CİLD       ALFABE       KONU       KABR-İ ŞERİFLER

ALFABE - CİLD                      1.   2.   3.   4.   5.   6.
     
 

MÜCÂHİD EVLİYÂ (B - C)

Evliyânın meşhurlarından Bahri Dede (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri zamânında, Kânûnî Sultan Süleymân Zigetvar seferine çıkmadan önce hazırlıklarını tamamlayıp, evliyâ kabirlerini ziyâret edip zafer kazanmak için duâ etti. Ayrıca hayatta olan evliyâ ve ulemâdan da duâ istedi. Devrin meşhûr evliyâsı olan Bahri Dede'den de duâ istemişti. Ayrıca fakirlere muhtaçlara dağıtır diye bir kese içinde bin flori altın hediye etti. Bahri Dede bu hediyeyi kabul edip bir yere sakladı. Sonra savaşa kendisinin de katılacağını söyledi. Ordunun hareket günü gelince o da orduyla yola çıktı. Böyle evliyâ bir zâtın aralarında bulunması pâdişâh, komutanlar ve askerler için büyük bir ümit ve moral oldu.

Zigetvar Kalesi kuşatılıp peşpeşe iki taarruz yapılmasına rağmen kale fethedilemedi. Ordunun içinde büyük bir mânevî destek olan Bahri Dede, kalenin fethedileceğini müjdeledi ve zafer için çok duâ etti. Nihâyet üçüncü defâ büyük bir taarruz yapıldı. Bu taarruz sırasında şiddetli yağmur yağdığı için arâzi çamur ve bataklık hâlini almıştı. Her şeye rağmen Bahri Dede gibi evliyâ bir zâttan fetih müjdesi almışlardı. Bu sebeple büyük bir azim içinde idiler. Yeniçeri bölükbaşısı abdest alıp vasiyetini yazdı. Merdivenlerle kaleye tırmanıp mazgallardan birine humbara yerleştirip fitilini ateşledi. O anda düşmanın hücûmuna uğrayan yeniçeri bölükbaşısı şehît düştü. Fakat ateşlediği humbara patlayıp kalede büyük bir gedik açtı. Osmanlı askerleri bu gedikten dış kaleye, daha sonra da iç kaleye girerek kaleyi fethetti. Ordu zafere ulaştı. Bu seferde pâdişâh hastalanıp vefât etmişti. Ordu Bursa'ya döndükten sonra, Bahri Dede, sultanın kendine hediye ettiği bin altını sakladığı yerden çıkarıp geri iâde etti. Kısa bir müddet sonra da vefât etti.

Bayraklı Sultan (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin asıl ismi Yûnus Mürebbî'dir. 1204 senesinde Selçuklu kumandanlarından Hüsâmeddîn Çoban Bey komutasındaki ordu ile Kastamonu fethine katıldı. Günlerce süren muhasarada kaleyi almak şöyle dursun, surlara tırmanmak dahi mümkün olmadı. Bir gün Yûnus Mürebbî, Hüsâmeddîn Çoban Beyin huzûruna çıkarak yapılacak ilk cenkde bayraktar olmak istediğini arzetti. Çocuk sayılacak yaşta olması sebebiyle hayır cevabını alınca:

-Ata Beyim gece rüyâmda sevgili ve şerefli Peygamber efendimizi görmekle şereflendim. "Yarın bana kavuşacaksın. Fakat elinde bayrakla bana gel!" dedi, diyerek rüyâsını anlattı.

Cenk esnâsında belindeki urganı kale burçlarına fırlatıp, dökülen kızgın yağlara, alevli parçalara aldırmadan burca tırmanıp sancağı dikti ve elindeki kılıç ile kale kapısının halatlarını keserek kapıyı açtı. Açılan kapıdan içeri hücum edilerek kale fethedilince, Yûnus Mürebbî'nin vücudunda pek çok ok yarası olmasına rağmen sancağı dimdik tuttuğu görüldü. Nâşı Kastamonu kalesine defnedilerek bir de türbe yapıldı. Yöre halkının Bayraklı Sultan olarak tanıdığı Yûnus Mürebbî sık sık ziyâret edilmektedir.

Mevleviyye yolunun büyüklerinden ve yüksek hâller sâhibi velî Bostan Çelebi (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri Konya'da talebeler yetiştirmekte iken, Mevleviyye yoluna düşman olanlar, kendisine çok eziyet vermekte idiler. Tam bu sıralarda Osmanlı tahtında değişiklik oldu ve Üçüncü Mehmed Hanın ölümüyle tahta Birinci Ahmed Han geçti (21 Aralık 1603). Birinci Ahmed Hanın sultân olduğu zaman, Osmanlı Devleti çok zor şartlar ile karşıkarşıya idi. Devlet batıda Avusturya ve doğuda İran ile harp hâlinde bulunduğu bu sırada; içte celâlî adı verilen âsîler yirmişer otuzar bin kişilik gruplar meydana getirmişler, köyleri yakıp yıkmaya, üzerlerine gönderilen orduları bozmaya başlamışlardı. Bu iç gâile, Osmanlı Devletini temelinden sarsacak bir manzara görünümündeydi. Bilhassa İran, bu iç fitneyi körüklüyor ve Osmanlı Devleti içerisindeki hurûfîler de bütün güçleri ile bu fitne hareketlerini destekliyorlardı.

Bostan Çelebi hazretleri, Sultan Birinci Ahmed'in tahta geçmesinden sonra büyük ceddi Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî hazretlerinin mânevî işâreti üzerine İstanbul'a geldi. Kadir gecesi olması muhtemel bir gecede Ebû Eyyûb el-Ensârî hazretlerinin kabr-i şerîfini ziyâret etti. Aynı gece Sultan Ahmed Han da şöyle bir rüyâ gördü:

Saray-ı hümâyûndaki husûsî köşkün etrâfında heybetli ve nûrânî zâtlar geziniyordu. Onların kimler olduğunu araştırınca, yakın adamlarından birisi gelerek; "Sultânım! Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî hazretleri köşkünüzü teşrif ettiler. Peşindekiler, onun dervişleri ve talebeleridir." dedi. Bu haberi alan Sultan büyük bir sevinçle sarayın içine girdi ve orada Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî hazretlerini gördü. İkrâm ve iltifât olmak üzere ona saltanat tahtına oturmasını teklif etti. O zaman Mevlânâ hazretleri; "Arşın gölgesi altında oturanlar, bu birkaç ağaç parçasından yapılmış tahta iner mi? Bu tac ve taht sizindir." buyurdu. Bu sırada Sultan Ahmed Han, Mevlânâ hazretlerinin orada bulunuşunu fırsat bilip, ondan devlete isyân eden, azgınlık ve taşkınlık yapan celâlîlerin hakkından gelebilmek için himmet ve hayır duâda bulunmalarını istedi. Mevlânâ hazretleri ona; "Sen eğer bizim çocuklarımıza karşı azgınlık ve taşkınlık edip onlara sıkıntı verenlere mâni olursan, biz de bunun mükâfâtı olarak mânevî yolla size karşı gelenlerin zararlarını ve çıkardıkları fitneleri def ederiz. Bostan'ımıza var, himmetine sarıl!" diye tenbih eyledi. Mevlânâ hazretleri oradan Ebû Eyyûb el-Ensârî hazretlerini ziyârete gitti. Sultan Ahmed de kendisini tâkib etmişti. Gördü ki, Ebû Eyyûb el-Ensârî hazretleri hayatta ve Mevlânâ hazretlerinin torunlarından biriyle sohbet etmektedir. Mevlânâ hazretleri de oraya varıp bu büyük sahâbîyle sohbetten sonra vedâ edip ayrılırken; "Benim Bostan'ım budur." diye işâret etti.

Sultan Ahmed tam bu esnâda uyandı. Böyle mübârek bir rüyâ görmenin şükrânesi olarak Allahü teâlâ için kurbanlar kestirdikten başka, derhal Eyüb Sultan'a ziyârete gitti. Orada Bostan Çelebi'yi görünce sevindi. Mevlânâ Celâ-leddîn-i Rûmî hazretlerinin tenbihi üzere saray-ı hümâyûna dâvet etti. O da bu dâveti kabûl etti. Sultan ona Mevlânâ hazretlerinin oturduğu yere oturmasını teklif ettiğinde; "Mübârek dedemin yerine oturmam edebe sığmaz." diyerek, Sultanın akşamki rüyâsına işâret etti. Böylece Ahmed Han, Mevlânâ hazretlerinin; "Bostan'ımıza yapış." sözündeki inceliği ve Bostan Çelebi'nin de hâlinin yüksekliğini ve velî olduğunu anladı. Kendisine pekçok hürmet ve saygı gösterdi. Sohbetlerinden bereketlendi ve bütün sıkıntılarının giderilmesi için emirler verdi. Bu mübârek zâta ve mevleviyye yolunun büyüklerine eziyet edenlerin, rahatsızlık verenlerin cezâlandırılmasını istedi. Zâten Sultan Ahmed Hanın, Bostan Çelebi'ye gösterdiği hürmeti duyan fesadçılar, büyük bir korkuya kapılmışlar ve sözlerini kesmişlerdi. Bostan Çelebi bir müddet sonra Konya'ya gitmek üzere pâdişâhtan izin istedi. Bu mübârek zâttan ayrılmak, genç pâdişâh Ahmed Hana çok ağır geldi. Büyük bir kalabalıkla kendisini İstanbul'dan uğurladı. Ayrılırken memleketin isyâncıların şerrinden kurtulması için pekçok duâ eden Bostan Çelebi, Konya'da da muhteşem bir kalabalık tarafından karşılandı. Bostan Çelebi'nin ayrılışının üzerinden çok geçmeden Ahmed Hanın Anadolu'da celâlîler üzerine gönderdiği ordunun zafer haberleri gelmeye başladı ve kısa sürede âsîlerin tamâmı temizlendi.

Bostan Çelebi bundan sonra daha rahat ve huzurlu bir şekilde talebelerine ders verdi. Bir gün yine Mevlevîhânede talebeleri ile meşgûlken içeriye bir haberci girdi. Şeyhe, kendisini Lala Mustafa Paşanın gönderdiğini ve ondan Şam'da boş bulunan Mevlevî Dergâhına bir halîfe göndermesini istirhâm ettiğini bildirdi. Bostan Çelebi bu istek üzerine himmet ve teveccühlerine kavuşmuş olan Kartal Dede'yi oraya halîfesi sıfatıyla göndermek istedi. Ancak Kartal Dede'ye hocasından ayrılık çok zor geldi. Gözyaşları içinde bu husûsu hocasına arzetti ve ayrıca; "Vâiz ve zikr meclisleri için lâzım olan ilmim de yok." diyerek kendisinin bu vazîfeden bağışlanmasını arz eyledi. Bunun üzerine Bostan Çelebi ona:

"Ağız senden, söz bizden. Sana büyük bir âlim de mürid olur." diyerek onu teselli etti ve mâzeret kapısını kapadı. Kartal Dede hocasının duâları bereketiyle Şam'a vardı. Vardığı gün şehrin büyük câmilerinden birinde vâz verdi. Halkın yanısıra büyük âlimler ve devlet adamları da vâzına geldi. Vâzında derin ve ince mânâlardan bahseden Kartal Dede'yi dinleyenler hayran kaldı. Onu umduklarından da daha yüksek buldular. Yine aynı gün câmide bulunan büyük âlim Alemî Dede de onun sözlerine hayran kaldı. Alemî Dede, Bağdâdlı olup, Irak'ın çeşitli yerlerinde ilim tahsîl etmişti. Tahsîlini tamamladıktan sonra İstanbul'da Fâtih Câmiinde ders vermiş, talebeleri Mısır'a kâdı gönderilmiş, böylece orada da tanınmıştı. Allahü teâlânın hikmeti bu sırada hacdan dönerken Şam'a uğradı ve böylece Kartal Dede ile tanışarak kendisine talebe oldu.

Tâbiînin büyüklerinden, hadîs âlimi Cübeyr bin Nüfeyr (rahmetullahi teâlâ aleyh) şöyle rivâyet etmiştir: Kıbrıs adası fethedildiği zaman halk esir alınıp gâziler arasında paylaştırıldı. Esirler birbirleriyle dertleşip ağlaşıyorlardı. Bu sırada Ebüdderdâ'yı gördüm bir yere oturmuş ağlıyordu. "Allahü teâlânın İslâm ve müslümanları zafere ulaştırdığı, güçlü kıldığı bir günde ağlamanın sebebi nedir?" dedim. Bana, "Ah Cübeyr! İnsanlar, Allahü teâlânın emirlerini terk ettiklerinde, Allah nazarında hiç kıymetleri kalmaz. Esirleri göstererek; bir millet güçlü ve hükümrân iken, Allahü teâlânın emirlerini bırakırsa, işte şu gördüğün duruma düşer." dedi.

Evliyânın büyüklerinden Cüneyd-i Bağdâdî (rahmetullahi teâlâ aleyh) Ordu ile bir sefere katıldı. Ordu kumandanı ona bâzı şeyler gönderdi. O da istemeyerek alıp, asker ve gâzilerin muhtaçlarına dağıttı. Bir gün öğle namazını kıldıktan sonra oturup; "Niçin o şeyi kabûl ettim?" diye kendi kendini kınıyordu. O sırada uykusu gelip uyudu. Rüyâsında, çok süslü bir takım köşkler gördü. "Bunlar kimin?" diye sordu. "Gâzilere dağıtılan malın sâhiplerinin" denildi. "Onlarla birlikte bana da bir şey var mı?" diye sordu. Ona içlerinde en güzel ve büyük olanı gösterip; "İşte bu senindir." dediler. O; "Bana onlardan üstün tutulmamın ve en iyisinin bana verilmesinin sebebi nedir?" diye sorunca; "Onlar mallarını sevap bekleyerek verdiler. Bu sebeple verilen saraylar, ona göredir. Sen ise, o malı kabûl etmekle yanlış bir iş yapmaktan korkarak, nefsini sîgaya, hesâba çekerek dağıttın. İşte Allahü teâlâ bu hâline, böyle düşünmene kat kat sevap verdi." dediler.