|
NASÎHAT - 1
Kastsmonu velîlerinden
Ahmed Siyâhî (rahmetullahi teâlâ aleyh) oğluna şöyle nasîhatta bulundular:
Ey oğlum!( Sana Allahü teâlânın kitâbına, Resûlullah efendimizin sünneti
seniyyesine uymayı, îtikâdını evliyâullahın da bağlı olduğu, Ehl-i sünnet vel
cemâat âlimlerinin bildirdikleri doğru îtikâda göre düzeltmeni tavsiye ederim...
Âlimlere, tasavvuf ehline,
Kur'ân-ı kerîm ehline hürmet et. Vicdanın, için temiz olsun, cömerd ve
güleryüzlü ol. Başkalarına ihsan ve iyilikte bulun. Allahü teâlânın
yarattıklarına eziyet ve sıkıntı verme. Arkadaşlarının hatâ ve kusurlarını
affet, görmemezlikten gel. Büyük, küçük herkese nasihat eyle, hırs ve tamâyı
terk eyle. Bütün ihtiyaçlarında Allahü teâlâya tevekkül et, güven. Çünkü Allahü
teâlâ, kendisine sığınanları mahrum etmez.
Oğlum! Selâmeti, kurtuluşu
istikâmet ve doğruluktan başka bir şeyde, Allahü teâlânın rızâsına kavuşmayı
Resûlullah efendimize tâbi olmak, ona uymaktan başka bir yolda arama. Kendini
hiç kimseden faziletli, üstün zannetme. Birisi senin hakkında nemmâmlık,
koğuculuk ve hasedçilik yaparsa, ona mâni olmak için kendini zahmete sokma, onun
işini Allahü teâlâya bırak. Çünkü bu yolda öyle Allah adamları vardır ki, Allahü
teâlânın izni ile fitne fesat sebebini göz açıp kapayıncaya kadar söküp atarlar.
Sen kıymetli ömrünü Resûlullah efendimizin sünnet-i seniyyesine uymakla geçir.
Allahü teâlânın emirlerini yerine getirmekte kınayanın kınamasından korkma.
İbâdet ve tâatın güçlüklerine karşılık ecir ve sevâba kavuşacağını düşünerek
sabır ve tahammül et, nefsini dâimâ hesâba çek. Vakitlerini dînin emirlerine
uymakla kıymetlendir. Çok önemli olan vakit sermayeni kıymetlendirmeye gayret
eyle. Çünkü geçen zaman bir daha geri gelmez. Yarına çıkıp çıkmayacağın ise
belli olmadığından yarını beklemek, yarın yaparım demek, üzüntü ve pişmanlığa
yol açar. O halde sakın sakın elinde bulunan vaktini mâlâyâni, dünya ve âhirete
faydası olmayan Allahü teâlânın râzı olmadığı, beğenmediği şeyler ile zâyi etme.
İçinde bulunduğun anda Allahü teâlânın râzı olduğu beğendiği şeylere sarıl.
Tevâzu ve alçak gönüllülükte toprak gibi, başkasına fayda vermekde meyvalı ağaç
gibi, cömertlikde akan nehir gibi, ihsân ve iyilik yapmakda deniz gibi,
mâlâyâni, faydasız şeyleri konuşmamakda, sükût ve susmakda cansız varlıklar
gibi, ayıpları örtmekte karanlık gece gibi olmaya çalış. Kalbin görmemesi, kalb
katılığından hasıl olacağından, dâimâ günahların için ağlayıp sızla, âh et.
Nazargâh-ı ilâhî olan kalbi, haramlara ve Allahü teâlânın yasak ettiği şeylere
yöneltmekten sakın. Akrabâyı ziyâret ve onlara iyilik etmeyi ihmâl etme. Âhiret
kardeşlerini, iyi arkadaşlarını arttırmaya çalış. Her zaman onlarla sohbet
lâzımdır. Evliyânın büyükleri; "Allahü teâlâ ile beraber olunuz. Buna gücünüz
yetmezse, Allahü teâlâ ile beraber olanlarla olunuz ki, sizi Allahü teâlâya
kavuştursunlar." buyurmuşlardır.
Ey oğul! Dünyâya sarılmış
ona gönül vermiş olanlarla bulunma. Onlarla sohbet ve berâberlik gam, keder ve
üzüntü getirir. Bu, tecrübe ile sâbittir. Onlar senden faydalanırlar ise de sen
onlardan faydalanamazsın. Allahü teâlânın emir ve yasaklarına uymayan, nefsinin
arzu ve isteklerine uymuş kimselerle berâber olma. Böyle kimseler gizli düşman
olup, insanın yüzüne karşı dalkavukluk yaparlar, gıyabında, arkadan ise
aleyhinde bulunurlar. Onların yanına gelerek oturmalarına bakıp aldanma.
Maksatları senden mânen faydalanmak olmayıp dünyâlık maksatlarına, mal ve mevki
elde etmeye seni vesîle, âlet etmek içindir. Bir kusur ettiğinde, hakkında
kötülük düşünenlerin ve düşmanlarının en azılısı olurlar. Zamânındaki insanları
tecrübe ettiğinde, onlarda bundan başka bir özellik bulmayacaksın.
Ey oğul! Sana sadâkat,
bağlılık iddiasında bulunanların, yaptıkları iyilikleri başına kaktıklarını
görürsün. Çünkü sadâkat ve bağlılık adına yaptıkları az bir iyilik karşılığında
ağır, pek fazla bir hizmet ve karşılık beklerler, çok şey ümid ederler. Bu
ümitlerine bir defa olsun müsâde etmezsen derhal, gösterdikleri sevgi, sadâkat
ve bağlılıklarını bırakırlar. Çok defa onların isteklerinden yakanı kurtaramaz,
arzularının hâsıl olması yolunda boşuna dînini ve şerefini fedâ etmiş, yüz suyu
dökmüş olursun.
Ey oğul! Eğer sana hakîkî
dost arkadaş lâzım ise, Allah için sevenlerle beraber ol. Böyle kimselerden
dostluk ve kardeşlik bağı kurduğun kimseye, muhtâc olduğunda ihtiyacından fazla
malın varsa ver. Yahud onu kendinle beraber tut veya kendine tercih et. Beraber
olduğunuzda ve arkasından ayıplarını ört ve gizle. Kusuru olduğunda sabır ve
tahammül et. Hayatta iken ve vefat ettiğinde onu hayırla an.
Herkese bilhassa sana karşı
olanlara yumuşaklık, alçak gönüllülük, güler yüzlülük ile davranmaya gayret et.
Sana, Rabbinden alıkoyan dünyalığa makam ve mevkıye kalbinin meyletmemesini
tavsiye ederim. Çünkü nefs, hevâ, nefsin arzu ve istekleri, şeytan ve dünya,
insanın dört düşmanı olup, herbirine karşı kullanılacak harb âletleri vardır.
Nefsin silahı tokluk, hapishanesi açlıktır. Hevânın silahı, çok konuşmak; sukût,
konuşmamak ise, onun zindanıdır. Dünyânın silahı insanlarla fazla berâber olmak,
onlar arasında fazla bulunmak, çâresi yalnızlık ve onlardan uzak kalmaktır.
Şeytanın silâhı gaflet yâni Allahü teâlâyı unutmak; ona karşı tedbîr, Allahü
teâlâyı anmak ve hatırlamak, O'nun büyüklüğünü düşünmektir. Zikir, Allahü
teâlâya kavuşmakta en kısa yoldur.
Ey oğul! Bu nasihatlerimi
iyi belle ve Allahü teâlânın nîmetlerine, sana yaptığı iyiliklere şükr
edenlerden ol...
Evliyânın büyüklerinden
Hâris el-Muhâsibî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Nefsinin
isteklerinden ve öfke ile hareket etmekten uzak dur. En önde gelen
vazifelerinden birisi de, yumuşak olmak ve dikkatli hareket etmek olsun."
"İlmiyle takvâsını, ameliyle
basiretini ve aklıyla mârifetini arttıran kimsenin izinden yürü."
"Kul için en doğru yol,
ilimle amel etmek, Allahü teâlânın korkusuyla haramlardan sakınmaktır. Günahla
nefsini yâd etme. Günahta ısrâr etme. Fakirlik zamanında Allahü teâlâya sığın,
her hâlinde Allahü teâlâya muhtâc ol ve O'nun her emrinde O'na tevekkül et."
"Sana zulmedeni affet.
Amelinle mağrûr olmaktan sakındığın gibi, ilimle gururlanmaktan sakın.
Yakınının, fakirin ve komşunun hakkını gözet. Konuşmadan hoşlanmayanın yanında
konuşma. Mazlum kardeşine yardım et. Zamânını iyi değerlendir."
"Günahlar gaflet getirir.
Gaflet ise, kalbin katılaşmasına sebeb olur. Kalbin katılaşması, insanı Allahü
teâlâdan uzaklaştırır ve Allahü teâlâdan uzaklık ise, Cehennem'e götürür."
"Câhillerin ahlâkından,
günahkârların meclisinden, kendini beğenenlerin iddiâlarından, mağrûrların
isteklerinden ve ümitsizlerin ümitsizliklerinden sakın ve uzak dur. Hak ile amel
et. Allahü teâlâya güven. Emr-i mârûf ve nehyi anilmünker yap."
Kıymetli kardeşim! Kendinize
geliniz. Aklınızı başınıza alınız. Allahü teâlâdan korkunuz. Şeytan sizi
aldatmasın. Şeytan ve onun yardımcıları, Allahü teâlânın huzûrunda perişan
olacaklardır."
Yine buyurdular ki: "Dilin
farzı ve vazifesi; sükûnet ve öfke zamanlarında doğruluktan ayrılmamak. Gizli ve
açık hiç kimseye eziyet etmemektir. Gözün farzı ve vazifesi; haramlardan
korunmaktır. Kulağın farzı ve vazifesi, helâl olmayan şeyleri dinlememektir.
Lisanından sonra, insanoğlu için en tehlikeli âzâ kulağıdır. Çünkü kulak, kalbin
en büyük elçisidir. Fitne bataklığına en fazla dalan kulaktır. Burnun farzı ve
vazifesi; burun, kulak ve göze tâbidir. Dinlemesi ve bakılması câiz olmayan bir
şeyin koklanması da câiz değildir. Ellerin ve ayakların farzı ve vazifesi;
Allahü teâlâ tarafından haram kılınan şeylere uzanmaması ve başkalarının
hakkından sakınmasıdır."
İslâm âlimlerinden ve
evliyânın büyüklerinden Hasan Sezâî (rahmetullahi teâlâ aleyh)
hazretlerinin oğluna yazdığı bir mektuptan bâzı kı-sımlar:
"Gözümün nûru evlâdım. Her
hâlinle seni cenâb-ı Hakk'a emânet ettim. Kalb gözün açık olsun. Mahlûklara
güzel ahlâk ile muâmele edesin. Bütün amellerin en güzeli, güzel huylu olmaktır.
Dili tatlı olanın dostu çok olur, buyrulmuştur. Dâimâ insanların aybını gizle.
Kimsenin aybını yüzüne vurma. Gadab ve kızgınlığını yenmeye çalış. İhtiyârlara
karşı hürmet et. Bir fakir gördüğün zaman, gücün yettiği kadar elinde bulunandan
yardımda bulun. Bunlara riâyet edersen ömrün uzun olur, Hak teâlâ her yerde seni
azîz eder.
Dâimâ affedici ol.
Vasiyetlerimi tutarsan dünyâda rahat ve muhterem, âhirette de mükerrem olur ve
rızâmı kazanırsın. Dâimâ îtikâdı düzgün, sâlih kimselerle birlikte bulun. Dünyâ
fânîdir. Ne sana kalır ne de başkasına. Bâkî kalacak şey, Allahü teâlâ için olan
muhabbettir."
Başka bir talebesine yazdığı
bir mektuptan:
"Allahü teâlâ mânevî
nîmetlerden hisse almanı nasîb eylesin. Sakın ha. Dünyâ îtibârına aldanıp mânevî
yükselmeden geri kalmayasın. Sûret ve görünüşe îtibâr etmeyesin. Zîrâ
görünüşteki îtibâr, olsa olsa su üzerinde meydana gelen dalgaya benzer. Su
üzerindeki dalganın devamlı olması mümkün müdür ve ona bağlanıp kalmak akıl kârı
mıdır? Hak teâlâ mânâ âlemimizi ihyâ eylesin. Bize hidâyet versin. Çeşitli
yanlışlara düşerek, mâneviyâtımızın harâb olmasından Allahü teâlâya sığınırız."
Tâbiînin meşhûr âlimlerinden
ve evliyânın büyüklerinden İbrâhim bin Edhem (rahmetullahi teâlâ aleyh)
bir kimse nasîhat isteyince: "Bağlı olanı aç, açık olanı kapa." buyurdu. O
kimse; "Bunu anlamadım." deyince; "Kesenin ağzını aç, cömert ol, açık olan
dilini de tut konuşma." diyerek izah buyurdular.
Kendisinden yine bir zât
nasîhat istediğinde buyurdu ki: Altı şeyi kabûl edip yaparsan, hiçbir işin sana
zarar vermez. Dünyâda ve âhirette rahat edersin. O altı şey şunlardır:
1. Günah yapacağın zaman
Allahü teâlânın sana verdiği rızkı yeme.
2. O'na âsî olmak istersen,
O'nun mülkünden çık. Mülkünde olup da ona isyân etmek uygun olur mu?
3. O'na isyân etmek
istersen, gördüğü yerde günah yapma. Görmediği yerde yap. O'nun mülkünde olup,
verdiği rızkı yiyip, gördüğü yerde günah yapmak uygun değildir.
4. Can alıcı melek, rûhunu
almaya geldiği zaman tövbe edinceye kadar izin iste. O meleği kovamazsın. Şimdi
kudretin var, güç kuvvetin yerinde iken tövbe et. Tövbe edilecek zaman bu
zamandır. Zîrâ ölüm çok âni gelir.
5. Mezarda Münker ve Nekir
ismindeki iki melek, suâl için geldiklerinde, onları kov seni imtihân
etmesinler. Soran kimse; "Buna imkân yoktur." dedi. İbrâhim Edhem buyurdu ki;
"Öyle ise şimdiden onlara cevap hazırla."
6. Kıyâmet günü Allahü teâlâ;
"Günâhı olanlar Cehennem'e gitsin." diye emir edince ben gitmem de. Soran kimse
dedi ki: "Bu sözümü dinlemezler." Nasîhatları dinleyen kimse tövbe etti ve
ölünceye kadar tövbesinden vazgeçmedi.
Harput'un büyük velîlerinden
Seyyid Mahmûd Sâminî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin talebesi
Hâfız Osman Bedreddîn hazretlerine nasîhatlerinden bâzıları: "Hâfız! Bir çocuk
tahsîl çağına geldiği zaman, okuyup yazmaya nasıl harfleri öğrenmekle başlarsa,
Hakk'a ermek de tavsiye edeceğim şu hususlara uymakla gerçekleşir:
1) Allahü teâlâyı tanımak,
2) Muhabbetullah (Allahü teâlâya muhabbet), 3) Gönlü toplamak, 4) Teslîmiyet, 5)
Nefsin arzularına uymamak, 6) Bu yolda gayret göstermek, 7) Kesrette vahdet.
Halk içinde Hak ile olmak, 8) Çok salevât okumak, 9) Kelime-i tevhîdi çok
söylemek, 10) Az yemek, 11) Temiz giyinmek, 12) Halka faydalı olmak, 13)
Mütehallik, güzel ahlâk sâhibi olmak, 14) Mürşide, yol göstericiye, hocaya
itâat, 15) Arkadaşlarına şefkat, sevgi, 16) Âleme ibret nazarı ile bakmak, 17)
Vaktin kıymetini bilmek, 18) Hükûmete itâat, 19) Hasedden ârî, uzak olmak, 20)
Kimseye buğz ve düşmanlık etmemek, 21) Komşu hakkını ileri tutmak, 22) Sözünün
eri olmak, 23) Kendini tanımak, 24) Dünyâdan lüzumlu kadar nasîb almak, 25)
Âhireti unutmamak, 26) Doğruluktan ayrılmamak, 27) Haddi aşmamak, 28) Huzûrla
sükûn bulmak. Tasavvufun elifbâsı bunlardır. İnsanlar arasında aşk ateşiyle
dolaş, fenalıkları yak, iyilikleri besle. İnsanı insana yaklaştır, Hakk'a
ulaştır. Aslâ ilmine güvenme, fadlına kanma. Dünyâya aldanma, nefsine uyma,
şeytanı at. Aşk ile yan, şevk ile kalk. Peşinden gelenleri ne olursa olsun iyi
gözet, sapıkları düzelt. Huzûra dikkat, her sözün hakîkat, görüşlerin mârifet
olsun.
Hâfız! Makâm-ı irşâd yâni
insanları yetiştirme makamı bir şimşektir. Çaktığı vakit etrâfını aydınlatır ve
düştüğü yeri de yakar. Mârifet; o aydınlığı insanların kararan kalbine nüfûz
ettirmek (sokmak) ve kalbleri aydınlatmaktır.
Tâbiînin
büyüklerinden, adâleti, insâfı ve güzel ahlâkı ile meşhur Halîfe Ömer bin
Abdülazîz (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri bir gün cemâate hitâben: Ey
insanlar! Sizler, ölüm için hedefler durumundasınız. Ölüm sizden dilediğini
seçer. Size yeni bir nîmet verildiği zaman, önceki nîmet orada sona erer. Ağıza
bir lokma alınmasın, bir yudum su içilmesin ki, onunla berâber bir keder ve bir
üzüntü olmasın. Dün geçti. O, sizin hakkınızda iyi bir şâhittir. Bugün mühim bir
emânettir. Onun kıymetini bilmek ve iyi değerlendirmek lâzımdır. Yârın, içinde
hâdiselerle berâber gelmektedir. Sizi almak için gelen ölümün elinden kaçış
nereye olacak. Sizler şu dünyâda, eşyâlarını bineklerine yüklemiş,
yolcularsınız. Yüklerinizi, buradan başka bir âlemde çözeceksiniz. Sizler, şu
dünyâda sizden önce gelenlerin yerine geçtiniz. Fakat siz de yerinizi, sizden
sonra gelenlere vereceksiniz. Sizin aslınız ve dünyâya gelmenize vesile olanlar
kalmadı. Sizler, onlardan dünyâya gelen kimseler olarak, nasıl bâkî (devamlı)
kalabilirsiniz. Sizler de bu dünyâdan göçeceksiniz.” dedi.
Ömer bin Abdülazîz
hazretleri'nin son Cumâ hutbesi şöyleydi: “Ey muhterem müslümanlar!
Şunu iyi biliniz ki,
lüzumsuz bir hiç olarak yaratılmadığınız gibi, yaptığınız işlerden de sorgu ve
sorumsuz kalacak değilsiniz. Gelmiş ve nihâyete kadar gelecek insanların
toplanacağı bir mahşer ve orada adâlet terâzilerinin kurulacağı bir mahkeme
vardır. Onun tek hâkimi, azamet ve kibriyâ sâhibi yüce Allah'tır. Âhiret korkunç
bir gündür. Yürekleri parçalayan, çocukları ihtiyar yapan, kişiyi kardeş, evlâd
ve iyâlinden kaçıran, peygamberleri, melekleri titreten bir gündür. Cenâb-ı
Hakk'ın celâl ve azametiyle tecellî edeceği o günde, kimde kuvvet ve tahammül
kalır! Bununla berâber Allah’ın rahmetinden de ümid keserek hüsrâna düşmeyiniz.
Ey muhterem cemâat!
Muhakkak biliniz ki; mahşer
gününde emniyet ve korkusuzluk, bugünden o günü düşünüp de Allah’tan korkan,
küfür ve günahtan sakınan ve bu fânî âlemi bekâ âlemi olan âhirete üstün
tutarak, şehvânî hislerinin esiri olmayanlar içindir. Bunun aksi harekette
bulunanlar muhakkak aldanır. Hayat ve ömür sermâyesini haksızlık ve yolsuzluk
arkasında tüketen eli boş ve nedâmet, pişmanlık içinde kalır. Bugün; siz, sizden
öncekilerin yerini tutuyorsunuz. Fakat elbette sizin de yerinizi tutacaklar var.
Görüyorsunuz ki, gelenler durmuyor, gidenler geri dönmüyor. İster istemez
gideceğimiz bu mahal, her şeye sâhib olan cenâb-ı Hakk’ın huzûrudur.
Âhiret âlemine gidenleri her
gün uğurluyor ve götürdüğünüz kabirlerde kara toprak altında yataksız,
yastıksız, tek ve tenha bırakıp dönüyorsunuz. Ölümün acısını duyan o fânîlerin
hâli ne kadar merhameti çeker ve ibrete değer. Tanımadıkları bir âleme sefer
etmişler, sevdiklerinden ayrılmışlar. Gelip geçici emânet bir hayatın gaflet
uykusundan uyanmışlar, ama iş işten geçmiş, telâfi imkânı elden çıkmış, naz ve
nîmet içinde beslenmişlerken yatak ve yastıkları kuru toprak olmuş,
terkettikleri dünyâ malından istifâdeleri yok. Yaptıkları incir çekirdeği kadar
da olsa, bir hayrın imdâdını bekliyorlar. Düşünmeğe değer bu hâllerden ibret
almaz mısınız?
Ey muhterem cemâat!
Zannetmeyin ki, kendimde bir
büyüklük gördüğüm için size böyle nasîhat ediyorum. İçinizde belki benden daha
ziyâde Allahü teâlânın rahmet ve magfiretine muhtaç kimse yoktur. Ben hem
kendim, hem de sizin için rahmet ve magfiret diliyorum. Yüce Allah’ın kitabını,
Peygamberinin güzel ahlâkını kendinize örnek yapınız, ancak selâmet bundadır.”
buyurduktan sonra gözyaşlarını tutamadı. Bu onun son hutbesiydi. Aynı zamanda
evine de son gidişiydi.
|
|