|
MÜCÂHİD
EVLİYÂ (G)
Osmanlılar zamânında
Anadolu'da yaşayan evliyânın büyüklerinden Gavs-ül-Memdûh (rahmetullahi
teâlâ aleyh) hazretlerinin akrabâlarından Ali Efendi birkaç arkadaşıyla hacca
gitmişti. Dönüşte Lazkiye civârına geldiklerinde yiyecekleri bitti. Lazkiye'ye
giderek orayı idâre eden Osmanlı paşasına durumu anlattılar ve yardım talebinde
bulundular. Onların Tillolu olduğunu öğrenince, Gavs-ül-Memdûh hazretlerini
sordu. Yeğeni olduğunu söyledi. Paşa buna çok sevindi ve hocalarının evsâfını
sordu. O da tek tek anlattı. Anlattıkça paşa tasdik ediyordu. Buna oldukça
şaşırdı. Acabâ paşa, hocamı nereden tanıyordu? Dayanamayıp sordu. Paşa da cevap
olarak şöyle anlattı:
Pâdişâhımızdan, buradaki
Fransızlarla savaş yapmak üzere emir almıştım. Askerlerimi toplayarak düşmana
saldırdık. Onlara karşı, gerek silâh, gerekse asker olarak çok az olmamız
hasebiyle mağlup olmuştuk. Durumu sultânımıza bildirdik. Sultan da yeniden asker
toplayıp Fransızların üzerine yürüyerek gâlip gelmemizi emretti. Başüstüne,
diyerek tekrar asker topladım. Hazırlıklarımı tamamladıktan sonra savaş
meydanına yürüdük. Her askere namazlarını geçirmemeleri için tekrâr tekrâr
tenbih ettim. Sonra helallaşmalarını, âmirlerine mutlak itaat edip zamanın
velîlerinden imdâd istemelerini söyledim. Böylece maddî ve mânevî sebeplere
yapıştık. Başta kendim, savaş meydanında geçirdiğim o ilk gecede, sabahlara
kadar uyumadım. Namaz kılıp, Kur'ân-ı kerîm okudum ve cenâb-ı Hakk'a çok duâ
edip yalvardım. Gözyaşları arasında zamânın Gavs'ından da yardım istedim. Fecr
vaktinde askerimi uyandırdım. Ezân-ı Muhammedî okundu. Cemâatle sabah namazını
kıldık. Rabbimizden bize zafer nasîb etmesi için duâlar edip askerimle
helâllaştım. Güneş doğarken, karşı tepede ordugâhını kuran Fransızlar üzerine;
"Allah Allah!.." nidâlarıyla hücûma geçtik. Önce top atışları ile başlayan
savaş, sonra tüfek ve tabancaya, göğüs göğüse geldiğimizde de kılıç ile
çarpışmaya döndü. Her iki tarafın da bütün gücü ile vuruştuğu bir anda, bir
atlının rüzgâr gibi saflarımıza katılıp düşmana hücûm ettiğini gördük. Bu gelen
nûr yüzü, yeşil sarığı ve beyaz elbisesi içinde daha da heybetli görünüyordu.
Elinde kılıcı ile; "Allahü Ekber" nidâlarıyla hücûm üzerine hücûm tâzeliyordu.
Onun bu gayreti hepimizi heyecana getirdi. Canımızı dişimize takarak
Fransızların üzerine şiddetle saldırdık. Öyle ki, herbirimiz birer arslan
kesilmiştik. Vurduğumuz yerden ya kol, ya baş koparıyorduk.
Bizim bu ânî gayretimiz
düşmanın gözünü yıldırdı ve kaçmaya başladılar. Peşlerine düştük, pek çoğunu
öldürdük, bir kısmını esir aldık. Pek azı kaçabilmişti. Topları, cephâneleri hep
elimize geçti. Bu arada bize yardıma gelen o mübârek zâtın, düşmanın kaçtığı
istikâmetten atıyla geldiğini gördük. Önünde elleri bağlanmış bir Fransız vardı.
Yanımıza gelmesini heyecanla bekledik. Nihâyet geldiklerinde esiri yere bıraktı
ve; "Paşa! Bu papaz, Fransızları galeyana getirerek, müslümanlara saldırtıyordu.
Bu İslâm düşmanını iyi zaptet!" buyurdu. Buna çok sevindim ve imdâdımıza yetişen
nûr yüzlü zâtın ellerine sarıldım. Doya doya öptükten sonra; "Canım size fedâ
olsun. Kim olduğunuzu lütfeder misiniz?" diye sordum. "Tillolu Memdûh'um."
diyerek atını mahmuzladı. Önce şâha kalkan at, hızla yanımızdan uzaklaştı. |
|