CİLD       ALFABE       KONU       KABR-İ ŞERİFLER

ALFABE - CİLD                      1.   2.   3.   4.   5.   6.
     
 

MÜ’MİM – MÜNÂFIK – MÜSLÜMAN - 1

Evliyânın büyüklerinden Gavs-ül-âzam Seyyid Abdülkâdir Geylânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) ilk önce yapılması lâzım olan şeyler husûsunda buyurdular ki: "Mü'minin, en önce farzları yapması lâzımdır. Farzları bitirdikten sonra, vâcib ve sünnetleri yapar. Ondan sonra, nâfilelerle meşgûl olur. Farz borcu varken sünnet ile meşgûl olmak, ahmaklıktır. Farz borcu olanın, sünnetleri kabûl olmaz. Ali bin Ebî Tâlib'in rivâyet ettiği hadîs-i şerîfte, Resûlullah efendimiz buyuruyor ki: "Üzerinde farz borcu olan kimse, kazâsını kılmadan nâfile kılarsa, boş yere zahmet çekmiş olur. Bu kimse, kazâsını ödemedikçe, Allahü teâlâ, onun nâfile namazlarını kabûl etmez." Mümin, bir tüccara benzer. Farzlar onun sermâyesi, nâfileler de kazancıdır. Sermâye kurtarılmadıkça, kazancı olamaz." buyurdu.

Yine buyurdular ki: "Mümin, insanlara karşı yüzünden sevinçli olduğunu gösterir. Fakat kendi mahzûndur. Peygamber efendimiz; "Müminin sevinci yüzündedir. Halbuki kalbi mahzûndur." buyurmaktadır. Müminin tefekkürü, düşünmesi, ağlaması çok, gülmesi azdır. Tebessümü ile kalbindeki hüznü gizler. Dışarıda geçimini temin etmekle uğraşıyor görünür, kalbi Rabbini anmakla meşgûldür. Çoluk çocuğu ile uğraşıyor görünür, kalbi Rabbi iledir."

Günahlardan sakınmak husûsunda da:

"Mümin kimse küçük günahları da büyük görür. Peygamber efendimiz; "Mümin kimse, günahını dağ gibi görüp, kendi üzerine düşeceğinden korkar. Münafık ise, günâhını burnu üzerine konan ve hemen uçan sinek gibi görür." buyurdu."

 

SEN NASIL MÜSLÜMANSIN

 

Bir gence buyurdu ki: "Oğlum, senin maksadın,

Sâdece yemek içmek, olmasın aman sakın!

 

Buna düşkün olanın, kıymeti çünkü evlat,

Çıkardıkları ile ölçülür, aman dikkat!

 

Dünyâda bir günâhı, terk ederse bir insan,

Cennet'te onun aslı, edilir ona ihsân.

 

Oğlum, şöyle düşün ki, ölürsün bu gün artık,

Bu düşünce içinde, yap ölüme hazırlık.

 

Allah'ı sevdiğini, söylüyorsun ey insan,

Niçin bir musîbette, edersin peki isyân?

 

Sabredebiliyorsan, bir belâ geldiğinde,

Hakîkat payı olur, senin bu dediğinde.

 

Eğer isyân edersen, musîbet geldiği an,

O zaman bilmiş ol ki, yalandır o iddiân.

 

Bir gün Resûlullah'a, bir müslüman gelerek,

Dedi: "Yâ Resûlallah, seviyorum seni pek."

 

Resûl, ona cevâben, buyurdu ki: "Ey kimse,

Peki, fakirlik için, hazırlan öyle ise!"

 

Birisi de gelerek arz etti ki: "Efendim,

Allahü teâlâya, pekçoktur muhabbetim."

 

Resûlullah ona da, buyurdu ki: "Ey insan,

Öyleyse belâ ile, musîbete hazırlan!"

 

Gavs-ı a'zam, bir gün de, buyurdu ki: "Aman hâ,

Gafletle yaşayıp da, isyân etme Allah'a.

 

Zîrâ yeri gelince, "Müslümanım" diyorsun,

Ne garip iddiâ ki, dînini bilmiyorsun.

 

Hâlbuki sen dînini, bilmeyince mükemmel,

Hangi esâsa göre, yaparsın peki amel?

 

Yalnız dîni bilmek de, yetişmez yine sana,

Zîrâ amelsiz ilim, vebâldir bir insana.

 

"Lâ ilâhe illallah", söylemek kâfi değil.,

Bunun icâbını da, yapmalısın bil-fiil.

 

Öyleyse ilk evvelâ, güzel öğren dînini,

Sonra da buna göre, yap bütün amelini.

 

Sırf amel yapmakla da, bitmiyor yine işin,

Zîrâ yapmak gerekir, her işi Allah için.

 

Buna "İhlâs" denir ki, mühimdir bu da gâyet,

İhlâssız amellerin, faydası olmaz elbet.

 

Kalp gözlerin açılsın, istiyorsan sen eğer,

Bir mânevî tabip bul, ona teslim ol, yeter.

 

Başını, o tabibin, koyuver eşiğine,

Îtirâzda bulunma, onun hiç bir işine.

 

O Allah adamının, bir şefkatli nazarı,

Süpürür kalbindeki, bütün kir ve pasları.

 

Ve onun bir kelâmı, şifâdır kalp derdine,

O her ne emrederse, hemen getir yerine.

 

Kalp derdiyle ilgili, olan ihtiyâcını,

Ona arz et, o bilir, bu derdin ilâcını.

 

Her hangi musîbetle, karşılaşırsan şâyet,

Günâhını düşünüp, istiğfâra devâm et!

 

Hep günah işlemekle, gelir çünkü her belâ,

Ve aslâ bir kuluna, zulmetmez Hak teâlâ.

 

Ölüm ve âhireti, düşün ki ey evlâdım,

Ecelin yaklaşıyor, ardından adım adım.

 

Bu gaflet pamuğunu, çıkar at kulağından,

Zîrâ ölüm yakındır, sana belki yarından.

 

Henüz ecel gelmeden, kendine gel ki artık,

Zîrâ öldükten sonra fayda vermez pişmanlık."

 

 

HAKÎKΠ MÜMİN

 

Abdülvâhid bin Zeyd Tebe-i tâbiînden,

Basra denen beldede, yetişen âlimlerden.

 

Hazret-i Abdülvâhid bin Zeyd'in yanında,

"Mümin nasıl olmalı?", diye sorduklarında,

 

Buyurdu ki: "Allah'tan, korkup, benzi sararır,

Kaçınır haramlardan, emirlere sarılır.

 

Düşünür mahşerdeki, verecek hesâbını,

Titrer, hatırladıkça, Cehennem azâbını.

 

İşlemiş bulunduğu, günahlar sebebiyle,

Ayıplar kendisini, uğraşır nefsi ile.

 

Bir sözü söylemeden, düşünür, ölçer, biçer,

Hayırlı değil ise, söylemekten vazgeçer.

.

İşlediği günahlar, öyle üzer ki onu,

Göremez başkasının, ayıp ve kusurunu,

 

Bu, öyle kişidir ki, elinden ve dilinden,

Yanında bulunanlar, zarar görmez katiyyen."

 

Abdülvâhid bin Zeyd, çok mübârek zât idi,

Günahını düşünüp, devamlı ağlar idi.

 

Mümkün olmaz yine de, O'na tam şükreylemek."

Derdi: "Hak teâlâya, günboyu secde etsek,

 

Bir kimse, kendisinden, nasîhat isteyince,

Buyurdu ki: "Şükreyle, kuvvetin yettiğince,

 

İnsanlardan birisi, iyilik yapsa sana,

Nasıl memnun kalırsın, yaptığı bu ihsâna,

 

Halbuki o, bir kuldur, zavallı ve âcizdir,

Her ihsânın sâhibi, elbette Rabbimizdir.

 

Çünkü O, insanlara, vermese güç ve kuvvet,

Hiç kimse, hiç kimseye, ihsân edemez elbet."

 

 

MÜMİN  NASIL  OLUR?

Ahmed bin Âsım Antâkî (rahmetullahi teâlâ aleyh)

 

Evliyâ-yı kirâmın, meşhur olanlarından,

Şu güzel sözleriyle, vâz ederdi her zaman:

 

Mümin önce okuyup, tam öğrenir dînini,

Sonra da buna göre, düzeltir her hâlini.

 

Günah işlerse eğer, üzülür, kalbi yanar,

Çıkarmaz hatırından, tâ ölünceye kadar.

 

Ben Rabbime nasıl da, karşı geldim?" diyerek,

Pişman olur ve ağlar, göz yaşları dökerek.

 

İyi bir iş yaparsa, kusurlu, noksan bulur,

Hatırlamaz onu hiç, zîrâ hemen unutur.

 

Her gün akşam olunca, der ki kendi kendine:

"Bu gün hangi tâati, yapabildin Rabbine?"

 

Çeker ki gün ve gece, kendisini hesâba,

Düşmesin âhirette, Cehennem'e, azâba.

 

Dünyâ düşüncesini, kalbinden söküp atar,

Âhirette azâbdan, kurtulmaya yol arar.

 

Gönlünden tamam olarak, atar uzun emeli,

Zîrâ iyi bilir ki, çok yakındır eceli.

 

Bu yalancı dünyâya, aslâ etmez iltifat,

Dünyâya çalışsa da, kalbine sokmaz fakat.

 

Zîrâ onun kalbinde, vardır Allah sevgisi,

Bir kalpte, iki zıd'dan, bulunmaz her ikisi.

 

Dünyâ muhabbetini, kalbine soksa biri,

Sanki temiz odaya devirmiştir çöpleri.

 

Hâlis mümin odur ki, ödü kopar günahtan,

Hatâ yaparım diye, hayâ eder Allah'tan.

 

Kırık, mahzun kalp ile, yapar ibâdetini,

Sonra da istiğfâra, muhtaç bulur hepsini.

 

Âhiret derdi ile, dertlenmiştir. O hepten,

Bütün yaptıklarına tövbe eder o kalpten.

 

Rabbini anmak ona, her şeyden tatlı gelir,

Bedeni insanlarla, kalbi Allah iledir.

 

Dediler ki: "Efendim, mümine yakışmıyan,

Kötü işleri dahi, ediniz bize beyân."

 

Buyurdu ki: "İnsanın, hevâ ve hevesine,

Uyarak iş yapması, zulümdür kendisine.

 

İşlediği günahı, küçük görse o şâyet,

Olamaz onun için, bundan büyük felâket.

 

İnsanların düştüğü, korkunç hastalıkların,

Biri de, gıybetini, yapmaktır insanların.

 

Gıybet iki cihanda, felâkete sebeptir

Milletleri içerden, kemiren bir âfettir.

 

Kendisini beğenen, kimseler yapar bunu,

Tatmin eder böylece, nefsinin arzusunu.

 

Ey akıl sâhipleri! Düşünün, ibret alın!

Henüz ecel gelmeden, ölüme hazırlanın.

 

Siz günah işlerseniz, bu dünyâda gülerek,

Yanarsınız orada, âh-ü figân ederek.

 

Ateş deyip geçmeyin, düşünün üzerinde,

Tutun parmağınızı, bir kibrit alevinde.

 

Öyleyse üstünüzden, atın da bu gafleti,

Görün artık gelecek, o korkunç âkibeti.