NASÎHAT - 8
Anadolu velîlerinden
Ahmed Mürşidî Efendi (rahmetullahi teâlâ aleyh) bir gün talebeleri ile
sohbet ederken, bir talebesinin nasîhat istemesi üzerine ona şöyle buyurdular:
"Aslâ dünyâ malına meyletme. Ancak kimseye el açmayacak kadar malın olsun yeter.
Bilmez misin her işin hayırlısı ortasıdır. Dünyâ âhiretin tarlasıdır. Sen bu
âleme para ve mal toplamak için gelmedin. İyi ameller yapmak için geldin.
Kimseye el açmayacak ve yetecek kadar mal kazandıktan sonra, vaktini Hak teâlâya
ibâdet ederek geçir. Ondan sonra yat ve istirâhat et. Unutma, nefsinin de sende
hakkı vardır. Topladığın o mal ve mülk senin değil mîrasçılarınındır. Senin
rızkın, ancak âlemlerin rızk vericisi olan Allahü teâlâ tarafından sana yemen
içmen için verilenden ibârettir.
Malım mülküm yok deme.
Olmadı diye gam çekme. Bu benim mülkümdür diyene, bir gün ecel gelir. Bu sûrette
o malın sâhibi olduğuna dâir iddâsı yalan olur. Bu yalan dünyâ, dâimâ insanlara
gaflet gömleği giydirir. Bu fânî mülkü elimizden alır. Kendini ona sâhip sanacak
bir yalancı müşteri bulur. O da ölür, yerine başkası çıkar. Dünyânın âdeti
böyledir. Verir alır, alır verir.
Sakın kapına gelen fakirleri
boş çevirme. Bir şeyin varsa, gizleyip yok deme. Verdiğin sadakayı da öğünme
vâsıtası yapma. Sağ elinin verdiği sadakayı sol elin bilmesin. Cömertlik tâcını
giymek istiyorsan, Allahü teâlânın aç ve muhtaç kullarını kollamalısın. Allahü
teâlânın huzûrunda makbûl olmak istersen, herkes için hayır dile, insanları
şefkatle sev. Kimsenin işliyeceği hayra mâni olma. Ne kadar iyilik etsen,
yaptıklarını sayma. En küçük hayır ve şer amel defterine yazılır. İhlâsla,
içtenlikle ve riyâdan uzak işlediğin bir amelin olsa, Allahü teâlâ onu amel
defterine dağlar kadar büyük olarak geçirtir. İyilik ettiğin kimseye yaptığını
başa kakıcı olma. İyilik ettiğin kimseden sana minnet beslemesini istersen,
yaptığın iyiliğin bir kıymeti kalmaz. Bana iyi desinler diye yapılan iyilikler
riyâ eseridir."
Büyük velîlerden Seyyid
Ahmed Rıfâî (rahmetullahi teâlâ aleyh) henüz yedi yaşında iken bir gün
Allahü teâlânın zâtına ve sıfatlarına âit bilgilerde mârifet sâhibi olan hocası
Abdülmelik Harnutî'yi ziyârete gitti. Hocası ona; "Yâ Ahmed! Sana diyeceğim şu
şeyleri hâfızanda tut, ezberle ve hiç unutma!" deyince "Peki efendim." dedi.
Abdülmelik Harnutî buyurdu ki: "Başkalarına iltifat edip gezen, hedefine varamaz
ve hakîkate kavuşamaz. Şüpheden kurtulamayanın, dünyevî düşünenin, nefsî
arzularının peşinde olanın; felâha, hidâyete kavuşması düşünülemez. Bir kimse,
kendi kusûrunu, noksanını bilmiyorsa, bütün zamânı da noksan geçer." Bu kıymetli
sözleri hâfızasına nakş etti. Bir yıl bu sözlere göre amel etti. Bir yıl sonunda
hocasından yine nasîhat istediğinde buyurdu ki: "Hakîkî âlimleri, evliyâyı
tanıyamamak çok kötüdür. Tabîbin hasta olması ne fenâ, akıllı kimsenin câhil
kalması ne kötüdür."
ŞAŞARIM ŞU İNSANA
Seyyid
Ahmed Rıfâî,
yazdığı eserinde,
Şu şekilde nasîhat, ediyor
bir yerinde:
Şu kula şaşarım ki, ölüme
inanıyor,
Buna rağmen gülüp de,
neşelenebiliyor.
Şuna da şaşarım ki, inanıyor
kadere,
Yine de mahzûn olup,
boğuluyor kedere.
Ve şuna şaşarım ki, Cehennem
vardır diyor,
Yine de fütursuzca, her
günahı işliyor.
Şaşarım dünyâ fâni, diyen şu
insana ki,
Sarılmıştır dünyâya,
ayrılmıyacak sanki.
Yine başka yerinde, buyurdu:
Ey insanlar,
Pek çok hayret ettiğim, iki
türlü insan var.
.
Birincisi şudur ki, hep
oruçtur gündüzün,
Gece de sabaha dek,
tâattadır büsbütün.
Aslâ Hak teâlâya, etmez
günah ve isyân,
Yine de görürsün ki,
hüzünlüdür o insan.
Uğraşmasına rağmen, hep
âhiret işiyle,
Yine ağlar görürsün, onu hep
gözyaşıyle.
İkincisi şudur ki, yapmaz
hiç tâatini,
Oyun ve eğlenceyle, geçirir
her vaktini.
Günahları işler de,
sıkılmadan mâlesef,
Yine de bu hâline, üzülüp
etmez esef.
Yaşamasına rağmen, İslâmın
hâricinde,
Görürsün onu dahî, yine neşe
içinde.
Başka bir yerinde de,
buyurdu: Ey insanlar,
Sakın siz ilminize,
güvenmeyin ki zinhar,
Şeytan, sâhip olduğu,
ilminin gurûrundan,
Kovulup, helâk oldu,
Allah'ın huzûrundan.
Bir insan, her bir ilmi,
bilse de ince ince,
Faydasını göremez, amel
eylemeyince.
Bel'âm-ı Bâura da, çok ilim
sâhibiydi,
Öyle ilim sâhibi, dünyâda
yok gibiydi.
Lâkin kalbi bir mikdâr, meyl
edince dünyâya,
Dünyâ ve âhirette, oldu
rezîl ve rüsvâ.
Yine o buyurdu ki: Ediniz
ilme gayret
Zîrâ ilim hayattır, ölümdür
hem cehâlet.
Ve lâkin her bir ilim, bir
vebâldir kul için,
Kurtulunmaz vebâlden, amel
eylemeksizin.
İnsan, ameli dahi, yapmalı
ki ihlâsla,
İhlâssız amellerden, bir
fayda gelmez aslâ.
Yâni bir kul, muhakkak,
ilim, amel, ihlâsı,
Temin etmelidir ki, budur
işin esâsı.
Yine o buyurdu ki: Sâlih
olan müslüman,
Allah'ın takdîrine, boyun
eğer her zaman.
Mübtelâ olsa dahi, bir derde
ve belâya,
Yine sabır gösterip, isyân
etmez Allah'a.
Gâyet iyi bilir ki, kulu
azîz ve zelîl,
Eden, yalnız Allah'tır;
mevkî, makam, mal değil.
Resûl'ün sünnetine, tâbi
olur o ekser,
O, ya hayır konuşur, yâhut
da sükût eder.
Onun tek endîşesi, son nefes
içindir hep,
Îmân ile, şehîden, ölmeyi
eder talep.
Öfkelenmez kat'iyyen,
dünyâlık şeyler için,
Ve atmaz tek bir adım, iyi
düşünmeksizin..
Nefsine hâkim olup, girmez
onun emrine,
Günah, küçük de olsa,
işlemez aslâ yine.
Allah'ın rızâsını, almaktır
tek gâyesi,
Hep bunu temin için, geçer
günü gecesi."
Kendilerine “Silsile-i
aliyye” denilen büyük âlim ve velîlerin on ikincisi olan Ali Râmitenî (rahmetullahi
teâlâ aleyh) buyurdular ki: "İki hâlde kendinizi sakının: Söz söylerken ve yemek
yerken."
Evliyânın büyüklerinden
Alvân Hamevî (rahmetullahi teâlâ aleyh) bir vâzında şöyle buyurdular: "Ey
kardeşim! Bir rehber ara. Bâzı kimselerin o büyükler hakkındaki sözlerine değer
verme. Bunu bulamazsan, âlimlerden, Resûlullah efendimizin mübârek hayâtını,
Eshâbının, Tâbiîn ve bu büyüklerin yolunda gidenlerin hayatlarını öğren. Onların
yürüdüğü yolda yürü. Bu sûretle onların kavuştuklarına kavuşursun. Mezhebinin
imâmı olan zâtın yolunda yürü ve ona uy. Zamânımızdaki âlim geçinen bozuk îtikât
sâhiplerine aldanma. Onlara uyma ve yaklaşma. Onların meclisinde bulunma. İbn-i
Atâ, Hikem isimli eserinde buyurdu ki: "Kendi nefsinden râzı olmayan câhille
berâber bulunman, nefsinden râzı olan âlimle berâber olmaktan hayırlıdır,
iyidir." Yine şöyle buyurdu: "Hâli ile sana fayda vermeyen kimseyle arkadaş
olma. Takvâ ehlinin, haramlardan kaçanın kölesi, hizmetçisi ol. Onu sev. Belki,
Allahü teâlâ bu vesîle ile seni onların arasına katar. Allahü teâlâ Kur'ân-ı
kerîmde meâlen buyuruyor ki: "Biliniz ki, Allahü teâlânın evliyâsı için azap
korkusu yoktur. Nîmetlere kavuşmamak üzüntüsü yoktur. Onlar îmân edip takvâya
ermiş olanlardır. Dünyâ hayâtında da âhirette de onlar için müjdeler vardır."
(Yûnus sûresi: 62-64).
Hadîs âlimi ve büyük velî
Amr bin Kays el-Mülâî (rahmetullahi teâlâ aleyh) kötülüklerden şiddetle
kaçınır, iyilikleri yapmayı teşvik ederdi. "Hayırlı bir iş duyduğun zaman bir
defâ da olsa yap!" buyururdu. Talebelerinin ve sevenlerinin iyi kimselerle
arkadaşlık yapmasını ister; "Sapık ve bozuk kimselerle berâber bulunmayın. Zîrâ
onun sapıklığı kalbinize sirayet eder." buyururdu. Ticârette ihsân sâhibi idi.
Kazancının çoğunu fakirlere ihsân ettiği gibi; "Kim ihtikâr yapar, yâni
insanların temel ihtiyacı olan bir yiyeceği yirmi gece saklayarak karaborsacılık
yaparsa, o malın hepsini fakirlere verse dahi keffâretini ödeyemez." buyururdu.
Haramlardan ve şüphelilerden şiddetle kaçınan Amr bin Kays; "Helâl meydandadır.
Haram meydandadır. Şüpheliler ikisi arasındadır. Kim şüphelileri terk ederse,
ırzını ve dînini hakkıyla korumuş olur. Kim şüphelileri yaparsa, her an harama
düşebilir. Koruluğun yanında otlayan hayvan da her an koruluğa girebilir. Her
sultânın bir koruluğu vardır. Allahü teâlânın koruluğu ise haramlardır." hadîs-i
şerîfini okurdu.
Anadolu'da yetişen büyük
velîlerden Ankaravî İsmâil Rusûhî (rahmetullahi teâlâ aleyh) ömrü boyunca
iyiliği emr edip, kötülükten sakındırmaktan geri durmadı. Bu hususlardaki
nasîhatleri şöyle oldu: Hazret-i Ali buyurdular ki: "Doğru bildiğini söylemek,
susmaktan daha hayırlıdır. Günahkâr insanlara günah ve haramların kötülüğünü
anlatmamak, iyilik değildir." Kötü bir işi yapanı o işten sakındırmak,
ibâdetlerin en fazîletlisidir. Bir kimse bilmeyen birine yol gösterse, o da onun
irşâdıyla hidâyete erse, yol gösteren kişi de, hidâyete kavuşan kimsenin sevâbı
ve fazîleti kadar sevap kazanır. Zîrâ Peygamber efendimiz; "Başkalarını
doğruluğa çağıran kimseye, kendisine uyanların sevâbı gibi sevâb verilir.
Bununla berâber onların sevâbından da hiçbir şey eksilmez. Sapıklığa çağıran
kimseye de ona uyanların günâhı gibi günah verilir. Bununla berâber ona
uyanların günahlarından hiçbir şey eksilmez." buyurdu. Dînin direği nasîhattır.
Bu sebeple Allahü teâlânın kullarına nasîhat etmeli ve yumuşak davranmalıdır.
Eğer söz tutmazlarsa onlara yumuşaklıkla hakîkati anlatmaya devâm etmelidir.
Zîrâ Peygamber efendimiz; "Ümmetimden bir tâife, (topluluk) hak üzerine mücâdele
etmekte, kıyâmete kadar gâlib olarak devâm edecektir." buyurmuştur. Nasîhat
edince fitne çıkma durumu varsa, bu hayırlı işten vazgeçilir. Nasîhati, kabûl
edenlere, dinleyenlere yapmak gerekir.
Kendilerine “Silsile-i
aliyye” denilen büyük âlim ve velîlerin onuncusu Ârif-i Rivegerî (rahmetullahi
teâlâ aleyh) Peygamber efendimizin sünnet-i seniyyesini çok iyi bilir, onun
unutulmaması için nasîhatlerinde üzerinde durur, târif ederdi. Sünnet-i
şerîflerin yaşanması için çok gayret gösterirdi. Her sohbetine; "Cenâb-ı Hak
bizleri, hepimizi dünyâ ve âhiretin efendisi ve bütün insanların her bakımdan en
yükseği ve en iyisi olan Resûlullah efendimize tâbi olmak saâdetiyle
şereflendirsin! Çünkü cenâb-ı Hak, O'na tâbi olmayı, O'na uymayı çok sever. O'na
uymanın ufak bir zerresi bütün dünyâ lezzetlerinden ve bütün âhiret
nîmetlerinden daha üstündür. Hakîkî üstünlük, O'nun sünnet-i seniyyesine tâbi
olmaktır. Ârif-i Rivegerî hazretlerinin bu gayretlerine karşılık cenâb-ı Hak,
büyük makamlar ihsân etti. Uzun bir ömür yaşadı.
Tâbiînin büyüklerinden,
velî, hadîs ve fıkıh âlimi Atâ bin Ebû Rebâh (rahmetullahi teâlâ aleyh)
Yeğenine şöyle nasîhat etti: "Ey kardeşimin oğlu! Sizden öncekiler, dünyâya ve
âhirete faydası olmayan boş sözü sevmezler, Kur'ân-ı kerîmi okumak, Allahü
teâlânın emir ve yasaklarını, Resûlünün sünnet-i seniyyesini okuyup, öğrenip,
bunlardan ve ihtiyaç hâlinde konuşmaktan başkasını boş söz ve fuzûlî iş kabûl
ederlerdi."
Tâbiîn devrinin tanınmış
hadîs ve tefsîr âlimlerinden Atâ bin Meysere el-Horasânî (rahmetullahi
teâlâ aleyh) şöyle nasîhat ederdi: "Hep iyilik yapın. Zîrâ yapılan iyilikler,
işlenen kötülükleri yok eder. Sonunda dünyâdan ayrılacağınız için, kendinizi
ondan ayrılmış kabûl ediniz. Bir gün mutlaka tadacağınız için ölümü tatmış gibi
olunuz. Bir gün âhiret âlemine göçüp, oraya yerleşeceksiniz. O halde şimdi
kendinizi oraya gidip yerleşmiş tasavvur ediniz. Zâten bütün insanların varacağı
son durak burasıdır. Her insan yolculuğa çıkacağı zaman mutlaka hazırlık yapar.
Yolculukta lüzumlu eşyâlarını yanına alır. Sıcağa karşı korunmak için
gölgeliğini, yemek içmek için azığını, soğuğa karşı elbiselerini ve yorganını
temin eder, öyle yola çıkar. Sefere, hazırlıklarını yaparak çıkan kimseye gıpta
edilir. Hazırlıksız yola çıkan pişman olur. Çünkü, yola çıkıp, güneş altında
kalınca, gölgelenecek bir şey bulamaz. Güneşin sıcağı altında nice sıkıntılarla
karşılaşır. Susadığı zaman, susuzluğunu gidereceği bir su bulamaz. Soğukla
karşılaştığında üzerine alacak bir şeyi yoktur. İşte böyle kimsenin, o sıkıntılı
halde iken, hazırlıksız yola çıktığına ne kadar çok pişman olacağını siz
düşünün. Bu sıkıntı dünyâdadır. Dünyânın sıkıntısı geçicidir. İnsan bir gün
sıkıntı ile karşılaşır. Öbür gün, o sıkıntıdan kurtulabilir. Fakat ya âhiretin
devamlı olan dayanılmaz acı ve ızdıraplarına yakalanırsak, hâlimiz nice olur? Bu
bakımdan insanların en akıllısı, sonsuzluk âlemi, gerçek vatan olan, âhiret için
iyi hazırlanandır. Dehşeti tüyler ürperten kıyâmet gününde, Allahü teâlâ kimi
arşının gölgesi altında gölgelendirirse o kimseyi, o gün güneşin sıcaklığı aslâ
rahatsız etmez. Oradaki sıkıntılardan kurtulur."
Büyük velîlerden ve tâbiînin
meşhurlarından Avn bin Abdullah (rahmetullahi teâlâ aleyh) bir gün şöyle
nasîhat etti: Allahü teâlânın emir ve yasaklarına uyunuz. Kim bunlara uyarsa, bu
onlar için saâdettir. Bunlara uymayan bedbahttır. Öldükten sonra, kendisi
yüzünden cezâ ve mükâfât göreceğiniz amellerinizi ıslâh edip düzeltiniz.
Sizden öncekiler, âhiret
işleriyle uğraşıp, sâdece artan zamanlarını dünyâ işlerine harcarlardı. Siz ise
bu gün hep dünyâ işiyle uğraşıyor, zaman kalırsa âhiret işlerini yapıyorsunuz.
Kendilerine “Silsile-i
aliyye” denilen büyük âlim ve velîlerin beşincisi olan Sultân-ül-Ârifîn
Bâyezîd-i Bistâmî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyuruyor ki: "Dilini, Allahü
teâlânın ismini anmaktan başka işlerle uğraşmaktan ve başka şeyler konuşmaktan
koru. Nefsini hesâba çek. İlme yapış ve edebi muhâfaza et. Hak ve hukûka riâyet
et. İbâdetten ayrılma. Güzel ahlâklı, merhamet sâhibi ve yumuşak ol. Allahü
teâlâyı unutturacak her şeyden uzak dur ve onlara kapılma.
Bâyezîd-i Bistâmî
hazretleri'nin yakınlarından biri seyâhate çıkarken, huzûra gelip; "Bana
tavsiyede bulunur musunuz?" dedi. O da; "Üç şey ile sana tavsiyede bulunurum:
Yolculukta kötü huylunun biri sana arkadaşlık ederse, onun kötülüğünü kendi
güzel ahlâk potana sok da şekillendirmeye çalış. Böylece işin ve yolculuğun
selâmetle netîcelensin. Biri sana iyilikte bulunursa, devamlı sûrette Allahü
teâlâya şükret. Çünkü o adamın kalbini sana çeviren cenâb-ı Hak'tır. Bir belâ
sana dokunacak olursa, o belânın üzerinden kalkması için süratle Allahü teâlâya
dön ve netîceyi sabırla bekle. Ümidin kırılmasın, îtimâdın sarsılmasın. Çünkü
gelen belânın altında ne gibi hayırların yattığını o anda idrak edemezsin."
dedi.
Talebesi Ebû Mûsâ'ya şöyle
nasîhatta bulundu: "Sana yaşadığın sürece tamâmen Allahü teâlâya yönelmeni,
yüzünü hiçbir vakit O'ndan çevirmemeni tavsiye ederim. Şüphe yok ki O'na
kavuşacak ve O'nun yüce huzûrunda duracaksın. Ve sen bütün işlediklerinden
sorumlu tutulacaksın. Sakın gâfil olma. Gaflet uykusundan bir an önce kendini
kurtar. Hiç kimseyi O'na tercih etme. Sana gelen belâlara sabret. Allahü
teâlânın hükmüne ve kazâsına rızâ göster. Allahü teâlânın verdiğine kanâat et.
Allahü teâlâya güven, vâdettiklerinin mutlaka yerine geleceğine inan. Hiç
ölmeyecek ve hep diri olan Rabbine tevekkül eyle. Her işinde O'nun inayetini
iste. O'nun emirlerine riâyet et. Hayatta olduğun müddetçe bu dediklerimi
yapmaya çalış. Halkı bırakıp, Hakk'a yönel. İşini O'na ısmarla!.."
|