NASÎHAT - 5
Hindistan'da yetişen en
büyük velî, âlim müceddid ve müctehid İmâm-ı Rabbânî (rahmetullahi teâlâ
aleyh) hazretleri buyurdular ki: Her ibâdeti seve seve yapmalı. Kul hakkına
dokunmamağa, hakkı olanlara hakkını ödemeğe titizlikle çalışmalıdır.
Yine buyurdular ki: Gençlik
çağının kıymetini biliniz! Bu kıymetli günlerinizde, İslâmiyet bilgilerini
öğreniniz ve bu bilgilere uygun yaşayınız! Kıymetli ömrünüzü faydasız, boş
şeyler arkasında, oyun ve eğlence ile geçirmemek için uyanık olunuz.
Câhillerin, büyüklere dil
uzatmalarına sebeb olmayınız! Her işinizin İslâmiyete uygun olması için, Allahü
teâlâya yalvarınız.
Geçici lezzetlere, çabuk
biten, tükenen dünyâlıklara aldanmamalıdır.
İhsân sâhibinin kapısı
çalınınca açılır.
Çin, Hindistan, İran ve
Anadolu'da İslâmiyetin yayılmasında büyük hizmeti geçen âlim ve mücâhid velî
olan Ebû İshâk Kâzerûnî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri gerek
seferde gerek sulh zamânında insanlara vâz ve nasîhat ederek onların dünyâda ve
âhirette saâdete, kurtuluşa ermesi için çalışır ve talebelerine nasîhat ederek
buyurdu ki:
"Ey kardeşlerim! Size dört
nasîhatım vardır. Mutlaka tutunuz. Yerime kimi vekil kıldı isem ona hürmetkâr
olup, itâat ediniz. Kur'ân-ı kerîm öğrenip, okumaya devâm ederek emir ve
yasaklarını gözetiniz. Bir misâfir geldiğinde evinizde ağırlayıp, hemen ne var
ise hazırlayıp ikrâm ve hizmet ediniz. Birbirinizle dost olunuz. Birbirinizle
muhabbetli olunuz. Sakın düşmanlık edip nifâka sürüklenmeyiniz. Birbirinizden
uzak düşer parçalanırsınız."
"Bu iki parmağımın yanyana
durması gibi îmân ve muhabbet birliktedir. Allahü teâlânın rızâsı için her ikisi
de mutlaka lâzımdır. Muhabbetin şartlarına son derece dikkat ediniz. Din
kardeşlerinizi seviniz. Yakındayken de, gıyâbında da seviniz, sevişiniz."
"Alahü teâlânın emirlerini
yerine getirip yasaklarından sakınmayı ganîmet biliniz."
Tebe-i tâbiînin
büyüklerinden, fıkıh, hadîs âlimi ve velîlerden Süfyân bin Uyeyne (rahmetullahi
teâlâ aleyh) hazretlerinden birisi nasîhat istedi. Ona; "Kendini başkalarından
üstün görmekten ve haksız olarak başkasının bir kuruş da olsa hakkını almaktan
çok sakın. Allahü teâlâya hesap vereceğini, O'nun büyüklüğünü düşün. Kendini
üstün görüp kibirlenenleri Allahü teâlâ alçaltır. Başkalarının malını haksız
yere alan da fakir ve zelîl olur."
Irak'ta yetişen büyük
velîlerinden Şeyh Mustafa bin Ebû Bekr (rahmetullahi teâlâ aleyh)
hazretlerinin sözleri, kalplere huşû ve Peygamber efendimizin sevgisini hâsıl
eder, îmânı kuvvetlendirirdi. Talebelerine şöyle nasîhat ederdi: "İyi bir
müslüman, kitaba (Kur'ân-ı kerîme) ve sünnete yapışmalı; görünen ve görünmeyen
günahlardan sakınmalı; nefsi kibir, gösteriş, kendini ve yaptıklarını beğenmek,
kin, kıskançlık gibi mânevî kirlerden temizlemeli; güzel ahlâk sâhibi olmalı,
Allahü teâlâyı yalvararak ve gizli olarak zikretmeli; dünyâ ve âhiret işlerinde
ihlâslı olmalı; ne yaparsa Allahü teâlâ için yapmalı, Allahü teâlâyı ve
Resûlullah efendimizi sevmeli, insanlara iyi muâmele etmeli, ibâdetlerini sâdece
Allah rızâsı için yapmalı, O'ndan yardım istemeli ve rahmetinden ümit
etmelidir."
Son asır Anadolu
velîlerinden Şeyh Seydâ (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Dil ve
kalbin bozukluğuna sebep olan cehâleti terk ederek ilim ile meşgûl olunuz. Takvâ
(haramlardan sakınma) ile bu ilminizi aydınlatarak ay ve güneş gibi parlayınız.
İlmin zamanı ve erbâbı geçmiştir demeyiniz. İlmi sâlih amellerle tamamlarsanız
elde ettiğiniz nurla şark ve garbı aydınlatırsınız. Nerede altın sâhipleri!
Nerede altın ve gümüşü toplayanlar. Onların hepsi gittiler. Nerede dünyâ malı
için çalışıp çabalayanlar? Ey kardeşlerim gözlerinizi açıp ibretle bakınız!
Altın gümüş toplamak ve dünyâ malı elde etmek için didinenler, yanakları çürüten
toprağa girdiler. Nerede seslerini yükseltenler ve hak dâvâ uğruna kan
akıtanlar? Ay ve güneş gibi safâda bulunanlar. Nerede gece gündüz çalışıp süslü
köşkler yapanlar. Nerede onlar! Hiç bir göz onları görmüyor. Onlar tamamiyle
öldüler.
Sevgili kardeşlerim ibretle
bakınız ve hüsrandan kendinizi kurtarınız. Size hak nasihati bildirenleri can
kulağıyla dinleyiniz. Tâ ki gözleriniz doysun.
Meşhûr velîlerden fıkıh,
tefsîr, hadîs, kırâat, lügat ve nahiv âlimi Takıyyüddîn Sübkî (rahmetullahi
teâlâ aleyh) oğluna şöyle nasîhat etti: “Ey oğul! Vaktini boş yere geçirsen
bile, seher vaktinde uyanık olup, ibâdet ve tâatla meşgûl olmayı kendine âdet
edin. Seher vaktinde uyuyan kimseye çok çok yazık!”
Takıyyüddîn Sübkî’nin büyük
oğlu Ebû Bekr Muhammed için nasihat olarak söylediği şiirin tercümesi şöyledir:
“Ey oğul! Sana yapacağım nasîhatimi ihmâl etme. Sözüme iyi kulak ver. Bu
nasîhatim, sana rehber olur. Allahü teâlânın kitâbı Kur’ân-ı kerîmi ve sahîh
olan hadîs-i şerîfleri ezberle, usûl-i fıkhı çok iyi bil. O, senin sağlam ve
doğru konuşmanı sağlar. Nahiv ilmini öğren. Bu, anlayışını arttırır. Zâhirî
ilimlerde, İmâm-ı A'zam, İmâm-ı Şâfiî, İmâm-ı Mâlik ve İmâm-ı Ahmed’in,
tasavvufta Cüneyd-i Bağdâdî’nin talebelerine ve onlara tâbi olanlara uy. Her
işinde Resûl-i ekremin sünnet-i seniyyesine uyarak saâdete kavuş. İlimde Allahü
teâlânın rızâsını gözet, sâlihlerin yoluna kavuşursun. Allahü teâlâdan kork,
emrettiklerini yap, yasak kıldığı şeyleri yapma! Dünyâya rağbet etme. Başına
gelen belâ ve musîbetleri; kulluk vazifelerini yerine getirerek, yalvarıp
yakararak Allahü teâlâya arz et. Belâ ve musîbetlere karşı sabırlı ol. Sana
ihsân ettiği nîmetlere karşı, Allahü teâlâya şükret ve hamdet. Doğru ve samîmî
olarak verâdan ayrılma, şüphelilerden uzak kal. Rabbine itâat et. O’na secde
eyle, ilim öğrenmekte çok gayretli ol. Diline de sâhib ol.”
Tâbiîn devrinde yetişen
büyük âlim ve velî Vehb bin Münebbih (rahmetullahi teâlâ aleyh buyurdular
ki: Ey Atâ! Sultanların kapılarından uzak dur. Çünkü, onların kapılarında
fitneler vardır. Onlardan belki dünyâlığa kavuşursun fakat, diğer taraftan
dîninden çok şeyler fedâ eder, kaybedersin. Dünyâdan yetecek mikdarla yetinmeyen
kimseye, hiçbir şey kâfi gelmez. Ancak, sonunda bir avuç toprak onu doyurur."
Yine buyurdular ki: "Size üç
şeyden sakınmanızı tavsiye ederim, nefsinizin arzu ve isteklerine uymaktan, kötü
arkadaştan bir de ucubdan (kendini beğenmekten)."
"Başkasınınkinden önce kendi
ayıbına bakanlara, gerçekten tevâzu gösterenlere ne mutlu! Helâl olan malından
fakirlere sadaka ver. İlim, hilm, yumuşaklık ve hikmet ehli ile otur ve sohbet
et."
Emevî halîfelerinden
Süleymân bin Abdülmelik, Mescid-i haramda iken, ona üzerinde yazı bulunan bir
taş getirdiler. Bunun üzerine, onu okuyacak birisinin çağırılmasını istedi. Vehb
bin Münebbih'i getirip, okuttular. Taşta şu yazı vardı: Ey Âdemoğlu! Sen, eğer
ecelinin devamlı yaklaşmakta olduğunu iyi bilseydin, uzun emel sâhibi olmaktan
vazgeçer, sâlih amellerini artırıp, çoğaltmaya bakar, dünyâya düşkünlüğünü
bırakırdın. Şüphesiz sana yarın nedâmet ve pişmanlık gelecektir. Çoluk çocuğun
ve en yakın hizmetçilerin seni toprağa teslim edecekler. Sonra da ayrılıp
gidecekler. Artık dünyâya dönüşün olmayacak. Amellerinle başbaşa kalacaksın. İyi
amellerini artırma imkânı bulamayacaksın. İyi amel yapıp, kabre gelmişsen ne
mutlu sana! Günahlarla yüklü gelmişsen, yazık sana! Öyleyse kıyâmet günü için
şimdiden hazırlık yap. Pişman olmadan önce, tedbirini al!"
"Ey oğul! Allahü teâlâya
ibâdeti ihlâsla, sırf O'nun için yap. Kim bir iyilik yapar, Allahü teâlâ için
onu gizlerse, yaptığı bu iyilik zâyi olmaz."
Peygamber efendimiz
zamânında yaşamış büyük velî Veysel Karânî (rahmetullahi teâlâ aleyh)
hazretlerinden vasiyet ve nasihat isteyen Harem bin Hayyan’a; Buyurdular ki:
“Yattığın zaman ölümü yastığının altında bil. Kalkınca da karşında bulundur.
Günahın küçüklüğüne değil, onunla âsî olmaklığının büyüklüğüne bak! Günâhı küçük
tutarsan, onu yasak eden Rabbini küçük tutmuş olursun. Onu büyük tutarsan,
Rabbini büyük tutmuş olursun.” dedi. Nereye yerleşmemi tavsiye edersin? dedim.
“Şam’a” dedi. Orada geçim nasıldır. dedim. “Şüphenin ağır bastığı şu kalbe
yazıklar olsun, nasihat kabul etmez.” dedi. Bana bir tavsiyede daha bulun?
dedim. “Ey Hayyân’ın oğlu! Baban öldü, Âdem aleyhisselâm, Dâvûd aleyhisselâm,
Muhammed Resûlullah öldüler. Halîfesi Ebû Bekir öldü. Kardeşim Ömer öldü. Ah
Ömer!.. Ah Ömer!..” dedi. Allah sana rahmet eylesin, hazret-i Ömer ölmemiştir
dedim. “Allahü teâlâ, onun öldüğünü bana bildirdi.” dedi. Salevât okuyup, kısa
bir duâdan sonra şu vasiyeti yaptı: “Ben ve sen, ölülerdeniz. Allah’ın kitabını
ve onda bildirilen sırât-ı mustakîmi, doğru yolu elden bırakma ve ölümü bir an
unutma! Kavmine ve akrabâna varınca onlara nasihat et ve Allah’ın kullarına öğüt
vermekten geri durma. Ehl-i sünnete uymaktan bir adım ayrılma ki, dînini kayıp
edersin de haberin olmaz ve Cehennem’e düşersin.” Birkaç duâ daha etti, sonra;
“Git Harem bin Hayyan, bir daha ne sen beni gör, ne de ben seni! Beni duâ ile
hatırla, ben de seni duâ ile anarım. Sen bu taraftan git, ben de şu taraftan
gideyim.” dedi. Bir zaman onunla gitmek istedim. Bırakmadı. Gitti, ağlıyordu.
Ben de ağladım. Ardından baktım durdum. Gözden kayboluncaya, şehre girinceye
kadar baktım. Hâlâ ondan bir haber alamadım.
Büyük velîlerden Yahyâ
bin Muâz-ı Râzî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: “Gâfillerden,
câhillerden ve yaltakçılardan uzak dur.”
“Dünyâya aldanmaktan çok
sakınınız. Burası, yolcu konağı gibi geçicidir. Bugün buradayız. Belki yarın,
belki daha önce göç edeceğiz. Burada bir an evvel azığımızı tamamlayalım. O
kadar çabuk olalım ki, konuşmaya vaktimiz kalmasın. Konuşmayı âhirete
bırakalım.”
Tebe-i tâbiînin
büyüklerinden, hadîs, fıkıh ve kırâat âlimi, velî Yûsuf bin Esbât (rahmetullahi
teâlâ aley) Huzeyfet-ül-Mer’aşî’ye yazdığı bir mektûbunda şöyle nasîhat etti:
“Allah’tan korkup takvâ üzere ol. Haramlardan sakın. Öğrendiğin ilimle amel et.
Kendi hâlinle meşgûl olup, her an Allahü teâlâyı hatırla, ama bu hâlini Allahü
teâlâdan başka kimse bilmesin. Her canlının mutlaka tadacağı ve kimsenin çâre
bulamadığı ölüme şimdiden hazırlıklı ol. Çünkü ölüm geldikten sonra artık âh
etmekten, pişman olmakdan başka bir şey yoktur. Vesselâm.”
Bir gün etrafındaki
gençlere; “Ey gençler! Fırsatı ganimet biliniz. Sizlere hastalık ve ihtiyarlık
gelmeden önce sıhhatinizin kıymetini biliniz. Allahü teâlânın ihsânı olan bu
zamanı, Allahü teâlâya ibâdette kullanın. Ben şimdi yaşlandım. Sıhhatim gitti.
Onun için namazımın rükû ve secdelerini âdâbına uygun yapamıyorum. Çünkü bunları
tam yapabilmek için uygun olan gençlik ve sıhhat, artık benden uzaklaştı.
Namazının rükû ve secdelerini tam yapıp bütün edeblerine riâyet eden kimselere
imreniyor, onlar gibi olmak istiyorum.”
“Ben Kur’ân-ı kerîmin
hükümlerine uygun amel edemediğim için çok korkuyorum. Hattâ Kur’ân-ı kerîm
okurken azâb âyetlerine gelince korkum o kadar artıyor ki, devam edecek hâlim
kalmıyor. Bu sebeple her gün yetmiş kerre tövbe, istigfâr ediyorum” buyurdu.
Osmanlı âlim ve velîlerinden
Ziyâeddîn Nurşînî (rahmetullahi teâlâ aleyh) Nurşin ve civârında
bulunduğu sırada insanlara vâz ve nasîhat ederek İslâmiyetin emir ve yasaklarını
anlatmaktan geri kalmadı. Talebelerine ve sevenlerine hitab ederek buyurdu ki:
“Allahü teâlâya ibâdet edip O’ndan korkunuz. O’nun râzı olmadığı zâhir ve
bâtındaki şeylerden korunmaya, mühim şeylerden ve tâatlardan olan Allah’ın emir
ve yasaklarını halka duyurmaya sıkıca sarılın.
Fakat ilk önce bir an dahi
olsa bedenden ayrılmayan nefs-i emmâreye Allahü teâlânın emir ve yasaklarını
bildirmelidir. Çünkü Allahü teâlânın nefsin şerrinden koruduğu kimseler bile
nefs-i emmârenin şerriyle karşı karşıyadır. Zîrâ nefs-i emmâre, sâhibine
günâhları tâat şeklinde gösterir. Bal içine zehir katar. Öyleyse sâhibine bir
şeyi yapmayı veya yapmamayı içinden geçirdiğinde, insanın onu şerîat ölçüsüyle
ölçmesi lâzımdır. Doğru ise güzel, değilse onu kınayıp, İslâmiyetin emri
doğrultusuna çevirmesi gerekir.
Nefse yapılan bu tebliğden
sonra, insanlara Allahü teâlânın emreylediği şeyleri yapıp, yasak ettiği
şeylerden kendilerini korumak için olmalıdır. Ancak tebliğ eden kimse bunda da
dikkat edip kendini gizli kalp hastalıklarından korumalıdır. Bununla kendine
nasîhat etmeyi irâde etmelidir. Hattâ halka sohbet ettiği vakitte bile, kendi
nefsinden başka bir şeye hitâb etmemelidir. Yoksa sohbeti kalplere tesir etmez.
Yine tebliğ eden kimse,
aldatıcı, hîlekâr dünyâ hakkında korku üzere bulunmalıdır. Çünkü dünyâ insanlara
gelinler gibi süslenir. Lâkin Allahü teâlânın sevdiği olgun bir velîden rûhânî
bir imdât almış kimseden başkası onun çirkinliğini anlayamaz.
Bu zamanda halka yapılacak
sohbet, insanları dünyâdan soğutmaktır. Umulur ki böylece âhiret işleri tatlı
gelir. Çünkü dünyâ ile âhiret iki kuma kadına benzer. Birisi râzı olunca, diğeri
darılır. Allahü teâlâ bizi ve sizi kendi muhabbetine, Resûlünün muhabbetine
muvaffak eylesin. Âmin.”
|