondan.

 

Kendini kötü bilip, iyi bilir gayriyi,

Hep edepli bulunur, incitmez hiç kimseyi.

 

Çok sıkıntı gelse de, insanlardan nefsine,

Yüzünü ekşitmeden, göğüs gerer hepsine.

 

Kötülük yapana da, o yine ihsân eder,

Zîrâ onun içinde, kemlikten yoktur eser.

 

O hep güler yüzlüdür, suratı asılmaz hiç,

Onu gören kimseyi, kaplar bir neşe, sevinç.

 

Her kişi, rahatlıkla, girer onun yanına,

Zîrâ gelmez bir zarar, ondan bir yâranına.”

 

Sevdiğin kullarının, hürmetine İlâhî,

İhsân et, iyi huylu, olalım bizler dahî.

 

Büyük velîlerden  Şâh Şücâ Kirmânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: “Tövbe etmiş olmak için dünyâyı, murâda ermek için de nefsinin arzu ve isteklerini terk et.”

 “Yalan söylemekten, gıybet etmekten ve hıyânette bulunmaktan uzak durunuz.”

Hindistan evliyâsının tanınmışlarından Şeyh Nûreddîn (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri buyurdular ki: "Cömertlikte güneş gibi, tevâzuda su gibi, tahammülde de toprak gibi ol. Halkın cefâsına katlan."

Tâbiînin büyüklerinden, âlim ve velî Şumeyt bin Aclân (rahmetullahi teâlâ aleyh) az konuşurdu. Bu hususta; "Ey Âdemoğlu! Sen sustuğun müddetçe selâmettesin. Konuştuğun zaman sakınmaya (düşünüp, ölçülü ve dikkatli konuşmaya) yapış" buyurmuştur. Bir bayram günü eğlenen bir kalabalığa bakar ve oğlu Ubeydullah'a; "Eskimeye mahkûm bir elbise ve bir müddet sonra böceklerin yiyeceği et olan şu insanları görüyor musun?" buyurarak kabre girecek bir insanın gaflet içinde eğlenip oynamasına olan hayretini bildirmiştir. Allahü teâlânın müminlere ayrıca bir îmân kuvveti verdiğini bildirmiş ve; "Allahü teâlâ müminin kalbine bir kuvvet vermiştir ki, bu kuvveti âzâlarına vermemiştir. Şu ihtiyarı görüyor musunuz? İhtiyar hâliyle geceleri nasıl ibâdet ediyor, gündüzleri oruç tutuyor. Gençler ise bunu yapmaktan âcizdirler" buyurmuşlardır.

Din ilimleriyle uğraşanların, ilimlerini dünyâ kazancına vesile kılmalarını istemezdi. Herkese bunu anlatırdı. Bu hususta: Sizden biriniz Kur'ân-ı kerîm okumayı öğrenir ve ilim tahsil eder. Bu ilimleri öğrenir ve dünyâyı kalbine yerleştirir, dünyâya koşar. Dünyâyı (taç gibi) başına geçirir. Bunu görenler: "Bu kimse bizden daha âlim. Eğer dünyâyı istemekte bir fayda görmeseydi böyle yapmazdı" derler, sonra dünyâya rağbet ederler, onu toplamaya başlarlar. Buna sebep olan ilim sâhipleri meâlen şu âyet-i kerîmede bildirilenlerden olurlar: "Kıyâmet günü kendi günahlarını tamâmen yüklendikten başka, saptırdıkları insanların günâhlarından bir kısmını da yükleneceklerdir" (Nahl sûresi: 25).

Şumeyt bin Aclân hazretleri; dünyâda Allahü teâlânın ihsân etmiş olduğu nîmetlere şükür etmeyi ve onların kıymetini bilmeyi tavsiye buyurur ve; "Hastalık gelmeden sıhhatin, meşgûliyet gelmeden boş vaktin, ölüm gelmeden evvel hayâtın kıymetini biliniz" diye nasîhat ederdi.