MENKIBELER (V)
Evliyânın büyüklerinden
Vecîhüddîn Ömer Efendi (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin
talebelerinden biri şöyle anlatır: Bir gün kendi bağımda zerdâli ağacına
çıkmıştım. Meyve düşürüp dururken, Şeyh oradan geçiyordu. Şeyh ızdırabından
beşeriyet hâli galebe edip, kendi kendine şöyle söyleniyordu: "Yâ Rabbî! Sen her
şeye kâdirsin. Şu ağaçların yaprağını altın edip, onda olan meyveleri gümüş
edersin." O anda o ağaçların altın, meyvelerinin gümüş olduğunu ve yolu üzere
önüne dökülmeye başladığını gördüm. Şeyh bu durumu görünce söylediğine pişman
olup yüzünü toprağa sürdü. İnleyip ağlayarak istiğfâr etti. Ben yerimde
duramadım. Bağdan çıkıp yanına vardım. Ellerine sarıldım. Bana; "Biz sağ oldukça
bu gördüklerini söyleme!" dedi. Hak teâlânın kendi dostları ile bu gibi
muâmelesi çok olur. Ben dahi o zaman bir altın almıştım. Vefâtından sonra
müridlere bu hâdiseyi anlattım.
İstanbul'daki meşhûr
velîlerden Vefâ Konevî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerini, Sultan
İkinci Bâyezîd-i Velî çok severdi. İlminin, yaşayışının hayrânı idi. Bu sebepten
vefât ettiği zaman cenâze namazında bulundu. Hattâ o esnâda, kefenini açıp,
yüzüne bakarak, eskiden beri olan hasret ateşini bir parça gidermek istedi.
Kefenini açıp baktıklarında, Ebü'l-Vefâ hazretleri yüzünü sağ eliyle
kapatmıştı."
Bursa evliyasından Veli
Şemseddîn (rahmetullahi teâlâ aleyh) kerâmetleriyle meşhûr olmuştur.
Nakledilir ki: Bursalı Hocazâde Efendinin babası bir ziyâfet verip, oğulları da
güzel elbiseler giyerek bu ziyâfette bulunmuştu. Hocazâde Efendi eski elbise ile
ayakkabı çıkarılan yerde idi. Veli Şemseddîn Efendi, çocukların babasına;
"Bunlar kimlerdir?" diye sorunca, oğullarımdır, dedi. Hocazâdeyi sorunca da; "O
da oğlumdur. Fakat benim yolumu terk etti. Okuyup yazmaya heves etmediğinden
dolayı gözümden düştü." dedi. Bunun üzerine Veli Şemseddîn Efendi çok nasîhat
etti. Sonra Hocazâde'yi yanına çağırdı. "Bu durumdan üzülme!" diye teselli etti.
"İnşâallahü teâlâ yakın zamanda sen çok yüksek derecelere ulaşırsın. Kardeşlerin
sana hizmetçi olurlar." buyurdu. Aradan çok zaman geçmeden Hocazâde, Muallim-i
Sultânî ve kâdıasker oldu. Babası ziyârete geldiğinde babasıyla baş köşeye
oturdu, kardeşleri de onlara hizmet etti.
Âlim ve velîlerden Ali el-Venâî
(rahmetullahi teâlâ aleyh) çok ibâdet eder, nefsinin terbiyesi ile
uğraşırdı. Bu gayretleri neticesinde kendisinden kerâmet, hârikulâde hâlleri
görüldü. Sık sık rüyâsında Peygamber efendimizi görür ve mânevî iltifatlarına
kavuşurdu. Yine rüyâda, Peygamber efendimiz mübârek parmağını Ali el-Venâî’nin
ağzına koyup hareket ettirdi ve; “Gece sana “Lâ ilâhe illallah Vallahü ekber
Allahü ekber” demen kâfidir” buyurdu. Ali el-Venâî iki defa da Resûlullah
efendimizi uyanık gördü. İlkinde Tâhâ sûresini okurken görmüştü.
ELİMDE BERAT
YOKTUR
Allah korkusu ile ağlardı
çoğu zaman,
Günah şüphesi ile, kaçardı
çok mübahtan.
Hanımı demiştir ki:
“Vüheyb’in her bir günü,
Ağlamakla geçerdi, görmedik
güldüğünü.”
Sordular ki: “Ne için,
ağlarsınız her sâat?”
Buyurdu: “Yok elimde,
Cehennem'den bir berât.
Ben ve siz, bütün kullar, o
kıyâmet gününde,
Geliriz hesap için,
başlarımız önünde.
Allah'ın huzûrunda, hesâba
çekiliriz,
Biz bunu bile bile, nasıl
gülebiliriz?”
Günah işlememeye ediyordu
çok gayret,
Devam üzre nefsine, ederdi
muhâlefet.
Gece herkes uyurken, o
ibâdet ederdi,
Âhiret derdi ile, ağlayıp
yaş dökerdi.
Dediler ki: “Ne için,
rağbetin yok yatmaya?”
Buyurdu ki: “Cehennem, insan
bekler yakmaya.
Bir kul ki, bu ateşten,
henüz emîn değildir,
O, nasıl râhat olur, nasıl
uyuyabilir?”
Bir gece de ibâdet, ediyordu
evinde,
Ağladı uzun süre, secdeye
gittiğinde.
Gözlerinin yaşıyla, ıslandı
seccâdesi,
Onun, umûmiyetle, böyleydi
her gecesi.
Derdi ki: “Ne kadar çok,
muhtaç isen Rabbine,
Sen dahî o kadar çok, kulluk
yap kendisine.
Kudreti de ne kadar çok ise
seninkinden,
Sen dahî o kadar çok, kork,
titre kendisinden.
Ve rabbin ne kadar çok
yakınsa sana şayet
Sen dahî o nisbette
kendisinden hayâ et”
Tevekkülü o kadar, çok idi
ki Rabbine,
Bakıp hayret ederdi, herkes
onun hâline.
Derdi ki: “Yerler kalay,
bakır olsa gök dahî,
Kapılmam endîşeye, rızık
için vallahî
Zîrâ Rabbim kefildir,
rızıkları vermeye,
O hâde ne lüzum var, bunu
dert edinmeye?”
Annesi, içsin diye, süt
verdi kendisine,
İçmeden sordu şunu, hemence
annesine:
“Bu sütü sağdığınız, o
koyun, bu arada,
Acep otlamış mıdır, bir
yabancı mer’ada?”
Annesi söyleyince, otladığı
yerleri,
İçmekten vaz geçerek,
bardağı verdi geri.
Zîrâ öyle bir yerde,
otlamıştı ki koyun,
O yerde hakkı vardı,
insanların çoğunun.
Vâlidesi dedi ki: “Evlâdım,
al iç bunu,
Affeder Hak teâlâ, hatâ eden
kulunu.”
Buyurdu: “İşleyip de, bir
günahı bilerek,
Sonra uygun olur mu,
affolmayı beklemek?
Günah ateş gibidir, diye
bilen bir insan,
Rabbine, bile bile, eder mi
günah, isyân?”
|