NASÎHAT - 4
Ehl-i beytten ve meşhûr
velîlerden İmâm-ı Câfer-i Sâdık (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin
evine Süfyân-ı Sevrî hazretleri bir gün gitti.
Süfyân-ı Sevrî; "Bana bir
hadîs-i şerîf nakletmedikçe buradan ayrılmayacağım, ey İmâm! Senden nasihat
alacak bir şey işitip gideyim." dedi.
Câfer-i Sâdık; "Çok sözün
sana faydası yoktur. Ben atalarımdan rivâyetle Resûlullah'tan bildirilen şu üç
şeyi sana anlatayım." dedi. Bu üç şey şudur:
Allahü teâlânın nîmetine
kavuşan ve bu nîmetin devamlı olmasını isteyen kimse, Allah'a hamd ve şükrünü
çoğaltsın! Zîrâ Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde İbrâhim sûresi onuncu âyetinde
meâlen; "Nîmetlerimin kıymetini bilir, emrettiğim gibi kullanırsanız, onları
arttırırım. Kıymetini bilmez, bunları beğenmezseniz, elinizden alır, şiddetli
azâb ederim." buyurdu.
Bir kimse, rızkı azaldığı
zaman çok tövbe ve istigfâr etsin! Zîrâ Allahü teâlâ Nuh sûresinde tövbe ve
istigfâr edenlerin, günâhlarını bağışlayacağını ve rızıklarını arttıracağını vâd
ediyor.
Bir kimse sultandan veya
herhangi şeyden sıkıntı görür ve bir belâya uğrarsa; "Lâ havle velâ kuvvete illâ
billâhil-aliyyil-azîm." desin!
Bunun üzerine Süfyân-ı Sevrî,
İmâm-ı Câfer'in elini tuttu ve ona dedi ki: "Hepsi, bu üçü müdür?" Câfer-i
Sâdık; "Bunları iyi anla! Allahü teâlâya yemin ederek söylüyorum ki, bunları
yaparsan çok ihsânlara, iyiliklere kavuşursun." buyurdu.
Yine buyurdular ki: "Beş
kimsenin sohbetinden, yâni beş kimse ile berâber bulunmaktan sakın: Birincisi,
yalan söyleyenden sakın. Çünkü ona dâimâ aldanırsın. Sana iyilik yapayım derken,
kötülük yapar. İkincisi, cimriden sakın. Üçüncüsü, ahmaktan yâni aklı az olandan
sakın. Çünkü en çok işine yarıyacağı zaman, seni bırakır. Dördüncüsü, kötü
kalbli kimseden sakın. Çünkü işi bozulunca, seni harcar. Beşincisi, fâsıktan
yâni günâh işlemekten utanmayan kimseden sakın! Çünkü, seni bir lokma ekmeğe
satar."
"Bir mümin kardeşine âit hoş
olmayan bir iş duyarsan, birden yetmişe kadar özür kapısını araştır. Bulamazsan
belki benim anlamadığım bir özür kapısı vardır de ve kapa."
"Müslüman kardeşinizden
mânâsını anlamadığınız bir söz duyarsanız, iyiye yorunuz. Daha iyisi kâbil
olmayacak kadar iyiye yorumlayınız. Anlayamamaktan dolayı kendinizi ayıplayın."
"Bu dört şeyi, her şerefli
kimsenin yapması gerekir. Yapmaması ona yakışmaz:
1. Bulunduğu meclise babası
gelirse ayağa kalkmak,
2. Misâfire hizmet etmek.
3. Yüz tâne hizmetçisi olsa,
muhtâc olmadığı zaman bineğine yardım istemeden binmek.
4. İlim öğrendiği hocasına
hizmet etmek."
"Sadaka vererek rızkınızı
çoğaltınız. Zekât vererek mallarınızı koruyunuz. İktisâd eden, tasarrufa riâyet
eden aldanmaz. Tedbirli, düzenli yaşamak, geçimin yarısıdır. İnsanlarla iyi
geçinmek, aklın yarısıdır."
Câfer-i Sâdık hazretlerinin
oğlu Mûsâ Kâzım için olan nasîhatı pek meşhûrdur. Oğluna buyurdu ki: "Ey oğlum,
kendi rızkına râzı ol! Kendi rızkına râzı olan, kimseye muhtâc olmaz. Gözü
başkasının malında olan, fakir olarak ölür. Allahü teâlânın taksim ettiği rızka
râzı olmayan, O'nu kazâ ve kaderinde, dilediğini yaratmakta töhmet altında
tutmuştur. Kendi kusurlarını küçük gören, başkasınınkilerini büyütmüş olur. Her
zaman kendi kusurlarını büyük gör. Başkasının gizli bir şeyini açığa vuranın,
evindeki gizli şeyler herkesçe bilinir. Kardeşi için kuyu kazan, o kuyuya
kendisi düşer. Ahmaklar arasında bulunan horlanır, âlimler arasında bulunan
hürmet görür.
"Ey oğlum, insanlara
kızmaktan çok sakın, yoksa sana da kızarlar. Boş iş ve söze karışmaktan sakın,
sonra aşağılanırsın."
"Ey oğlum, lehinde veya
aleyhinde de olsa, hakkı, doğruyu söyle! Böyle yaparsan herkes seninle istişâre
eder danışır, fikrini alır."
"Ey oğlum, arkadaşlık
yaptığın, ziyâretine gittiğin kimse, iyi ahlâk sâhibi olsun, kötü ahlâkı
olanlarla arkadaşlık etme, onlarla görüşme! Çünkü onlar, suyu olmayan çöl,
dalları yeşermeyen ağaç, ot bitmeyen topraktırlar."
"Ey oğlum, Allahü teâlânın
kitâbını okuyucu, iyilikleri emredici, kötülüğü nehyedici, sana gelmeyene sen
gidici, seninle konuşmayanla konuşucu ol! İsteyene ver. Gıybetten, koğuculuktan
sakın. Çünkü söz taşımak, insanların kalbinde düşmanlığı arttırır. İnsanların
ayıplarını görme, insanların ayıplarını gören, onların hedefi olur."
İstanbul'da yetişen meşhûr
velîlerden Cemâleddîn Mahmûd Hulvî (rahmetullahi teâlâ aleyh) evliyânın
meşhurlarından olan âlimlerden naklederek buyurdu ki: "Dünyâda oruç tut. Ölüm
geldiğinde bayram sevinci içinde ol. Dilini tut, koru. Lüzumsuz şeylerden sakın.
Dünyâya meyletme. Âhirete götüreceğin şeyler ölçüsünde dünyâ ile ilgilen."
Evliyânın büyüklerinden
Cüneyd-i Bağdâdî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin yanına birisi
gelip; "Bana nasîhat et." deyince; "Kim sana Allah yolunu gösterirse, onunla
berâber ol ve kim sana dünyâ yolunu gösterirse ondan uzak dur." buyurdular.
Son devir velîlerinden
Dârendeli Muhammed Hilmi Efendi (rahmetullahi teâlâ aleyh) bir vâzında
insanlara şöyle nasîhat etti: "Allahü teâlâyı, farzları, haramları, namazla
alâkalı meseleleri bilmeyen, gerçek mümin olamaz. Demek ki mümin câhil olmaz.
Bildiği ile amel etmeyen câhil demektir. Bildiğiyle amel edene cenâb-ı Allah
bilmediğini öğretir. Nitekim hadîs-i şerîfte de; "Bildiğiyle amel eden kimseye
Allahü teâlâ bilmediğini öğretir." buyruldu. İlmi ile amel etmeyen ve ilmini
dünyâ kazancına vâsıta kılan âlimden kendi hâlinde bir câhil çok hayırlıdır.
Akıllı olana bu kadar söz yetişir".
Evliyânın büyüklerinden
Dâvûd-i Tâî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerine, İbn-i Semmâk hazretleri
gelip; "Bana nasîhat et." dedi. O da; "Öyle gayret et ki, Allahü teâlâ seni
yasak ettiği yerde görmesin, emrettiği yerden de ayrılmış bulmasın. Allahü
teâlâdan hayâ et ki, senin O'na yakın olduğunu ve senin üzerindeki kudretini göz
önüne getiresin. Dünyâya karşı oruçlu ol ki, iftarın ölüm olsun, insanlardan,
aslandan kaçar gibi kaç, fakat cemâatla namazı terk etme ve sünnetten ayrılma."
buyurdu.
Birisi kendisinden nasîhat
isteyince; "Dünyâ için, dünyâda ne kadar kalacaksan, o kadar; âhiret için,
âhirette ne kadar kalacaksan o kadar çalış." dedi.
Akrabâlarından birisi:
"Akrabâyız. Bana nasîhat verip vasiyet ediniz." dedi. Dâvûd-i Tâî hazretleri
ağlamaya başladı. Bir müddet sonra kendisinde konuşacak hâl buldu ve; "Gece ve
gündüz, yolculukta bir konak yeri gibidir. Dünyâ ile âhiretin arası bu kadardır.
Dünyâdan, âhirete mutlaka gideceğimize göre oraya hazırlanmak lâzım. Çünkü
yolculuğun bitmesi yakın, ecelin gelmesi de ondan daha aceledir. Ben bunları
sana söylüyorum, fakat bu nasîhata, senden çok, benim ihtiyâcım vardır." dedi.
Nasîhat isteyen birisine; "Ölmüş olanlar seni bekliyor." dedi.
Kûfe'de bir cenâze vardı.
Dâvûd-i Tâî hazretleri de oradaydı. Kabristana mevtâyı defnettikten sonra,
oradaki insanlar Dâvûd-i Tâî'nin etrâfına toplandılar. "Bize biraz nasîhat eder
misiniz?" dediler. O da "Kim ki, Allahü teâlânın vâd ettiğinden korkarsa
arzularına çabuk kavuşur. Kimin arzuları çoksa, ona bütün azaplar yakındır. Ey
kardeşlerim, en büyük sermâye, Allahü teâlânın râzı olduğu bir iş ile meşgûl
olmaktır. Kabirdekiler, kıyâmet kopunca kabir azâbı kalkacağı için, kıyâmetin
çabuk gelmesini beklerler. Dünyâdakiler ise; kabirdekilerin pişmanlıklarını
bilmedikleri için hep günah işlerler. Halbuki onlar da ölünce, dünyâda iken
neden çok ibâdet yapmadık, diyerek pişman olacaklar." dedi.
Rebî'i Vâsıtî hazretleri,
Dâvûd-i Tâî hazretlerine seslenerek; "Bana nasîhat eyle." dedi. O da; "Dünyâ
hayâtında oruçlu gibi ol. Ölüm geldiğinde bayram sevinci içinde, halktan yırtıcı
hayvandan kaçar gibi kaçıp kendini mesûd kıl. Dilini koru. Lüzumsuz şeylerden
kaçın. Dünyâ ile çok az ilgilen. Âhirete götüreceğin şeyler nisbetinde dünyâ ile
ilgilen." buyurdu.
Büyük velîlerden Ebû Hafs
Haddâd en-Nişâbûrî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri hacca gitmişti.
Dönüşünde, Cüneyd-i Bağdâdî'nin talebeleri karşılayınca, onlara; "Yol hediyem şu
sözümdür: Eğer bir arkadaşınız size saygısızlık ederse, onu özür dilemeye teşvik
edin! Fakat siz, onun dilediğinden çok özür dileyin. Eğer kırgınlık gitmemişse
ve hakkın da kendi tarafınızda olduğuna kanâat getirirseniz, yine arkadaşınızı
en güzel bir şekilde özür dilemeye teşvik edin ve siz de özür dileyin! Kırk gün
buna devâm edin! Yine kırgınlık gitmezse, o zaman kendinize şöyle deyin: "Ey
ahmak nefs! Ne inatçı, ne bencil, ne vurdumduymaz, ne edepsizsin. Sende azıcık
mertlikten eser yok. Kırk gün arkadaşın senden özür diledi de özrünü kabûl
etmedin. Ben senden el etek çektim, sen bilirsin, nasıl istiyorsan öyle ol!"
buyurdu.
Hindistan'ın büyük
velîlerinden Ebü'l-Hayr Fârûkî (rahmetullahi teâlâ aleyh) Delâil-i
Hayrât'ın başına şu tavsiyeleri yazdı: "Havanın ağarmaya başlamasından bir saat
önce olan teheccüt, seher vaktinde uyanık olup, birkaç rekat namaz kılmalıdır.
Sonra bir müddet Allahü teâlâyı zikretmeli, havanın ağarmaya başladığı vakitte
ise sabah namazını kılmalıdır. Bundan sonra İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin
Mektûbât'ını, Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî'nin Mesnevî'sini, İmâm-ı Gazâlî
hazretlerinin İhyâu Ulûmiddîn'ini, Molla Câmî'nin Nefehât'ını ve İmâm-ı
Birgivî'nin Tarîkat-ı Muhammediye'sini mütâlaa etmelidir. Yemek yedikten sonra
bir müddet kaylule yapmalıdır. Sonra bir mikdâr zikirle meşgul olmalı ve her gün
en az altı sahife Kur'ân-ı kerîm okumalıdır. Her talebe planlı ve proğramlı bir
şekilde bu işleri zevkle yerine getirmelidir."
Ebü'l-Hayr hazretleri
sohbetlerinde sık sık şöyle nasihat ederdi: "Din bilgisini öğreniniz.
Geliş-gidişlerinizde, oturup kalkmalarınızda, kısaca her vakit, kalbinizi Allahü
teâlâyı anmak ve hatırlamakla meşgul ediniz. Böylece dâimâ Allahü teâlâyı anma
ve hatırlama hâli, melekesi hâsıl olur."
"Tâatler, ibâdetler için çok
gayretli olunuz. Kıymetli ömür sermâyesini zâyi etmeyiniz. Sıkıntı ve kederden
kendinizi uzak tutunuz. Gıybetten ve yalan söylemekten çok sakınınız. Kötü
huylardan sakınmakta çok gayret ediniz."
"Hocasının huzûrunda sağa
sola bakan, kalben hazır bulunmayan edepsizlik etmiş olur. Nefislerinin esiri
olanlar ölüdürler. Kalb ehli ise diridirler. Ey Allah'ın kulu! İnsanlara karşı
mütevâzî ol. Kibirli ve inâd olma. Halka tevâzû ederek, başını önüne eğ. Fakir
kimse gibi yürü. Emir gibi, ihtişamlı yürüme. Din büyüklerine hizmet et. Dünyâda
nefsi ölen bir daha ölmez. Seher vakti kalkıp namaz kılmakla, Kur'ân-ı kerîm ve
istiğfâr okumakla meşgul olanlara ne mutlu. Zikirlerin en üstünü "Lâ ilâhe
illallah" söylemektir.
"Ey aziz! Fırsat ganîmettir.
Hadîs-i şerîfte; "Sonra yaparım diyenler helâk oldu." buyruldu.
"Uzun emel, uzun arzular ile
kıymetli vaktinizi zâyi etmeyiniz. Kötü düşüncelerden kalbinizi uzak tutunuz.
Vesveselerden, boş düşüncelerden zihninizi temizleyiniz. Her gün belli bir
vakitte Kur'ân-ı kerîm okuyunuz. İyilerin yolu budur. Dünyâ gam ve kederinde
kalmak, eline dünyâlık geçmedi diye üzülmek, akıllıların işi değildir. Dünyâlık
için üzülmekten ele ne geçer? Zamânı iyi işlerde harcamak gerekir. Ticâret ve
zirâat iyi işlerdendir. İhlâsla Allahü teâlâyı anmak en büyük nîmettir."
Buyurdular ki: "Her
söylediğinizi kalp huzûru ile ihlâsla, Allahü teâlâ için söyleyiniz. Gafletten,
Allahü teâlâyı unutmaktan, kötü ve bozuk ahlâktan uzak durunuz."
"Yabancı kadın, bid'at
sâhibi ve fâsıkla berâber olmaktan çok sakının."
"Mânevî perdelerin, kalp
gözünün açılması, herkese nasîb olmaz. Allahü teâlâ bunu dilediğine ihsân eder.
Allahü teâlânın lütuf ve ihsânına kavuşmadıkça, bu saâdet, pazu kuvveti ile ele
geçmez."
"Bir kimse ihlâsla, her şeyi
Allahü teâlânın rızâsı için yapmakla, ona saâdet kapıları açılır. Bir zât,
okuma-yazma bilmezdi. Fakat Allahü teâlâya ve Resûlullah efendimize o kadar âşık
idi ki, bu hâli bütün bedenine sirâyet etmişti. Okuma-yazması olmadığı için
Kur'ân-ı kerîmi okuyamazdı, ancak Kur'ân-ı kerîme olan sevgisinden kıbleye doğru
oturur, Kur'ân-ı kerîmi bir rahle üzerine koyar, her satırı parmağı ile
okuyormuş gibi tâkib ederdi. Sonra sevgi ve ihlâsla; "Allah'ım! Ne hoş
buyuruyorsun." derdi. Her gün belli vakitlerde öyle Kur'ân-ı kerîmle meşgul
olurdu. Bir müddet sonra kendisinde yüksek haller meydana geldi ve murâdına
kavuştu."
"Ey oğlum! Temennîleri
bırak. Gece-gündüz dünyâ malı toplar, amel yapmazsan, hiçbir isteğine
kavuşamazsın. Yalnız yaptıklarının meyvesini bulursun. Gece gündüz dünyâ için
çalışırsın, sonra da dindârların kavuştuğu derecelere kavuşmayı beklersin. Ne
kadar uzak. İşin sonunda kurtuluş, sizin temennî ve arzûlarınıza bağlı değildir.
Bilakis îmân ve amele bağlıdır. Kötü amel yapan herkes onun cezâsını görür. Hiç
kimsenin Allahü teâlâdan başka hakîkî yardımcısı yoktur. Îmân edip, iyi amel
işleyenler Cennet'e girerler. Büyüklerimiz; Allahü teâlâdan ve sevdiklerinden
başkasına tutulmuş olandan ne hayır beklenir." Buyurmuşlardır.
Osmanlıların kuruluş
devrinde Bursa'da yaşayan büyük velî Emîr Sultan (rahmetullahi teâlâ
aleyh) hazretlerine, babasının sık sık verdiği nasîhatlardan biri şöyle idi: "Ey
oğlum! Peygamber efendimizi, babandan, anandan daha fazla sevmelisin. Soyunla
öğünmemelisin, ağzından hiç yalan çıkmamalı. Her günü ömrünün son günüymüş gibi
tamamlamaya çalışmalısın. İlim öğrenmekte aslâ erinip üşenmemelisin. Ak sakallı
da olsan, düşmanla cihâdı bırakmamalısın. Selâm vermeden hiç bir topluluğa
girmemelisin. Nikâhsız bir kadınla oturmamalısın. Kur'ân-ı kerîm rehberin,
hadîs-i şerîfler ise yol göstericin olacaktır.
Ey oğlum! Hayat her yönü ile
senin için bir mekteptir. Hayıra koş, kötülükten kaç. En büyük silâhın, Allahü
teâlâya ettiğin duândır. Bunu aslâ unutma!"
Evliyânın büyüklerinden
Hâtim-i Esam (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Dilinle doğru
söylemeye ve gözünle (haramdan sakınıp, âleme) ibret nazarı ile bakmaya dikkat
et! Allahü teâlâya sığınarak kendine sâhib ol."
Yine buyurdular ki "Eğer
sizde şu üç şey varsa ne âlâ! Şâyet bu üç şey sizde yoksa, hâliniz harap,
çâresiz Cehennem'de yanarsınız. Birincisi, elinizden kaçmış olan geçmiş
günlerinizin hasreti içinde olmayınız. Çünkü geçmiş günlerinizde yapmış
olduğunuz ibâdetlere ne ilâvede bulunabilirsiniz, ne de günahlar için bir bahâne
ve mâzeret bulabilirsiniz. Şâyet bugün geçmiş günleriniz için mâzeret aramakla
meşgûl olursanız bugünün hakkını ne zaman ödeyeceksiniz. Bugün dünü düşünmek
dünü zâyi etmek olmaz mı? İkincisi; bu günü ganîmet bilip çalışmak mümkün olduğu
kadar tâat ve ibâdet yapmak, haksızlık yapılmış olan hasımları hoşnut etmek.
Üçüncüsü; acabâ yarın kurtulacak mıyım yoksa mahv mı olacağım diye korkup
endişelenmek."
"Şu üç halde kendine dikkat
etmeyi vazîfe bil: Bir iş yaptığında Allahü teâlânın seni gördüğünü aklından
çıkarma. Bir şey söylediğin zaman, Allahü teâlânın duyduğunu hiç unutma. Sükût
ettiğin zaman da Allahü teâlânın senin halini ve nasıl sükût ettiğini bildiğini
dâimâ hatırında tut."
Meşhur velîlerden
Huzeyfetü'l-Mer'âşî (rahmetullahi teâlâ aleyh) Abdullah bin Hubeyk'e
buyurdular ki: "Dört husûsa yâni gözüne, diline, kalbine ve nefsinin isteklerine
dikkat et. Gözün ile harama bakma, kalbinde olandan başka bir şeyi konuşma.
Kalbinde müslümanlara karşı kin, hased gibi kötü hisler bulundurma. Nefsinin
hevâsına yâni isteklerine uyma."
İbn-i Ebi'd-Derdâ
rahmetullahi aleyh, Huzeyfetü'l-Mer'âşî'ye gelerek; "Bana nasîhat et." dedi.
Huzeyfetü'l-Mer'âşî buyurdu ki: "Yediğin lokmanın nereden geldiğine dikkat et.
Nefsinin isteklerine uyarak İslâmiyetin ruhsat, kolaylık taraflarını sana
tavsiye eden kimseyle oturma. Eğer Allahü teâlâya gizli olarak ibâdet edersen,
istesen de, istemesen de kalbin düzelir."
|