NASÎHAT - 11
Evliyânın büyüklerinden
İbn-i Atâ (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Nefsini tanımayan,
âriflerin meclisinde bulunsun. Hikmet nûru ile aydınlanmak isteyen ise, ilim ve
hikmet sâhiplerinin meclisinde bulunsun."
Tâbiînden, meşhur hadîs
âlimi ve veli İbn-i Muhayrız (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki:
"Hayırlı şeyler gördüğünüz zaman Allahü teâlâya hamd ediniz. Bir münker
gördüğünüz zaman hemen hiç vakit kaybetmeden Allahü teâlâdan bu belânın ümmet-i
Muhammed'den kaldırılmasını isteyiniz."
Büyük velîlerden İbn-i
Nüceyd (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri, "Bana nasîhat et."
diyen birisine buyurdular ki: "İlim ile meşgûl ol. Bütün müslümanlara hürmet et.
Günlerini boş geçirme. İnsanların arasında garib ol. İlim ve müslümanlara hürmet
ile meşgûl olman, Allahü teâlânın emirlerinden sana bir hissedir."
Anadolu'da yetişen büyük
velîlerden İsmâil Hakkı Bursevî (rahmetullahi teâlâ aleyh) Bursa'ya
gittikten bir süre sonra hocası tarafından Üsküp şehrine gönderildi. Burada
insanlara vâz ve nasîhatta bulunmaya başladı. Bu sırada hocasının şu mektubu ile
talebe yetiştirmeye başladı: "Oğlum Şeyh İsmâil Efendi! Aklen ve dînen, güzel ve
beğenilmiş olan şeyleri yapmalarını halka söyle. Kötü ve beğenilmeyen şeyleri
yapmaktan onları men et. Kalem sûresinin kırk sekizinci âyetinde yer alan hitâba
hazır ol. Sabırlı ol, şükür edici ol. Gecelerinde ibâdet et. Gündüzleri oruç
tut. Muttakî ol. Kötü zanna sebep olacak, töhmet altında bırakacak yerlerden
sakın. Şâyet böyle yerlere dâvet olsan bile gitme. Nasıl olursa olsun halkı ilme
ve amele dâvet eyle. Onları îtikâdî ve amelî yönden terbiye eyle. Yanında
bulundukları ve bulunmadıkları zaman onlar hakkında iyi konuş. Ne şekilde olursa
olsun kendi varlığını ortaya koyma." On sene Üsküp'de kalan İsmâil Hakkı Efendi,
H.1096 senesinde yine hocasının emriyle Tekfur Dağı yoluyla Bursa'ya gitti.
Anadolu'da yaşayan evliyânın
ve âlimlerin büyüklerinden İbrâhim Hakkı Erzurûmî (rahmetullahi teâlâ
aleyh) hazretlerinin, kızı Hanîfe Hâtuna nasihat olarak yazdığı bir şiir
şöyledir:
EY CÂN
Gönülden çün dile vardır yol
ey cân,
Mülâyim söyle, şîrîn söz bul
ey cân,
Acı söz deme, hilm ile dol
ey cân,
Güleç yüzlü, güzel sözlü ol
ey cân.
Namazlarını vaktinde edâ et,
Hem ehlinin her sözün tut,
devlete yet,
Ne yol kim gösterirse ol
yola git,
Güleç yüzlü, güzel sözlü ol
ey cân.
Büyüğünle her işte meşveret
kıl,
Ki aklına uyan pişmân olur
bil,
Sözün tut görme sen, bir işi
müşkil,
Güleç yüzlü, güzel sözlü ol
ey cân.
Büyüğündür azîz ana niyât
et,
Sakın nâz etme hizmetli
firâz et,
Sözün az et hemîşe ketm-i
râz et,
Güleç yüzlü, güzel sözlü ol
ey cân.
Sakın nâmahreme, sen de
ba'îd ol,
Hemen ehlin safâsiyle sa'îd
ol,
Murâdın terk edip söz tut
reşîd ol,
Güleç yüzlü, güzel sözlü ol
ey cân.
Dilin hıfz eyle, gıybet etme
ey yâr,
Ve yıkma bir gönül bir sözle
zinhâr,
Sen etme sırr-ı nâsı nâsa
izhâr,
Güleç yüzlü, güzel sözlü ol
ey cân.
Güzel sözlerle tatyîb-i
kulûb et,
Sükût u samt ile setr-i uyûb
et,
Yeterse kudretin keşf-i
kürûb et,
Güleç yüzlü, güzel sözlü ol
ey cân.
Kula hizmetdir Allah'a
ibâdet,
Kusûrun afvdır hakka riâyet,
Hudâ'nın lütfudur sabr u
kanâat,
Güleç yüzlü, güzel sözlü ol
ey cân.
Seni Allah lütfundan
yaratmış,
Sana lütfuyla Cennet'te yer
etmiş,
Dahı dünyâda halka server
etmiş,
Güleç yüzlü, güzel sözlü ol
ey cân.
Güzel Allah senden râzı
olsun,
Güleç yüzün görenler zevki
bulsun,
Sözünden her gönül lezzetle
dolsun,
Güleç yüzlü, güzel sözlü ol
ey cân.
Çün Allah'ı seversin bil ki
ol hem,
Seni sevmiştir ey cân senden
erham,
Sen ey mahbûb-ı Hak ol şâd u
hurrem,
Güleç yüzlü, güzel sözlü ol
ey cân.
Sakın bir kimseyi incitme,
sövme,
Ve sen bir kimseden incinme,
dövme
Dahî sen kendini sohbetde
övme,
Güleç yüzlü, güzel sözlü ol
ey cân.
Hanîfe Hanımın atası Hakkı,
Der ey kızım hemen Kur'ânı
oku,
Seninle bile bil her hâlde
Hakk'ı,
Güleç yüzlü, güzel sözlü ol
ey cân.
Tâbiînin tanınmışlarından ve
evliyânın büyüklerinden Ka'b-ül-Ahbâr (rahmetullahi teâlâ aleyh)
buyurdular ki: "Kim, âhiret şerefine kavuşmak isterse, Allahü teâlânın
büyüklüğünü ve kudretini tefekkür etsin (düşünsün). Böyle yaparsa âlim olur.
Günlük rızkına râzı olursa başkasına ihtiyaç duymaz. Hatâlarını hatırlayıp,
düşündüğü zaman, çok ağlasın, Cehennem denizlerini söndürür."
Edirne velîlerinden ve Rufâî
tarîkatı büyüklerinden Kabûlî Mustafa Efendi (rahmetullahi teâlâ aleyh)
kendisinden nasihat isteyenlere; "Dostlar! Her şey Rabbin sevgisinden var oldu.
O vara hizmet, O büyük yâre hizmettir." buyurdular.
Yine buyurdular ki: "Kim
olursa olsun, eliniz, ayağınız tutarken, gücünüzle hayra hizmet edin. Gücünüz
yoksa, güler yüz ve tatlı dille gönül alıcı olun. Onu da yapamazsanız
kalbinizden iyilik dileyin. Rabbin sevdiklerine hizmet, Allahü teâlâya
ibâdettir."
Medîne-i münevverede yaşayan
âlim ve velîlerden İmâm-ı Mâlik bin Enes (rahmetullahi teâlâ aleyh)
kendisinden nasîhat isteyen zekî ve anlayışlı bir kimseye; "Allahü teâlâdan
kork. Allahü teâlânın sana lutfettiği nûru günâh işlemek sûretiyle söndürme."
buyurdular.
Büyük velîlerden Ma'rûf-ı
Kerhî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Suâlsiz ve karşılıksız
vermeğe çalış."
Yine buyurdular ki: "Dilini
(başkalarını) kötülemek ve aşağılamaktan koruduğun gibi, medh etmekten de koru."
"Dişi hayvana bile bakmaktan
sakınınız."
Tâbiînden, meşhûr hadîs
hâfızlarından ve velî Mekhûl eş-Şâmî (rahmetullahi teâlâ aleyh)
hazretlerine birisi geldi. “Yâ Ebâ Abdullah! “Size düşen kendinizi korumaktır.
Siz hidâyette olunca, dalâlet üzere olanlar size zarar veremez.” âyet-i
kerîmesinin tefsîrini yapar mısınız?” deyince; “Nasîhat eden korktuğu, nasîhatı
dinleyen de kabûl etmediği zaman, senin vazîfen kendini muhâfaza etmektir. O
zaman, dalâlette olan kimse sana zarar veremez.” dedi.
İstanbul'da yetişen büyük
velîlerden Merkez Efendi (rahmetullahi teâlâ aleyh) bir tarafa giderken,
yolda bir çiftçiyi tarlasında çalışır görse, yanına varır ve; "Îmânı bilir
misin? Namazın farzları hakkında mâlûmâtın var mı?" der, bilmiyorsa anlatır. "Mü'min
ile kâfiri ayıran fark, namazdır" hadîs-i şerîfini naklederdi. Hayvanlara
merhamet edilmesini, götürebilecekleri kadar yük yüklenmesini, aç
bırakılmamalarını da tenbih ederdi. İşe başlarken; "Yâ Rabbî! Bütün müslümanlara
faydalı olmak, çocuklarıma helâlinden rızk kazanmak için çalışıyorum." diye
niyet etmesini, böyle niyet ederse, her adımına sevap verileceğini ve
günahlarının affolunacağını, yetiştirdiği mahsûlün herbir tânesinin boşa
gitmeyeceğini, hepsinin fayda sağlayacağını ve mahsûlün uşrunu vermenin farz
olduğunu anlatırdı. Bu şekilde, gördüğü insanlara mesleğiyle ilgili nasîhatler
ederdi.
İstanbul'da yetişen âlim ve
velîlerden Muhammed Murâd Efendi (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular
ki: "Dünyada ve ahirette selâmeti isteyen kimse önce bedenini sıhhatli tutup,
ihtiyacından fazla şeyleri kazanmak için haddi aşmamalıdır. Kendine her ne
muamele yapılırsa başkasına da o muameleyi yapmalıdır. Bu nasihatı kabul eden
kimse dünya ve ahirette selamet bulur."
Muhaddis, zâhid, âbid,
ârif-i kâmil ve Tâbiînin büyük âlimlerinden Muhammed bin Vâsi (rahmetullahi
teâlâ aleyh) hazretlerinden bir kimse nasîhat istedi. “Dünyâ ve âhirette padişah
olmanı tavsiye ederim.” buyurdu. Adam; “Bu nasıl olur?” diye sorunca; “Dünyâda
zâhid olmakla, yâni kimseye tamah etmez, herkesi muhtâc görürsün. İşte o zaman
sen dünyâyı istemediğin için, zengin, ihtiyaçsız ve padişahsın. Böyle olan dünyâ
ve âhiret padişahı olur.” buyurdular.
Evliyânın büyüklerinden
Muhammed Zuğdân (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: “Ey kişi,
evliyânın sohbetinde bulun. Eğer onların sana hiç faydası yok ise de, kıyâmet
gününde senin ellerinden tutarlar. Kendilerine arkadaş olanların, dünyâda da
musîbet yükünü yüklenirler. Üzüntü ve hüzünlerini paylaşırlar.”
Tabiînden hadîs ve fıkıh
âlimi, velî Mutarrif bin Abdullah (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular
ki: “İnsana verilen şeyler içerisinde akıldan daha kıymetlisi yoktur”. “Verâ
(şüpheli şeyleri terketmek), yalnız kendini bu hâle ehil kılanlara (farzları
yapıp, haramlardan sakınan ve Allahü teâlânın rızâsını isteyenlere) gelir.”
“Dâimâ şerefli olmalısın. İnsanlara ihtiyaç arzetmedikçe şerefini ve iyiliğini
muhafaza etmiş olursun.”
Hindistan'da yetişen
evliyâdan ve Çeştiyye yolunun büyüklerinden Nizâmeddîn Evliyâ (rahmetullahi
teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Kalb kırmak, Allahü teâlânın lütfunu incitmektir.
Neye uğrarsa uğrasın, sâlih kimse, aslâ kimseye kötü söylememeli ve lânet
etmemelidir. İnsanların kabahatlerini açıklamamalıdır."
"Komşunuz borç isterse
verin. Başka şeye ihtiyaç duyarsa, verin. Hastalık ve felâkete uğradığında,
sizin güler yüzünüze ihtiyâcı var ise ona güleryüz gösterin. Vefât edince,
cenâzesine katılın ve kurtulması için duâ edin."
Ferîdeddîn-i Genc-i Şeker,
Nizâmeddîn Evliyâ'ya Dehli'ye giderken; "Borçlanmak zorunda kalırsan, onu hemen
öde. Bir de dâimâ düşmanlarını memnun etmeye çalış." diyerek; iki mühim ve
değerli tavsiyede bulundu. Nizâmeddîn Evliyâ, hocasının bu sözlerine hayâtı
boyunca uydu ve her işinde muvaffak oldu.
|