MÜ’MİM – MÜNÂFIK
– MÜSLÜMAN - 2
Büyük velîlerinden Ahmed
bin Mesrûk (rahmetullahi teâlâ aleyh) insanların haklarına çok saygı
gösterirdi. Sebebi sorulunca; "Müminlerin hakkına saygı, Allahü teâlânın hakkına
saygıdandır." buyururdu.
Büyük velîlerden Seyyid
Ahmed Rıfâî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerine “Sâlih müslüman ve iyi
bir kul nasıl olmalıdır?” diye sorulunca, şöyle cevap verdi: "Sâlih müslümanlar,
Allahü teâlânın hükmüne boyun eğerler, gelen şiddet ve belâlara sabrederler, aza
kanâat ederler. Allahü teâlâdan başkasından korkmazlar ve kimseden bir şey
beklemezler. Ancak Allahü teâlâdan isterler. İnsana, yüksek makamları veren,
aşağı düşüren azîz ve zelîl edenin Allahü teâlâ olduğunu bilirler. Sâlih
müslümanlar, Peygamber efendimizin sünnet-i şerîflerine tam uyarlar. Onların
korkusu, son nefes içindir. Onlar, az konuşurlar. Öfkelerini tutarlar,
şehvetlerini yenerler. Nefslerinin arzularını yapmazlar. Allahü teâlâyı
unutturacak bütün engelleri ortadan kaldırarak, hep O'nunla berâber olmaya
bakarlar. Böylece nefslerini alçaltıp, ruhlarını yükseltirler.
Tâbiînin meşhurlarından ve
hâdîs âlimlerinden Alkame bin Kays (rahmetullahi teâlâ aleyh) Abdullah
bin Mes'ûd (radıyallahü anh'dan) rivâyet ettiği hadîs-i şerîfte Resûlullah (sallallahü
aleyhi ve sellem) efendimiz; "Mü'min, ta'n etmez (kötülemez), lânette bulunmaz
ve müstehcen konuşmaz." buyurdular.
Âlim ve evliyâdan Amr bin
Mürre (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin talebesi Selîm bin Rüstem
anlatır: Hocama, Allahü teâlâya îmân edip kulluk eden mümin hakkında soruldu.
Bunun üzerine; "Allahü teâlâ; îmân edip, kulluk yapan bir mümine azâb etmez.
Onun emirlerine uyup, yasaklarından sakınan müminin yüzü kara çıkmaz." diye
cevap verdi.
Tâbiîn tanınmışlarından
büyük velî Bekr bin Abdullah Müzenî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular
ki: "Allahü teâlâ, mümin kulunun işinde sonunun hayır olmasını murâd ettiği
zaman, ona biraz acı ve sıkıntı tattırır."
Büyük velîlerden Bişr-i
Hâfî (rahmetullahi teâlâ aleyh) bir sohbetinde buyurdular ki: "Müminin
izzeti, insanlardan uzak durmasıdır. Şerefi ise gece namaz kılarak ayakta
durmasıdır."
Osmanlı âlimi ve büyük
devlet adamı Celâlzâde Mustafa Çelebi (rahmetullahi teâlâ aleyh)
buyurdular ki: Mümin olan kimse başkalarının ayıbını setredip, gizlemeli, onları
ifşâ etmemelidir. Resûlullah efendimiz buyurdular ki: "Kim bir müminin ayıbını
örterse, Allahü teâlâ da kıyâmet gününde onun ayıbını örter." Kabahatleri ve
noksanlıkları görmemezlikten gelmek, dâimâ iyi şeyleri görmek, güzel ahlâktır.
Şöyle rivâyet edilir: Îsâ
aleyhisselâm, havârîleri ile birlikte bir yere gidiyordu. Yolda bir köpek leşi
gördüler. Çok da fenâ kokmaktaydı. Havârîlerin çoğu, köpek leşinin çok pis
koktuğunu söylediler. Bunun üzerine Îsâ aleyhisselâm; "Ne kadar beyaz dişleri
varmış." buyurdu. Yâni dâimâ iyi tarafları görüp, onlardan bahsetmeli, kötü ve
ayıp tarafları görmezlikten gelmelidir. Ancak, dînen bildirilmesi îcâbeden
ayıpların bildirilip, müslümanların aynı duruma düşmelerini önlemek için olursa,
mahzuru yoktur."
Büyük velîlerden Ebû
Abdullah Nibâcî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri buyurdular ki:
"Müminin bilmesi gereken beş haslet vardır ki, şunlardır: Birincisi, Allahü
teâlâyı bilmek, tanımak, mârifetullah. İkincisi, hakkı, hukûku tanımak,
gözetmek. Üçüncüsü, yapılan işte, amelde ihlâslı olmak, sırf Allah için yapmak.
Dördüncüsü, sünnet ile amel etmek, sünnete uymak. Beşincisi, helal yemek. Eğer
Allahü teâlâyı bilir fakat hakka, hukûka riâyet etmezse, bu bilmesinden bir
fayda elde edemez. İhlâsla amel, iş yapmazsa tanıması, bilmesi ona yine fayda
vermez. Sünnete uymazsa ve helal yemezse, yine Allahü teâlâyı bilmesinden fayda
elde edemez. Eğer yediği helalden olursa kalbinde bir safâ, temizlik hâsıl olur.
Bu temizlik ile dünyâ ve âhiret işlerini görür. Eğer yediği şüpheli ise yediği
şüpheli şeyin mikdârı kadar da işleri şüpheli olur. Yediği haramdan olursa, onun
dünyâ ve âhiret işleri karanlık olur. İnsanlar böyle bir kimseyi gözü görüyor
diye vasıflandırsalar bile aslında o kördür. Tövbe edinceye kadar da bu mânevî
körlükten kurtulamaz."
Evliyânın meşhurlarından
Ebû Bekr Verrâk (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Müminin dört
alâmeti vardır:
Dili zikreder, sessizliğinde
tefekkür eder, ibret nazarıyla bakar, hayırlı amel işler."
Tâbiînden, İslâm âleminde
Eshâb-ı kirâmdan sonra yetişen evliyânın ve âlimlerin en büyüklerinden İmâm-ı
A'zam Ebû Hanîfe (rahmetullahi teâlâ aleyh) Allahü teâlâdan çok korkardı. Bu
hususta şöyle buyurmuştur: "Mümin, Allahü teâlâdan korktuğu kadar hiç bir şeyden
korkmaz. Şiddetli bir hastalığa yakalanır veya fecî bir kazâ veya belâya
uğrarsa, gizli veya âşikâr; "Yâ Rabbî, bana bu belâyı neden verdin?" diye
şikâyetçi olmaz. Bilâkis hastalığa, belâya ve kazâya rağmen, Allahü teâlâyı
zikir ve şükreder.
Mümin, Allahü teâlânın
kendisini devamlı murâkabe ettiğini bilir. Kimsenin bulunmadığı bir yerde veya
herkesin yanında olsun, mutlaka Allahü teâlânın onu kontrol ettiğine inanır.
Tâbiînden, meşhûr hadîs
hâfızlarından ve velî Mekhûl eş-Şâmî (rahmetullahi teâlâ aleyh)
buyurdular ki: “Müminler yumuşak ve müsâmahakârdır. Eğer, onları çekip
götürürsen, karşı çıkmaz, kabûl edip giderler.”
Tâbiîn devrinin
meşhurlarından ve evliyânın büyüklerinden Muhammed bin Ka’b el-Kurezî (rahmetullahi
teâlâ aleyh) hazretlerinden birgün sordular: “Hangi huylar mümini alçaltır?”
Cevaben buyurdular ki: “Çok konuşmak, kendisinde sır olarak bulunanları
açıklamak ve herkesin sözünü kabul etmek insanı küçük düşürür.”
Muhaddis, zâhid, âbid,
ârif-i kâmil ve Tâbiînin büyük âlimlerinden Muhammed bin Vâsi (rahmetullahi
teâlâ aleyh) buyurdular ki: “Sâdık ve hakîki mümin olmak için, Allahü teâlâdan
korku ve ümidin beraber olması lâzımdır.”
Tâbiînin, zâhid, âbid ve
müttekilerinden ve velî Sâbit bin Eslem el-Benânî (rahmetullahi teâlâ
aleyh) buyurdular ki: "Mümin, kıyâmet gününde, Allahü teâlânın huzûrunda durur.
Allahü teâlâ ona: "Ey kulum! Sen, dünyâda bana ibâdet eden kullarımla berâber
ibâdet ediyor muydun?" diye sorunca, o mümin; "Evet, onlarla birlikte ben de
ibâdet ediyordum yâ Rabbî!" der. Yine Allahü teâlâ; "Ey kulum, dünyâda iken bana
duâ edip yalvaran ve beni zikredip ananlarla beraber, sen de yalvarıp beni andın
mı?" diye suâl buyurur. O mümin yine; "Evet yâ Rabbî!" diye cevap verir. Bunun
üzerine Allahü teâlâ; "İzzetim hakkı için, beni zikredip, andığın her yerde ben
de seni andım. Nerede duâ edip yalvardınsa, o duânı kabûl ettim" buyurur." Sonra
Sâbit-i Benânî şu hadîs-i şerîfi bildirdi: "Müminin hiçbir duâsı red edilip,
geri çevrilmez. Karşılığı ya dünyâda verilir, ya âhirete tehir edilir, veya
günahlarına keffâret olur."
Büyük velîlerden Ebû Bekr-i
Şiblî (rahmetullahi teâlâ aleyh) güneş batarken güneşin sararmasına,
şöyle bir benzetme yapardı: "Tıpkı mümin de böyledir. Dünyâdan göçeceği zaman,
varacağı makam sâhibinden çekindiği için, nasıl karşılanacağını bilmeyip, böyle
sararır." Sonra da ilâve edip: "Gün doğarken de, çok aydın olarak doğar. Bu da,
bir müminin öldükten sonra kabrinden kalkışına benzer. Bir mümin kabrinden
kalktığında, yüzü güneşin doğduğu gibi parlar."
Tâbiînin büyüklerinden, âlim
ve velî Şumeyt bin Aclân (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Îmânı
sağlam olan, haramlardan kaçan kimseler, zekî ve akıllı kimselerdir. Bunlar
Allahü teâlânın helâl kıldığı temiz rızıklarını yerler. Pis olan, kötü olan
domuz eti ve şarap gibi şeyleri yemezler ve içmezler. Âhiret nîmetleri
içerisinde yaşarlar. Cehennem'de azâb olarak karşılarına çıkacak bir işi
yapmazlar. Onlar Allahü teâlânın azâbını bilirler. Her yerde bu bildiklerine
uygun hareket ederler. Korku ile uyurlar, âkıbetlerini ve kıyâmet hâllerini
düşünerek vakar ile, ağır başlı olarak kalkarlar."
Tâbiîn devrinde yetişen
büyük âlim ve velî Vehb bin Münebbih (rahmetullahi teâlâ aleyh)
buyurdular ki: "Müminin, insanların arasına karışması, onlardan öğrenebileceği
faydalı şeyleri alabilmek için susması, boş ve faydasız sözden sakınmak için
konuşması da, başkalarına iyi ve güzel şeyleri anlatmak içindir."
"Mümin, günahlarını düşünür,
onlar için üzülür. Amellerini küçük görür, yaptıklarından dolayı gururlanmaz."
Tâbiîn devri velîlerinden
Abdullah bin Zeyd (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerine “Münâfıkların
âhiretteki hâlleri nasıldır? denildi. Buyurdular ki: "Kıyâmet günü Arş-ı a'lâ
tarafından bir münâdî Yûnus sûresi 62. âyet ile meâlen; "Ey Allah'ın sevgili
kulları! Sizin için bir korku yoktur. Siz mahzûn da edilmezsiniz." nidâ eder. Bu
nidâdan sonra herkes başını yukarı kaldırır ve; inandık îmân ettik, derler.
Ancak, münâfıkların başları hiç yukarı kalkmaz ve eğik kalır."
Velî ve hadîs âlimi
Abdurrahmân bin Mehdî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri, "Müminde,
küfürden sonra, yalandan daha kötü bir haslet yoktur. Çünkü yalan en şiddetli
nifak alâmetidir." buyururdu
Evliyânın büyüklerinden
Fudayl bin İyâd (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerine “Mümin ve münâfığın
hâli soruldu”. Cevaben; "Mümin, tatlı tatlı meyvesini versin diye hurma diker,
fakat onun diktiği hurmada diken bitmesinden de korkusu vardır. Münâfık ise,
hurma yerine dikenli bir ot diker ve bundan tâze hurma bitmesini bekler."
buyurdular.
Tâbiînin ve bu devirdeki
evliyânın en büyüklerinden Hasan-ı Basrî (rahmetullahi teâlâ aley)
hazretlerine bir kimse gelerek; "Şimdi münâfık var mı?" diye sordu. "Eğer
şimdiki münâfıklar, öldürülüp, cesetleri sokaklara atılsa, hiçbir yere
çıkamazdınız." buyurdular.
Ehl-i sünnetin amelde dört
hak mezhebinden olan Şâfi mezhebinin kurucusu ve evliyânın büyüklerinden İmâm-ı
Şâfiî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "İki kişinin, darıldıktan
sonra birbirinin ayıplarını ortaya çıkarması, münâfıklık alâmetidir."
Tâbiînin büyüklerinden, âlim
ve velî Şumeyt bin Aclân (rahmetullahi teâlâ aleyh) dinleri dünyâya bağlı
olanları şöyle târif etmiştir: "Altın ve para, münâfıkların boynuna geçmiş bir
iptir. Her türlü pisliğe boyunlarındaki bu iple çekilirler." Münâfık olmaktan
çok korkar ve herkese münâfıklığın alâmetlerini anlatırdı. Kendisine; "Münâfık
ağlar mı?" diye soruldu. Cevâbında; "O gözünden ağlar, fakat kalbi ağlamaz"
buyurdu. Hiçbir şeyin, insanı Allahü teâlâdan alıkoymasını istemezdi. Buyurdu
ki: "Allahü teâlâya kulluk için yaratılmış olan bir kulun şehvetleri onu
ibâdetten alıkoyarsa, o ne kötü bir kuldur."
"Âhiret için yaratılıp,
dünyânın kendisini âhiretten alıkoyduğu kul ne kötü bir kuldur. Halbuki dünyâ
fânî âhiret ise bâkîdir." Buyurdu ki: "Her gün ömrünün bir kısmı gitmekte, sen
ise buna üzülmüyorsun. Her gün sana yetecek kadar rızık verilmekte, fakat, sen,
sana verilen şeyleri kâfi görmüyorsun ve seni azgınlaştıracak, Allahü teâlâdan
uzaklaştıracak şeyi istiyorsun. Aza kanâat etmiyor, çokla doymuyorsun. Kendine
ihsân edilen ve içinde bulunduğu nîmetlere şükretmekten âciz iken, daha
fazlasını istemek nasıl uygun olur? İsteğinin fazlalığı seni aldattı. Arzu ve
istekleri dünyâ için olan bir kimse, âhiret için nasıl çalışabilir. Hayret
edilir, ne kadar çok şaşılır şu kimseye ki, âhirete inanıyor ve dünyâ için
çalışıp ona koşuyor."
Tâbiîn devrinde yetişen
büyük âlim ve velî Vehb bin Münebbih (rahmetullahi teâlâ aleyh)
buyurdular ki: "Münâfığın özelliklerinden ikisi, övülmeyi sevmek,
zemmedilmekten, yerilmekten hoşlanmamaktır."
Yine buyurdular ki:
"Münâfığın alâmeti üçtür: Yalnız olduğu zaman tenbeldir. Yanında birisi olduğu
zaman, çalışkandır. Bütün işlerinde övülmeyi çok sever."
Evliyânın büyüklerinden
Ahmed bin Yahyâ el-Celâ (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerine birisi
müslüman kardeşinin hakkından sordu: "Müslüman kardeşinin hakkını, aranızdaki
dostluk ve muhabbete güvenerek zâyi etmeyin. Zîrâ Allahü teâlâ, her mümine
haklar verdi. Bu hakları ancak Allahü teâlânın hukûkunu yerine getirmeyenler
zâyi ederler." buyurdular.
Peygamber efendimizin
arkadaşlarının yetiştirdiği âlim ve velîlerden Bilâl bin Sa'd (rahmetullahi
teâlâ aleyh) buyururdu ki: "Bir kimse müslümânım dediği zaman Allahü teâlâ onun
ameline bakmadan bırakmaz. Amel ettiği vakit verâ yâni şüphelilerden sakınmasına
bakar. Verâ sâhibi olunca da niyetine bakar. Niyeti hâlis, Allah rızâsı için
ise, artık diğer kusurlarını Allahü teâlâ düzeltir."
Evlîyanın büyüklerinden
Cüneyd-i Bağdâdî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Müslüman temiz
toprağa benzer. Temiz toprağa her şey atılır. Ezilip, hakâret görür. Lâkin ondan
hep güzel, temiz, faydalı şeyler çıkar."
Evliyânın büyüklerinden
İbrâhim-i Havvâs (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Bir müslüman,
Allahü teâlânın emir ve yasaklarına ne kadar dikkat edip tatbik ediyorsa, Allahü
teâlâ da onu o derece azîz eder. Diğer müslümanların kalbine de onun sevgisini
verir."
İstanbul'da yetişen âlim ve
velîlerden Muhammed Murâd Efendi (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular
ki: "Şu hususlar iyi bir müslümanın vasıflarındandır. Allahü teâlâ mealen; "Mü'minler
ancak kardeştir" (Hucurat Sûresi-13) buyurdu. Mü'minin itikadı doğru olmalıdır.
Kendi nefsi için ne muâmele yaparsa müslüman kardeşleri için de aynı muâmeleyi
yapmalıdır. Devamlı tâat üzere bulunup günahlardan sakınmalıdır. Doğru sözlü ve
yalandan uzak olmalıdır. Hayra koşmalı ve hayra teşvik edici olmalıdır. Çok
merhametli ve şefkatli olup her hususda adaletten ayrılmamalıdır. İslamiyetten
asla ayrılmamalı, ahdinde sağlam ve vâdinde doğru olmalıdır. Hayır işleri tehir
etmemeli ve değiştirmemelidir. Her hususda insaflı olmalı Allahü teâlânın her
şeyi bildiğini aklından çıkarmamalıdır. Allahü teâlâ herşeye kâdirdir. Yumuşak
huyluluğunun yanında şüphe ve tereddütten kurtulmuş bir kalbe sâhib olmalıdır.
Sâlih ve başkasının
iyiliğine çalışan iyi kalbli bir kimse olmalıdır. Allahü teâlâ meâlen; "Kim
salih amel işlerse (sevab) kendinedir." (Fussilet Sûresi-46) buyurdu. Gururlu
olmamalı ve ibâdeti dünya menfaati için yapmamalı. Dostlar için iyi niyetli olup
her feyzini Allahü teâlâdan bilmeli..."
Tokat velîlerinden
Mustafa Hâki Efendi (rahmetullahi teâlâ aleyh) nasihat istiyen birisine
buyurdular ki: "Müslüman temiz toprağa benzer. Temiz toprağa her şey atılır.
Hakaret görebilir, eziyet görebilir, cefaya uğrayabilir. Lâkin ondan hep güzel
temiz faydalı şeyler çıkar. Müminin, insanları ayırmadan, hepsine aynı şekilde
davranması ve güzel ahlâklı olması lâzımdır."
Horasan'ın büyük
velîlerinden Sülemî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Hakîkî bir
müslüman, kötü arkadaşlardan sakınır. Âlimlerin sohbetlerini kaçırmaz.
Kendisinden daha fakir olanlarla oturup kalkar ve bunu kendisi için bir aşağılık
olarak düşünmez. Allahü teâlâdan korkar, ümîdini kesmez ve kadere rızâ gösterir.
Verdiği sözü yerine getirir. Yaptığı iyiliği başa kakmaz. Fitne çıkarmaktan
şiddetle kaçar. Kulağını kötü söz işitmekten, dilini de kötü söz söylemekten
korur. Yânî bunlara riâyet edilmeyen yerlerde bulunmaz. Malı ve mevkii ile
müslümanlara elinden gelen her iyiliği yapar. Peygamber efendimiz; "Birbirinize
selâm veriniz! Birbirinize yiyecek ikrâm ediniz! Akrabânızın haklarını
gözetiniz! Gece, herkes uyurken namaz kılınız! Bunları yaparak, selâmetle
Cennet'e giriniz!"
|