|
MÜCÂHİD
EVLİYÂ (A - 5)
Atâ Efendi
(rahmetullahi teâlâ aleyh) Üsküdar'daki Özbekler Tekkesinin son şeyhidir.
İstanbul'un İngiliz işgâlinden kurtarılması sırasında büyük kahramanlık ve
fedâkarlıklar göstermiştir.
Atâ Efendinin postnişîn
olarak vazîfeli bulunduğu Özbekler Dergâhının kuruluşuyla ilgili şu menkıbe
nakledilir: Sultan İkinci Mahmûd Han devrinde Özbekistan'dan kalkıp hacca gitmek
üzere yola çıkan bir grup Türkistanlı, Halîfeyi görmek ve izin almak için
İstanbul'a gelmişlerdi. Çünkü eskiden beri hacca gidecek olanlar, sultandan izin
almak maksadıyla İstanbul'a gelirler, Cumâ selâmlığında Halîfeyi görürler
duâsını alırlardı. Bu bir nevî izin almak idi. Türkistan'dan gelen Özbekler de
ilk Cumâ selâmlığında Halîfeyi görmek üzere Sultantepesinde çadırlarını kurup
yerleşmişlerdi. Sultan İkinci Mahmûd Han maiyyetiyle oradan geçerken,
çadırlarının şeklinden onların yabancı olduğunu anlayarak kim olduklarını merâk
etti ve bir adamını göndererek durumu öğrendi. Sonra da atını sürerek yanlarına
gitti. Durumlarını anladıktan sonra; "Halîfe emretse burada kalır mısınız?"
deyince, hepsi birden; "Hay hay emr ü fermân Pâdişâhımız efendimiz
hazretlerinindir." dediler. Bunun üzerine Sultan İkinci Mahmûd Han; "Öyle ise
ben halîfeyim, emr ediyorum. Hacdan sonra dönünüz, burada kalınız. Size münâsip
bir dergâh yapıla ve siz de gelecek hemşehri hacılarınızın hizmetini îfâ
edesiniz!" diyerek onların el etek öpmesine meydan vermeden atını sürüp gitti.
Hac dönüşüne kadar, bir dergâh ve iki odalı bir ev yapıldı. O günden îtibâren
"Özbekler Tekkesi" diye anılan bu dergâh yapıldı ve Türkistanlı hacıların
hizmetlerinde kullanıldı.
İstiklâl Harbi sırasında,
İstanbul ile Anadolu arasındaki gizli haberleşmenin merkezi ve İstanbul'dan
Anadolu'ya gitmek üzere hareket edenlerin üssü olarak kullanılan Özbekler
Dergâhının şeyhi Atâ Efendi bu sırada büyük fedâkârlık ve kahramanlıklar
gösterdi. İstanbul'un İngilizler ve İtalyanlar tarafından işgâl edildiği kara
günlerde vatanı kurtarabilme çârelerini araştırdı. İngiliz işgâline, ilk karşı
koyma hareketi olarak "Karakol Cemiyeti"ni kuranlar arasında yer aldı. Temsil
ettiği dînî ve mânevî kıymetleri, vatanın selâmet ve kurtuluşuna vakfetti.
Kendisi gibi olan tasavvuf ehli ve âlim kimselerle elele vererek en gözü pek
gençlerin gösteremediği cesâreti ortaya koydu, kapı kapı dolaşarak,
birçoklarının ağızlarının açılmadığı o günlerde müminlere ümit telkin etti,
başına sarındığı yeşil destârı, sarığı ve üzerindeki siyah cübbesi ile işgâl
kuvvetlerinin dikkatini çekmeden çalışmalarını sürdürdü. İşgâl kuvvetlerinin
evlerin haremine bile soktuğu yerli-yabancı câsûslar, ilk zamanlar tekke, mescid
ve câmilerden ve dînî şahsiyetlerimizden şüphe etmiyorlar, Türk'ün bu mânevî
öncülerini yakından tanımıyorlardı. Başı sarıklı, destârlı, üzeri cübbeli olan
bu vatanperver insanlardan olan Atâ Efendi, düşmanların bu gafletlerinden
istifâde etmesini bildi. Evlerde, câmi ve mescidlerde müslümanlara cesâret veren
ve onların işgâl kuvvetlerine karşı direnmelerini teşvik eden konuşmalar yaptı.
Mahallelerde tesiri büyük olan câmi imâmlarını safına alarak onları silâh ve
cephânelerin naklinde vazîfelendirdi.
Gündüzleri insanlara
nasîhatlariyle ümid telkin eden Atâ Efendi, gece olunca silâhlanıyor, Nakkaş
Karakolundan Özbekler Dergâhına kadar olan yolları tutturuyordu. Silâh ve
cephâneler taşınıyor, oradan da Karakol Cemiyetinin fedâileri eliyle Büyük
Çamlıca'nın arkasından dolandırılarak Libâdî'deki göz doktoru Esad Paşanın
çiftliğine aktarılmak üzere Kısıklı imâmı Nûri Hocanın Libâdî'deki evinin
yanındaki mahzende saklatıyordu. Münâsip zamanlarda tomruk taşıyan arabaların
alt bölümüne yerleştirerek Alemdağı'nda gizli karargâh kuran millî kuvvetlere
ulaştırılmasını sağlıyordu. Özbekler Dergâhında gizli bir hastâne bile kurmuştu.
Azgın Rum ve Ermeni çeteleriyle çarpışırken, düşman işgâli altındaki cephâne
depolarını basarken yaralanan mücâhidler burada yatırılıyor, gizlice gelen
hamiyetli ve yardımsever doktorlar tarafından tedâvî görüyordu.
Atâ Efendinin asıl
fedâkârlığı, Anadolu'ya geçecek kimseleri dergâhında barındırmasıydı. Birçok
meşhûr isim onun dergâhında misâfir olmuşlar, daha sonra da müsâit vakitlerde
Ankara yolunu tutmuşlardı. Vurun Kahpeye isimli eseriyle, Atâ Efendi gibi
düşünen ve yaşayan din adamlarını kötüleyen, onları İstiklâl Savaşı
aleyhindeymiş gibi gösteren Hâlide Edip Adıvar da, bu dergâhta misâfir olup,
Anadolu'ya geçen kimselerdendi. Atâ Efendi, Üsküdar'ın çarşı ve kahvelerini
dolaşır, tesbit edilmiş parola ile Anadolu'ya gidecek kimseleri bulup dergâhında
toplardı. Sonra da bunları on beşer-yirmişer kişilik kâfileler hâline koyar,
gerekli emniyet tedbirlerini aldıktan sonra Çamlıca'nın eteklerinden işgâl
mıntıkası dışına çıkarırdı. Her gün Üsküdâr'da dolaşırken kurduğu gizli cemiyet
vâsıtasıyla çeşitli haberler toplardı. Aldığı bu haberlere göre hareket eder,
Müslümanlara yol gösterirdi.
Atâ Efendinin dergâhı bir
posta merkezi gibi çalışırdı. İstanbul'dan Anadolu'ya, Anadolu'dan İstanbul'a en
kritik haberler bu kanaldan ulaştırılıyordu. Bilhassa İstanbul'dan Anadolu'ya
geçmiş olan Kuvay-ı Milliyecilerin, İstanbul'daki âileleriyle irtibatları en
fazla bu posta vâsıtasıyla temin ediliyordu. İstanbul'da, Anadolu'nun
harekâtının adam ve silâh ihtiyâcını karşılamak üzere kurulan mahallî mukâvemet
ve faâliyet merkezleri ile de temasta bulunan Atâ Efendi, onların gönderdikleri
adam ve silâhları da kurduğu bu teşkilât sâyesinde Anadolu'ya gizlice
ulaştırıyordu.
Atâ Efendinin talebeleri ve
Özbekler Tekkesinin kahraman dervişleri Çamlıca eteklerine kadar sokulan milis
kuvvetlerine yardım etmek, îcâbında onları saklamak ve yaralılarına gerekli
ihtimâmı göstermek sûretiyle de faydalı oluyordu.
1920 senesi Nisan ayının bir
akşamı idi. Havada tatlı bir bahar şenliği ve serinliği vardı. Hafif esen
rüzgâr, her yana bahar kokularını yayıyordu. Özbekler Tekkesi de benzeri sık sık
görülen müstesâ gecelerinden birini daha yaşıyordu. Bütün odaları biraz sonra
Anadolu yolculuğuna çıkacak misâfirlerle doluydu. Bu misâfirler arasında işgâl
kuvvetleri tarafından kapattırılan son Osmanlı Mebuslar Meclisinin bir kısım
âzâları, üyeleri de bulunuyordu. Atâ Efendi ise dergâhın bahçesinde bâzı
kimselerle oturuyordu. Çadırlaşmış ve çiçeklerle donanmış bir akasya ağacının
altında, tatlı tatlı sohbet ediyordu. Etrafını saran ve onu dinleyen yolcuları
konuşmalarıyla teselli ediyor, yüreklerine çöken ayrılık acılarını, gariplik
duygularını unutturmaya çalışıyordu. Bu esnâda Üsküdar câmilerinde yatsı ezânı
okunmaya başlamıştı. Atâ Efendi sustu, yanında bulunanlarla birlikte huzûr ve
huşû içinde okunan ezânları dinledi. Tam bu sırada Fıstıkağacı ile dergâh
arasındaki yol üzerinde gözcülük yapan bir derviş soluk soluğa bahçeye girdi.
Yanına sokulduğu Atâ Efendinin kulağına eğildi ve fısıldadı: "Aman Şeyhim!
Üsküdar'daki İtalyan polis kumandanı, yanında birkaç İngiliz zâbit ve polisi
olduğu hâlde buraya doğru geliyorlar!.. Bilmem ki..." Şeyh Atâ Efendi dervişin
sözünü bitirmesine meydan bırakmadı. Hemen yerinden fırladı. Bahçede ve odalarda
kümelenen ve dertleşen misâfirlerine koştu. Yaklaşan tehlikeyi haber verdi,
alınması gerekli tedbirleri de hepsine ayrı ayrı bildirdi. İki dakika bile
geçmemişti ki, bahçede sessiz bir hareket başladı. Anadolu'ya geçmek üzere orada
bekleyen misâfirler kendilerine kılavuzluk eden dervişleri takib ederek
dergâhtan, set başına doğru sarkan ağaçlık ve fundalıklı yamacın üzerindeki dik
patikalardan akmaya başladı. Sağa sola saparak, tarlaların kenarlarındaki
çalılıklara sokulup, gözden kayboldular.
Böylece, sayıları otuzu
geçen misâfirler, tamâmiyle dağıldı, dergâh ve bahçe de her zamanki ıssız hâlini
aldı. Dergâh kapısından içeri dalan işgâlci zâbitlerle berâberindekilerden bir
kısmı bahçe ve mezarlığa saldırdı. Bir kısmı da açık duran kapıdan dergâhın
içine daldı. Oda kapılarını tekmeleyerek açan ve içeriye dalan işgalciler,
yüklük ve dolapları bile aradılar. Nihâyet dergâhın mescid olarak kullanılan
büyük odasına daldılar. Karşılaştıkları manzara karşısında şaşırıp
aptallaştılar. Çünkü Şeyh Atâ Efendi, gerisinde saf tutan dervişleri ile
birlikte namaz kılıyorlardı. Aralarında yabancı kimselerin bulunmadığını gören
ve biraz sonra bahçe ve mezarlıkta da kimsenin görülemediğini öğrenen işgalci
zâbitleri, uğradıkları başarısızlık karşısında, hırs ve hayretlerinden
dudaklarını ısırdılar. Kızgınlık ve hınç ile dergâhtan uzaklaşmak zorunda
kaldılar.
O gece Özbekler Tekkesinde
atlattıkları büyük tehlike dolayısıyla sevinerek ayrılan yolcular ise, ertesi
günün akşamı geç vakitte Çal köyüne ulaşıp kurtuluşa erdiler. Onları tâkib eden
ve Nal'a kadar uğurlayan Şeyh Atâ Eendi, her biri ile ayrı ayrı kucaklaşarak
vedâ etti. Misâfirler ona takdirkâr bakışlarla; "Ne mutlu sana şeyhim. Kurtuluş
savaşçılarına yaptığın bu büyük hizmetler, hiç bir zaman unutulmayacak ve
milleti istiklâle kavuşturacak, yıldızlar arasında Şeyh Atâ adı da dâimâ
hürmetle anılacak..." diyorlardı.
Anadolu'nun kurtuluş
hareketinde, İstanbul ile Anadolu arasında köprü vazîfesi gören Özbekler
Dergâhının kahraman şeyhi Atâ Efendi, kurtuluş hareketi tamamlanmadan işgâlciler
tarafından tutuklandı. İngiliz İntellices (entelijans) servisi yetkilisi Harron
Armstrong, Şeyh Atâ'nın tevkif edilip tutuklandığı zaman kendisiyle
konuşmasından sonraki görüşleri için şu cümleleri kullandı:
"Bizler, Türk din
adamlarının bu mevzûlarda faâl rol oynayacaklarını aslâ tahmin etmiyorduk. Diğer
araştırmalarımız, Türk mukâvemet kaynaklarının meydana çıkarılması yolunda
müsbet netîce vermeyince, vâki ısrarlı ihbarları değerlendirerek, tekkeler,
mescidler, câmiler gibi dînî yapılar üzerinde durduk ve din adamlarını tâkib ve
kontrola başladık. Elde ettiğimiz bilgiler ve karşılaştığımız hakîkatler bizleri
hayrete düşürdü. Bu din adamları özellikle telkinlerle ve mâneviyâtı
yükseltmekle yetinmemişler, fiilî olarak da mukâvemet teşkilâtı içinde vazîfe
almışlardı. Halk üzerinde nüfûzları fevkalâde olduğundan, üzerlerine aldıkları
vazîfeleri başarıyla yerine getirmişlerdi."
İstanbul'un işgâlden
kurtarılması ve Kurtuluş Savaşının zaferle netîcelenmesinden sonra dergâhından
ayrılmayan Şeyh Atâ Efendi, sessiz kalmayı tercih etti. Tekke ve zâviyelerin
kapatılmasından sonra, Şeyh Atâ Efendinin Anadolu Kurtuluş hareketinin üssü
olarak kullandığı Özbekler Tekkesi de kapatıldı. Tekkenin târihî kitâbesi de
çimento ile sıvanarak terk edilmiş bir hâlde bırakıldı.
Himmet ve gayretlerini
sâdece ve yalnızca vatanın kurtuluşu için sarfeden, bu uğurda müslümanları
aydınlatan ve teşvik eden Şeyh Atâ Efendi, H.1355 senesinde İstanbul'da vefât
etti. Onun tatlı hâtıraları hâlâ zihinlerde yaşamakta, kendinden sonra gelen
nesillere örnek teşkil etmektedir. Kabri Üsküdar'dadır.
Avdan Baba
(rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri Anadolu'nun Türkleşmesinde ve
İslâmlaşmasında rol oynayan mücâhid velîlerdendir.
1071 Malazgirt Meydan
Muhârebesinden sonra Oğuzların o târihe kadar Anadolu'ya yapmış oldukları
akınlar ondan sonra yerleşme şeklinde kendini göstermeye başlamıştı. Anadolu'ya
gelen Türkmenler, bozkır kültürü ile yetişmiş olduklarından, daha ziyâde
kendilerinin yaşadıkları şartlara elverişli toprak arayarak dağlık bölgeleri
bırakıp ovalara yerleşiyorlardı. Başlangıçta Kızılırmak kaynaklarından
Kütahya'ya kadar uzanan Orta Anadolu'nun geniş ovası, Türklerin yerleşme yeri
oldu. Akabinde bu fetihler Ege bölgesini de içerisine aldı.
Yirmi dört Oğuz boyuna
mensup insan kümeleri, Anadolu'nun dört bir yanını yeni köy ve kasabalarla
süsledi. Yıllarca zulüm altında ezilmiş olan Anadolu'nun yerli halkı,
İslâmiyetin güzel ahlâkı ile bezenmiş bu yeni misâfirlerine karşı öyle pek sert
davranmadı. Onlara yalnız halkı soyan ve menfaatlerine halel gelen derebeyleri
ile, bunlara bağlı adamlar karşı çıkıyorlardı.
Rivâyete göre Denizli
bölgesine gelen bu Türkmen cemâatlerinden biri de Avaraslar idi. Avaras Obasının
başında asıl adı Ali olan ve Avdan Baba denilen mücâhid bir zât bulunuyordu.
Avdan Baba, obanın savaşta lideri, dînî konularda da rehberi idi. Herkes
bilemediği mevzûu ondan sorup öğrenirdi.
Avdan Baba, Denizli'nin
Tavas ilçesi yakınlarına geldiğinde kalabalık bir hıristiyan birliğine rastladı.
Oymağına bir kez daha cihâdın öneminden bahsetti. Sonunda savaşta ölürse buraya
defnedilmesini ve sebât edip geri çekilmemelerini, nihâî zaferin kendilerinin
olacağını bildirdi. Oymağı, bu konuşmayı ağlayarak dinledi. Çünkü bu sözler onun
şehîd olacağını belirtiyordu. Gerçekten Avdan Baba bu çarpışma sırasında şehîd
düştü. Ancak müslümanların sebat ve gayretiyle zafer kazanıldı.
Avdan Baba'nın şehîd düştüğü
yere derhâl bir türbe ile bir zâviye yapıldı ve burada bir köy vücuda geldi.
Nitekim kurulan bu köy de Avdan adını aldı. Bugün türbesini ziyâret edenler,
Avdan Baba'nın rûhunu vesîle ederek cenâb-ı Hakk'a duâ etmekte ve nice
arzularına nâil olmaktadırlar. |
|