CİLD       ALFABE       KONU       KABR-İ ŞERİFLER

ALFABE - CİLD                      1.   2.   3.   4.   5.   6.
     
 

NASÎHAT - 5

Hindistan'da yetişen en büyük velî, âlim müceddid ve müctehid İmâm-ı Rabbânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri buyurdular ki: Her ibâdeti seve seve yapmalı. Kul hakkına dokunmamağa, hakkı olanlara hakkını ödemeğe titizlikle çalışmalıdır.

Yine buyurdular ki: Gençlik çağının kıymetini biliniz! Bu kıymetli günlerinizde, İslâmiyet bilgilerini öğreniniz ve bu bilgilere uygun yaşayınız! Kıymetli ömrünüzü faydasız, boş şeyler arkasında, oyun ve eğlence ile geçirmemek için uyanık olunuz.

Câhillerin, büyüklere dil uzatmalarına sebeb olmayınız! Her işinizin İslâmiyete uygun olması için, Allahü teâlâya yalvarınız.

Geçici lezzetlere, çabuk biten, tükenen dünyâlıklara aldanmamalıdır.

İhsân sâhibinin kapısı çalınınca açılır.

Çin, Hindistan, İran ve Anadolu'da İslâmiyetin yayılmasında büyük hizmeti geçen âlim ve mücâhid velî olan Ebû İshâk Kâzerûnî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri gerek seferde gerek sulh zamânında insanlara vâz ve nasîhat ederek onların dünyâda ve âhirette saâdete, kurtuluşa ermesi için çalışır ve talebelerine nasîhat ederek buyurdu ki:

"Ey kardeşlerim! Size dört nasîhatım vardır. Mutlaka tutunuz. Yerime kimi vekil kıldı isem ona hürmetkâr olup, itâat ediniz. Kur'ân-ı kerîm öğrenip, okumaya devâm ederek emir ve yasaklarını gözetiniz. Bir misâfir geldiğinde evinizde ağırlayıp, hemen ne var ise hazırlayıp ikrâm ve hizmet ediniz. Birbirinizle dost olunuz. Birbirinizle muhabbetli olunuz. Sakın düşmanlık edip nifâka sürüklenmeyiniz. Birbirinizden uzak düşer parçalanırsınız."

"Bu iki parmağımın yanyana durması gibi îmân ve muhabbet birliktedir. Allahü teâlânın rızâsı için her ikisi de mutlaka lâzımdır. Muhabbetin şartlarına son derece dikkat ediniz. Din kardeşlerinizi seviniz. Yakındayken de, gıyâbında da seviniz, sevişiniz."

"Alahü teâlânın emirlerini yerine getirip yasaklarından sakınmayı ganîmet biliniz."

Tebe-i tâbiînin büyüklerinden, fıkıh, hadîs âlimi ve velîlerden Süfyân bin Uyeyne (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinden birisi nasîhat istedi. Ona; "Kendini başkalarından üstün görmekten ve haksız olarak başkasının bir kuruş da olsa hakkını almaktan çok sakın. Allahü teâlâya hesap vereceğini, O'nun büyüklüğünü düşün. Kendini üstün görüp kibirlenenleri Allahü teâlâ alçaltır. Başkalarının malını haksız yere alan da fakir ve zelîl olur."

Irak'ta yetişen büyük velîlerinden Şeyh Mustafa bin Ebû Bekr (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin sözleri, kalplere huşû ve Peygamber efendimizin sevgisini hâsıl eder, îmânı kuvvetlendirirdi. Talebelerine şöyle nasîhat ederdi: "İyi bir müslüman, kitaba (Kur'ân-ı kerîme) ve sünnete yapışmalı; görünen ve görünmeyen günahlardan sakınmalı; nefsi kibir, gösteriş, kendini ve yaptıklarını beğenmek, kin, kıskançlık gibi mânevî kirlerden temizlemeli; güzel ahlâk sâhibi olmalı, Allahü teâlâyı yalvararak ve gizli olarak zikretmeli; dünyâ ve âhiret işlerinde ihlâslı olmalı; ne yaparsa Allahü teâlâ için yapmalı, Allahü teâlâyı ve Resûlullah efendimizi sevmeli, insanlara iyi muâmele etmeli, ibâdetlerini sâdece Allah rızâsı için yapmalı, O'ndan yardım istemeli ve rahmetinden ümit etmelidir."

Son asır Anadolu velîlerinden Şeyh Seydâ (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Dil ve kalbin bozukluğuna sebep olan cehâleti terk ederek ilim ile meşgûl olunuz. Takvâ (haramlardan sakınma) ile bu ilminizi aydınlatarak ay ve güneş gibi parlayınız. İlmin zamanı ve erbâbı geçmiştir demeyiniz. İlmi sâlih amellerle tamamlarsanız elde ettiğiniz nurla şark ve garbı aydınlatırsınız. Nerede altın sâhipleri! Nerede altın ve gümüşü toplayanlar. Onların hepsi gittiler. Nerede dünyâ malı için çalışıp çabalayanlar? Ey kardeşlerim gözlerinizi açıp ibretle bakınız! Altın gümüş toplamak ve dünyâ malı elde etmek için didinenler, yanakları çürüten toprağa girdiler. Nerede seslerini yükseltenler ve hak dâvâ uğruna kan akıtanlar? Ay ve güneş gibi safâda bulunanlar. Nerede gece gündüz çalışıp süslü köşkler yapanlar. Nerede onlar! Hiç bir göz onları görmüyor. Onlar tamamiyle öldüler.

Sevgili kardeşlerim ibretle bakınız ve hüsrandan kendinizi kurtarınız. Size hak nasihati bildirenleri can kulağıyla dinleyiniz. Tâ ki gözleriniz doysun.

Meşhûr velîlerden fıkıh, tefsîr, hadîs, kırâat, lügat ve nahiv âlimi Takıyyüddîn Sübkî (rahmetullahi teâlâ aleyh) oğluna şöyle nasîhat etti: “Ey oğul! Vaktini boş yere geçirsen bile, seher vaktinde uyanık olup, ibâdet ve tâatla meşgûl olmayı kendine âdet edin. Seher vaktinde uyuyan kimseye çok çok yazık!”

Takıyyüddîn Sübkî’nin büyük oğlu Ebû Bekr Muhammed için nasihat olarak söylediği şiirin tercümesi şöyledir: “Ey oğul! Sana yapacağım nasîhatimi ihmâl etme. Sözüme iyi kulak ver. Bu nasîhatim, sana rehber olur. Allahü teâlânın kitâbı Kur’ân-ı kerîmi ve sahîh olan hadîs-i şerîfleri ezberle, usûl-i fıkhı çok iyi bil. O, senin sağlam ve doğru konuşmanı sağlar. Nahiv ilmini öğren. Bu, anlayışını arttırır. Zâhirî ilimlerde, İmâm-ı A'zam, İmâm-ı Şâfiî, İmâm-ı Mâlik ve İmâm-ı Ahmed’in, tasavvufta Cüneyd-i Bağdâdî’nin talebelerine ve onlara tâbi olanlara uy. Her işinde Resûl-i ekremin sünnet-i seniyyesine uyarak saâdete kavuş. İlimde Allahü teâlânın rızâsını gözet, sâlihlerin yoluna kavuşursun. Allahü teâlâdan kork, emrettiklerini yap, yasak kıldığı şeyleri yapma! Dünyâya rağbet etme. Başına gelen belâ ve musîbetleri; kulluk vazifelerini yerine getirerek, yalvarıp yakararak Allahü teâlâya arz et. Belâ ve musîbetlere karşı sabırlı ol. Sana ihsân ettiği nîmetlere karşı, Allahü teâlâya şükret ve hamdet. Doğru ve samîmî olarak verâdan ayrılma, şüphelilerden uzak kal. Rabbine itâat et. O’na secde eyle, ilim öğrenmekte çok gayretli ol. Diline de sâhib ol.”

Tâbiîn devrinde yetişen büyük âlim ve velî Vehb bin Münebbih (rahmetullahi teâlâ aleyh buyurdular ki: Ey Atâ! Sultanların kapılarından uzak dur. Çünkü, onların kapılarında fitneler vardır. Onlardan belki dünyâlığa kavuşursun fakat, diğer taraftan dîninden çok şeyler fedâ eder, kaybedersin. Dünyâdan yetecek mikdarla yetinmeyen kimseye, hiçbir şey kâfi gelmez. Ancak, sonunda bir avuç toprak onu doyurur."

Yine buyurdular ki: "Size üç şeyden sakınmanızı tavsiye ederim, nefsinizin arzu ve isteklerine uymaktan, kötü arkadaştan bir de ucubdan (kendini beğenmekten)."

"Başkasınınkinden önce kendi ayıbına bakanlara, gerçekten tevâzu gösterenlere ne mutlu! Helâl olan malından fakirlere sadaka ver. İlim, hilm, yumuşaklık ve hikmet ehli ile otur ve sohbet et."

Emevî halîfelerinden Süleymân bin Abdülmelik, Mescid-i haramda iken, ona üzerinde yazı bulunan bir taş getirdiler. Bunun üzerine, onu okuyacak birisinin çağırılmasını istedi. Vehb bin Münebbih'i getirip, okuttular. Taşta şu yazı vardı: Ey Âdemoğlu! Sen, eğer ecelinin devamlı yaklaşmakta olduğunu iyi bilseydin, uzun emel sâhibi olmaktan vazgeçer, sâlih amellerini artırıp, çoğaltmaya bakar, dünyâya düşkünlüğünü bırakırdın. Şüphesiz sana yarın nedâmet ve pişmanlık gelecektir. Çoluk çocuğun ve en yakın hizmetçilerin seni toprağa teslim edecekler. Sonra da ayrılıp gidecekler. Artık dünyâya dönüşün olmayacak. Amellerinle başbaşa kalacaksın. İyi amellerini artırma imkânı bulamayacaksın. İyi amel yapıp, kabre gelmişsen ne mutlu sana! Günahlarla yüklü gelmişsen, yazık sana! Öyleyse kıyâmet günü için şimdiden hazırlık yap. Pişman olmadan önce, tedbirini al!"

"Ey oğul! Allahü teâlâya ibâdeti ihlâsla, sırf O'nun için yap. Kim bir iyilik yapar, Allahü teâlâ için onu gizlerse, yaptığı bu iyilik zâyi olmaz."

Peygamber efendimiz zamânında yaşamış büyük velî Veysel Karânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinden vasiyet ve nasihat isteyen Harem bin Hayyan’a; Buyurdular ki: “Yattığın zaman ölümü yastığının altında bil. Kalkınca da karşında bulundur. Günahın küçüklüğüne değil, onunla âsî olmaklığının büyüklüğüne bak! Günâhı küçük tutarsan, onu yasak eden Rabbini küçük tutmuş olursun. Onu büyük tutarsan, Rabbini büyük tutmuş olursun.” dedi. Nereye yerleşmemi tavsiye edersin? dedim. “Şam’a” dedi. Orada geçim nasıldır. dedim. “Şüphenin ağır bastığı şu kalbe yazıklar olsun, nasihat kabul etmez.” dedi. Bana bir tavsiyede daha bulun? dedim. “Ey Hayyân’ın oğlu! Baban öldü, Âdem aleyhisselâm, Dâvûd aleyhisselâm, Muhammed Resûlullah öldüler. Halîfesi Ebû Bekir öldü. Kardeşim Ömer öldü. Ah Ömer!.. Ah Ömer!..” dedi. Allah sana rahmet eylesin, hazret-i Ömer ölmemiştir dedim. “Allahü teâlâ, onun öldüğünü bana bildirdi.” dedi. Salevât okuyup, kısa bir duâdan sonra şu vasiyeti yaptı: “Ben ve sen, ölülerdeniz. Allah’ın kitabını ve onda bildirilen sırât-ı mustakîmi, doğru yolu elden bırakma ve ölümü bir an unutma! Kavmine ve akrabâna varınca onlara nasihat et ve Allah’ın kullarına öğüt vermekten geri durma. Ehl-i sünnete uymaktan bir adım ayrılma ki, dînini kayıp edersin de haberin olmaz ve Cehennem’e düşersin.” Birkaç duâ daha etti, sonra; “Git Harem bin Hayyan, bir daha ne sen beni gör, ne de ben seni! Beni duâ ile hatırla, ben de seni duâ ile anarım. Sen bu taraftan git, ben de şu taraftan gideyim.” dedi. Bir zaman onunla gitmek istedim. Bırakmadı. Gitti, ağlıyordu. Ben de ağladım. Ardından baktım durdum. Gözden kayboluncaya, şehre girinceye kadar baktım. Hâlâ ondan bir haber alamadım.

Büyük velîlerden Yahyâ bin Muâz-ı Râzî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: “Gâfillerden, câhillerden ve yaltakçılardan uzak dur.”

“Dünyâya aldanmaktan çok sakınınız. Burası, yolcu konağı gibi geçicidir. Bugün buradayız. Belki yarın, belki daha önce göç edeceğiz. Burada bir an evvel azığımızı tamamlayalım. O kadar çabuk olalım ki, konuşmaya vaktimiz kalmasın. Konuşmayı âhirete bırakalım.”

Tebe-i tâbiînin büyüklerinden, hadîs, fıkıh ve kırâat âlimi, velî Yûsuf bin Esbât (rahmetullahi teâlâ aley) Huzeyfet-ül-Mer’aşî’ye yazdığı bir mektûbunda şöyle nasîhat etti: “Allah’tan korkup takvâ üzere ol. Haramlardan sakın. Öğrendiğin ilimle amel et. Kendi hâlinle meşgûl olup, her an Allahü teâlâyı hatırla, ama bu hâlini Allahü teâlâdan başka kimse bilmesin. Her canlının mutlaka tadacağı ve kimsenin çâre bulamadığı ölüme şimdiden hazırlıklı ol. Çünkü ölüm geldikten sonra artık âh etmekten, pişman olmakdan başka bir şey yoktur. Vesselâm.”

Bir gün etrafındaki gençlere; “Ey gençler! Fırsatı ganimet biliniz. Sizlere hastalık ve ihtiyarlık gelmeden önce sıhhatinizin kıymetini biliniz. Allahü teâlânın ihsânı olan bu zamanı, Allahü teâlâya ibâdette kullanın. Ben şimdi yaşlandım. Sıhhatim gitti. Onun için namazımın rükû ve secdelerini âdâbına uygun yapamıyorum. Çünkü bunları tam yapabilmek için uygun olan gençlik ve sıhhat, artık benden uzaklaştı. Namazının rükû ve secdelerini tam yapıp bütün edeblerine riâyet eden kimselere imreniyor, onlar gibi olmak istiyorum.”

“Ben Kur’ân-ı kerîmin hükümlerine uygun amel edemediğim için çok korkuyorum. Hattâ Kur’ân-ı kerîm okurken azâb âyetlerine gelince korkum o kadar artıyor ki, devam edecek hâlim kalmıyor. Bu sebeple her gün yetmiş kerre tövbe, istigfâr ediyorum” buyurdu.

Osmanlı âlim ve velîlerinden Ziyâeddîn Nurşînî (rahmetullahi teâlâ aleyh) Nurşin ve civârında bulunduğu sırada insanlara vâz ve nasîhat ederek İslâmiyetin emir ve yasaklarını anlatmaktan geri kalmadı. Talebelerine ve sevenlerine hitab ederek buyurdu ki: “Allahü teâlâya ibâdet edip O’ndan korkunuz. O’nun râzı olmadığı zâhir ve bâtındaki şeylerden korunmaya, mühim şeylerden ve tâatlardan olan Allah’ın emir ve yasaklarını halka duyurmaya sıkıca sarılın.

Fakat ilk önce bir an dahi olsa bedenden ayrılmayan nefs-i emmâreye Allahü teâlânın emir ve yasaklarını bildirmelidir. Çünkü Allahü teâlânın nefsin şerrinden koruduğu kimseler bile nefs-i emmârenin şerriyle karşı karşıyadır. Zîrâ nefs-i emmâre, sâhibine günâhları tâat şeklinde gösterir. Bal içine zehir katar. Öyleyse sâhibine bir şeyi yapmayı veya yapmamayı içinden geçirdiğinde, insanın onu şerîat ölçüsüyle ölçmesi lâzımdır. Doğru ise güzel, değilse onu kınayıp, İslâmiyetin emri doğrultusuna çevirmesi gerekir.

Nefse yapılan bu tebliğden sonra, insanlara Allahü teâlânın emreylediği şeyleri yapıp, yasak ettiği şeylerden kendilerini korumak için olmalıdır. Ancak tebliğ eden kimse bunda da dikkat edip kendini gizli kalp hastalıklarından korumalıdır. Bununla kendine nasîhat etmeyi irâde etmelidir. Hattâ halka sohbet ettiği vakitte bile, kendi nefsinden başka bir şeye hitâb etmemelidir. Yoksa sohbeti kalplere tesir etmez.

Yine tebliğ eden kimse, aldatıcı, hîlekâr dünyâ hakkında korku üzere bulunmalıdır. Çünkü dünyâ insanlara gelinler gibi süslenir. Lâkin Allahü teâlânın sevdiği olgun bir velîden rûhânî bir imdât almış kimseden başkası onun çirkinliğini anlayamaz.

Bu zamanda halka yapılacak sohbet, insanları dünyâdan soğutmaktır. Umulur ki böylece âhiret işleri tatlı gelir. Çünkü dünyâ ile âhiret iki kuma kadına benzer. Birisi râzı olunca, diğeri darılır. Allahü teâlâ bizi ve sizi kendi muhabbetine, Resûlünün muhabbetine muvaffak eylesin. Âmin.”