CİLD       ALFABE       KONU       KABR-İ ŞERİFLER

ALFABE - CİLD                      1.   2.   3.   4.   5.   6.
     
 

MENKIBELER (V)

Evliyânın büyüklerinden Vecîhüddîn Ömer Efendi (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin talebelerinden biri şöyle anlatır: Bir gün kendi bağımda zerdâli ağacına çıkmıştım. Meyve düşürüp dururken, Şeyh oradan geçiyordu. Şeyh ızdırabından beşeriyet hâli galebe edip, kendi kendine şöyle söyleniyordu: "Yâ Rabbî! Sen her şeye kâdirsin. Şu ağaçların yaprağını altın edip, onda olan meyveleri gümüş edersin." O anda o ağaçların altın, meyvelerinin gümüş olduğunu ve yolu üzere önüne dökülmeye başladığını gördüm. Şeyh bu durumu görünce söylediğine pişman olup yüzünü toprağa sürdü. İnleyip ağlayarak istiğfâr etti. Ben yerimde duramadım. Bağdan çıkıp yanına vardım. Ellerine sarıldım. Bana; "Biz sağ oldukça bu gördüklerini söyleme!" dedi. Hak teâlânın kendi dostları ile bu gibi muâmelesi çok olur. Ben dahi o zaman bir altın almıştım. Vefâtından sonra müridlere bu hâdiseyi anlattım.

İstanbul'daki meşhûr velîlerden Vefâ Konevî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerini, Sultan İkinci Bâyezîd-i Velî çok severdi. İlminin, yaşayışının hayrânı idi. Bu sebepten vefât ettiği zaman cenâze namazında bulundu. Hattâ o esnâda, kefenini açıp, yüzüne bakarak, eskiden beri olan hasret ateşini bir parça gidermek istedi. Kefenini açıp baktıklarında, Ebü'l-Vefâ hazretleri yüzünü sağ eliyle kapatmıştı."

Bursa evliyasından Veli Şemseddîn (rahmetullahi teâlâ aleyh) kerâmetleriyle meşhûr olmuştur. Nakledilir ki: Bursalı Hocazâde Efendinin babası bir ziyâfet verip, oğulları da güzel elbiseler giyerek bu ziyâfette bulunmuştu. Hocazâde Efendi eski elbise ile ayakkabı çıkarılan yerde idi. Veli Şemseddîn Efendi, çocukların babasına; "Bunlar kimlerdir?" diye sorunca, oğullarımdır, dedi. Hocazâdeyi sorunca da; "O da oğlumdur. Fakat benim yolumu terk etti. Okuyup yazmaya heves etmediğinden dolayı gözümden düştü." dedi. Bunun üzerine Veli Şemseddîn Efendi çok nasîhat etti. Sonra Hocazâde'yi yanına çağırdı. "Bu durumdan üzülme!" diye teselli etti. "İnşâallahü teâlâ yakın zamanda sen çok yüksek derecelere ulaşırsın. Kardeşlerin sana hizmetçi olurlar." buyurdu. Aradan çok zaman geçmeden Hocazâde, Muallim-i Sultânî ve kâdıasker oldu. Babası ziyârete geldiğinde babasıyla baş köşeye oturdu, kardeşleri de onlara hizmet etti.

Âlim ve velîlerden Ali el-Venâî (rahmetullahi teâlâ aleyh) çok ibâdet eder, nefsinin terbiyesi ile uğraşırdı. Bu gayretleri neticesinde kendisinden kerâmet, hârikulâde hâlleri görüldü. Sık sık rüyâsında Peygamber efendimizi görür ve mânevî iltifatlarına kavuşurdu. Yine rüyâda, Peygamber efendimiz mübârek parmağını Ali el-Venâî’nin ağzına koyup hareket ettirdi ve; “Gece sana “Lâ ilâhe illallah Vallahü ekber Allahü ekber” demen kâfidir” buyurdu. Ali el-Venâî iki defa da Resûlullah efendimizi uyanık gördü. İlkinde Tâhâ sûresini okurken görmüştü.

 

ELİMDE BERAT YOKTUR

 

Allah korkusu ile ağlardı çoğu zaman,

Günah şüphesi ile, kaçardı çok mübahtan.

 

Hanımı demiştir ki:Vüheybin her bir günü,

Ağlamakla geçerdi, görmedik güldüğünü.”

 

Sordular ki: “Ne için, ağlarsınız her sâat?”

Buyurdu: “Yok elimde, Cehennem'den bir berât.

 

Ben ve siz, bütün kullar, o kıyâmet gününde,

Geliriz hesap için, başlarımız önünde.

 

Allah'ın huzûrunda, hesâba çekiliriz,

Biz bunu bile bile, nasıl gülebiliriz?”

 

Günah işlememeye ediyordu çok gayret,

Devam üzre nefsine, ederdi muhâlefet.

 

Gece herkes uyurken, o ibâdet ederdi,

Âhiret derdi ile, ağlayıp yaş dökerdi.

 

Dediler ki: “Ne için, rağbetin yok yatmaya?”

Buyurdu ki: “Cehennem, insan bekler yakmaya.

 

Bir kul ki, bu ateşten, henüz emîn değildir,

O, nasıl râhat olur, nasıl uyuyabilir?”

 

Bir gece de ibâdet, ediyordu evinde,

Ağladı uzun süre, secdeye gittiğinde.

 

Gözlerinin yaşıyla, ıslandı seccâdesi,

Onun, umûmiyetle, böyleydi her gecesi.

 

Derdi ki: “Ne kadar çok, muhtaç isen Rabbine,

Sen dahî o kadar çok, kulluk yap kendisine.

 

Kudreti de ne kadar çok ise seninkinden,

Sen dahî o kadar çok, kork, titre kendisinden.

 

Ve rabbin ne kadar çok yakınsa sana şayet

Sen dahî o nisbette kendisinden hayâ et”

 

Tevekkülü o kadar, çok idi ki Rabbine,

Bakıp hayret ederdi, herkes onun hâline.

 

Derdi ki: “Yerler kalay, bakır olsa gök dahî,

Kapılmam endîşeye, rızık için vallahî

 

Zîrâ Rabbim kefildir, rızıkları vermeye,

O hâde ne lüzum var, bunu dert edinmeye?”

 

Annesi, içsin diye, süt verdi kendisine,

İçmeden sordu şunu, hemence annesine:

 

“Bu sütü sağdığınız, o koyun, bu arada,

Acep otlamış mıdır, bir yabancı mer’ada?”

 

Annesi söyleyince, otladığı yerleri,

İçmekten vaz geçerek, bardağı verdi geri.

 

Zîrâ öyle bir yerde, otlamıştı ki koyun,

O yerde hakkı vardı, insanların çoğunun.

 

Vâlidesi dedi ki: “Evlâdım, al iç bunu,

Affeder Hak teâlâ, hatâ eden kulunu.”

 

Buyurdu: “İşleyip de, bir günahı bilerek,

Sonra uygun olur mu, affolmayı beklemek?

 

Günah ateş gibidir, diye bilen bir insan,

Rabbine, bile bile, eder mi günah, isyân?”