MÜ’MİM – MÜNÂFIK
– MÜSLÜMAN - 1
Evliyânın büyüklerinden Gavs-ül-âzam
Seyyid Abdülkâdir Geylânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) ilk önce yapılması
lâzım olan şeyler husûsunda buyurdular ki: "Mü'minin, en önce farzları yapması
lâzımdır. Farzları bitirdikten sonra, vâcib ve sünnetleri yapar. Ondan sonra,
nâfilelerle meşgûl olur. Farz borcu varken sünnet ile meşgûl olmak, ahmaklıktır.
Farz borcu olanın, sünnetleri kabûl olmaz. Ali bin Ebî Tâlib'in rivâyet ettiği
hadîs-i şerîfte, Resûlullah efendimiz buyuruyor ki: "Üzerinde farz borcu olan
kimse, kazâsını kılmadan nâfile kılarsa, boş yere zahmet çekmiş olur. Bu kimse,
kazâsını ödemedikçe, Allahü teâlâ, onun nâfile namazlarını kabûl etmez." Mümin,
bir tüccara benzer. Farzlar onun sermâyesi, nâfileler de kazancıdır. Sermâye
kurtarılmadıkça, kazancı olamaz." buyurdu.
Yine buyurdular ki: "Mümin,
insanlara karşı yüzünden sevinçli olduğunu gösterir. Fakat kendi mahzûndur.
Peygamber efendimiz; "Müminin sevinci yüzündedir. Halbuki kalbi mahzûndur."
buyurmaktadır. Müminin tefekkürü, düşünmesi, ağlaması çok, gülmesi azdır.
Tebessümü ile kalbindeki hüznü gizler. Dışarıda geçimini temin etmekle uğraşıyor
görünür, kalbi Rabbini anmakla meşgûldür. Çoluk çocuğu ile uğraşıyor görünür,
kalbi Rabbi iledir."
Günahlardan sakınmak
husûsunda da:
"Mümin kimse küçük günahları
da büyük görür. Peygamber efendimiz; "Mümin kimse, günahını dağ gibi görüp,
kendi üzerine düşeceğinden korkar. Münafık ise, günâhını burnu üzerine konan ve
hemen uçan sinek gibi görür." buyurdu."
SEN NASIL
MÜSLÜMANSIN
Bir gence buyurdu ki:
"Oğlum, senin maksadın,
Sâdece yemek içmek, olmasın
aman sakın!
Buna düşkün olanın, kıymeti
çünkü evlat,
Çıkardıkları ile ölçülür,
aman dikkat!
Dünyâda bir günâhı, terk
ederse bir insan,
Cennet'te onun aslı, edilir
ona ihsân.
Oğlum, şöyle düşün ki,
ölürsün bu gün artık,
Bu düşünce içinde, yap ölüme
hazırlık.
Allah'ı sevdiğini,
söylüyorsun ey insan,
Niçin bir musîbette, edersin
peki isyân?
Sabredebiliyorsan, bir belâ
geldiğinde,
Hakîkat payı olur, senin bu
dediğinde.
Eğer isyân edersen, musîbet
geldiği an,
O zaman bilmiş ol ki,
yalandır o iddiân.
Bir gün Resûlullah'a, bir
müslüman gelerek,
Dedi: "Yâ Resûlallah,
seviyorum seni pek."
Resûl, ona cevâben, buyurdu
ki: "Ey kimse,
Peki, fakirlik için,
hazırlan öyle ise!"
Birisi de gelerek arz etti
ki: "Efendim,
Allahü teâlâya, pekçoktur
muhabbetim."
Resûlullah ona da, buyurdu
ki: "Ey insan,
Öyleyse belâ ile, musîbete
hazırlan!"
Gavs-ı a'zam, bir gün de,
buyurdu ki: "Aman hâ,
Gafletle yaşayıp da, isyân
etme Allah'a.
Zîrâ yeri gelince, "Müslümanım"
diyorsun,
Ne garip iddiâ ki, dînini
bilmiyorsun.
Hâlbuki sen dînini,
bilmeyince mükemmel,
Hangi esâsa göre, yaparsın
peki amel?
Yalnız dîni bilmek de,
yetişmez yine sana,
Zîrâ amelsiz ilim, vebâldir
bir insana.
"Lâ ilâhe illallah",
söylemek kâfi değil.,
Bunun icâbını da, yapmalısın
bil-fiil.
Öyleyse ilk evvelâ, güzel
öğren dînini,
Sonra da buna göre, yap
bütün amelini.
Sırf amel yapmakla da,
bitmiyor yine işin,
Zîrâ yapmak gerekir, her işi
Allah için.
Buna "İhlâs" denir ki,
mühimdir bu da gâyet,
İhlâssız amellerin, faydası
olmaz elbet.
Kalp gözlerin açılsın,
istiyorsan sen eğer,
Bir mânevî tabip bul, ona
teslim ol, yeter.
Başını, o tabibin, koyuver
eşiğine,
Îtirâzda bulunma, onun hiç
bir işine.
O Allah adamının, bir
şefkatli nazarı,
Süpürür kalbindeki, bütün
kir ve pasları.
Ve onun bir kelâmı, şifâdır
kalp derdine,
O her ne emrederse, hemen
getir yerine.
Kalp derdiyle ilgili, olan
ihtiyâcını,
Ona arz et, o bilir, bu
derdin ilâcını.
Her hangi musîbetle,
karşılaşırsan şâyet,
Günâhını düşünüp, istiğfâra
devâm et!
Hep günah işlemekle, gelir
çünkü her belâ,
Ve aslâ bir kuluna,
zulmetmez Hak teâlâ.
Ölüm ve âhireti, düşün ki ey
evlâdım,
Ecelin yaklaşıyor, ardından
adım adım.
Bu gaflet pamuğunu, çıkar at
kulağından,
Zîrâ ölüm yakındır, sana
belki yarından.
Henüz ecel gelmeden, kendine
gel ki artık,
Zîrâ öldükten sonra fayda
vermez pişmanlık."
HAKÎKÎ MÜMİN
Abdülvâhid bin Zeyd
Tebe-i tâbiînden,
Basra denen beldede, yetişen
âlimlerden.
Hazret-i Abdülvâhid bin
Zeyd'in yanında,
"Mümin nasıl olmalı?", diye
sorduklarında,
Buyurdu ki: "Allah'tan,
korkup, benzi sararır,
Kaçınır haramlardan,
emirlere sarılır.
Düşünür mahşerdeki, verecek
hesâbını,
Titrer, hatırladıkça,
Cehennem azâbını.
İşlemiş bulunduğu, günahlar
sebebiyle,
Ayıplar kendisini, uğraşır
nefsi ile.
Bir sözü söylemeden,
düşünür, ölçer, biçer,
Hayırlı değil ise,
söylemekten vazgeçer.
.
İşlediği günahlar, öyle üzer
ki onu,
Göremez başkasının, ayıp ve
kusurunu,
Bu, öyle kişidir ki, elinden
ve dilinden,
Yanında bulunanlar, zarar
görmez katiyyen."
Abdülvâhid bin Zeyd, çok
mübârek zât idi,
Günahını düşünüp, devamlı
ağlar idi.
Mümkün olmaz yine de, O'na
tam şükreylemek."
Derdi: "Hak teâlâya, günboyu
secde etsek,
Bir kimse, kendisinden,
nasîhat isteyince,
Buyurdu ki: "Şükreyle,
kuvvetin yettiğince,
İnsanlardan birisi, iyilik
yapsa sana,
Nasıl memnun kalırsın,
yaptığı bu ihsâna,
Halbuki o, bir kuldur,
zavallı ve âcizdir,
Her ihsânın sâhibi, elbette
Rabbimizdir.
Çünkü O, insanlara, vermese
güç ve kuvvet,
Hiç kimse, hiç kimseye,
ihsân edemez elbet."
MÜMİN
NASIL OLUR?
Ahmed bin Âsım Antâkî
(rahmetullahi teâlâ aleyh)
Evliyâ-yı kirâmın, meşhur
olanlarından,
Şu güzel sözleriyle, vâz
ederdi her zaman:
Mümin önce okuyup, tam
öğrenir dînini,
Sonra da buna göre, düzeltir
her hâlini.
Günah işlerse eğer, üzülür,
kalbi yanar,
Çıkarmaz hatırından, tâ
ölünceye kadar.
Ben Rabbime nasıl da, karşı
geldim?" diyerek,
Pişman olur ve ağlar, göz
yaşları dökerek.
İyi bir iş yaparsa, kusurlu,
noksan bulur,
Hatırlamaz onu hiç, zîrâ
hemen unutur.
Her gün akşam olunca, der ki
kendi kendine:
"Bu gün hangi tâati,
yapabildin Rabbine?"
Çeker ki gün ve gece,
kendisini hesâba,
Düşmesin âhirette,
Cehennem'e, azâba.
Dünyâ düşüncesini, kalbinden
söküp atar,
Âhirette azâbdan, kurtulmaya
yol arar.
Gönlünden tamam olarak, atar
uzun emeli,
Zîrâ iyi bilir ki, çok
yakındır eceli.
Bu yalancı dünyâya, aslâ
etmez iltifat,
Dünyâya çalışsa da, kalbine
sokmaz fakat.
Zîrâ onun kalbinde, vardır
Allah sevgisi,
Bir kalpte, iki zıd'dan,
bulunmaz her ikisi.
Dünyâ muhabbetini, kalbine
soksa biri,
Sanki temiz odaya
devirmiştir çöpleri.
Hâlis mümin odur ki, ödü
kopar günahtan,
Hatâ yaparım diye, hayâ eder
Allah'tan.
Kırık, mahzun kalp ile,
yapar ibâdetini,
Sonra da istiğfâra, muhtaç
bulur hepsini.
Âhiret derdi ile,
dertlenmiştir. O hepten,
Bütün yaptıklarına tövbe
eder o kalpten.
Rabbini anmak ona, her
şeyden tatlı gelir,
Bedeni insanlarla, kalbi
Allah iledir.
Dediler ki: "Efendim, mümine
yakışmıyan,
Kötü işleri dahi, ediniz
bize beyân."
Buyurdu ki: "İnsanın, hevâ
ve hevesine,
Uyarak iş yapması, zulümdür
kendisine.
İşlediği günahı, küçük görse
o şâyet,
Olamaz onun için, bundan
büyük felâket.
İnsanların düştüğü, korkunç
hastalıkların,
Biri de, gıybetini,
yapmaktır insanların.
Gıybet iki cihanda, felâkete
sebeptir
Milletleri içerden, kemiren
bir âfettir.
Kendisini beğenen, kimseler
yapar bunu,
Tatmin eder böylece,
nefsinin arzusunu.
Ey akıl sâhipleri! Düşünün,
ibret alın!
Henüz ecel gelmeden, ölüme
hazırlanın.
Siz günah işlerseniz, bu
dünyâda gülerek,
Yanarsınız orada, âh-ü figân
ederek.
Ateş deyip geçmeyin, düşünün
üzerinde,
Tutun parmağınızı, bir
kibrit alevinde.
Öyleyse üstünüzden, atın da
bu gafleti,
Görün artık gelecek, o
korkunç âkibeti.
|