CİLD       ALFABE       KONU       KABR-İ ŞERİFLER

ALFABE - CİLD                      1.   2.   3.   4.   5.   6.
     
 

NASÎHAT - 4

Ehl-i beytten ve meşhûr velîlerden İmâm-ı Câfer-i Sâdık (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin evine Süfyân-ı Sevrî hazretleri bir gün gitti.

 Süfyân-ı Sevrî; "Bana bir hadîs-i şerîf nakletmedikçe buradan ayrılmayacağım, ey İmâm! Senden nasihat alacak bir şey işitip gideyim." dedi.

Câfer-i Sâdık; "Çok sözün sana faydası yoktur. Ben atalarımdan rivâyetle Resûlullah'tan bildirilen şu üç şeyi sana anlatayım." dedi. Bu üç şey şudur:

Allahü teâlânın nîmetine kavuşan ve bu nîmetin devamlı olmasını isteyen kimse, Allah'a hamd ve şükrünü çoğaltsın! Zîrâ Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde İbrâhim sûresi onuncu âyetinde meâlen; "Nîmetlerimin kıymetini bilir, emrettiğim gibi kullanırsanız, onları arttırırım. Kıymetini bilmez, bunları beğenmezseniz, elinizden alır, şiddetli azâb ederim." buyurdu.

Bir kimse, rızkı azaldığı zaman çok tövbe ve istigfâr etsin! Zîrâ Allahü teâlâ Nuh sûresinde tövbe ve istigfâr edenlerin, günâhlarını bağışlayacağını ve rızıklarını arttıracağını vâd ediyor.

Bir kimse sultandan veya herhangi şeyden sıkıntı görür ve bir belâya uğrarsa; "Lâ havle velâ kuvvete illâ billâhil-aliyyil-azîm." desin!

Bunun üzerine Süfyân-ı Sevrî, İmâm-ı Câfer'in elini tuttu ve ona dedi ki: "Hepsi, bu üçü müdür?" Câfer-i Sâdık; "Bunları iyi anla! Allahü teâlâya yemin ederek söylüyorum ki, bunları yaparsan çok ihsânlara, iyiliklere kavuşursun." buyurdu.

Yine buyurdular ki: "Beş kimsenin sohbetinden, yâni beş kimse ile berâber bulunmaktan sakın: Birincisi, yalan söyleyenden sakın. Çünkü ona dâimâ aldanırsın. Sana iyilik yapayım derken, kötülük yapar. İkincisi, cimriden sakın. Üçüncüsü, ahmaktan yâni aklı az olandan sakın. Çünkü en çok işine yarıyacağı zaman, seni bırakır. Dördüncüsü, kötü kalbli kimseden sakın. Çünkü işi bozulunca, seni harcar. Beşincisi, fâsıktan yâni günâh işlemekten utanmayan kimseden sakın! Çünkü, seni bir lokma ekmeğe satar."

"Bir mümin kardeşine âit hoş olmayan bir iş duyarsan, birden yetmişe kadar özür kapısını araştır. Bulamazsan belki benim anlamadığım bir özür kapısı vardır de ve kapa."

"Müslüman kardeşinizden mânâsını anlamadığınız bir söz duyarsanız, iyiye yorunuz. Daha iyisi kâbil olmayacak kadar iyiye yorumlayınız. Anlayamamaktan dolayı kendinizi ayıplayın."

"Bu dört şeyi, her şerefli kimsenin yapması gerekir. Yapmaması ona yakışmaz:

1. Bulunduğu meclise babası gelirse ayağa kalkmak,

2. Misâfire hizmet etmek.

3. Yüz tâne hizmetçisi olsa, muhtâc olmadığı zaman bineğine yardım istemeden binmek.

4. İlim öğrendiği hocasına hizmet etmek."

"Sadaka vererek rızkınızı çoğaltınız. Zekât vererek mallarınızı koruyunuz. İktisâd eden, tasarrufa riâyet eden aldanmaz. Tedbirli, düzenli yaşamak, geçimin yarısıdır. İnsanlarla iyi geçinmek, aklın yarısıdır."

Câfer-i Sâdık hazretlerinin oğlu Mûsâ Kâzım için olan nasîhatı pek meşhûrdur. Oğluna buyurdu ki: "Ey oğlum, kendi rızkına râzı ol! Kendi rızkına râzı olan, kimseye muhtâc olmaz. Gözü başkasının malında olan, fakir olarak ölür. Allahü teâlânın taksim ettiği rızka râzı olmayan, O'nu kazâ ve kaderinde, dilediğini yaratmakta töhmet altında tutmuştur. Kendi kusurlarını küçük gören, başkasınınkilerini büyütmüş olur. Her zaman kendi kusurlarını büyük gör. Başkasının gizli bir şeyini açığa vuranın, evindeki gizli şeyler herkesçe bilinir. Kardeşi için kuyu kazan, o kuyuya kendisi düşer. Ahmaklar arasında bulunan horlanır, âlimler arasında bulunan hürmet görür.

"Ey oğlum, insanlara kızmaktan çok sakın, yoksa sana da kızarlar. Boş iş ve söze karışmaktan sakın, sonra aşağılanırsın."

"Ey oğlum, lehinde veya aleyhinde de olsa, hakkı, doğruyu söyle! Böyle yaparsan herkes seninle istişâre eder danışır, fikrini alır."

"Ey oğlum, arkadaşlık yaptığın, ziyâretine gittiğin kimse, iyi ahlâk sâhibi olsun, kötü ahlâkı olanlarla arkadaşlık etme, onlarla görüşme! Çünkü onlar, suyu olmayan çöl, dalları yeşermeyen ağaç, ot bitmeyen topraktırlar."

"Ey oğlum, Allahü teâlânın kitâbını okuyucu, iyilikleri emredici, kötülüğü nehyedici, sana gelmeyene sen gidici, seninle konuşmayanla konuşucu ol! İsteyene ver. Gıybetten, koğuculuktan sakın. Çünkü söz taşımak, insanların kalbinde düşmanlığı arttırır. İnsanların ayıplarını görme, insanların ayıplarını gören, onların hedefi olur."

İstanbul'da yetişen meşhûr velîlerden Cemâleddîn Mahmûd Hulvî (rahmetullahi teâlâ aleyh) evliyânın meşhurlarından olan âlimlerden naklederek buyurdu ki: "Dünyâda oruç tut. Ölüm geldiğinde bayram sevinci içinde ol. Dilini tut, koru. Lüzumsuz şeylerden sakın. Dünyâya meyletme. Âhirete götüreceğin şeyler ölçüsünde dünyâ ile ilgilen."

Evliyânın büyüklerinden Cüneyd-i Bağdâdî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin yanına birisi gelip; "Bana nasîhat et." deyince; "Kim sana Allah yolunu gösterirse, onunla berâber ol ve kim sana dünyâ yolunu gösterirse ondan uzak dur." buyurdular.

Son devir velîlerinden Dârendeli Muhammed Hilmi Efendi (rahmetullahi teâlâ aleyh) bir vâzında insanlara şöyle nasîhat etti: "Allahü teâlâyı, farzları, haramları, namazla alâkalı meseleleri bilmeyen, gerçek mümin olamaz. Demek ki mümin câhil olmaz. Bildiği ile amel etmeyen câhil demektir. Bildiğiyle amel edene cenâb-ı Allah bilmediğini öğretir. Nitekim hadîs-i şerîfte de; "Bildiğiyle amel eden kimseye Allahü teâlâ bilmediğini öğretir." buyruldu. İlmi ile amel etmeyen ve ilmini dünyâ kazancına vâsıta kılan âlimden kendi hâlinde bir câhil çok hayırlıdır. Akıllı olana bu kadar söz yetişir".

Evliyânın büyüklerinden Dâvûd-i Tâî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerine, İbn-i Semmâk hazretleri gelip; "Bana nasîhat et." dedi. O da; "Öyle gayret et ki, Allahü teâlâ seni yasak ettiği yerde görmesin, emrettiği yerden de ayrılmış bulmasın. Allahü teâlâdan hayâ et ki, senin O'na yakın olduğunu ve senin üzerindeki kudretini göz önüne getiresin. Dünyâya karşı oruçlu ol ki, iftarın ölüm olsun, insanlardan, aslandan kaçar gibi kaç, fakat cemâatla namazı terk etme ve sünnetten ayrılma." buyurdu.

Birisi kendisinden nasîhat isteyince; "Dünyâ için, dünyâda ne kadar kalacaksan, o kadar; âhiret için, âhirette ne kadar kalacaksan o kadar çalış." dedi.

Akrabâlarından birisi: "Akrabâyız. Bana nasîhat verip vasiyet ediniz." dedi. Dâvûd-i Tâî hazretleri ağlamaya başladı. Bir müddet sonra kendisinde konuşacak hâl buldu ve; "Gece ve gündüz, yolculukta bir konak yeri gibidir. Dünyâ ile âhiretin arası bu kadardır. Dünyâdan, âhirete mutlaka gideceğimize göre oraya hazırlanmak lâzım. Çünkü yolculuğun bitmesi yakın, ecelin gelmesi de ondan daha aceledir. Ben bunları sana söylüyorum, fakat bu nasîhata, senden çok, benim ihtiyâcım vardır." dedi. Nasîhat isteyen birisine; "Ölmüş olanlar seni bekliyor." dedi.

Kûfe'de bir cenâze vardı. Dâvûd-i Tâî hazretleri de oradaydı. Kabristana mevtâyı defnettikten sonra, oradaki insanlar Dâvûd-i Tâî'nin etrâfına toplandılar. "Bize biraz nasîhat eder misiniz?" dediler. O da "Kim ki, Allahü teâlânın vâd ettiğinden korkarsa arzularına çabuk kavuşur. Kimin arzuları çoksa, ona bütün azaplar yakındır. Ey kardeşlerim, en büyük sermâye, Allahü teâlânın râzı olduğu bir iş ile meşgûl olmaktır. Kabirdekiler, kıyâmet kopunca kabir azâbı kalkacağı için, kıyâmetin çabuk gelmesini beklerler. Dünyâdakiler ise; kabirdekilerin pişmanlıklarını bilmedikleri için hep günah işlerler. Halbuki onlar da ölünce, dünyâda iken neden çok ibâdet yapmadık, diyerek pişman olacaklar." dedi.

Rebî'i Vâsıtî hazretleri, Dâvûd-i Tâî hazretlerine seslenerek; "Bana nasîhat eyle." dedi. O da; "Dünyâ hayâtında oruçlu gibi ol. Ölüm geldiğinde bayram sevinci içinde, halktan yırtıcı hayvandan kaçar gibi kaçıp kendini mesûd kıl. Dilini koru. Lüzumsuz şeylerden kaçın. Dünyâ ile çok az ilgilen. Âhirete götüreceğin şeyler nisbetinde dünyâ ile ilgilen." buyurdu.

Büyük velîlerden Ebû Hafs Haddâd en-Nişâbûrî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri hacca gitmişti. Dönüşünde, Cüneyd-i Bağdâdî'nin talebeleri karşılayınca, onlara; "Yol hediyem şu sözümdür: Eğer bir arkadaşınız size saygısızlık ederse, onu özür dilemeye teşvik edin! Fakat siz, onun dilediğinden çok özür dileyin. Eğer kırgınlık gitmemişse ve hakkın da kendi tarafınızda olduğuna kanâat getirirseniz, yine arkadaşınızı en güzel bir şekilde özür dilemeye teşvik edin ve siz de özür dileyin! Kırk gün buna devâm edin! Yine kırgınlık gitmezse, o zaman kendinize şöyle deyin: "Ey ahmak nefs! Ne inatçı, ne bencil, ne vurdumduymaz, ne edepsizsin. Sende azıcık mertlikten eser yok. Kırk gün arkadaşın senden özür diledi de özrünü kabûl etmedin. Ben senden el etek çektim, sen bilirsin, nasıl istiyorsan öyle ol!" buyurdu.

Hindistan'ın büyük velîlerinden Ebü'l-Hayr Fârûkî (rahmetullahi teâlâ aleyh) Delâil-i Hayrât'ın başına şu tavsiyeleri yazdı: "Havanın ağarmaya başlamasından bir saat önce olan teheccüt, seher vaktinde uyanık olup, birkaç rekat namaz kılmalıdır. Sonra bir müddet Allahü teâlâyı zikretmeli, havanın ağarmaya başladığı vakitte ise sabah namazını kılmalıdır. Bundan sonra İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin Mektûbât'ını, Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî'nin Mesnevî'sini, İmâm-ı Gazâlî hazretlerinin İhyâu Ulûmiddîn'ini, Molla Câmî'nin Nefehât'ını ve İmâm-ı Birgivî'nin Tarîkat-ı Muhammediye'sini mütâlaa etmelidir. Yemek yedikten sonra bir müddet kaylule yapmalıdır. Sonra bir mikdâr zikirle meşgul olmalı ve her gün en az altı sahife Kur'ân-ı kerîm okumalıdır. Her talebe planlı ve proğramlı bir şekilde bu işleri zevkle yerine getirmelidir."

Ebü'l-Hayr hazretleri sohbetlerinde sık sık şöyle nasihat ederdi: "Din bilgisini öğreniniz. Geliş-gidişlerinizde, oturup kalkmalarınızda, kısaca her vakit, kalbinizi Allahü teâlâyı anmak ve hatırlamakla meşgul ediniz. Böylece dâimâ Allahü teâlâyı anma ve hatırlama hâli, melekesi hâsıl olur."

"Tâatler, ibâdetler için çok gayretli olunuz. Kıymetli ömür sermâyesini zâyi etmeyiniz. Sıkıntı ve kederden kendinizi uzak tutunuz. Gıybetten ve yalan söylemekten çok sakınınız. Kötü huylardan sakınmakta çok gayret ediniz."

"Hocasının huzûrunda sağa sola bakan, kalben hazır bulunmayan edepsizlik etmiş olur. Nefislerinin esiri olanlar ölüdürler. Kalb ehli ise diridirler. Ey Allah'ın kulu! İnsanlara karşı mütevâzî ol. Kibirli ve inâd olma. Halka tevâzû ederek, başını önüne eğ. Fakir kimse gibi yürü. Emir gibi, ihtişamlı yürüme. Din büyüklerine hizmet et. Dünyâda nefsi ölen bir daha ölmez. Seher vakti kalkıp namaz kılmakla, Kur'ân-ı kerîm ve istiğfâr okumakla meşgul olanlara ne mutlu. Zikirlerin en üstünü "Lâ ilâhe illallah" söylemektir.

"Ey aziz! Fırsat ganîmettir. Hadîs-i şerîfte; "Sonra yaparım diyenler helâk oldu." buyruldu.

"Uzun emel, uzun arzular ile kıymetli vaktinizi zâyi etmeyiniz. Kötü düşüncelerden kalbinizi uzak tutunuz. Vesveselerden, boş düşüncelerden zihninizi temizleyiniz. Her gün belli bir vakitte Kur'ân-ı kerîm okuyunuz. İyilerin yolu budur. Dünyâ gam ve kederinde kalmak, eline dünyâlık geçmedi diye üzülmek, akıllıların işi değildir. Dünyâlık için üzülmekten ele ne geçer? Zamânı iyi işlerde harcamak gerekir. Ticâret ve zirâat iyi işlerdendir. İhlâsla Allahü teâlâyı anmak en büyük nîmettir."

Buyurdular ki: "Her söylediğinizi kalp huzûru ile ihlâsla, Allahü teâlâ için söyleyiniz. Gafletten, Allahü teâlâyı unutmaktan, kötü ve bozuk ahlâktan uzak durunuz."

"Yabancı kadın, bid'at sâhibi ve fâsıkla berâber olmaktan çok sakının."

"Mânevî perdelerin, kalp gözünün açılması, herkese nasîb olmaz. Allahü teâlâ bunu dilediğine ihsân eder. Allahü teâlânın lütuf ve ihsânına kavuşmadıkça, bu saâdet, pazu kuvveti ile ele geçmez."

"Bir kimse ihlâsla, her şeyi Allahü teâlânın rızâsı için yapmakla, ona saâdet kapıları açılır. Bir zât, okuma-yazma bilmezdi. Fakat Allahü teâlâya ve Resûlullah efendimize o kadar âşık idi ki, bu hâli bütün bedenine sirâyet etmişti. Okuma-yazması olmadığı için Kur'ân-ı kerîmi okuyamazdı, ancak Kur'ân-ı kerîme olan sevgisinden kıbleye doğru oturur, Kur'ân-ı kerîmi bir rahle üzerine koyar, her satırı parmağı ile okuyormuş gibi tâkib ederdi. Sonra sevgi ve ihlâsla; "Allah'ım! Ne hoş buyuruyorsun." derdi. Her gün belli vakitlerde öyle Kur'ân-ı kerîmle meşgul olurdu. Bir müddet sonra kendisinde yüksek haller meydana geldi ve murâdına kavuştu."

"Ey oğlum! Temennîleri bırak. Gece-gündüz dünyâ malı toplar, amel yapmazsan, hiçbir isteğine kavuşamazsın. Yalnız yaptıklarının meyvesini bulursun. Gece gündüz dünyâ için çalışırsın,  sonra da dindârların kavuştuğu derecelere kavuşmayı beklersin. Ne kadar uzak. İşin sonunda kurtuluş, sizin temennî ve arzûlarınıza bağlı değildir. Bilakis îmân ve amele bağlıdır. Kötü amel yapan herkes onun cezâsını görür. Hiç kimsenin Allahü teâlâdan başka hakîkî yardımcısı yoktur. Îmân edip, iyi amel işleyenler Cennet'e girerler. Büyüklerimiz; Allahü teâlâdan ve sevdiklerinden başkasına tutulmuş olandan ne hayır beklenir." Buyurmuşlardır.

Osmanlıların kuruluş devrinde Bursa'da yaşayan büyük velî Emîr Sultan (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerine, babasının sık sık verdiği nasîhatlardan biri şöyle idi: "Ey oğlum! Peygamber efendimizi, babandan, anandan daha fazla sevmelisin. Soyunla öğünmemelisin, ağzından hiç yalan çıkmamalı. Her günü ömrünün son günüymüş gibi tamamlamaya çalışmalısın. İlim öğrenmekte aslâ erinip üşenmemelisin. Ak sakallı da olsan, düşmanla cihâdı bırakmamalısın. Selâm vermeden hiç bir topluluğa girmemelisin. Nikâhsız bir kadınla oturmamalısın. Kur'ân-ı kerîm rehberin, hadîs-i şerîfler ise yol göstericin olacaktır.

Ey oğlum! Hayat her yönü ile senin için bir mekteptir. Hayıra koş, kötülükten kaç. En büyük silâhın, Allahü teâlâya ettiğin duândır. Bunu aslâ unutma!"

Evliyânın büyüklerinden Hâtim-i Esam (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Dilinle doğru söylemeye ve gözünle (haramdan sakınıp, âleme) ibret nazarı ile bakmaya dikkat et! Allahü teâlâya sığınarak kendine sâhib ol."

Yine buyurdular ki "Eğer sizde şu üç şey varsa ne âlâ! Şâyet bu üç şey sizde yoksa, hâliniz harap, çâresiz Cehennem'de yanarsınız. Birincisi, elinizden kaçmış olan geçmiş günlerinizin hasreti içinde olmayınız. Çünkü geçmiş günlerinizde yapmış olduğunuz ibâdetlere ne ilâvede bulunabilirsiniz, ne de günahlar için bir bahâne ve mâzeret bulabilirsiniz. Şâyet bugün geçmiş günleriniz için mâzeret aramakla meşgûl olursanız bugünün hakkını ne zaman ödeyeceksiniz. Bugün dünü düşünmek dünü zâyi etmek olmaz mı? İkincisi; bu günü ganîmet bilip çalışmak mümkün olduğu kadar tâat ve ibâdet yapmak, haksızlık yapılmış olan hasımları hoşnut etmek. Üçüncüsü; acabâ yarın kurtulacak mıyım yoksa mahv mı olacağım diye korkup endişelenmek."

"Şu üç halde kendine dikkat etmeyi vazîfe bil: Bir iş yaptığında Allahü teâlânın seni gördüğünü aklından çıkarma. Bir şey söylediğin zaman, Allahü teâlânın duyduğunu hiç unutma. Sükût ettiğin zaman da Allahü teâlânın senin halini ve nasıl sükût ettiğini bildiğini dâimâ hatırında tut."

Meşhur velîlerden Huzeyfetü'l-Mer'âşî (rahmetullahi teâlâ aleyh) Abdullah bin Hubeyk'e buyurdular ki: "Dört husûsa yâni gözüne, diline, kalbine ve nefsinin isteklerine dikkat et. Gözün ile harama bakma, kalbinde olandan başka bir şeyi konuşma. Kalbinde müslümanlara karşı kin, hased gibi kötü hisler bulundurma. Nefsinin hevâsına yâni isteklerine uyma."

İbn-i Ebi'd-Derdâ rahmetullahi aleyh, Huzeyfetü'l-Mer'âşî'ye gelerek; "Bana nasîhat et." dedi. Huzeyfetü'l-Mer'âşî buyurdu ki: "Yediğin lokmanın nereden geldiğine dikkat et. Nefsinin isteklerine uyarak İslâmiyetin ruhsat, kolaylık taraflarını sana tavsiye eden kimseyle oturma. Eğer Allahü teâlâya gizli olarak ibâdet edersen, istesen de, istemesen de kalbin düzelir."