NASÎHAT - 12
Tâbiîn devrinde Kûfe’de
yetişen büyük âlim ve velîlerden Rebî bin Haysem (rahmetullahi teâlâ
aleyh) bir arkadaşına yazdığı bir mektubunda şöyle diyordu: “Ey kardeşim!
Kendine nasihat eden yine kendin olsun. Bir noksanın olduğu zaman, kardeşlerinin
seni uyarmalarını bekleme! Bu güzel haslet, artık kendisine vedâ edilen bir şey
oldu. Vesselâm.”
Hindistan’ın büyük
velîlerinden Şeyh Rükneddîn Ebü’l-Feth (rahmetullahi teâlâ aleyh)
talebelerinden birine yazdığı mektubunda şöyle buyurdular: “Bir gün Emîr-ül-Müminîn
hazret-i Ali; “Ben hiç kimseye aslâ iyilik ve kötülük etmedim” buyurdu.
Oradakiler bu söze hayret ettiler ve; “Ey Emîr-ül-müminîn, belki sizden hiç
kimseye karşı bir kötülük meydana gelmiş değil, ama iyilik için ne
buyurursunuz?” dediler. Buyurdu ki: “Allahü teâlâ, Câsiye sûresi 15. âyetinde
meâlen; “Sâlih (iyi) amel eden kendine, kötülük eden de kendine etmiş olur”
buyurdu. O hâlde benden meydana gelen her iyilik ve kötülük, aslında benim
içindir ve banadır, başkasına değil.” Bu sebebledir ki büyükler; “Bu, kişinin
iyiliği için yeter” demişlerdir. Beyt:
Mâdem bildin her şeyin
faydası kendindedir,
O hâlde hep iyilik etmek
daha iyidir.
Akıllı olana, dünyâ ve
âhiret işlerinde bu kadar nasîhat yeter.”
Bağdât velîlerinden
Rüveym bin Ahmed (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Allahü teâlâ
rızâsını tâatte, gazabını mâsiyette (O'na isyân etmede) saklamıştır."
"Allahü teâlâdan râzı olmak
demek, O'ndan gelen bütün belâ ve elemlerden zevk almaktır."
"Allahü teâlâ, söz ve amel
kuvvetini verdikten sonra, senden konuşma kuvvetini alsa, ameli bıraksa hiç
üzülme! Çünkü bu senin için bir nîmettir. Zîrâ konuşmada âfet ve ziyan çok olur.
Maksat, Allahü teâlânın istediği iş ve ibâdetleri yapmaktır. Eğer ameli alıp,
sende konuşmayı bırakırsa, bağırarak ağla ki, senin için büyük bir musîbettir.
Eğer ikisini birden alırsa; senin için derd, kötülük ve büyük bir yaradır."
Tâbiîn devrinde Kûfe'de
yetişen müctehid imamların büyüklerinden Saîd bin Cübeyr (rahmetullahi
teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Vâz ve nasihatı, her bakımdan kusursuz olan
kimselerin yapması lâzım gelirse, kimsenin birşey anlatmaması icabederdi".
Kimsenin yüzüne karşı kusurunu söylemez, nasihatı umûmî yapardı.
Tâbiînin büyük âlim ve
evliyâsından Seleme bin Dînâr (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki:
"Ey oğul, Allahü teâlâdan korkmayan, ayıbdan sakınmayan, ihtiyarlığında sâlih
amel işlemeyen kimseye uyma."
Yine buyurdular ki: "Allahü
teâlânın rızâsı için bir kimseyi seviyorsan, dünyâlık konusunda, onunla
münâsebetlerini (ilişkini) azalt."
"Rabbinin devamlı üzerine
nîmetler gönderdiğini görüp duruyorken, hâlâ niçin O'na isyân eder,
yasaklarından kaçınmazsın."
Anadolu velîlerinden
Seyyid Ahmed-i Kebîr er-Rufâî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin
hocalarından Abdülmelik Harnûtî ona şöyle vasiyet etmiştir: "Ey Ahmed!
Başkalarına iltifât edip gezen, hedefine varamaz ve hakîkate kavuşamaz.
Şüphelerden kurtulmayanın, dünyâ düşüncelerinin ve nefsinin arzuları peşinde
olanın, felâha, kurtuluşa kavuşması düşünülemez. Bir kimse kendi kusûrunu ve
noksanını bilmiyorsa, onun bütün zamânı da noksan geçer." Hocasının bu
nasîhatlerine iyice sarıldı. Başka bir nasîhatında da; "Hakîkî âlimleri,
evliyâyı tanıyamamak çok kötü bir haldir. Tabîbin hasta olması ne kadar fenâ!
Akıllı kimsenin câhil kalması ne kötüdür!" demiştir.
UYKU
GİRMEZ GÖZÜME
Sırrî-yi Sekatî’nin,
hastalığı ânında,
Cüneyd-i Bağdâdî de,
bulunurdu yanında,
Son hastalığı idi, Sırrî-yi
Sekatî’nin,
Ağlamaya başladı, Cüneyd de
bunun için.
Onun firak ateşi, hüzün
kattı hüznüne,
Damladı göz yaşları,
üstâdının yüzüne.
Kendini toparlayıp, dedi ki:
“Ey üstâdım,
Nasîhat buyurun ki, ona var
ihtiyâcım.”
Buyurdu: “Kötülerle, oturup
etme sohbet,
İyilerle beraber, bulunmaya
gayret et!
Güçlü insan olarak, bilirim
ki ben şunu,
Nefsine hâkim olup, yapmaz
bir arzûsunu.
Bir kimse ki nefsini,
etmemiştir terbiye,
Onun, hiç bir sözünden,
fayda gelmez gayriye.
Allah'tan çok korkanın,
şudur ki alâmeti,
Uyku girmez gözüne, düşünür
âhireti.
Yemek ile içmekten,
kesilmiştir o hattâ,
Yürüyen ölü gibi, bulunur bu
hayatta.
Mahcûb ve edeblidir,
önündedir başı hep,
Âhirete mâildir, dünyâyı
etmez talep,
Bir müslüman, kendine, bir
şeyi eylese arz,
Peki der, kabûl eder, aslâ
etmez îtirâz.
Öyle çok sarmıştır ki, onu
Allah korkusu
Bu korkuyla gözüne, girmez
gece uykusu.
Rahatını kaçıran, bu
korkudur tek sebep,
Hâlim ne olacak? diye, göz
yaşları döker hep.
Buyurdu ki: “Ey gençler,
aman dikkat ediniz,
Tükenir bir gün elbet, sizin
de gençliğiniz.
Bizim gibi tâkattan,
düşmeden henüz daha,
Gençliği fırsat bilip,
kulluk edin Allah'a.
Çünkü gencin yaptığı,
ibâdetin sevâbı,
Öyle çok fazladır ki, olmaz
haddi hesâbı
İhtiyarlık gelince, azalır
güç ve kuvvet,
Fazla sevap alamaz, yapsa da
çok ibâdet.”
Buyurdu: “Ey insanlar, şudur
ki ahmak insan,
Kendi yaratanına, durmadan
eder isyân.
Yine de hiç görmeyip,
kendinin günahını,
Araştırır durmadan,
başkasının aybını.
Kendi her gün işler de,
türlü çeşit kabâhat,
Lâkin hiç esef etmez,
dolaşır gâyet rahat.
Yine de kendisini, namzet
görür Cennet'e,
Bilmez ki bu hâl onu,
sürükler felâkete.”
Buyurdu: “Şu kimsedir,
ahlâkı iyi olan,
Etrâfında olanlar, zarar
görmez hiç ondan.
Kendini kötü bilip, iyi
bilir gayriyi,
Hep edepli bulunur, incitmez
hiç kimseyi.
Çok sıkıntı gelse de,
insanlardan nefsine,
Yüzünü ekşitmeden, göğüs
gerer hepsine.
Kötülük yapana da, o yine
ihsân eder,
Zîrâ onun içinde, kemlikten
yoktur eser.
O hep güler yüzlüdür, suratı
asılmaz hiç,
Onu gören kimseyi, kaplar
bir neşe, sevinç.
Her kişi, rahatlıkla, girer
onun yanına,
Zîrâ gelmez bir zarar, ondan
bir yâranına.”
Sevdiğin kullarının,
hürmetine İlâhî,
İhsân et, iyi huylu, olalım
bizler dahî.
Büyük velîlerden Şâh
Şücâ Kirmânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: “Tövbe etmiş olmak
için dünyâyı, murâda ermek için de nefsinin arzu ve isteklerini terk et.”
“Yalan söylemekten, gıybet
etmekten ve hıyânette bulunmaktan uzak durunuz.”
Hindistan evliyâsının
tanınmışlarından Şeyh Nûreddîn (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri
buyurdular ki: "Cömertlikte güneş gibi, tevâzuda su gibi, tahammülde de toprak
gibi ol. Halkın cefâsına katlan."
Tâbiînin büyüklerinden, âlim
ve velî Şumeyt bin Aclân (rahmetullahi teâlâ aleyh) az konuşurdu. Bu
hususta; "Ey Âdemoğlu! Sen sustuğun müddetçe selâmettesin. Konuştuğun zaman
sakınmaya (düşünüp, ölçülü ve dikkatli konuşmaya) yapış" buyurmuştur. Bir bayram
günü eğlenen bir kalabalığa bakar ve oğlu Ubeydullah'a; "Eskimeye mahkûm bir
elbise ve bir müddet sonra böceklerin yiyeceği et olan şu insanları görüyor
musun?" buyurarak kabre girecek bir insanın gaflet içinde eğlenip oynamasına
olan hayretini bildirmiştir. Allahü teâlânın müminlere ayrıca bir îmân kuvveti
verdiğini bildirmiş ve; "Allahü teâlâ müminin kalbine bir kuvvet vermiştir ki,
bu kuvveti âzâlarına vermemiştir. Şu ihtiyarı görüyor musunuz? İhtiyar hâliyle
geceleri nasıl ibâdet ediyor, gündüzleri oruç tutuyor. Gençler ise bunu
yapmaktan âcizdirler" buyurmuşlardır.
Din ilimleriyle
uğraşanların, ilimlerini dünyâ kazancına vesile kılmalarını istemezdi. Herkese
bunu anlatırdı. Bu hususta: Sizden biriniz Kur'ân-ı kerîm okumayı öğrenir ve
ilim tahsil eder. Bu ilimleri öğrenir ve dünyâyı kalbine yerleştirir, dünyâya
koşar. Dünyâyı (taç gibi) başına geçirir. Bunu görenler: "Bu kimse bizden daha
âlim. Eğer dünyâyı istemekte bir fayda görmeseydi böyle yapmazdı" derler, sonra
dünyâya rağbet ederler, onu toplamaya başlarlar. Buna sebep olan ilim sâhipleri
meâlen şu âyet-i kerîmede bildirilenlerden olurlar: "Kıyâmet günü kendi
günahlarını tamâmen yüklendikten başka, saptırdıkları insanların günâhlarından
bir kısmını da yükleneceklerdir" (Nahl sûresi: 25).
Şumeyt bin Aclân hazretleri;
dünyâda Allahü teâlânın ihsân etmiş olduğu nîmetlere şükür etmeyi ve onların
kıymetini bilmeyi tavsiye buyurur ve; "Hastalık gelmeden sıhhatin, meşgûliyet
gelmeden boş vaktin, ölüm gelmeden evvel hayâtın kıymetini biliniz" diye nasîhat
ederdi.
|