CİLD       ALFABE       KONU       KABR-İ ŞERİFLER

ALFABE - CİLD                      1.   2.   3.   4.   5.   6.
     
 

NASÎHAT - 7

Hindistan evlîyasından Abdülhay hazretlerine, hocası İmâm-ı Rabbânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri tarafından kendisine gönderilen nasîhat dolu bir mektupta şunlar yazılıdır: Allahü teâlaya hamd ettikten ve Peygamber efendimize salevât getirdikten sonra, seâdet-i ebediyyeye erişmenize duâ ederim. Allahü teâlâ, birçok âyet-i kerîmede, âmâl-i sâliha işliyen müminlerin, Cennet'e gireceklerini bildiriyor. Bu sâlih amellerin, iyi ve yarar işlerin neler olduğunu, çok zamandan beri araştırıyordum. İyi işlerin hepsi mi, yoksa birkaçı mı diyordum. Eğer, iyi şeylerin hepsi olsa, bunları kimse yapamaz. Birkaçı ise, acabâ hangi iyi işler isteniliyor? Nihâyet Allahü teâlâ, lütfederek şöyle bildirdi ki: A'mâl-i sâliha, İslamın beş rüknü, direğidir. İslâmın bu beş temelini, bir kimse hakkı ile, kusûrsuz yaparsa, Cehennem'den kurtulması kuvvetle umulur. Çünkü bunlar, aslında sâlih işler olup, insanı günahlardan ve çirkin şeyleri yapmaktan korur. Nitekim, Kur'an-ı kerîmde Ankebût sûresi kırk beşinci âyetinde meâlen; "Kusûrsuz kılınan bir namaz, insanı pis, çirkin işleri işlemekten korur." buyrulmaktadır. Bir insana, İslâmın beş şartını yerine getirmek nasîb olursa, nîmetlerin şükrünü yapmış olur. Şükrü yapınca, Cehennem azâbından kurtulmuş demektir. Çünkü Allahü teâlâ, Nisâ sûresi yüz kırk altıncı âyetinde meâlen; "Îmân eder ve şükür ederseniz, azâb yapmam!" buyuruyor. O hâlde, İslâmın beş şartını yerine getirmeye can ve gönülden çalışmalıdır.

Bunlar arasında bedenle yapılacakların en mühimi, dînin direği olan namazdır. Namazın edeblerinden bir edebi kaçırmayarak kılmaya gayret etmelidir. Namaz tamam kılınabildi ise, İslâmın esas ve büyük temeli kurulmuş olur. Cehennem'den kurtaran sağlam ip yakalanmış olur. Allahü teâlâ hepimize, doğru dürüst namaz kılmak nasîb eylesin!

Namaza dururken, "Allahü ekber" demek; Allahü teâlânın, hiçbir mahlûkun ibâdetine muhtâç olmadığını, her bakımdan hiçbir şeye ihtiyâcı olmadığını, insanların namazlarının O'na faydası olmayacağını bildirmektedir. Namaz içindeki tekbirler ise; Allahü teâlâya karşı yakışır bir ibâdet yapmaya liyâkat ve gücümüz olmadığını gösterir. Rükûdaki tesbihlerde de, bu manâ bulunduğu için, rükûdan sonra, tekbir emrolunmadı. Hâlbuki, secde tesbihlerinden sonra emrolundu. Çünkü secde, tevâzû ve aşağılığın en ziyâdesi, zillet ve küçüklüğün son derecesi olduğundan, bunu yapınca, hakkı ile tam ibâdet etmiş sanılır. Bu düşünceden korunmak için secdelerde yatıp kalkarken, tekbir söylemek sünnet olduğu gibi, secde tesbihlerinde a'lâ demek emr olundu. Namaz, müminin mîrâcı olduğu için, namazın sonunda, Peygamber efendimizin mîrâc gecesinde söylemekle şereflendiği kelimeleri (yâni, ettehıyyâtü...yü) okumak emr olundu. O hâlde namaz kılan kimse, namazı kendine mîrâc yapmalı. Allahü teâlâya yakınlığının nihâyetini namazda aramalıdır.

Abdülhay Efendi (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin oğluna nasîhatı; Şöyledir: Oğlum! Vücûdumuzu elimizden geldiği kadar helâl lokma ile doyuralım ki, helâl lokma ile beslenen o vücûd Allah'a ibâdette pek hafif ve latîf olarak rûha uysun. Haramlarla beslenen vücut, Allah'a ibâdete kalkmakta gevşeklik ve ağırlık gösterir. Bu hâl sonunda, esasen latîf olan rûha da tesir eder ve onu da kendi gibi ağırlaştırıp karanlıklara boğar. İlâhî ufuklara çıkmaya kâbiliyeti kalmaz ve nihayet ölür. Günahların büyükleri, küçüklerine ehemmiyet vermemekten başlar. Küçücükten komşu bahçelerinden birer ikişer meyve koparmaya alışanlar, büyüdükleri zaman yaman hırsız kesilirler.

Evlâdım! Kendini gözet. Senin aslın pek neciptir, pek temizdir. Aslına benzemeyen dallar, asıllarının mazhar oldukları maddî mânevî teveccüh ve olgunluklara kavuşamazlar. İslâm dîninin bütün emirleri insanların ahlâkını düzeltmek, bütün yasakları da, yine onların faydaları içindir.

Dicle nehri kıyısında yediği bir elmanın sâhibini bulup helâlleşmek için çeşitli külfetleri göze alması, İmâm-ı A'zam'ın babası Sabit bin Hürmüz'ün ahlâkının yüksekliğini gösterir. Onun bu temizliği kendisinden dünyânın dörtte birinin, mezhebine, ilmine bağlandığı İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe gibi bir zâtın vücûda gelmesine sebeb olmuştur. Hayırlı evlatların babaları da hayır ve iftiharla anılır. Seni göreyim, haramlardan, hattâ mekrûhlardan kendini sakın. Ecdâdının asâletine, necâbetine (temizliğine) vâris olduğunu şu pehrizkârlığınla isbat et. Bu şeref sana dünyada ve âhirette kâfidir.

Mısır Evlîyasından Abdülkâdir Deştûtî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri; Bir talebesine şöyle nasîhat etti: "Dünyâya âid olsun, âhirete âid olsun, bütün işlerinde Allahü teâlâdan başka hiçbir şeye iltifat etmemeni, O'ndan başka hiçbir şeye güvenmemeni sana tavsiye ederim. Bütün işler, Allahü teâlânın emri ve dilemesi ile olur. O hâlde sen, işleri takdîr edip yaratana dön. O'na yönel ve O'ndan başka hiçbir şeyin rızâsını O'nun rızâsından üstün tutma.

Bir kimsenin kalbinde Allahü teâlânın heybeti, azameti, korkusu yerleşince, işlerin zorluğu, meşakkatli olması o kimseden uzaklaşır. Yâni, işler o kimseye meşakkatli ve güç gelmez. O kimse öyle bir hâle gelir ki, bütün bela ve sıkıntılar, ona iki rekat namaz kılmaktan daha kolay ve daha hafif gelir."

Irak'ta yetişen büyük velîlerden ve Şâfîî mezhebi fıkıh âlimi Abdülkâhir Sühreverdî (rahmetullahi teâlâ aleyh) vâzlarında ve sohbetlerinde sık sık buyururdu ki: Allahü teâlâ için sevmek, O'nun için buğzetmek, îmânın en güvenilir ve sağlam kulplarındandır. Emr-i ma'rûf ve nehy-i münker iyiliği emredip kötülükten alıkoyma, herkese, imkânı nisbetinde lâzımdır. İyilik ve takvâ üzere yardımlaşmalıdır. Kazanç, ticâret ve sanat mübahtır. Kişi mecbur kalırsa, başkasından bir şey isteyebilir. Zengin kimsenin istemesi doğru değildir. Rızâ gösterilen fakirlik, zenginlikten üstündür. Bundan dolayı Resûlullah efendimiz fakirliği tercih etti. Peygamber efendimize yeryüzünün hazînelerinin anahtarı arz edildiği zaman, Cebrâil aleyhisselâm fakirliği işâret etti. Yine Cebrâil aleyhisselâm, Peygamber efendimize tevâzu etmesini de işâret etti. Bu sebeple Resûl-i ekrem; "Yâ Rabbî! Bir gün aç, bir gün tok olmayı istiyorum. Acıktığım zaman sana yalvarırım, doyduğum zaman sana hamd eder, seni anarım." buyurdular.

Hindistan evlîyasından Şeyh Abdülkuddûs (rahmetullahi teâlâ aleyh) oğluna yazdığı bir mektubunda şöyle nasîhat etti: "Vaktin kıymetini bil! Gece ve gündüz ilim öğrenmeye çalış! Her zaman abdestli bulun! Beş vakit namazı sünnetleri ile ve ta'dîl-i erkân ile, huzûr ve huşû ile, Allahü teâlâyı görür şekilde ve Peygamberimizin bildirdiği gibi kılmağa çalış! Bunları yapınca, dünyâda ve âhirette sayısız nîmetlere kavuşursun. İlim öğrenmek, ibâdet yapmak içindir. Kıyâmet günü, işten sorulacak, çok ilim öğrendin mi diye sorulmayacaktır. İş ve ibâdet de, ihlâs elde etmek içindir. Her şeyi Allahü teâlânın rızâsı için yapmak olan ihlâs da, hakîkî mâbûd ve kayıtsız şartsız var olan Allahü teâlâyı sevmek içindir."

Hindistan'daki evliyânın büyüklerinden Abdülvâhid-i Lâhorî hazretlerine, hocası İmâm-ı Rabbânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin yazdığı mektuplardaki nasîhatlerinden bâzıları şöyledir: "Allahü teâlâya hamd olsun! O'nun sevgili Peygamberine bizden duâlar ve selâmlar olsun. Bir kul, ibâdet ederken, bu ibâdette bulunan her güzelliği ve iyiliği Allahü teâlâdan bilmelidir! Çünkü, O'nun güzel terbiye etmesinden ve ihsânındandır. İbâdette kusur ve aşağılık bulunursa, bunların hepsi kuldan gelmektedir. Kulun özünde bulunan kötülükten hâsıl olmaktadır. Hiçbir kusuru, aşağılığı Hak teâlâdan bilmemelidir. O makamda, yalnız iyilik, güzellik ve kemâl vardır. Bunun gibi bu âlemde bulunan her güzellik ve üstünlük Allahü teâlâdandır. Her kötülük ve aşağılık da, mahlûklardandır. Çünkü, mahlûkların aslı, özü ademdir. Adem de, her kötülüğün ve aşağılığın başlangıcıdır. (Adem yokluk demektir.)

"Sübhânallahi ve bi-hamdihi" güzel kelimesi, bu iki şeyi açıkça bildirmektedir. Hak teâlânın tenzîhini ve takdîsini, yâni O'na yakışmayan aşağılıklardan ve kötülüklerden uzak olduğunu çok güzel bildirmektedir.

Bu güzel kelime, şükür yapmayı, hamd etmekle bildirmektedir. Çünkü hamd, her şükrün başıdır. Hak teâlânın güzel sıfatlarına, işleri ile bütün nîmetlerine ve büyük ihsânlarına hamd kelimesi ile şükretmektedir. Bunun içindir ki, hadîs-i şerîfte; "Bir kimse, bu güzel kelimeyi gündüz veya gece, yüz kerre söylerse, o gün veya o gece, hiç kimse onun kadar sevâb kazanamaz. Ancak onun gibi söyleyen kazanır." buyruldu. Başkalarının ibâdeti, onunla nasıl bir olabilir ki, o kimse, bu güzel kelimenin son parçası ile, bütün iyiliklerin ve ibâdetlerin şükrünü yapmış olmaktadır. Bu güzel kelimenin baş tarafı ise, ayrıca Hak teâlâyı kötülüklerden ve aşağılıklardan tenzîh ve takdîs etmektedir. O hâlde, bu güzel kelimeyi her gün ve her gece yüz kerre okumalıyız! İnsanları iyi işleri yapmaya ancak Allahü teâlâ kavuşturur. (1. cild, 307. mektup)

Fas evliyâsının Abdüsselâm bin Meşîş Hasenî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerine biri "Efendim! Bana bâzı vazîfeler verseniz de onlarla meşgul olsam." dedi. Buyurdu ki: "Farzları yerine getir, mâsiyetleri, günahları terket. Kalbini dünyâyı istemekden, kadın ve makam sevgisinden, nefsin arzu ve isteklerinden koru. Allahü teâlânın sana verdiği ile kanâat et. Allahü teâlânın beğendiği bir şeye kavuşursan şükret."

Buyururdu ki: "Dünyâ kirinden temizlen. Arzu ve isteklerine meylettiğin zaman onu tövbe ile düzelt. Allahü teâlânın sevgisine yapış. Allah sevgisi öyle bir şeydir ki, her iyilik, hayır ve üstünlüğün esası odur. Sevaba kavuşamayacağın yere ayağını koyma. Günah işlemeyeceğin yere otur. Başka yere oturma. Allahü teâlânın beğendiği işleri yapmakta yardım isteyeceğin kimseden başkası ile oturup kalkma. En güzel nasîhatçı seni Mevlâ'ya sevk edendir. Kendisi hatırlanınca, Allahü teâlâyı hatırlatanlarla berâber ol."

Evliyânın büyüklerinden Adiyy bin Müsâfir (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: Elinden hârikalar zuhûr eden birini görürseniz, hemen o hâline aldanmayın. Hak teâlânın emirlerini yapıp, yasaklarından kaçınmasını görünceye kadar dikkatli olun.

Afganistan'da yetişen velîlerden Ahmed Berkî hazretleri, zaman zaman hocası İmâm-ı Rabbânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerine, kendi ile yetiştirdiği talebelerinin hâllerini yazarak nasîhatlarını istedi. İmâm-ı Rabbânî hazretleri de bu çok sevdiği talebesine kıymetli mektuplar göndererek istediklerini yerine getirdi. Bir mektubu şöyledir:

Allahü teâlâya hamd ve Resûlullah'a salât ve selâm ederim. Size de iyi duâlar eylerim. Şeyh Hasan ve arkadaşları iki mektubunuzu getirdi. Bizleri çok sevindirdi. Bir sayfasında Hâce Uveys'in halleri yazılıydı. İkinci sayfasında, kabûl edilip edilmediğinizi soruyorsunuz. Bunu okuyunca, sizin hâlinizi araştırdım. Oradaki insanların size doğru koştukları ve size sığındıkları göründü. Sizi, oradaki insanların saâdete kavuşmaları için vâsıta yaptıkları ve o yerleri size bağladıkları anlaşıldı. Bunun için, Allahü teâlâya hamd ve şükür olsun! Bu görüşümüzü, rüyâ, hülyâ, sanmayınız! Rüyâ ve hülyâ şüpheli olur. İkisine de güvenilmez. Bizim yazdıklarımızı gözle görülür, elle tutulur gibi sağlam biliniz! Sizin bu nîmete kavuşmanız, İslâmiyet bilgilerini öğretmekle ve fıkıh hükümlerini yaymakla olmuştur. Oralara cehâlet yerleşmiş ve bid'atler yayılmıştı. Allahü teâlâ, sevdiklerinin sevgisini size ihsân etti. İslâmiyeti yaymaya sizi vesîle kıldı. Öyle ise, din bilgilerini öğretmeye ve fıkıh ahkâmını yaymaya, elinizden geldiği kadar çalışınız. Bu ikisi bütün saâdetlerin başı, yükselmenin vâsıtası ve kurtuluşun sebebidir. Çok uğraşınız! Din adamı olarak ortaya çıkınız! Oradakilere emr-i mârûf ve nehy-i münker yaparak, doğru yolu gösteriniz! Allahü teâlâ, Müzzemmil sûresinin 19. âyetinde meâlen; "Rabbinin rızasına kavuşmak isteyen için, bu elbette bir nasîhattir." buyurdular.

Kalp ile zikr yapmak için size izin verilmişti. Buna çalışmanız da, ahkâm-ı şer'iyyeye yapışmanız ve nefs-i emmârenin azgınlığını gidermeniz için yardımcı olur. Bu vazîfenizi de, elden bırakmayınız. Kendi hâllerinizi ve sevdiklerinizi ve sevdiklerinizin hâllerini bilmediğiniz için üzülmeyiniz. Hâlleri bilmemek, hiçbir şey ele geçirmemek olacağını sanmayınız! Sevdiklerinizin hâlleri, sizin yüksekliğinizin aynalarıdır. Sizin hâlleriniz onlara ışık salmakta ve görünmektedir. (Gece karanlıkta taşların aydınlanması, ışık kaynağı sâyesinde olur. Işık kaynağı olmazsa, taşlarda hiçbir şey görülmez.)

Allahü teâlâ bizi ve sizi millet-i İslâmın doğru yolunda bulundursun, "alâ sâhibihisselâtü vesselâm".

Ahmed Berkî vefât etti. Vefâtı İmâm-ı Rabbânî hazretlerine bildirildi. Ahmed Berkî'nin rûhuna Fâtiha okudular. Vefât haberini getiren Osman Ekberâbâd gayr-i ihtiyârî ağladı. Üzüntüsünün çokluğundan yere yıkıldı. Oradaki insanlar engel olmaya çalıştılar. İmâm-ı Rabbânî; "Ona mâni olmayın, göklerdekiler ve yerdekiler Ahmed Berkî'nin vefâtına ağlıyorlar. Kardeşi ağlasa ne olur, niye men edilsin." buyurdular. Bâzı eshâb, bu sözden hayret ettiler. İmâm-ı Rabbânî buyurdu ki: "Ahmed Berkî, insanların kendisini tanımadığı ve kendinin de kendini bilmediği evliyâdan idi."

İmâm-ı Rabbânî hazretleri Ahmed Berkî'nin vefâtı üzerine, oğullarına yazdıkları mektupta şöyle buyurdular: "Mevlânâ'nın bu zamanda, mübârek varlığı müslümanlar için, Allahü teâlânın nîmetlerinden bir nîmet, rahmetlerinden bir rahmetti. Yâ Rabbî, bizi onun ecrinden mahrûm eyleme."

Velîlerin büyüklerinden ve Ehl-i sünnetin amelde dört hak mezhebinden biri olan Hanbelî mezhebinin imâmı, Ahmed bin Hanbel (rahmetullahi teâlâ aleyh) sık sık talebesine buyururdu ki: "Sizde olmayan meziyetlerle sizi metheden kimsenin, sizde olmayan kötülüklerle de bir gün kötüleyeceğini unutmayınız."

Âlim ve evliyâdan Ahmed Hilmi Efendi (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdu ki: Mümin mümine yardım ve muâvenete borçlu gibidir. İşini âlimlerin bildirdiği şekilde yap. Bu zamanda fetvâ, takvâ aranmaz deme. Bu nefs ve şeytanın aldatmasıdır. İslâmiyette güçlük ve zorluk yoktur. Eski ümmetlerde olan güç ve ağır teklifler bu ümmetten kalkmıştır.

Ne çâre ki din kayrılmaz. İş âlimlere sorulmaz. Âdet ne ise ona bakılır. Nefs ne isterse o yapılır. Yine de müslümanlık dâvâsına kalkılır. Heyhat uzak böylelerine müslümanlık.

Osmanlı âlim ve velîlerinin en meşhûrlarından, büyük devlet adamı Ahmed İbni Kemâl  Paşa (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin herkese öğüt ve nasîhat niteliğinde darb-ı mesel hâlini almış kıt'a ve beyitleri vardır.

 

"Kısmetindir gezdiren yer yer seni,

Arş'a çıksan, âkıbet yer yer seni.

 

Her ki gayrın yolunda kazdı kuyu,

Kendi düştü kuyuya yüzü koyu."

.

"Hemişe çok yanılır söyleyen çok

Ki söyler bulduğun dilde kemik yok."

 

"Kıl iyilik suya at, bile balık

Balık bilmezse bilir anı Halık."

 

"Ululuk kişiye Hak'tan atadur,

Küçük görmek uluları hatâdur."

 

"Sakla kurt enciğin derin oysun,

Besle kargayı gözlerin oysun."

 

"Kişinün kadri eldeyken bilinmez,

Yerinde gevhere rağbet kılınmaz."

 

"Kuru yaş ile âdem baş olmaz,

Kişiden iş sorulur yaş sorulmaz."

 

bunlardan bazılarıdır.

 

DİNLEYİN  EY  İNSANLAR

 

Ahmed-i Yesevî'nin, tesirliydi sözleri,

Hidâyete getirdi, binlerle kimseleri.

 

Bir eseri vardı ki, "Dîvân-ı hikmet" diye,

Doludur insanlara, öğüt, nasîhat ile.

 

Bir yerde buyurur ki, (Korkunuz, sakınınız,

"Dünyâ adamları"yle, yakınlık kurmayınız!

 

Dünyâ malı, geçici, hem de aldatıcıdır,

Bu gün senin ise de, yârın başkasınındır.

 

Aklı olan, buna gönül vermez velhâsıl,

"Âhiret derdi" ile, dertlenmiştir o asıl.

 

Bu dert, onun öyle çok, sarmıştır ki içini,

Düşünür gece gündüz, Cehennem ateşini.

 

Günah ve kusûrları, "Dağ gibi" gelir ona,

Bu yüzden boynu bükük, mahcûbdur Allah'ına.

 

Rabbinin dergâhında, affa kavuşmak için,

Gece sessizliğinde, ağlardı için için.)

 

Bir yerde buyurdu ki: (Allah'tan başkasını,

Kalbinizden atarak, silin gönül pasını!

 

Dînin emirlerini, öğrenip ince ince,

Yapın her işinizi, bu esas mûcibince.

 

Dînin bir edebine, olursa muhâlefet,

Tamâmen "İstidrâc"dır, görülse de kerâmet.

 

Dünyâ muhabbetini, kalbinden çıkaranlar,

Her iki cihanda da, bulur kıymet, îtibâr.

 

Dînin emirlerini, gözetin ki her işte,

"Halk" içinde "Hak" ile, olmak da budur işte.

 

Dînini öğrenmeden, tasavvufla uğraşan,

Kimsenin îmânını gizlice çalar şeytan,

 

Bâzı hârikulâde, hâlleri görülse de,

Hakîrdir, zîrâ onlar, "İstidrâc"dır hepsi de.

 

Evliyâ zannetse de, kendisini o kişi,

Hiç mu'teber değildir, indallah hiç bir işi.

 

Eğer İslâmiyyeti, bilmezse bir müslüman,

Dünyâ ve âhirette, görür çok zarar ziyân.

 

Alış-veriş ilmini, bilmezse biri eğer,

Hiç farkında olmadan, haram ve şüpheli yer.

 

Çünkü bildirilmiştir, dinde bunun esâsı,

Bilmeden yapanların, haram olur lokması.

 

Yine o buyurdu ki: Dinleyin ey insanlar,

Gönüller kararıyor, işlendikçe günahlar.

 

Bu günâh kirlerinin, temizlenmesi için,

Çok tövbe etmelidir, yolu budur bu işin.

 

"Allah'ın rızâsı"nı, gözetin ki her zaman,

Ancak böyle kurtulur, âhirette müslüman.

 

Sakın mala ve mülke, gönül bağlamayın ki,

Elden çıkar sonunda, değildir çünkü bâki.

 

Malının çokluğuyla, ahmaklar mağrûr olur,

Onlar iki cihanda, bulamaz râhat, huzûr.

 

"Kârûn" dahî malıyla, öğünürdü ki yine,

Mallarıyle birlikte, geçti yerin dibine.

 

Kâfir de olsa bile, sakının kalb kırmaktan,

Zîrâ daha günahtır, bu, Kâbe'yi yıkmaktan.

 

Resûl'ün sünnetidir, gariplere merhamet,

Garip sevindirmeğe, ediniz sa'y-ü gayret.

 

Görürseniz zavallı, gönlü kırık birini,

Derdine merhem olup, ferâhlatın kalbini.

 

Zîrâ siz, bu dünyada merhamet ederseniz,

Size de mahşer günü, şefkat eder Rabbimiz.

 

Anadolu velîlerinin büyüklerinden Ahmed Kuddûsî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri: Ehl-i dünyâ ile mülhid ve dinsize yaklaşmamayı, câhil ve inatçı sofulardan kaçınmayı, küfür ehli ile münâfıklardan şiddetle sakınmayı, hased, kin, istihzâ ve nemîme, dedi-kodu ehlinden uzaklaşıp onlarla berâber olmamayı tavsiye ederek, şöyle buyurmaktadır:

 

Nâr-ı ışk ile yanup kül olmayan nâdân'a yuf,

Ölmeden evvel ölüp dirilmeyen bî-cân'a yuf.

 

Kadrini uşşâk-ı Hakk'ın bilmeyüp ta'n eyleyen,

Bed-kelâmu bed-likâ vü bed-nefes hayvâna yuf.

 

Zu'm eder ki özi yahşı tâgiyândır ehl-i ışk,

Yuf o tâgî'nin özine ettiği tuğyâna yuf.

 

Mü'minin budur nişânı ki seve mü'minleri,

Ehli, îmâna adâvet eyleyen düşmana yuf.

 

Söyleyup elfâz-ı küfr-i güldürür nâs-ı müdâm,

Dinleyüp ânın kelamın gülüşen yârâna yuf.

 

Ger gazâb eylersen kalmaz anda aslâ akl-u-dîn,

Bî-vefâ vü akl u hem bî-dîn ü bî-îmâna yuf.

 

Kârıdır gamz u nemîme kizb ü sebb ü ifk'ü zem,

Hak içinde fitne îkâz edici fettâna yuf.

 

Öğredirler anı hassad şeyhe dahl eyle deyu

Öğreden hassade hem şeyhine taş atana yuf.

 

Îtirâzı cenâb-ı Hakka hem Cebrâile,

Şeyhime etmez mi ya ol âsî-i Rahmân'a yuf.

 

Asdıkâ'yı fırka fırka eyleyûb iblîs kişi,

Ara yerde ceng-i gavga buğz-u-kin koyana yuf.

 

Nan-ı nîmet ıyş u sohbet hakkının isyân edip,

Şol kuduz hayvan gibi her gördüğün kapana yuf.

 

Çün âyân oldu bu yüzden, dostumuz düşmanımız,

Bize dostluk gösterip gizlü adû olana yuf.

 

İsteyen bizim rızâmız varmasun hiç yanına,

Bize rağmen ol sefîhin yanına varana yuf.

 

Etmeniz anınla ülfet, ey bizim ahbâbımız,

Pes dedik ol münkire yuf,hem ana uyana yuf.

 

Hâsılı anda vefâ yok, n'eyleriz lâkin ana,

Taş verüp Kuddûsî'ye ur deyü'ben salana yuf.